İran'ın İsrail'e saldırısının ardından gerçek kazanan kim?

Tahran Gazze Şeridi'ne zarar verdi ve Netanyahu'nun bedava kazanımlar elde etmesine katkıda bulundu

 Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)
Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)
TT

İran'ın İsrail'e saldırısının ardından gerçek kazanan kim?

 Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)
Netanyahu, Almanya Başbakanı Olaf Schulz ile Kudüs'te düzenlediği ortak basın toplantısında (AFP)

Hüda Rauf

İran'ın İsrail'e saldırısının üzerinden günler geçtikten sonra, sonuçları hakkında kapsamlı bir değerlendirme yapmak için henüz çok erken, ancak bazı ön fikirlere ulaşmak mümkün. Saldırıdan İran mı, İsrail mi yararlandı? Saldırı, bazılarının söylediği gibi bir oyunun parçası mıydı?

Saldırı, İran ile İsrail arasında yıllardır süren ve denizde, Suriye'de, siber dünyada ve hatta İran topraklarında birçok farklı biçim alan gölge savaşının doruk noktasıydı.

İran, çalkantılı bölgesel sahnenin arka planında mevcut ve etkili olurken, Gazze savaşından ve onun yansımalarından kendisini uzak tutmaya gayret etti. Halihazırda Washington ya da İsrail ile bir çatışmaya girmeme çabasıyla pek çok Devrim Muhafızı komutanının hayatına mal olan çok sayıda İsrail saldırısına tahammül etmesine rağmen, sonunda İsrail'e yüzlerce İHA ve füze gönderdi.

Her ne kadar İran askeri doktrini her türlü askeri çatışmayı kendi toprakları dışına taşımayı temel alsa ve bu nedenle İsrail dahil düşmanlarını tehdit etmek için bölgedeki silahlı milisler ile ilişkiler kursa da egemenliğine yönelik bir saldırı olarak değerlendirilen Şam'daki İran konsolosluğunun hedef alınmasının ardından İsrail’e bu saldırı ile yanıt vermek zorunda kaldı. Dahası itibarını korumak, İran içinde ve milis vekilleri karşısında zor durumda kalmaktan kaçınmak için bu adımı atmalıydı.

İran, bu saldırısı ile geçmişte tehdit ettiği gibi İsrail'e zarar verme veya İsrail'i bölgeden silme amacı taşımadı, aksine saldırılarda herhangi bir maddi veya insani kayıp yaşanmadı.

İsrail'e yönelik saldırıların püskürtülmesinde Amerikan, Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin de rol oynadığı doğru fakat İran da bu mesajı yani saldıracağını Washington'a iletmek istemişti. Böylece iki hafta boyunca İran'ın karşılık vereceğine dair haberler yayıldı ve misillemede ne tür silahların kullanılacağı konuşuldu. Ama İran’ın saldırıda İsrail yakınlarına ulaşması birkaç saat sürecek insansız hava araçlarını ve füzelerini kullanacağını tüm dünya biliyordu. Böylece İsrail bu süre içinde savunmasını hazırlama ve güçlendirme fırsatını değerlendirebildi.

Dolayısıyla İran'ın İsrail'e cevap vermek zorunda kaldığı söylenebilir ama bu bilinen, hesaplanmış ve sınırlı bir cevaptı.

İran, kayıplar ve kazançlar dengesinde gerçek bir kazanım elde edemedi ancak kendi açısından, saldırıyı direniş ekseni içinde İsrail'e saldırma gücüne sahip olduğu propagandası yapmak için kullanacak.

Tahran gerçek kazanımlar elde edemeyip, aksine Tel Aviv veya Washington ile herhangi bir şekilde karşı karşıya gelmekten korktuğunu teyit ederken, İsrail'in gerçek kazanımlar elde etmesine katkıda bulundu. Gazze Şeridi'ndeki acımasız savaş ve insani yardım çalışanlarının hedef alınması nedeniyle uluslararası kamuoyu, insan hakları ve uluslararası kuruluşlar nezdindeki olumlu imajının zayıflamasının ardından İsrail’in yeniden uluslararası destek kazanmasını sağladı. Gerçi bu uluslararası destek hâlâ resmi çevrelerden geliyor, uluslararası kamuoyundan değil.

Öte yandan Netanyahu'ya, İsrail'in İran tehdidi ile mücadelede uluslararası müttefiklerinin kendisini desteklemesine ihtiyaç duyduğunun altını çizmekte kullanacağı bir kart verdi. İsrail içindeki gösteriler sona erdi ve bu da Netanyahu'nun ömrünün uzaması, Gazze Şeridi'ndeki savaşın uzaması ve uluslararası dikkatin Gazze’deki trajik durumdan başka yöne çevrilmesi anlamına geliyor.

İran, Gazze Şeridi'ndeki savaşı durdurmak için değil, konsolosluğunun bombalanması ve Devrim Muhafızları komutanının öldürülmesi üzerine İsrail'e bir saldırı düzenledi ama diğer yandan Gazze Şeridi'nin zarar görmesine ve Netanyahu'nun bedava kazanımlar elde etmesine de katkı sağladı.



ABD başkanı ve inatçı Ortadoğu

ABD başkanı ve inatçı Ortadoğu
TT

ABD başkanı ve inatçı Ortadoğu

ABD başkanı ve inatçı Ortadoğu

İbrahim Hamidi

Majalla dergisinin kasım ayı kapağının konusunu seçmek, bu ay iki önemli gelişmenin ortasında geldiği için hiç de kolay olmadı. Bunların ilki, sonuçları bölgemiz dahil tüm dünyaya yansıyacak olan ABD seçimleri. İkincisi ise İran-İsrail çatışması nedeniyle Lübnan ve Gazze'de yaşanan savaşlar. Kasım ayı kapağımızda yer verdiğimiz ABD başkanı ve “inatçı” Ortadoğu'nun değişimi konularını, soruları her yönüyle ele alan yazılar ve röportajlarla tartıştık.

Yeni bir Ortadoğu’dan ilk kez söz edilmiyor. Son yıllarda bu konu üç kez gündeme getirildi.

İlk kez, Saddam güçlerini Kuveyt’ten çıkarmak için yapılan Körfez Savaşı ile Sovyetler Birliği'nin yıkıntıları üzerinde ABD'nin dünyayı tekeline almasının ardından 1991'de başlatılan Arap-İsrail barış müzakerelerinin akabinde dile getirildi. Bunun en açık ifadesi eski İsrail başbakanı Şimon Peres'in doksanlı yılların ortalarında yayınlanan ve barış, iş birliği ve bölgesel entegrasyondan bahseden “Yeni Ortadoğu” adlı kitabında açıkladığı projesiydi.

İkinci kez, 11 Eylül saldırılarının ardından ve Başkan George W. Bush yönetiminin komşu ülkelerde bir domino etkisi yaratmak, demokratik, çoğulcu ve bütünleşmiş, terörizm ve diktatörlükle mücadele edebilecek bir “yeni Ortadoğu” kurmak için Afganistan'daki Taliban rejimi ile Irak'taki Saddam rejiminin kökünü kazımaya çalışmaya başlamasından sonra gündeme geldi.

Üçüncü kez ise Temmuz 2006'da eski Lübnan başbakanı Refik Hariri'nin öldürülmesi ve Suriye ordusunun 2005'te Lübnan’dan geri çekilmesinin ardından Hizbullah ile İsrail arasında Lübnan'da yaşanan savaşın ardından dillendirildi. Temmuz savaşı patlak verdiğinde dönemin ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, Lübnan Savaşı'nın “yeni Ortadoğu'nun doğum sancıları” olduğunu söylemişti.

2024 yılında Ortadoğu'yu değiştirme ifadesi yeniden vitrine döndü. Tel Aviv, Washington ile iş birliği içinde, Hamas ile Hizbullah'ı parçalamak ve bölgesel projesini hayata geçirmek için 7 Ekim'deki Hamas saldırısını kullandı

Otuz yıl boyunca Ortadoğu'nun savaş ve barış, müzakereler ve çatışmalarla değişimi denendi. Bush yönetiminin Ortadoğu'yu Afganistan, Irak, Suriye ve İran'da yeniden şekillendirmedeki başarısızlığı, Barack Obama'dan Donald Trump ve Joe Biden'a kadar sonraki yönetimlerin büyük bölgesel projelerden vazgeçmesinin, uzun savaşları sona erdirmesinin, diplomatik, ekonomik ve askeri varlığını sürdürürken, 2011'de Irak'tan ve 2021'de Afganistan'dan çekilmeye odaklanmasının nedeni olabilir.

2024'te bölgeyi değiştirme projesi yeniden vitrine döndü ama İsrail'in öncülüğünde. Tel Aviv, Washington ile yakın iş birliği içinde, Hamas'ı ezmek, Hizbullah'ı parçalamak ve bölgesel projesinin önünü açmak için 7 Ekim'deki Hamas saldırılarını kullandı. Binyamin Netanyahu hükümetinin, radikal biçimde yeni bir Ortadoğu oluşturma hedefiyle, İran ve onun vekilleriyle mücadeleyi ve onları yenmeyi merkeze alan dönüştürücü bir bölgesel stratejinin üzerinde bir yıldır çalıştığı açıkça ortaya çıktı. Bunun en açık ifadesi Netanyahu'nun Eylül 2024'te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada yeni Ortadoğu’yu birincisi, İsrail ile iş birliği yapan, ikincisi, İran'a bağlı olan şeklinde ikiye ayırdığı konuşmasıydı.

Ortadoğu konusundaki çatışma, Beyaz Saray için yürütülen sıcak bir yarışın ortasında yaşanıyor. Bu, büyük bir Amerikan bölünmesi, iki aday arasındaki farkın küçük, yönelimlerindeki farkın ise büyük olması nedeniyle benzeri görülmemiş bir yarış

Öte yandan, liderliğini yaptığı direniş ekseninin bir yıl boyunca ölümcül olmasa da ağır darbeler aldığını kabul eden Tahran, İsrail'e saldırılar, ABD ile anlaşmalar içeren bir karşı proje ortaya koymaya çalışıyor. Arap Körfez ülkeleri ise Gazze, Lübnan ve İran ile İsrail arasındaki gerilimin azaltılmasına, ardından tüm aktörler arasında istikrar ve bölgesel iş birliğine ulaşmak için “iki devletli çözüm”ün siyasi sürecini tartışmaya dayalı bir gelecek vizyonu ortaya koymaya çalışıyor.

Ortadoğu konusunda İsrailli, İranlı ve Arap bu üç eğilim arasındaki çatışma, Beyaz Saray için yürütülen sıcak bir yarışın ortasında yaşanıyor. Bu, ABD'deki büyük bölünme, iki adayın (Kamala Harris ve Donald Trump) kazanma fırsatı ​​arasındaki küçük fark, kürtaj ve göçmenlik gibi dahili meseleler ile Çin, Rusya ve İsrail, İran ve Ortadoğu ile ilişkiler gibi harici meselelerde siyasi yönelimlerindeki büyük fark nedeniyle benzeri görülmemiş bir yarış.

ABD başkanlık seçimlerini kim kazanırsa kazansın, yeni başkan 2025'in başından itibaren Netanyahu ve Hamaney'in gündeme getirdikleri inatçı Ortadoğu sorularıyla yüzleşecek

5 Kasım'daki ABD seçimlerini kim kazanırsa kazansın, yeni başkan Ocak 2025'te görevine başladığında, Netanyahu ve Dini Lider Ali Hamaney'in Ortadoğu ve Ortadoğu'daki değişim ile ilgili sorularıyla yüzleşecek.

Trump kazanırsa muhtemelen Netanyahu'nun sağcı hükümetine karşı olumlu bir yönelimle göreve başlayacak. Anlaşmalar ve takaslar yapmaya dayalı geleneksel Amerikan politikalarının dışına çıkmaya çalışarak, daha güçlü ikili ilişki yolunu izleyecek.

Harris kazanırsa söylemi farklı olsa da muhtemelen Netanyahu'nun son bir yıldır etkisi altında olan Biden yönetiminin politikasını sürdürecek.

Kasım sayısında kapak konularının yanı sıra eski Türkiye eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile yapılan bir röportaj, dayısı Başkan Yaser Arafat'ın ölümünün 20. yıldönümünde Naser el-Kudva'nın tanıklığına yer veren bir yazı, siyaset, ekonomi, kültür ve yapay zekânın “militarizasyonu” üzerine makaleler, araştırmalar ve röportajlar da yer aldı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.