İslam sanatlarından izler taşıyan "İstanbul Mushafı" tamamlandı

İslam sanatlarından izler taşıyan "İstanbul Mushafı" tamamlandı
TT

İslam sanatlarından izler taşıyan "İstanbul Mushafı" tamamlandı

İslam sanatlarından izler taşıyan "İstanbul Mushafı" tamamlandı

Asr-ı Saadet'ten bugüne bütün İslam tarihi ve İslam coğrafyasını merkeze alan "İstanbul Mushafı", Kur'an-ı Kerim'in 10 cilt olarak el ile yazılmasını ihtiva ediyor.

İslam medeniyetinin 15 asırlık seyrine "Mushaf Sanatları Tarihi" yönünden bakmayı amaçlayan çalışma, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın teklif ve himayeleri ile gerçekleştirildi.

Ebadı 365'e 559 milimetre olan ve tamamı 850 sayfadan oluşan el yazma orijinal altın nüsha eser, ilim adamlarına ve İslam medeniyetlerine verdiği desteklerden dolayı Cumhurbaşkanı Erdoğan'a takdim edilecek.

"Kur'an-ı Kerim etrafında nasıl bir medeniyet örgüsü var, bunu göstermeye çalıştık"

AA muhabirine esere ilişkin açıklamada bulunan Hüseyin Kutlu, projenin aslında 8 yıllık değil, 15 asırlık bir mesele olduğunun altını çizerek, "Biz 15 asrın birikimini ortaya koymuş oluyoruz. Bu 15 asrın birikimini yeni bir anlayışla, 10 ciltte gösterdik. Bizden önceki üstatların kanatlarıyla uçuyoruz." dedi.

İslam medeniyetinin bugün yok farz edildiğini belirten Kutlu, şöyle devam etti:

"Biz belli bir süre sonra İslam ümmetinden olduğumuzu inkar etmedik ama İslam medeniyetinden olmadığımızı veya böyle bir medeniyetin olmadığını farz ederek, 'Batı medeniyetindeniz' dedik. Oysaki İslam medeniyeti fonksiyonunu yitirmiş değil. Bunu göstermek ve buna işaret etmek için İslam ümmetinin ana kaynağı olan Kur'an-ı Kerim etrafında nasıl bir medeniyet örgüsü var, bunu göstermeye çalıştık. Dolayısıyla Asr-ı Saadet'ten, Efendimizin döneminden günümüze kadar ve bütün İslam coğrafyasını içine alan bir bakış açısıyla Kur'an-ı Kerim yazımı, tezhiplenmesi, cildi, rahlesi, muhafazası, mürekkebi, kağıt yapımı ile 'Mushaf Sanatları Tarihi' hüviyetini ortaya çıkaran bir eser ortaya koyduk. Bu çalışma ile işaret etmek istediğimiz şey 'İslam medeniyetinin farkına varınız. Bu hazineyi keşfediniz. Kendinize kendiniz gibi yol çiziniz. Başkalarını taklidi bırakınız.' hikaye budur."

Eserin belgeseli yapılacak ve her ciltteki çalışmalar birer kitap olarak kaleme alınacak

Usta sanatkar, projeyi 40 yıldır gönlünde demlediğini dile getirerek, "Bunun kuvveden fiile çıkması Cumhurbaşkanımızın işaretiyle, onun teşvik ve himayeleriyle oldu. Tabii yazmak için kağıda ihtiyaç vardı. Dünyanın her tarafından el yapımı kağıtlar getirttik. Fakat bunlar bizi tatmin etmedi. Çünkü eskitmeye konulduğu zaman bozulmalar gördük. Boyalarda da hakeza aynı şeyleri müşahede ettik. Dolayısıyla biz kağıt yapımına da karar verdik. Nasıl yapıldığını biliyoruz ama tecrübemiz yoktu. Allah'ın yardımıyla bu konuda da çok güzel neticeler aldık ve kendi yaptığımız kağıda Kur'an-ı yazdık." diye konuştu.

Eserde mürekkepleri de tamamen doğal malzemelerden kendilerinin hazırladığını aktaran Kutlu, şunları kaydetti:

"Baskıyı da burada gerçekleştirdik. Henüz bu baskı tekniği başka bir yerde yok. Bu ofset baskı falan değil. Çok özel bir baskı. Gördüğünüz gibi orijinaliyle tıpkıbasımı arasında çok uzman kişiler farkı anlayabilir. Çünkü aharlı, orijinal el yapımı kağıtlara baskı yapıyoruz. Kısa zamanda bu çalışmaları anlatmak çok zor. Çalışmanın belgeseli yapılacak. Ayrıca belki çalışmanın her sayfasını anlatan bir kitap çıkacak. İnşallah umduğumuz şeylere nail oluruz."

İslam diyarının önemli şehirlerinden getirilen bitki dalları eserin kağıt hamuruna katıldı

Hüseyin Kutlu, çalışmanın tüm aşamalarını 66 kişilik bir ekiple birlikte Bilim Kültür ve Sanat Derneğinde (BİKSAD) tamamladıklarına işaret ederek, "66 rakamının ebced hesabında rakamsal karşılığı İsmi Celal'in karşılığıdır. Yani Allah lafzı hesaplandığı zaman ebced karşılığı 66 tutar." dedi.

İstanbul Mushafı'nda kullanılan el yapımı kağıdın hamurunun da çok özel olduğunu vurgulayan Kutlu, şu bilgileri verdi:

"Çalışmaya ayrı bir ruhaniyet katsın diye Mekke'den, Medine'den, Kudüs'ten, Semerkant'tan, Buhara'dan yani İslam diyarının mukaddes bilinen makamlarından dut, gül dalları vesaire getirtildi. Kabukları soyuldu ve dövülerek Mushaf'ın hamuruna karıştırıldı. Bu bir teberrük. Yani bu farklı bitkilerin, ağaç dallarının bir araya gelip Mushaf'a hamur olması gibi, ümmetin de bir araya gelip bir güç oluşturması için fiili bir duadır. Ayrıca zemzem, Eyüp Sultan Hazretleri'nin kuyusundan alınmış su, İbrahim Aleyhisselam'ın doğduğu mağaradan su, Nil nehrinden Peygamber Efendimizin mübarek saçlarını yıkadığı suyun çoğaltılmışından boyalara suların katılmasıyla da bir teberrük yapılmış oldu."

"Hedefimiz İslam coğrafyasındaki önemli sanat merkezlerini ele almaktı"

Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü'nden Doç. Dr. Şehnaz Biçer ise eserin ortaya çıkmasında multidisipliner bir ekibin çalıştığına dikkati çekerek, "8 yıl boyunca içinde maceralar yaşadığımız, çok zorlandığımız uzun bir yol aldık. Geleneğimizden gelen bazı değerleri de bu projede yeniden canlandırdık diyebilirim. Örneğin el yapımı kağıt ve boyalarımız gibi." değerlendirmesini yaptı.

Biçer, geçmişte de Kur'an-ı Kerim'in farklı farklı Mushaflar olarak yazıldığını söyleyerek, "Bizim hedefimiz İslam coğrafyasındaki önemli sanat merkezlerini ele almaktı. En doğuda Babür'den en batıdaki Endülüs'e kadar bu geniş coğrafyada üslup geliştirmiş ve kitap sanatlarına önem vermiş sanat merkezlerini ele aldık. Tabii bunları ele alırken dünya müzelerinden dokümanlar topladık. Ayrıca Topkapı Sarayı ve Türk İslam Eserleri Müzesi de bize son derece desteklerini sundular. Oralarda da eserler üzerinde inceleme yapma şansımız oldu." dedi.

İslam sanat tarihindeki üsluplardan ilham alarak İstanbul Mushafı'na tezhipleri nakşettiklerini ifade eden Biçer, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Mushaf'ta ilk cildimiz Kur'an'ın indirildiği tarihten başlıyor. O süreçte İslam coğrafyasında henüz üslup oluşturulmadığından, biz her cildin başında zahriye ve serlevhası da yaptığımız için o dönemi nasıl değerlendirebiliriz diye çok düşündük. Hırka-i Şerif Camisi'ndeki Peygamber Efendimizin hırkası bir fikir olarak düşünüldü ve ilk iki sayfamız o hırkanın desenleri analiz edilerek tasarlandı. Hatta ayetler bittikten sonra konan durak dediğimiz işaretler de o hırkanın düğmelerine ait yapıldı. Böylelikle eseri ilk açtığınızda Peygamber Efendimizin hırkasıyla karşılaşacaksınız ve son ciltte de son sayfa Topkapı Sarayı'ndaki Hırka-i Şerif'in bulunduğu mekanın çinilerinden esinlenilerek yapıldı."

Böyle bir projede yer almaktan dolayı kendini şanslı hissettiğini dile getiren Biçer, çalışmayı dünya müzelerinde de sergilemeyi arzu ettiklerini sözlerine ekledi.

İstanbul Mushafı hakkında

Mushaf'ın kağıtlarının yapımında 200 tabaka kağıt için toplamda 800 bin organik yumurtanın akı kullanıldı. Yapılan kağıtların aharlanması için de benzeri olmayan bir aharlama makinası icat edildi.

İstanbul Nakkaşhanesi'nde bin adet özel tıpkı basımı da yapılan Mushaf'ın ölçüleri orijinaliyle aynı olarak hazırlandı. Toplam 10 cilt olan eserde, her cildin dış kapak, iç kapak, zahriye ve serlevhası dönem özelliğini taşıyan farklı şekillerde tasarlandı.

Kufi, maşrık kufisi, tezyini kufi, kayrevan kufisi, mağribi, muhakkak, reyhani, sülüs, nesih, ta'lik ve icaze olmak üzere 11 farklı hat çeşidi kullanılan eserde, yine her biri farklı olmak üzere 62 adet sayfa tasarımı yapıldı.

İslam sanatlarına katkı sunmayı amaçlayan eserin 59'a 45 milimetre ebadında aharlı el yapımı kağıtlara aynı baskı tekniğiyle tek cilt halinde de herkesle buluşması adına hazırlanacak.

Çalışma, 1. cilt Asr-ı Saadet'ten başlayarak, Emevi, Abbasi, Büyük Selçuklu, Gazneli, Anadolu Selçuklu, 1. dönem Anadolu Beylikleri ve Eyyubi, 2. cilt Memluk, 3. cilt Endülüs ve Mağrib, 4. cilt İlhanlı, 5. cilt Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türkmen, 6. cilt Timur dönemi, 7. cilt Delhi Sultanlığı ve Babürlü, 8. cilt Safevi, 9. cilt 2. dönem Anadolu Beylikleri ve 16. yüzyıla kadar Osmanlı, 10. cilt ise 16. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar Osmanlı üslubunu içeriyor.



Kılık değiştirerek Mekke'ye giren oryantalistler

Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)
Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)
TT

Kılık değiştirerek Mekke'ye giren oryantalistler

Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)
Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)

Abdullah er-Reşid

Mekke, Müslümanları yüreklerinin ta derinliklerinden tutup çeken, kalplerin Beytullah’ı ziyaret etmek ve Kabe’yi tavaf etmek için can attığı şehir. Ancak bu şehir, hiçbir zaman sadece Müslümanların özlem duyduğu bir yer olmadı. Aynı zamanda Batılı gezginlerin dikkatlerini çeken ve oryantalistlerin hayallerini süsleyen bir yer oldu. Gayrimüslimlerin girmesinin yasak olduğu kutsal bir yer olduğundan, Avrupalıların zihinlerinde görüntüsünün olmaması onu cazip kılıyordu. Öyle ki, onların gözünde gizemli bir şehir, şaşkınlık ve hayal gücünün merkezi haline geldi.

Mekke, orta çağlardan bu yana Batılı gezginlerin gözünde keşif gezilerinin haritasındaki bir tacın en değerli mücevheri gibi görünüyordu. Macera tutkusu onu daha da çekici hale getirirken, maceraperestleri çok daha gizli yanları olduğuna ikna ediyordu. Mekke’yi çepeçevre saran gizem, direnilemeyecek kadar güçlüydü. Bir grup maceraperest, İslam dinine girmiş gibi yaparak bu şehrin hikayelerini, ritüellerini ve ziyaretçilerinin sırlarını keşfetmek için her an hayatlarına mal olabilecek tehlikeleri umursamadan ona doğru koştular. Böylece kutsallık merakla iç içe geçti ve mekânın verdiği maneviyat duygusu keşif tutkusuna karıştı. Artık onlar için şaşırtıcı bir bekleyiş, hemhal olma ve tezahür anları başlamıştı. Onları buna sadece bilgi edinmek motive etmiyordu, aynı zamanda siyaset ve sömürgecilik hırsı da bu tutkuyu besliyordu. Bazıları İslam dünyasının kalbinin attığı bu kutsal şehre dair coğrafi bilgiler ve istihbarat toplamaya çalıştı. Böylece maneviyat, istihbarat ve siyaset bir araya geldi. Mekke, onların gözünde seyahat edebiyatında ulaşılabilecek zirve, korku ve meydan okumayla dolu, kutsallıkla çevrili, ancak kılık değiştirerek yaklaşmaya cesaret edilebilecek bir menzil halini aldı.

Geçişin anahtarı olarak kılık değiştirme

Batılı gezginlerin Mekke ve Medine'ye gayrimüslimlerin girişini yasaklayan yasa karşısında kutsal mekanlara gizlice girip, manevi duyguları tatmak için kılık değiştirmekten başka çareleri yoktu. Müslümanlar gibi giyinen bu maceraperestler, Müslüman isimleri aldılar ve Arapça veya Doğu lehçelerini öğrendiler. Hatta bazıları Müslümanların görünüş ve davranışlarını taklit etmek için Kuran-ı Kerim’i ve İslam dininin emir ve yasaklarını öğrendiler.

İngiliz bilgin ve kaşif Richard Burton, 1853 yılında Afganistanlı bir doktor kılığında gizlice Mekke'ye girdi. Doğu lehçelerini beraberindeki ikna edecek kadar ustaca kullanabiliyordu.

Bu kişilerden biri olan İngiliz bilgin ve kaşif Richard Burton, 1853 yılında Afganistanlı bir doktor kılığında gizlice Mekke'ye girdi. Doğu lehçelerini beraberindeki ikna edecek kadar ustaca kullanabiliyordu. Diğerleri ise yüz hatlarının kabul edilebilir görünebileceği Asya veya Afrika'nın uzak bölgelerinden Müslüman kimliklerini benimsemeyi tercih etti. Bazıları, Müslüman olduklarını kanıtlamak için sünnet törenine bile katıldılar. Ancak gerçek kimliklerinin ortaya çıkmasının sonuçları, özellikle casusluk veya kutsal mekanların kutsallığını ihlal etme şüphesiyle bağlantılı olması halinde çok ağır olabiliyordu.

İngiliz kaşif ve bilgin Sir Richard Burton (Getty)İngiliz kaşif ve bilgin Sir Richard Burton (Getty)

Kılık değiştirenler, sınır kapılarından geçmek için gerçek bir Müslüman hacının giriş belgelerini veya kimliğini ödünç almak gibi cesaret isteyen yollara başvurdular. Alman baron Heinrich Karl Eckard Helmuth von Maltzan, 1860 yılında, Cezayirli arkadaşının kimliğini parayla satın alarak Mekke'ye girmeyi başardı. İsim olarak arkadaşının adı olan Abdurrahman'ı kullanan Alman baron, bu sayede sınır muhafızlarını kandırabildi. Bu tehlikeli yöntemlerle, bazıları Mekke'nin kapılarından geçmeyi başararak sahte yahut gerçekten hacı oldular. Bazıları amacına ulaşmak için geçici olarak İslam dinine girdiler. Bazıları ise İslam dinini gerçekten kabul etti ve yeni inançlarıyla farz ibadetlerini yerine getirdi.

Kılık değiştirmenin bazen bilimsel macera duygusuyla birleşmesi oldukça dikkat çekiciydi. Bu gezginlerin çoğu, bilgi edinme merakının kendilerini en uç noktaya ittiği oryantalistler, davranış bilimcileri ve dilbilimcilerdi. İslam dininin ayrıntılarını, namaz vakitlerini, tavaf ve sa'y gibi farizaların nasıl yapıldığını öğrendiler. Böylece Mekke'ye vardıklarında gerçek hacılar gibi davranabildiler. Çoğu kez, bir süre Mekkelilerin arasına karıştılar, pazarları, meclisleri ve genel ortamı gözlemleyerek notlar aldılar. Bu da kılık değiştirmeyi, sadece içeriye sızmak için değil, bilimsel keşif için de bir araç haline getirdi. Bu gizli maceraların sonucu, kutsal şehir Mekke-i Mükerreme halkının gelenekleri ve hacılar hakkında hazine niteliğinde bilgiler edinmek oldu. Bu bilgiler, yüzyıllar boyunca Avrupa'dan gizli kalmış olan bu şehir hakkında, seyahat kitapları aracılığıyla Avrupa'ya ulaştırıldı.

Richard Burton'ın 1855 tarihli ‘Personal Narrative of a Pilgrimage to al Madinah and Mecca’ adlı (iki ciltten oluşan) kitabının giriş sayfası (Getty)Richard Burton'ın 1855 tarihli ‘Personal Narrative of a Pilgrimage to al Madinah and Mecca’ adlı (iki ciltten oluşan) kitabının giriş sayfası (Getty)

Ludovico di Varthema nam-ı diğer Hacı Yunus el-Mısri

İtalyan gezgin Ludovico di Varthema, İslam araştırmaları tarihinin en heyecan verici maceracılarından biriydi ve Mekke'ye girip burada gördüklerini içeriden aktarmayı başaran ilk Müslüman olmayan Avrupalıydı. Yolculuğu, 16. yüzyılın başlarında, İslam dinini içeriden anlamak için dini bilgi merakı ve o dönemde İslam dünyasında nüfuzunu genişletmek isteyen Portekiz yetkilileri adına casusluk yapmak gibi iki amaçla başladı.

1503 yılında, Müslüman bir hacı kılığında Şam'a giden Varthema, sonradan İslam’ı kabul etmiş bir köle olduğunu söyleyerek, Şam’daki hac kafilesine katılmayı başardı.

Varthema, 1503 yılında, Hacı Yunus Mısri adında bir Müslüman hacı kılığına girerek Şam'a geldi ve sonradan İslam’ı kabul etmiş bir köle olduğunu iddia etti. Bu hileyi dikkatlice planlanmıştı. Hiçbir şüphe uyandırmayacak ve kervanlara kolayca karışmasını sağlayacak bir kimlik seçmişti. Şam'dan Mekke'ye yola çıkmaya hazırlanan hac kafilesine katılan Varthema, kafilenin muhafızlarından biri olduğunu öne sürdü. Kervan, uzun ve zorlu bir çöl yolculuğuna çıkarken Varthema, kaleme aldığı eserlerde Arap Yarımadası'nın yollarını, zorlu iklim koşullarını, su ikmal istasyonlarını, yolcuların alışkanlıklarını ve herkesin kutsal mekana yaklaşırken hissettiği huşuyu bizzat şahit olduğu şekilde aktardı.

Varthema, Mekke'de sadece birkaç gün geçirse de bu süre onun hayranlık ve şaşkınlıkla izlediği manzaraları kaydetmesi için yeterli olmuştu. Kabe'den, etrafında dönen ve siyah bir taşı öpmek için birbirini itip kakan kalabalıktan, Mescid-i Haram'daki tehlil ve tekbir seslerinden, kutsal mekanlara giden yolları dolduran satıcılardan bahsetti. Mekke'yi, sakinlerinin hayatının sadeliğine rağmen, imanla dolu bir şehir olarak tanımladı ve o dönemin Hicaz halkının günlük yaşantısını yansıtan pazar yerlerini ve alışveriş hallerini anlattı.

16. yüzyıldan kalma bir Portekiz el yazmasında Cambay (bugünkü adıyla Gucarat) Kralı (Wikipedia)16. yüzyıldan kalma bir Portekiz el yazmasında Cambay (bugünkü adıyla Gucarat) Kralı (Wikipedia)

Aynı zamanda Medine ve Hz. Muhammed'in mezarı hakkında oldukça ayrıntılı gözlemleri kalene alan ilk kişi olan Varthema, halkın kullandığı bazı ifadeleri de not aldı. Ayrıca, Arabistan yarımadasındaki diğer yerleri, örneğin Yenbu ve Cidde'yi ziyaret ettiğini de anlatan İtalyan gezgin, Arapçayı iyi bildiğini ve gelenekleri titizlikle uyguladığını göstermeye özen göstermiş, hatta kimliği açığa çıkmasın diye dindar gibi davranmıştı. Çünkü kimliğinin açığa çıkmasının hayatına mal olabileceğini çok iyi biliyordu.

Varthema, döndüğünde gördüklerini ‘Itinerario de Ludovico de Varthema Bolognese’ (Bolognalı Ludovico di Varthema’nın Seyahat Güzergâhı) adlı ünlü kitabında yayınladı. Daha sonra birçok Avrupa diline çevrilen ve Avrupalı okuyuculara Mekke ve hac hakkında doğrudan ve gerçekçi bilgiler sunan ilk kaynaklardan biri olan bu kitap, o zamana kadar Batı'dan tamamen gizlenmiş olan Mekke ve kutsal mekanların bir tasvirini ortaya koyarak, Avrupa'da büyük ses getirdi.

Varthema'nın yolculuğu, Avrupa'nın İslam dünyasına bakışında bir dönüm noktası oldu. Çünkü onun ardından benzer maceralara atılmak isteyen oryantalistlerin hayal güçlerini harekete geçirdi. Daha sonra Richard Burton, Domingo Badia Y Leblich ve Christiaan Snouck Hurgronje gibi kılık değiştirerek kutsal beldelere doğru yola koyulan gezginler ortaya çıktı. Onlar da aynı bilgi merakıyla ve bazen de bariz siyasi nedenlerle, sahte Müslüman isimleri alarak onun izinden Mekke'ye doğru yola çıktılar.

Varthema'nın Adem Tepesi’nde (Sri Pada) Buda'nın ayak izi olarak adlandırılan çöküntünün bulunduğu yeri ziyaretine dair bir tasvir (Wikipedia)Varthema'nın Adem Tepesi’nde (Sri Pada) Buda'nın ayak izi olarak adlandırılan çöküntünün bulunduğu yeri ziyaretine dair bir tasvir (Wikipedia)

Abbasi prensi kılığına giren İspanyol

İspanyol kaşif Domingo Badia Y Leblich, 19. yüzyılın başlarında, Ali Bey el-Abbasi takma adıyla Mekke'ye girerek olağanüstü bir maceraya atıldı. Leblich, İslam tarihinin en ünlü hanedanlarından birine mensup bir Arap prensi kılığına girmişti. Bu kimliği seçmesi tesadüf değildi ve sembolik bir anlam taşıyordu. Eski bir Abbasi unvanını ödünç alarak Avrupalı kimliğini gizleyen Leblich, bu sayede İslam dünyasının derinliklerine sızdı.Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Abbasi Devleti'nin bir Avrupalının kutsal beldelere ulaşması için bir geçiş noktası olması tarihi bir paradoks olarak büyük bir anlam ifade ediyordu.

İspanyol kaşif Domingo Badia Y Leblich, İslam tarihinin en ünlü hanedanlarından birine mensup bir Arap prensi kılığında Mekke'ye girerek olağanüstü bir maceraya atıldı.

Müslümanları taklit eden, ibadetlere katılan ve hac kafilelerine karışacak kadar Arapça öğrenen Leblich, 1807 yılında, kimliği ifşa olmadan kalabalıklar arasında dolaşarak hac ibadetini başarıyla yerine getirdi. Bu yolculuğu iki ciltlik büyük bir kitapta kaleme alan Leblich, kitapta coğrafi, sosyal ve dini gözlemlere, Mekke'nin, pazarlarının, coğrafyasının ve sakinlerinin ayrıntılı bir tanımına ve savaşların ve salgın hastalıkların şehir üzerinde bıraktığı derin izlere yer verdi.

İspanyol kaşif ve casus Domingo Badia Y Leblich nam-ı diğer Ali Bey el-Abbasi (Getty)İspanyol kaşif ve casus Domingo Badia Y Leblich nam-ı diğer Ali Bey el-Abbasi (Getty)

İnkar ve tezahür arasında Mekke'ye giden farklı yollar

Varthema ve Ali Bey'in izinden giden diğer oryantalistler, Mekke'ye girmek için İslam kimliğine bürünerek maceralarına devam ettiler. Bazıları bilimsel veya dini nedenlerle bu yola koyulurken, diğerleri sömürgeci emellerin aracı oldular. Fakat hepsinin ortak bir noktası vardı; o da İslam dünyasının başkentini ve Müslümanların ibadet ettikleri yeri tanıma merakıydı.

Bunlardan biri olan Hollandalı oryantalist Christiaan Snouck Hurgronje, 1885 yılında Hacı Abdulgafur adıyla Mekke'ye girdi. Altı ay boyunca gece pazarında gizlice yaşayan Hurgronje, alimlerin yanında dini eğitim aldı ve Mekkelilerin günlük yaşamlarını en ince detaylarına kadar kaydetti. Gizlediği kamerasıyla pazarları, hacıları ve evleri fotoğrafladı. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim tilavetinin 1885 yılına tarihli bilinen en eski ses kaydı da ona ait. Bu eşsiz kayıt, Harem-i Şerif’te o dönemde mevcut olan ilkel kayıt teknikleriyle özellikle Thomas Edison tarafından icat edilen fonograf silindiri ve balmumu plak kullanılarak yapıldı. Kültürel ve dini bir hazine niteliğindeki, o döneme ait Kur’an-ı Kerim tilavetinin nadir örneği olan bu tarihi kayıt, Hollanda'daki Leiden Üniversitesi arşivinde saklanılıyor.

Bu çerçevede İslam dinini kabul eden ve 1933 yılında hacca giden ilk İngiliz Müslüman kadın olan İskoç aristokrat Leydi Evelyn Cobbold’un deneyimi öne çıkıyor.

Christiaan Snouck Hurgronje, ‘Mekka in the Latter Part of the 19th Century’ (19. Yüzyılın Sonlarında Mekke) adlı ünlü kitabında gözlemlerini kaleme aldı. Bu kitap, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki şehir hakkında bilgilerin yer aldığı güvenilir bir kaynak haline geldi. Daha sonraları Hurgronje hakkında Endonezya'da, Hollanda sömürgeciliğine hizmet ettiğine dair tartışmalar yaşansa da kitabı Hicaz bölgesinde İslami yaşam tarzını nispeten tarafsız bir şekilde belgeleyen Batılı kaynaklar arasında önemli bir yer tutmaya devam etti.

Kılık değiştirerek Mekke'ye giren en önemli isimlerden biri de 1814 yılında Şeyh İbrahim adını alarak gerçek kimliğini gizleyen, İsviçreli oryantalist Johann Ludwig Burckhardt’tı. Burckhardt, Kabe'yi gören ve hac ibadetini yerine getiren ilk Batılılardan biriydi. Tanımlamaları doğru ve adil bakış açısıyla ön plana çıktı. Gözlemlerini alaycı veya küçümseyici bir dil kullanmadan kaleme aldı. Hacılar arasındaki kardeşlik ve ibadetlerde hakim olan birlik ruhundan etkilenmişti. Onun kitaplaştırdığı anıları, Batılı ülkelerde İslam dini hakkında daha sonra yapılan araştırmalarda son derece etkili oldu. 19. yüzyılın başlarında Hicaz bölgesindeki dini ve sosyal yaşamı tasvir eden temel bir kaynak oluşturdu.

​​​​​​​Leydi Evelyn Cobbold’un hac ibadetini yerine getirdiği sırada çekilen fotoğrafta, Kabe’ye ait genel bir görünüm (Getty)Leydi Evelyn Cobbold’un hac ibadetini yerine getirdiği sırada çekilen fotoğrafta, Kabe’ye ait genel bir görünüm (Getty)

İslam dini benimsemeden Mekke'ye giren gezginlerin yanı sıra İslam dinini içtenlikle kabul etmiş ve samimi bir inançla hac ibadetini yerine getirmiş başka Batılı isimler de vardı. İngiliz oryantalist William Richard Williamson bunlardan biriydi. 1895 ile 1936 yılları arasında Mekke'yi birçok kez ziyaret eden Williamson, hac ibadetine ve İslam toplumuna duyduğu hayranlığı büyük bir coşkuyla kaleme almış ve derin bir manevi dönüşüm yaşadığını itiraf etmişti.

Bu çerçevede İslam dinini kabul eden ve 1933 yılında hacca giden ilk İngiliz Müslüman kadın olan İskoç aristokrat Leydi Evelyn Cobbold’un (Leydi Zeynep) deneyimi de öne çıkıyor. ‘Pilgrimange To Mecca’ (Mekke'ye Kutsal Yolculuk) adlı kitabında Kabe'nin karşısında duyduğu huşu ve Arafat'ta yaptığı tefekkürleri duygusal bir dille aktaran Leydi Cobbold, Batı'dan Mekke'ye yapılan yolculuklarla ilgili edebiyatta farklı ve önemli bir kadın sesi oldu. Kitabında manevi ve insani boyutları birbiriyle harmanlayan Leydi Cobbold, Batı kültürüne mensup Müslümanların kalplerinde hac ibadetinin bıraktığı derin izleri de gözler önüne serdi.

Gizlice yapılan bu maceralar, Mekke tarihinin bir bölümünü aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bilgiye ulaşmanın bazı aşamalarında nasıl bir kılık değiştirme macerası olduğunu ve maskenin ardındaki öteki yüzü keşfetme sürecini de ortaya koyuyor.

En derin dönüşümü ise Yahudi asıllı Avusturyalı gazeteci, yazar ve araştırmacı Leopold Weiss yaşadı. İslam dinini kabul eden Weiss, Muhammed Esed adını aldı. 1926 ile 1932 yılları arasında Hicaz bölgesinde yaşayan Esed, Arap Yarımadası'nın siyasi ve entelektüel yaşamına aktif olarak katıldı. Kral Abdülaziz'in danışmanı olarak çalıştı. Esed, ‘The Road to Mecca’ (Mekke'ye Giden Yol) adlı ünlü kitabında sadece yolculuğunu belgelemekle kalmadı, aynı zamanda İslam dini Batı'nın yanlış izlenimlerine karşı felsefi olarak savundu ve duygusal tefekkür ile kültürel analizi Batılı özgün bir dille harmanladı.

Bilgi maskeleri ve oryantalizmin aynası

Yukarıda geçen tüm bu maceralar, Doğu ile Batı'yı birbirine bağlayan ince bir iplikten ibaret. Bu kişiler Mekke'ye Müslüman kılığında girdiler, ancak oradan çıktıklarında eski algıları sarsılmıştı. Bazıları hiç eskisi gibi olmadı. Bakış açıları değişmiş, hayranlıkları artmış, hatta İslam dinini kabul etmişlerdi.

Leydi Cobbold’un Mekke’ye yolculuğunu anlattığı kitabının kapağıLeydi Cobbold’un Mekke’ye yolculuğunu anlattığı kitabının kapağı

Mekke'ye yapılan tüm bu olağanüstü yolculuklar, oryantalizmin kalbinde yatan temel çelişkiyi de ortaya koyuyor. Bu batılı gezginlerin maceraları, sadece masum bir belgeleme ya da saf bilimsel araştırma değildi, çoğu zaman Avrupa bilincinin yükünü, beklentilerini ve korkularını, bazen samimi merakını, bazen de sömürgeci eğilimlerini taşıyordu. Bazıları bilgiye olan tutkusu ve keşfetmenin verdiği heyecanla hareket ederek, Mekke’de günlük hayatın detaylarını hayranlık ve şaşkınlıkla notlarına kaydetti. Bazıları ise üstün ve ihtiyatlı bir bakış açısıyla, kontrollü ve şüpheci bir bakış açısıyla ötekini anlamaya çalıştı. Bu yüzden kaleme aldıkları metinler, gözlemlerindeki kesinlikle hayal gücü, disiplinli olarak yapılan bir belgelendirmeyle öznel yorum, mekanın kutsallığına duyulan saygıyla onu bazen manevi derinliğinden uzaklaştıran yüzeysel bakış açısı arasında değişiyor. Bu ortaya çıkan karışım, çalışmalarının değerini ve ciddiyetini bir arada sunuyor. Bu yolculukları okumak, sadece Mekke'nin eski manzaralarına bir geçiş değil, Batı'nın bu kutsal şehri nasıl gördüğü ve kültürel hayal gücünde onu nasıl yeniden ürettiğine dair pencere açarken, aynı zamanda Batı'nın İslam ve Müslümanlar hakkında bilmek istediklerini ya da bilmek istemediklerini yansıtan bir ayna görevi de görüyor. Gizlice gerçekleşen bu maceralar, Mekke tarihinin bir bölümünü aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bilgiye ulaşmanın bazı aşamalarında nasıl bir kılık değiştirme macerası olduğunu ve maskenin ardındaki öteki yüzü keşfetme sürecini de ortaya koyuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.