İsrail: Lübnan'da ateşkesin ihlal edilmesine müsamaha göstermeyeceğiz

Beyrut'un güney banliyölerindeki eş-Şayıh mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısının gerçekleştiği yerde yıkımı inceleyen insanlar (AFP)
Beyrut'un güney banliyölerindeki eş-Şayıh mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısının gerçekleştiği yerde yıkımı inceleyen insanlar (AFP)
TT

İsrail: Lübnan'da ateşkesin ihlal edilmesine müsamaha göstermeyeceğiz

Beyrut'un güney banliyölerindeki eş-Şayıh mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısının gerçekleştiği yerde yıkımı inceleyen insanlar (AFP)
Beyrut'un güney banliyölerindeki eş-Şayıh mahallesini hedef alan İsrail hava saldırısının gerçekleştiği yerde yıkımı inceleyen insanlar (AFP)

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz bugün yaptığı açıklamada, İsrail'in Lübnan ile olası bir ateşkes anlaşmasının Birleşmiş Milletler (BM) tarafından etkin bir şekilde uygulanmasını talep ettiğini vurgulayarak, herhangi bir ihlale karşı ‘sıfır tolerans gösterilmeyeceği’ uyarısında bulundu.

Ayrıca bir İsrail hükümet sözcüsü, Lübnan ile varılacak anlaşmanın İsrail'in Hizbullah tehdidini bertaraf etmek için kendini savunma özgürlüğünü koruyacağını söyledi ve anlaşmanın İsraillilerin kuzeydeki evlerine güvenli bir şekilde dönmelerine olanak sağlayacağını vurguladı.

Daha önce üst düzey bir İsrailli yetkili, İsrail'in ABD'nin Hizbullah'la ateşkes planını onaylamaya hazır göründüğünü ve böylece Gazze Şeridi'nde 14 aydır devam eden savaşın tetiklemesiyle binlerce sivilin ölümüne neden olan çatışmanın sona ermesinin önünün açılacağını söyledi.

Yetkili, İsrail güvenlik kabinesinin bugün Başbakan Binyamin Netanyahu başkanlığında bir toplantı yaparak metni görüşmesinin ve büyük olasılıkla onaylamasının beklendiğini belirtti.

Diğer yandan dört üst düzey Lübnanlı kaynak dün Reuters'a yaptıkları açıklamada, mevcut durumun ABD Başkanı Joe Biden ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından ateşkes ilan edilmesinin önünü açacağını söyledi.

Washington'da Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Sözcüsü John Kirby dün yaptığı açıklamada, “Çok yakınız, ancak her şey sonuçlanana kadar hiçbir şey yapılmayacak” dedi. Fransa Cumhurbaşkanlığı ise ateşkes görüşmelerinde önemli ilerlemeler kaydedildiğini açıkladı.

Anlaşma Beyrut'ta çoktan kabul edildi ve Lübnan Meclis Başkan Yardımcısı dün Reuters'e yaptığı açıklamada, “Netanyahu fikrini değiştirmediği sürece anlaşmanın uygulanmasının önünde ciddi bir engel kalmadı” dedi.

Netanyahu'nun ofisi dün, İsrail ve Lübnan'ın anlaşma metni üzerinde mutabakata vardığı yönündeki haberlerle ilgili yorum yapmayı reddetti.

Washington'un terör örgütü olarak kabul ettiği Hizbullah, Meclis Başkanı Nebih Berri'ye müzakere yetkisi verdi.

Lübnan Meclis Başkan Yardımcısı İlyas Busaab ve bir İsrailli yetkili Reuters'a yaptıkları açıklamada, planın, İsrail güçlerinin Güney Lübnan'dan çekilmesini ve Lübnan ordu güçlerinin 60 gün içinde Hizbullah'ın kalesi olan sınır bölgesine konuşlanmasını gerektirdiğini söyledi.

İsrail'in dün Hizbullah'ın bir diğer kalesi olan Beyrut'un güney banliyölerine yönelik hava saldırıları, ateşkes konusunda bir ilerleme kaydedildiğine dair işaretlere askeri gerilimin eşlik ettiğini gösteriyor.

Lübnan'ın geniş bölgelerinde yaşanan yıkım, nakit sıkıntısı çeken ve bir milyondan fazla insanın yerinden edildiği Lübnan'ı bekleyen devasa yeniden inşa faturasının altını çiziyor.

İsrail'de ateşkes, Hizbullah'ın, 7 Ekim 2023'te İsrail'e saldırmasından bir gün sonra Hamas'ı desteklemek amacıyla füze atmaya başlaması sonucu yerlerinden edilen 60 bin kişinin kuzeydeki evlerine dönmesinin önünü açacak.

Ölümcül darbeler

İsrail eylül ayından bu yana Hizbullah'a ağır darbeler indirerek örgütün Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ve diğer liderlerini öldürdü. İsrail saldırıları, Beyrut'un güney banliyöleri de dâhil olmak üzere Lübnan'da Hizbullah'ın hâkim olduğu bölgelerde geniş çaplı yıkıma neden oldu.

Hizbullah ise İsrail'e füze atmaya devam etti ve son olarak pazar günü yaklaşık 250 füze fırlattı.

İsrail'in BM Daimî Temsilcisi Danny Danon dün yaptığı açıklamada, İsrail'in herhangi bir anlaşmada Güney Lübnan'ı vurma kabiliyetini koruyacağını söyledi. Lübnan daha önce İsrail'in böyle bir hakka sahip olmasına itiraz etmişti. Zira Lübnanlı yetkililer de taslak teklifin böyle bir dil içermediğini belirtti.

Bir diğer İsrailli yetkili ise İsrail'in sadece ‘yakın tehditleri’ vurabileceğini belirtti.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller dün yaptığı açıklamada, iki taraf arasındaki uçurumun önemli ölçüde daraldığını, ancak bir anlaşmaya varmak için halen atılması gereken adımlar olduğunu söyledi.

Miller, “Genellikle bir anlaşmanın son aşamaları en zor olanlardır. Çünkü çetrefilli konular en sona bırakılır... Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Reuters'ten aktardığına göre Busaab dün verdiği demeçte, ‘Netanyahu fikrini değiştirmediği sürece’ İsrail ile ateşkes anlaşmasının uygulanmasının önünde artık ‘ciddi engeller’ olmadığını belirtti.

Lübnan Sağlık Bakanlığı, İsrail'in düzenlediği saldırılarda 3 bin 750'den fazla kişinin öldüğünü ve bir milyondan fazla kişinin de göç etmek zorunda kaldığını açıkladı. Bakanlığın verileri siviller ve militanlar arasında ayrım yapmıyor.

Hizbullah saldırıları sonucu, İsrail'in kuzeyinde ve İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’nde 45 sivil öldü. İsrailli yetkililere göre kuzey İsrail'de, Golan Tepeleri'nde ve Güney Lübnan'daki çatışmalarda en az 73 İsrail askeri öldürüldü.

Görev süresi ocak ayında sona erecek olan Joe Biden yönetimi, Gazze Şeridi'nde devam eden savaşı sona erdirmeye yönelik görüşmeler durmuş olsa da Lübnan'daki çatışmayı sona erdirmenin yolunun diplomasi olduğunu vurguladı.

Beyaz Saray, ABD'nin Ortadoğu Temsilcisi Brett McGurk'ün bugün Suudi Arabistan'ı ziyaret ederek, Lübnan'da olası bir ateşkesten Gazze Şeridi'ndeki çatışmaları sona erdirecek benzer bir anlaşmaya varılması için yararlanılmasını görüşeceğini açıkladı.

Lübnan'la ilgili diplomatik çabalar, 2006 yılında BM tarafından kabul edilen ve Hizbullah ile İsrail arasındaki uzun savaşı ateşkes uygulayarak sona erdiren 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı temelinde bir ateşkese odaklanmış durumda.

Söz konusu karar, Litani Nehri ile İsrail ve Lübnan sınırları arasındaki bölgede Lübnan ordusu dışında herhangi bir güç ya da silahın bulunmasını yasaklıyor.

İsrail uzun zamandır Hizbullah savaşçılarının ve örgütün silahlarının sınırdaki varlığını gerekçe göstererek, 1701 sayılı kararın gerektiği gibi uygulanmadığından şikâyet ediyor. Lübnan da İsrail savaş uçaklarının Lübnan hava sahasını defalarca ihlal etmesini gerekçe göstererek İsrail'in kararı ihlal etmesinden şikayetçi.



Ulus-devlet ve dini gruplar

Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)
Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)
TT

Ulus-devlet ve dini gruplar

Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)
Mezhepçilik bir hastalıktır, bir tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir ilettir (Sosyal medya)

Mustafa Feki

(Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi soylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstününüz en çok takva sahibi olanınızdır). Yaratıcı, herhangi bir dini grubu veya mezhebi ayırmadan istisnasız bütün insanlara böyle hitap etmiş. Dahası bu yüce ayet, genel ve soyut bir tarzda, bütün zaman ve mekanlarda insana hitap etmekte ve Yüce Yaratıcının katında yarattıkları arasında mutlak eşitlik olduğunu ifade etmektedir. Ayrıcalık ve farklılığın tek ölçütünün sadece takva olduğunu vurgulamaktadır. Takvaysa, doğru yolda yürümek, fanatik olmayan ve ırkçılığı reddeden normal bir hayat yaşamak demektir. Üstelik Kuran-ı Kerim bu ilahi çağrıyı sadece Müslümanlara özgü kılıp başkalarını dışlamamıştır. Bilakis, bunu vatanları, dinleri ve aidiyetleri ne olursa olsun bütün insanlara yönelik mutlak bir çağrı kılmıştır. Dolayısıyla mezhepçilik toplumsal bir göstergedir, bir mezhep ile diğer toplumlar arasındaki bir ayrıcalık değildir.

 

 Özellikle bu Ramazan ayı ve oruç günlerinde vicdanlarımızdan eksik olmaması gereken üç eksenle bağlantılı bu anlamları hatırlıyoruz. Birinci eksen, Müslümanlar için oruç ayı, Hristiyanlar için Paskalya ve Yahudi bayramlarının yarattığı manevi ivme etrafında dönüyor. Üçü de semavi dinlerin, yeryüzü medeniyetlerinin, insanlık için zaman ve mekanda büyük sıçramalara ve niteliksel değişimlere yol açan insani bir doğaya sahip kültürlerin tebliğ ettiği tevhit dininin kurucusu Hz. İbrahim'in evlatlarıdır. Dolayısıyla ben de tarihçilerin, araştırmacıların ve din adamlarının büyük çoğunluğuyla aynı kanaatteyim; mezhepçilik bir hastalıktır, tedavi değildir. İnsanları ele geçirdiğinde bölünmelerine ve birliklerinin bozulmasına yol açan hastalıklı bir illettir. İnsani yönlerle hiçbir bağlantısı olmayan ırksal fikirlere dayandığından, insanlar arasında öznel gerekçelerle işe yaramaz ayrım türleri yaratmaktadır.

Hepimiz özgür yaratıldık ve doğduğumuz anda zihnimize hiçbir despotizm veya baskı prangası vurulmadı. Ama olan şu ki, hayatın açgözlülüğü, iniş çıkışları, insanın eğilimleri ve hatta günümüzdeki nefret söylemi, şu anda tanık olduğumuz bulanık tabloyu yarattı. Mutlak bir ayrımcılık olmaksızın, milletler ve kabileler oluşturmak üzere dallanıp budaklanan insan grupları ve ırklar arasındaki ilişkileri kapladı. Yahut geleceğe el koydu veya ırkçı ayrımcılığı ve nefrete dayalı bölücülüğü temel alan keyfi kararlara yol açtı. Arap milleti ve belki de İslam ümmeti, mezhepsel ayrışmalarla ve insani birliğe yönelik şiddetli darbelerle boğuştu ve boğuşuyor. Örneğin Endülüs’te şehir devletleri kuruldu ve bunun sonunda Endülüs’ü kaybettik, Araplar ve Müslümanlar İber Yarımadası'nı terk ettiler. Yahudilerin de İspanya'yı terk etmek zorunda kaldığı, bölünme nedenleri ve ihtilaf unsurları ortaya çıkana kadar, güneydeki İslam ülkelerinin onlara kucak açtığı bu felaket için herkes gözyaşı dökmeye devam etti.

İkinci eksen, saf ırk ve Tanrı'nın seçilmiş halkı hakkındaki yanlış konuşmalarla ilgilidir. Aynı inanç içerisinde bile dinsel ayrılıkların acı sonuçlarına tanık olduk. Doktrinler çoğaldı, mezhepler çeşitlendi ve karşımıza bir doktrin mozaiği çıktı. Oysa kutsal kitaplardaki ilahi söylem, genel olarak insanlara ve hiçbir ayrım veya dışlama olmaksızın bütün halklara hitap etmektedir. Dahası mezhepçilik, köken ve köklerinde birleşen, sadece dallarında ve yorumlarında farklılık gösteren tek dini, gruplara ve mezheplere bölmeye çalışan bir kerteye varmıştır. Ortaçağ Avrupası manevi ve dünyevi otoriteler arasındaki çatışmalarla boğuştuysa, İsa Mesih'in (a.s.) mahiyetine yani tanrı mı insan mı olduğuna dair manevi bakış açılarında anlaşmazlık yaşadıysa, İslam ümmeti de meşhur hakemlik olayından sonra Sünni-Şii ayrışmasından büyük zarar gördü. Halbuki her iki büyük mezhep de tek ilah inancını, Kuran-ı Kerim'i, İslam'ın beş şartını paylaşıyorlar ve namazlarında aynı yöne yöneliyorlar. Yetmezmiş gibi iki mezhep kendi aralarında da gruplara ve fırkalara ayrıldılar. Bunlar da, birleştiren ve ayırmayan, birleştiren ve dağıtmayan tevhit ışığının ışığında ortak mesajın özünü kavramamış, dinsel bütünleşmenin kıymetini bilmeyen uzak kollara bölündüler.

Üçüncü eksen mezhepçiliğin halklar ve toplumlar üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgilidir. Bu durum kaçınılmaz olarak parçalanma, bağlılıkların üretilmesi, gerekçesiz ve yararsız bölünmelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Mezhepçilik, toplumlar arasında yayılan ve istikrarın özünü kemiren bulaşıcı bir hastalıktır. Siyasi çekişmelere dönüşen dinsel ayrılıklara kapıyı aralamakta, böylece ümmetin dokusunu parçalamakta, yanlış mantık ve saçma fikirlerle nesillerin geleceğini tehdit etmektedir.

Burada açıkça kaydediyorum ki, başka bir şey değil, sadece bilinen tezahürleriyle, hukuki ve siyasi güvenceleriyle, yarattığı kültürel iklimle ve besleyici toplumsal çevresiyle modern devletin doğuşu, bunların hepsi, gerektiğinde taraflar arasındaki uçurumu kapatmaya ve anlaşmazlıkları çözmeye yetebilir. Bu bağlamda, insan gruplarının doğal gelişimleri sonucu ortaya çıkan ve nihai biçimine ulaşan, çağdaş uluslararası ilişkilerin doğasına en uygun, en istikrarlı tarihsel bir veri olarak ulus-devleti ifade etmektedir. Bu nedenle mezhepsel temelde parçalama, bölme ve ayrıştırma çabaları, yetkinlikleri çökertmekte, insan toplulukları arasında haksız engeller yaratmakta ve aynı zamanda milli birliği bozmaktadır. Arap haritasında Lübnan'ın 1943 Anayasası'yla başlayan, ardından yarım asırdan fazla bir süre sonra Taif Anlaşması ile geliştirilen, bu güzelim kadim ülkenin ağır bir bedel ödeyeceği kanlı bir iç savaşa yol açan mezhepsel ayrışma sonucu ne kadar büyük acılar çektiğini hatırlayabiliriz.

Irak da, 1920'de İngilizlerin Sünnilerle, 2003'te de Amerikalıların Şiilerle iş birliği yapması dışında hiçbir gerçek gerekçesi olmayan mezhepçilik belasından çok çekti. Yani mezhepsel dinsel ayrışma, her zaman herkesin, hatta bulundukları ülkelerdeki Yahudi azınlıkların da katıldığı Arap-İslam medeniyetinin himayesinde kalmış bölgeye yabancıdır. Dolayısıyla bu ayrışmalardan bahsetmek saçmadır.

Yeni Suriye devriminin, mezhepler arası eşitlik ilkesini benimseme ve mezhepsel, dinsel ve etnik ayrışmalardan uzak durma kararlılığını her zaman vurguladığına dikkat çekelim. Araplar ve Kürtler aynı medeniyetin, aynı ortak kültürün çocuklarıdır. Arap ve İslam dünyasındaki tüm azınlıklar aynı dokunun parçasıdır; hatta Farslar, Türkler, Kürtler ve Berberiler ulus-devletin birliği çerçevesinde bir çoğulculuk buketi oluşturmaktadırlar. Mezhepsel ayrışma, kapsayıcı, güçlü, istikrarlı, huzursuzluk ve sorunlardan uzak yaşayan modern devletler yaratmaz. Asıl olan, tek ulus-devleti bölünmeyi bilmeyen, parçalanmayı kabul etmeyen eşsiz bir alaşım haline getiren insani kaynaşma ve insani bütünleşme halidir.

Burada Arap Hristiyanların milliyetçi hareketin öncüleri, birlik davetçileri ve kalıcı bütünlüğün savunucuları olduğunu hatırlatmalıyız. Nitekim Filistin meselesindeki tutumları ve Arap direniş hareketlerine verdikleri destek, dillendirilen bölünmelerin güvenilemeyecek, temel olamayacak hayali bölünmeler ve suni oluşumlar olduğunu göstermektedir.

Bu gözlemlerimizi, son on yıllarda Arapların, ulus-devlete yönelik tecavüzler, ithal fikir ve inançlar lehine onun özelliklerini yok etme çabaları sonucunda yaşadıkları acıların ve ödedikleri ağır faturanın boyutlarına bakarak sonlandıralım. Esas olan Arap milletinin, yapısının net, bünyesinin sağlam kalması, ihlalleri kabul etmemesi, her taraftan kendisine yöneltilen, birliğini bozmaya ve muazzam kültürel mirasına nüfuz etmeye çalışan zayıflatma girişimlerine tahammül etmemesidir. Çünkü kendisi, Firavun-Mısır, Arap-İslam, Babil-Asur, Fenike-Levanten olsun, istisnasız herkesin katıldığı köklü bir kadim medeniyet temeli üzerine kurulmuştur ve bu temelleri korumaktadır. Mağrip ülkeleri de bölgenin son on yıllarda, hatta belki de yüzyıllardır yaşadığı tüm zor koşullara ve sıkıntılara rağmen Arap ulusal dokusuna olumlu bir katkı sağladılar ve sağlamaya devam ediyorlar.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.