Hizbullah saldırısı sonucu İsrail'de 7 kişi öldü

Lübnan'a yönelik kara harekâtının başlamasından bu yana en yüksek sivil ölüm sayısı

Dün (Perşembe) Hayfa'da öldürülen bir kadının cesedi (AFP)
Dün (Perşembe) Hayfa'da öldürülen bir kadının cesedi (AFP)
TT

Hizbullah saldırısı sonucu İsrail'de 7 kişi öldü

Dün (Perşembe) Hayfa'da öldürülen bir kadının cesedi (AFP)
Dün (Perşembe) Hayfa'da öldürülen bir kadının cesedi (AFP)

Lübnan'da 37 gün önce başlayan kara harekâtından bu yana İsrail'de ölen sivillerin sayısının en yüksek olduğu dün, Hizbullah'ın füze saldırısı sonucu Hayfa Körfezi ve Metula yerleşiminde yedi kişi öldü, sekiz kişi de ağır yaralandı.

Hayfa bölgesinde ölen iki kişi, komşu Arap kenti Şefa Amr'dan 30 yaşında bir erkek ve 60 yaşında bir kadındı. Metula'da öldürülenler ise elma tarlasında çalışan çiftçilerdi ve dördü de yabancı işçiydi.

Tayland Dışişleri Bakanı Maris Sangiampongsa bugün yaptığı açıklamada, İsrail'in kuzeyinde dört Tayland vatandaşının Lübnan'dan atılan füzeler sonucu hayatını kaybettiğini duyurdu.

Sangiampongsa X platformu üzerinden yaptığı paylaşımda, İsrail'in kuzeyindeki Metula kasabası yakınlarında yurttaşlarının öldürülmesinden duyduğu ‘büyük üzüntüyü’ dile getirdi ve bir Taylandlının da yaralandığını bildirdi.

Bu sayı, 27 Temmuz'da Hizbullah tarafından Şebaa Çiftlikleri'nden atıldığı iddia edilen bir füzeyle işgal altındaki Mecdel Şems kasabasında 13 Suriyeli çocuğun öldürülmesi dışında, savaşın başlangıcından bu yana sınırın İsrail tarafında tek bir günde meydana gelen en yüksek sivil ölüm sayısıdır.

ABD'li arabulucu Amos Hochstein öncülüğünde yürütülen ateşkes görüşmelerinde ilerleme kaydedildiği açıklanırken, dün karşılıklı bombardıman yoğunlaştı. İsrail'in Lübnan'da düzenlediği saldırılarda ikisi sağlık görevlisi olmak üzere yedi Lübnanlı hayatını kaybetti.

İsrail güçleri Güney Lübnan'daki bölgelere hava saldırıları düzenledi ve bombardımanlarını batı Bekaa bölgesini de kapsayacak şekilde genişletti. Diğer yandan Hizbullah, İsrail güçlerinin saldırı girişimlerini püskürtmeye devam ediyor.

İsrail güvenlik personeli ve sağlık görevlileri, dün (Perşembe) Hizbullah füzesinin düştüğü yeri inceliyor. (AFP) İsrail güvenlik personeli ve sağlık görevlileri, dün (Perşembe) Hizbullah füzesinin düştüğü yeri inceliyor. (AFP)

Lübnan'dan askeri alanlara ve İsrail'in kuzeyindeki kasabalara yönelik bombardıman devam ederken, Akka, Ras en-Nakura, Karmiel ve Shaghur bölgesinde Lübnan'dan insansız hava araçlarının (İHA) sızmasından ve Hizbullah'ın füze saldırılarından korkulduğu için sirenler çalıyor. Söz konusu saldırılar, İsrail'in Lübnan köy ve kasabalarına düzenlediği saldırıların ardından gerçekleşti.

Hizbullah, kuzeydeki bir dizi yerleşime yönelik uyarısının devamı olarak son saatlerde Kiryat Shmona, Hatzor Haglit, Kadman Tzvi, Yesod HaMa'aleh ve Karmiel yerleşimlerini bombaladığını ve ayrıca Lübnan'ın güneyindeki el-Hıyam kasabasının doğusunda toplanan İsrail güçlerini roket ve top mermileriyle vurduğunu duyururken, iki Filistinlinin yaralanmasına değinmedi.

İsrail ordusu son 24 saat içinde onlarca kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olan saldırılarını sürdürürken, Lübnan Sağlık Bakanlığı'nın son verilerine göre İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarının başlamasından bu yana ölü sayısı 2 bin 822’ye ve yaralı sayısı 12 bin 937’ye ulaştı. Diğer taraftan İsrail'de Hizbullah bombardımanı sonucu 40 sivil öldü.



Yıkıcı savaşın ötesinde, dini grupların devleti yok etmesi

Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)
Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)
TT

Yıkıcı savaşın ötesinde, dini grupların devleti yok etmesi

Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)
Kurtarma ekipleri Beyrut’un güney banliyösündeki el-Şeyyah mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısından sonra hayatta kalanları ararken Lübnan askerleri nöbet tutuyor, 19 Kasım 2024 (AFP)

Refik Huri

Lübnanlılar, Samuel Huntington'ın “Biz Kimiz?” kitabında Amerikalılara sorduğu soruya cevap verebilecek nitelikte değiller. Huntington sorusunu “eritme potasının” vatanseverlik ve Birlik bayrağı altında savaşmanın birleştirdiği bir Amerikan halkına dönüştürdüğü, dünyanın tüm halklarından oluşan bir karışıma yöneltmişti. Onu bu soruyu sormaya iten kaygı, özellikle Latin Amerika'dan gelen milyonlarca göçmenin Amerikan halkının kimliği üzerindeki etkisiydi.

Tam aksine Lübnan'da ise tek kökenden gelen “yerli” halk küçük bir ülkede ulusal birliği sağlama konusunda başarısız oldu. Sanki bir kısmı mülteciler nedeniyle tarihi kimlik için endişelenen, diğer bir kısmı sosyal dokuyu değiştirmek için demografiye ve mültecilere güvenen halklar grubundan oluşuyormuş gibi davranmaya başladı. Bölünme her konuda derin ve keskin.

Lahey'deki Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı başkanlığını yürüten Nevaf Selam gibi bir doktor ve yargıcın, Lübnan'da başbakanlığa aday gösterilmesi, İran ile bağlantılı “direniş ekseninin” kesin reddiyle karşılaşıyor. Açıklanan sahte bahane onun ABD’nin adayı olması, asıl amaç ise İran'a sadık bir cumhurbaşkanı ve başbakanını göreve getirmek, aksi takdirde cumhurbaşkanlığı makamındaki boşluğu süresiz olarak devam ettirmek.

Dahası Lübnan'ı kontrol eden ve Suriye'de rejimin yanında savaşan, İran stratejisi kapsamında Irak, Yemen ve Gazze'de bölgesel rol oynayan Hizbullah, Lübnanlıların çoğunun muhalefetine rağmen Lübnan'ı İsrail ile yıkıcı bir savaşa sokuyor. Kendisini destekleyen Şii çevrenin yerinden edilmesi ve diğer dini grupların yaşadığı bölgelere iltica etmesinin ardından savaşı sürdürmekte ısrar ediyor. Savaşın mantığını, yönetimini, zararlarını tartışan herkesi ihanet ve “Amerikan-İsrail projesine” hizmet etmekle suçlamayı da bırakmıyor.

Lübnan, partileri, akımları ve dini grupları bölge ve dünya ülkeleri ile özel ilişkiler arayışında olan tek ülke olmasa da az sayıdaki ülkeden biri. Lübnanlı güçler arasındaki iç ilişkiler gerginken ve kimi zaman kopma noktasına varırken, dış güçlerle ilişkilerin güçlü kalması ironiktir. İçeride diyalog kesilse bile bu kesinti sınırları aşmıyor, dışarısı ile diyalog devam ediyor. Lübnan'da cumhurbaşkanını seçmek ve iktidarı kurmak için dış güçler yerel güçler arasında sıklıkla arabuluculuk yaptılar. Geçmişte durum böyleydi, şimdi de böyle ve hiçbir şey bunun gelecekte de devam etmesine engel değil.

19. yüzyılın ikinci yarısında Lübnan Dağı Mutasarrıflığı döneminde vali, Osmanlı padişahı tebaasından Lübnanlı olmayan bir Hıristiyandı. Yedi büyük gücün onayıyla padişah tarafından atanır ve kendisine paşa unvanı verilirdi. Her dini grup ve mezhep, konsoloslar aracılığıyla bu ülkelerden birinin himayesine ve korumasına güveniyordu. Ortodokslar Rusya'nın, Maruniler Fransa'nın, Katolikler Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun, Dürziler ve Protestanlar Büyük Britanya'nın himayesindeydiler. Sünniler padişahın dininden ve tebaasından oldukları için korunmaya muhtaç değillerdi.

Fransız General Henri Gouraud’un, merkezi Şam olan Arap devletini Meysalun Muharebesi'nde Savaş Bakanı Yusuf el-Azma’yı yendikten sonra yıkmasının ve İngilizlerin, kralı Faysal bin Şerif Hüseyin'i Irak kralı yapmak zorunda kalmalarından sonra, 1 Eylül 1920'de deklare ettiği Büyük Lübnan devleti döneminde, manda devleti olan Fransa, herhangi bir mezhebin bir Avrupa ülkesiyle ilişki kurmasını engelledi. Ancak bazı mezhepler Manda Yönetimine direnirken, bazıları da Fransız-İngiliz rekabeti ışığında Londra ile ilişkiler başlattı. Mezhep liderleri arasında dayanışma sağlandığında, İngiliz General Edward Spears'ın yardımı ve Sovyetlerin desteğiyle Birinci Dünya Savaşı'nın getirdiği ve İkinci Dünya Savaşı’nın devirdiği Fransız manda yönetiminden bağımsızlıklarını kazandılar.

Bağımsızlıktan sonra Lübnan Cumhuriyeti'nin başkenti Beyrut ile resmi ilişkilerin yanı sıra mezhepler, partiler, akımlar ile ülkeler arasındaki ilişkiler modeli iyice yerleşti. Bir Maruni liderlik Fransa'ya bağlı kaldı ve bağımsızlığın erken elde edildiğine inandı. Başka bir Maruni liderliği bağımsızlık kahramanı rolünü oynadı ve Mısır ve Suriye ile iyi ilişkiler kurdu. Ortodoks liderler Arap çevre ve özellikle de Kahire ve Şam ile ilişkiler kurdular. Sünni ve Şii liderler özellikle Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır döneminde Kahire'nin peşinden gittiler. Cumhurbaşkanı Sedat'ın Kudüs ziyareti ve Camp David’e gitmesinin ardından Şam ve Riyad ile ilişki kurmaya yöneldiler. Dürzi liderler Londra, Paris ve Moskova ile kapıyı açık bırakmayı ihmal etmeden Arap çevre ile ilişkilere bağlı kaldılar.

Daha sonra, Lübnan Savaşı sırasında Washington'a yöneliş dönemi geldi ve bu savaş, Washington, Şam ve Riyad’ın büyük desteğiyle Kral Fahd, Kral İkinci Hasan ve Cumhurbaşkanı Şadli Bendcedid'in oluşturduğu üçlü Arap Komitesi aracılığıyla 1989'da Taif Anlaşması ile sona erdi. Savaş sırasında Maruni liderler, 1982'de Lübnan'ı işgal eden ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü ülkeden çıkaran İsrail ile ilişkiler kurdular. Ardından Şam, tüm mezheplerle ilişkileri tekeline aldı ve resmi otoriteyi perde arkasından yönetti. Daha sonra Suriye'nin 2005'te Lübnan'dan çekilmesi ve Hizbullah ile Emel Hareketi'nin küçük vatanda iktidara hakim olmasının ardından İran dönemi geldi.

Bütün bu dönüşümler sırasında devlet dini grupların liderlerinin otoritesinden daha zayıf bir otoriteden ibaretti. Beyrut'ta bugün otoritenin kalıntıları, şiddetli mali, ekonomik ve sosyal kriz, İsrail ile İran bağlantılı Şii liderler arasındaki savaştan başka hiçbir şey yok. İki yıldır cumhurbaşkanı yok ve savaş bitse ve mezhep liderlerinden veya onların temsilcilerinden yeniden bir otorite oluşturulsa bile güçlü bir devlet, bir hak ve hukuk devleti projesi inşa etme umudu da yok.

Bu anormal durum bir devlet inşa etmekten kaçınmanın reçetesidir. Liderlerin resmi otoritenin arkasından yabancı ülkelerle oynadıkları oyunlar durmaz ve içeride iyi ilişkiler süreci başlamazsa, ülke, mezhepler devletindeki kalıcı krizlerin tutsağı olmaya devam edecektir. Tek kurtuluş olan sivil devlet hedefine ulaşamayacaktır. Tabii ki, bazılarının uğruna çabaladığı ve fiilen Lübnan'ın özgürlüğünün, yaratıcılığının, kültürünün ve sanatının sonu anlamına gelen dini devlet de kurulmayacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.