"Mevsimsel depresyon" bilimsel bir gerçek mi, yoksa yaygın bir abartı mı?

Mevsimsel değişikliklerle ilişkilendirilen psikolojik bir bozukluk. Uzmanlar bu hastalığın yaygınlığı ve kışla bağlantısı konusunda farklı fikirlerde

Kış depresyonu, mevsimsel değişikliklere eşlik eden psikolojik bozukluklardan biri olarak kabul ediliyor / (AFP)
Kış depresyonu, mevsimsel değişikliklere eşlik eden psikolojik bozukluklardan biri olarak kabul ediliyor / (AFP)
TT

"Mevsimsel depresyon" bilimsel bir gerçek mi, yoksa yaygın bir abartı mı?

Kış depresyonu, mevsimsel değişikliklere eşlik eden psikolojik bozukluklardan biri olarak kabul ediliyor / (AFP)
Kış depresyonu, mevsimsel değişikliklere eşlik eden psikolojik bozukluklardan biri olarak kabul ediliyor / (AFP)

Necd er-Ruki 

"Kış depresyonu"nun, havaların soğumasıyla birlikte pek çok kişinin yaşayabileceği gerçek bir psikolojik olgu olarak kazandığı şöhrete rağmen, halen tıp derslerinde tartışılıyor ve dünyanın farklı bölgelerinde bu konuyla ilgili çalışmalar yapılıyor.

Kış depresyonu, mevsimsel değişimlere eşlik eden psikolojik rahatsızlıklardan biri.

Bu rahatsızlık, kışın başlaması ve gündüz saatlerinin kısalması ile birlikte görülme sıklığı periyodik olarak artan, baharın gelişiyle birlikte giderek kaybolmaya başlayan bir grup psikolojik semptom.

Bu tür depresyon, mevsimsel değişiklikler, azalan ışık seviyelerinin psikolojik etkisi, kısa gün ışığı saatleri ve beyin ve vücuttaki hormonal değişiklikler nedeniyle ortaya çıkar.

Semptomlar sürekli üzüntü, konsantrasyon güçlüğü ve zevk alamama gibi farklı şekillerde görülür.

Hakkında söylenenlere rağmen bu depresyonun yayılımının boyutu konusunda soru işaretleri var;

Bu bilimsel bir gerçek mi, yoksa abartılı açıklamalar mı?

Mayo Clinic Tıp Merkezi, mevsimsel duygusal bozukluğu, mevsimsel değişikliklerin neden olduğu bir tür depresyon olarak tanımlıyor.

Her yıl yaklaşık olarak aynı zamanlarda başlar ve aynı zamanlarda biter. Belirtileri sonbaharda ortaya çıkar ve kış aylarına kadar devam eder.

Bu depresyonun semptomları; zayıf hissetme, canlılığın azalması, ruh hali değişimleri, aşırı uyku, iştahta değişiklikler ve kilo alma olarak sayılabilir.

Başka bir ölçekte Mayo Clinic Tıp Merkezi, yaz ve ilkbahar mevsimlerinin başlangıcıyla ilişkili semptomlar da dahil olmak üzere mevsimsel değişikliklerle ilişkili başka psikolojik bozuklukların da bulunduğunu belirtiyor.

Depresyon veya bipolar bozukluğu olanlarda mevsimsel duygudurum bozukluğunun şiddeti de artmakta.
30 yıllık çalışmalar

Mevsimsel bozukluk, mevsimlere göre ruh sağlığı ve ruh hali üzerindeki etkisini anlamak için 30 yıldan fazla bir süredir kültürel ve ilmi anlamda dikkat çekmekte.

Dört mevsimle ilişkilendirilen psikolojik bozukluklar hâlâ psikologlar arasında çalışma ve tartışma alanı.

Sonuçlar bölgeye, kışın soğuk hava oranlarına ve gündüz saatlerinin ne kadar kısaldığına bağlı olarak bir çalışmadan diğerine farklılık gösteriyor.

2019 yılında Cambridge Üniversitesi, mevsimsel depresyonla ilgili 41 çalışmadan elde edilen verileri analiz eden "Mevsimsellik ve Depresyon Belirtileri: Literatürün Sistematik Bir İncelemesi" adlı bilimsel bir makale yayımladı.

Araştırma ekibi yalnızca 13 çalışmanın sonuçlarının kış aylarında depresyon oranlarında artışa işaret ettiğini ortaya koydu.

Geriye kalan çalışmaların sonuçları ise genel olarak kışla ya da değişen mevsimlerle ilgili değildi.

Ekip, araştırma sonuçlarında, "Mutluluk oranlarının hangi aylarda azaldığı ve risklerin arttığı mevsimin nasıl belirleneceği net değil. Mevsimselliğin nüfus düzeyinde depresif belirtiler üzerindeki etkisine dair ikna edici kanıtlar bulamadık" dedi.

Auburn Üniversitesi'nden araştırmacı Steve Lobello, 2016 yılında ekibiyle birlikte, ABD’nin çeşitli eyaletlerinde depresyondan mustarip insanlardan elde edilen verileri kullanarak dört mevsime göre depresyon oranlarındaki farkı ortaya çıkarmak için bir çalışma yayımladı.

Buna göre özellikle kış mevsiminde depresyon görülme sıklığı daha da artıyor.

Araştırmanın sonucunda ne genel örneklemde ne de depresyon puanları yüksek bireylerden oluşan örneklemde depresyonun mevsimsel değişikliklerle bağlantılı olduğuna dair bir gösterge olmadığı sonucuna varıldı.

Araştırmacı, araştırmasının sonuçlarında şunları söyledi:

İnsanların kışın depresyona girmediğini söylemiyorum ama depresyonun mevsimsel değişikliklerle ortaya çıktığı ya da kışın kötüleştiği fikri yerleşmiş popüler bir teori.

Farklı görüşler

Mevsimsel psikolojik bozukluklarla ilgili bu görüş farklılığı, diğer ülkelere kıyasla kışın makul iklim koşulları göz önüne alındığında Arap bölgesinde yaygın olmayabilir.

Psikoterapist Maha el Racihi, Independent Arabia ile yaptığı röportajda şunları söyledi:

Psikiyatrik tanının temelini oluşturan Ruhsal Hastalıkların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı, mevsimsel depresyonun majör depresif bozukluk veya bipolar bozukluktan bağımsız olmayan ek bir psikiyatrik bozukluk olduğunu belirtmekte. Bu tür psikiyatrik bozukluk belirli bir mevsimde, genellikle sonbahar ve kış aylarında, belirli bir tipik sıklıkta, özel değerlendirme kriterleri ve depresif belirtiler gerektirir.

Maha el Racihi açıklamalarına şöyle devam etti:

İster tıbbi terapötik müdahaleler ister bilişsel-davranışsal veya etkileşimli terapi veya ışık almak, D vitamini almak gibi diğer terapötik müdahaleler ve öneriler gibi farmakolojik olmayan psikolojik seanslar olsun, her vaka için uygun terapötik müdahalelerle ilgilenecek bir doktor veya psikolojik uzmandan doğru bir teşhis alınması gerekiyor.

Maha el Racihi, "Psikolojik tedavide mevsimsel depresyon belirtilerinin sert iklim koşullarına sahip ülkelerde daha yaygın olduğunu, örneğin Kanada, iklim koşulları ve coğrafi konumu nedeniyle nispeten yüksek oranda mevsimsel depresyona tanık olduğunu" belirtti.

El Racihi açıklamalarına şöyle devam etti:

Araştırmalar ayrıca ailesinde depresyon veya bipolar bozukluk öyküsü olan kadınların ve gençlerin bu hastalığa yakalanma riskinin daha yüksek olduğunu gösteriyor.

El Racihi Kanada'da çalışan bir psikoterapist olarak kişisel deneyimine dayanarak şunları söyledi: 

Suudi Arabistan veya komşu Arap ülkelerindeki iklim koşulları, güneşin uzun saatler veya günler boyunca yokluğuna tanık olan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında çok da sert değil. Tam tersine bireylerimiz yol gezisi, yürüyüş, bisiklete binme gibi çeşitli sosyal aktiviteler gerçekleştirerek soğuk kış güneşine yaz aylarına göre daha fazla maruz kalıyorlar. Öte yandan diğer ülkelerdeki zorlu iklim koşullarına sahip bölgelerde topluluk ve hareket faaliyetleri daha az oluyor.

"Mevsimsel depresyonun şart olmadığını ve genellikle depresyon veya bipolar bozuklukla ilgili tıbbi geçmişi olan kişilerde ortaya çıktığını, bunun gerçekten mevsimsel bir depresyon olduğunu kanıtlamak için sonbahar ve kış gibi belirli mevsimlerde ve periyodik olarak tekrarlanması gerektiğini" belirten El Racihi, şunları söyledi:

Mevsimsel depresyon denilen şeyde abartı var ve bu, uzmanlar ve halk arasında moda haline geldi. Ancak ülkemizdeki yaygınlığını bilmek için istatistiksel göstergelerin yer aldığı yerel çalışmaların olması gerekiyor.

Bu görüşe katılmadığını söykeyen Klinik psikolog Abdullah el Darba, "Bu çalışmayla çelişen başka çalışmalar da var ve depresyon buna eşlik eden bir semptom. Mesela mevsimsel depresyon geçiren bir kişi var ve başlangıçta depresyon ya da bipolar bozukluğu vardı ve durumu daha da ağırlaşıyor. Mevsimsel depresyonun nedenleri genellikle kışın karanlık günlerine kadar uzanır ve kişinin bundan mustarip olması normal" dedi.

El Darba, "Mevsimsel depresyon olmasaydı, Ruhsal Hastalıkların Tanısal ve İstatiksel El Kitabı'nda bunun için bir sınıflandırma olmazdı" diye ekledi.

Ayrıca bu rahatsızlığın, intihara değil, depresyona, şiddetli kaygıya ve şeker ya da tatlı dahil olmak üzere yeme bozukluklarının ortaya çıkmasına yol açtığını açıkladı.

Araştırma yarışı

Mevsimsel duygudurum bozukluğuna ilişkin ilk çalışmalar, 1984 yılında, Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüleri'nden tıbbi araştırmacı Norman Rosenthal ve meslektaşlarının yazdığı etkili bir makaleyle psikiyatri araştırma literatüründe yer almaya başladı.

1987'de Ruhsal Hastalıkların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı, majör depresyon veya bipolar tanısı için bir "mevsimsel model" oranı içeriyordu.

Tıbbi istatistiklere göre mevsimsel duygudurum bozukluğu dünya genelindeki bireylerin yüzde 0,5 ila üçünü etkiliyor.

Bunun yanında depresyonlu kişilerin yüzde 10 ila 20'sini ve bipolar bozukluğu olan kişilerin yaklaşık yüzde 25'ini etkiliyor.

Mayo Clinic Tıp Merkezi, mevsimsel duygusal bozukluğu önlemenin bilinen bir yolu olmadığını ancak erken tedavinin semptomları kontrol altına alabileceğini belirtiyor.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Bu egzersizler daha genç ve sağlıklı bir beyin için yardımcı olabilir

Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)
Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)
TT

Bu egzersizler daha genç ve sağlıklı bir beyin için yardımcı olabilir

Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)
Ürdün'de bir spor salonunda egzersiz yapan vatandaşlar (Arşiv fotoğrafı - Reuters)

Yaklaşık 1200 sağlıklı orta yaşlı kadın ve erkeğin katıldığı yeni bir araştırmaya göre, daha fazla kas kütlesine sahip bireylerin, daha az kas kütlesine sahip olanlara kıyasla biyolojik olarak daha genç beyinlere sahip olma eğiliminde olduğu tespit edildi.

Sonuçlar, bu ay Chicago’da düzenlenen Kuzey Amerika Radyoloji Derneği’nin yıllık toplantısında sunuldu. Bulgular, kas kütlesi oluşturmanın ve yaşla birlikte kas kütlesini korumanın, beyin sağlığı ve beyin gençliğini koruma açısından büyük önem taşıdığı görüşünü güçlendiriyor.

Araştırma ayrıca, karın bölgesindeki yüksek yağ oranına sahip kişilerin daha yaşlı görünen beyinlere sahip olduğunu ortaya koydu. Bu bulgu, vücut yağının bazı türlerinin beyin üzerinde olumsuz etki yaratabileceğine ve beyin gençliğini korumak için kilo kaybıyla birlikte ağırlık antrenmanlarının önemine işaret ediyor.

Egzersiz beyin için neden faydalı?

Egzersizin beyin sağlığına faydası uzun süredir biliniyor. Kemirgenler üzerinde daha önce yapılan çalışmalar, fiziksel aktivite sonrası beyinde BDNF adı verilen bir nörokimyasalın arttığını ortaya koydu. “Beynin mucize gübresi” olarak anılan BDNF, yeni sinir hücrelerinin oluşumunu teşvik ediyor.

Bu nedenle, egzersiz yapan fare ve sıçanların beyinlerinde, hareketsiz olanlara kıyasla iki veya üç kat daha fazla sinir hücresi gelişiyor. Aynı şekilde bu hayvanlar zeka testlerinde daha başarılı oluyor.

İnsanlarda da egzersiz sonrası kanda BDNF seviyesinde belirgin artış tespit ediliyor. Farklı araştırmalar, haftada yalnızca 25 dakikalık yürüyüş, yüzme ya da bisiklet gibi aktivitelerin ileri yaşlarda beyin hacmini artırabildiğini; günde 3000 adımın ise Alzheimer riski altındaki kişilerde bilişsel gerilemeyi yavaşlatabildiğini gösteriyor.

Ancak bugüne kadar yapılan çalışmaların çoğu aerobik egzersizlere odaklanırken, kas kütlesinin rolüne dair araştırmalar sınırlıydı. Ayrıca karın bölgesinde yer alan derin yağ dokusunun beyin sağlığı üzerindeki etkileri hakkında soru işaretleri bulunuyordu.

Beynin yaşı nasıl ölçüldü?

Yeni araştırmada Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi ve diğer kurumlara bağlı bilim insanları, vücut ve beyin yapısını MR görüntüleme yöntemiyle detaylı biçimde inceledi.

Araştırmaya, yaşları 40 ile 60 arasında değişen 1164 sağlıklı kadın ve erkek katıldı. Çalışmanın baş yazarı Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Radyoloji ve Nörobilim Doçenti Cyrus Raji, “Demans riskini anlamak için orta yaş kritik öneme sahip” dedi.

Bilim insanları, katılımcıların toplam kas kütlesi ile vücut yağ oranını analiz etmek için yapay zeka teknikleri kullandı. Yağ dokusu iki türe ayrıldı: cilt altı yağ ve karın içi organların çevresini saran visseral yağ.

Araştırma ekibi, on binlerce beyin taramasından elde edilen verilerden yararlanan algoritmalarla katılımcıların beyinlerinin gerçek yaşlarına kıyasla daha genç mi yoksa yaşlı mı göründüğünü hesapladı. Daha yaşlı görünen beyinlerin bilişsel gerileme riskinin daha yüksek olduğu biliniyor.

Daha fazla kas, daha genç beyin

Araştırma sonuçları, kas kütlesi ile beyin yaşının ters orantılı olduğunu gösteriyor.

Raji, “Kas kütlesi arttıkça beyin daha genç görünüyor. Visseral yağ arttıkça da beyin daha yaşlı görünüyor” dedi.

Karın içi yağ oranı yüksek ve kas kütlesi düşük bireylerin beyinlerinin biyolojik olarak daha yaşlı olduğu tespit edildi. Buna karşılık cilt altı yağ dokusuyla beyin yaşı arasında bir bağlantı bulunmadı.

Bilim insanları, kas ve yağ dokularının salgıladığı biyokimyasal maddelerin beyin yapısı üzerinde etkili olabileceğine dikkat çekiyor. Kasların ürettiği maddeler sinir hücrelerinin gelişimini ve bağlantılarını desteklerken, visseral yağın salgıladığı maddeler bunun tam tersini yapabiliyor.

Sonuçlar ne anlama geliyor?

Araştırma, ilerleyen yaşlarda beyin sağlığını korumak için ağırlık antrenmanlarının büyük önem taşıdığını gösteriyor. İnsanlar genellikle orta yaştan itibaren kas kaybetmeye başlıyor, ancak direnç egzersizleri bu süreci yavaşlatabiliyor ya da tersine çevirebiliyor.

Ayrıca visseral yağ kaybının da beyin sağlığı için faydalı olabileceği ifade ediliyor. Hem aerobik egzersizler hem de kuvvet antrenmanları karın içi yağı hedef alıyor. Bunun yanında, kilo kaybı ilaçlarının da visseral yağı düşürdüğü biliniyor. Ancak uzmanlar, bu ilaçları kullanan kişilerin ağırlık çalışması yapmazsa kas kaybı yaşayabileceği uyarısında bulunuyor.

Araştırma henüz yayımlanmadı ve hakem değerlendirmesinden geçmedi. Ayrıca gözlemsel nitelikte olduğu için kas artışı ve yağ kaybının beyin yaşlanmasını yavaşlattığını kesin olarak kanıtlamıyor.

Buna rağmen bulgular, önceki çalışmalarla uyumlu görünüyor. Çalışmaya katılmayan ancak benzer alanda araştırmalar yapan Arizona Eyalet Üniversitesi’nden Fang Yu, sonuçların bilimsel açıdan mantıklı olduğunu ifade etti.

Araştırmanın mesajı açık: Daha genç ve sağlıklı bir beyin istiyorsanız, uzmanlara göre yapmanız gereken şey net: “Ağırlık antrenmanı yapın.”


Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
TT

Yumurtanın yerini alabilecek protein zengini alternatif besinler

Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).
Büyük bir yumurta 6,3 gram protein içerir (Reuters).

Yumurta, büyük bir adetinde yaklaşık 6.3 gram protein bulunması nedeniyle güçlü bir protein kaynağı olarak biliniyor. Ancak uzmanlara göre yumurta, tek seçenek değil; ondan daha fazla protein içeren birçok besin mevcut.

Şarku’l Avsat’ın Verywell Health sitesinden derlediği verilere göre, öne çıkan bazı besinler şöyle:

Yoğurt

150 gramlık bir yoğurt porsiyonu yaklaşık 16.1 gram protein içeriyor. Kremsi yapısıyla bilinen bu yoğurt türü, fazla sıvının süzülmesiyle üretildiği için geleneksel yoğurda göre daha yüksek oranda protein barındırıyor.

Tavuk göğsü

100 gram derisiz tavuk göğsü 22.5 gram protein sağlıyor. Düşük yağ, düşük karbonhidrat ve düşük kalori içeren bu et türü, vücudun üretemediği dokuz temel amino asidi içererek “tam protein” sınıfında yer alıyor.

Ton balığı

85 gramlık ton balığı porsiyonu 21.7 gram protein içeriyor. Kas gelişimi açısından önemli protein kaynağı olan ton balığı, aynı zamanda kalp ve damar sağlığını destekleyen Omega-3 yağ asitleri bakımından da öne çıkıyor.

Somon balığı

100 gram somon balığında 20.3 gram protein bulunuyor. Somon, Omega-3 yağ asitleri ve kemik sağlığında rol oynayan D vitamini bakımından zengin bir deniz ürünü olarak biliniyor.

Siyah fasulye

100 gram siyah fasulyede 6.91 gram protein mevcut. Bitkisel protein kaynağı olarak tercih edilen siyah fasulye; çözünür ve çözünmez lif içeriği sayesinde sindirim sistemi ve kalp-damar sağlığına katkı sağlıyor.

Fıstık ezmesi

İki yemek kaşığı fıstık ezmesinde 7.1 gram protein bulunuyor. Fıstık ezmesi, sandviçlerin yanı sıra salatalarda, çorbalarda, soslarda ve atıştırmalık olarak yaygın şekilde tüketilebiliyor.

Badem

57 gram badem yaklaşık 7.6 gram protein içeriyor. Sağlıklı tekli doymamış yağlar içeren badem; kalsiyum, lif, magnezyum, fosfor ve E vitamini yönünden de zengin.

Mercimek

Bir fincan mercimek 17.9 gram protein sağlıyor. Mercimek, yüksek lif içeriği ve düşük kalori değeriyle dengeli beslenmede önemli yer tutuyor.

Sığır eti

100 gram dana etinde 20.1 gram protein bulunuyor. Kırmızı et; protein içeriğinin yanı sıra B vitaminleri, demir ve çinko bakımından da güçlü bir kaynak olarak gösteriliyor.


İngiltere’de bir ilk: Gen düzenleme ile kanser tedavisinde yeni dönem

Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
TT

İngiltere’de bir ilk: Gen düzenleme ile kanser tedavisinde yeni dönem

Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.
Gen terapisi: Kansere karşı savaşmak için beyaz kan hücrelerinin değiştirilmesi.

İngiltere’deki University College London’da (UCL) sessiz bir araştırma odasında, Avrupa’nın önde gelen gen tedavisi ve hücresel tedavi uzmanlarından Prof. Waseem Qasim, bir zamanlar ölümcül bir hastalıkla mücadele eden bir bebeğin hikâyesini hatırlatıyor.

Agresif lösemiye karşı mucizevi başarı

Yıllar önce, henüz bir yaşını doldurmamış bir İngiliz bebek, en saldırgan lösemi türlerinden biriyle mücadele ediyor, geleneksel tedaviler başarısız olurken tıbbi seçenekler tükeniyordu. Ancak bugün, o bebek artık 16 yaşında ve tamamen sağlıklı. Bu mucize, Prof. Qasim’in Great Ormond Street Hastanesi ve UCL ekibiyle geliştirdiği genetiği değiştirilmiş hücresel tedavi sayesinde mümkün oldu.

dewfrty6
Gen tedavisi ve immün hücre tedavilerinin öncü ismi Prof. Waseem Qasim

Bu başarı, modern tıpta yaşanan büyük dönüşümü işaret ediyor: Tedaviler artık yalnızca hastalıkla mücadele etmiyor, bağışıklık sistemini yeniden programlayarak hastalığı hücresel düzeyde hedef alıyor.

Genetiği değiştirilmiş hücresel tedavi

Prof. Qasim, Şarku’l Avsat’a verdiği özel röportajda, “Genetik olarak değiştirilmiş hücresel tedaviler artık geleceğin tıbbı değil; bazı kanser türleri için günümüzün gerçeği” dedi.

Tedavinin merkezinde, genetik olarak düzenlenmiş bağışıklık hücreleri yer alıyor; hedef artık hastalığı dışarıdan vurmak değil, bağışıklığı içeriden yönlendirerek kanser hücrelerini yok etmek.

Genom düzenleme kararı nasıl alındı?

Prof. Qasim, tedavi sürecini şöyle anlattı:

“Hastamızın durumu son derece karmaşıktı. Hiçbir standart tedaviye yanıt vermiyordu ve zamanla yarışıyorduk. O sırada laboratuvarda üzerinde çalıştığımız, genetik olarak modifiye edilmiş ‘T hücreleri’ yani CAR-T tedavisi, elde kalan tek seçenekti.”

Geniş bilimsel değerlendirmenin ardından etik ve düzenleyici onay süreçleri tamamlandı ve tedavi uygulandı.

Tedavide kullanılan genetik teknikler

Qasim ve ekibi tedavide üç ana genetik düzenleme gerçekleştirdi:

– T hücrelerinin hastanın dokularına saldırmasını engellemek için “TCR” reseptörünün devre dışı bırakılması,

– Tedavi öncesi uygulanan ilaçlara hücre direnci kazandırmak için “CD52” geninin kapatılması,

– Lösemi hücrelerini yüksek hassasiyetle hedeflemek için hücrelere özel “CAR” reseptörünün eklenmesi.

Bu yaklaşım, kanserle yalnızca savaşmak değil; bağışıklık sistemini yeniden eğitmek anlamına geliyor.

İngiltere’de bir ilk

İngiltere’de bu yöntem, uzun vadede başarı sağlayan ilk gen düzenleme tedavileri arasında gösteriliyor. Tedavi edilen hasta, üzerinden geçen 16 yıla rağmen hastalıksız yaşamını sürdürüyor.

Gelecekte kemoterapinin yerini alabilir mi?

Qasim’e göre, gen düzenleme tedavileri ileride bazı kan kanserlerinde standart hale gelebilir:

“Henüz tüm kanser türleri için geçerli değil. Ancak önümüzdeki on yılda lösemi tedavilerinin rutin olarak bağışıklık yeniden programlamasına dayanması mümkün.”

Etik tartışmalar

Gen düzenleme çalışmalarının etik riskleri olduğunu kabul eden Qasim, bunun insan genetiğini değiştirme girişimi değil, tedavi amaçlı hücresel düzenleme olduğunu vurgulayarak şunları ifade etti:

“Yaptığımız değişiklikler sadece beyaz kan hücreleri üzerinde, kalıcı değil ve gelecek nesillere aktarılmıyor.”

Arap Dünyasıyla tıbbi işbirliği

Qasim, özellikle Suudi Arabistan’daki tıp ve genom araştırmalarındaki ilerlemeye dikkat çekerek, bölgede işbirliği olanaklarının bulunduğunu söyledi:

“Eğitim, araştırma ve klinik merkezler oluşturma açısından büyük fırsatlar var. Bu alanda her türlü bilimsel diyaloğa açığım.”

Hastalara mesaj

Benzer bir süreç yaşayan çocuklara seslenen Qasim, “Bilim artık geçmişe göre çok güçlü. Hastalar yalnız değiller; bu alanda çalışan büyük bir bilim ve sağlık ekosistemi var” dedi.

Bu hikâye, modern tıbbın yeni dönemini temsil ediyor: Hastalığı bastırmak yerine onu moleküler düzeyde anlamak ve bağışıklığı yeniden yönlendirerek tedavi etmek. Bir zamanlar ölümcül bir hastalıkla mücadele eden o bebek ise bugün bilimin gücünün yaşayan kanıtı.