DEAŞ, dördüncü liderinin ölümünü neden geç açıkladı?

Bu gecikmeye, örgüt üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar ve bombalamaya maruz kalma korkusundan ötürü geniş bir toplantı düzenlemenin zorluğu sebep oldu

DEAŞ hücreleri, cezaevlerine saldırıp Suriye'de tutuklu bulunan örgüt mensuplarını kurtarmak için bir kargaşa ortamı bekliyor / Fotoğraf: AFP
DEAŞ hücreleri, cezaevlerine saldırıp Suriye'de tutuklu bulunan örgüt mensuplarını kurtarmak için bir kargaşa ortamı bekliyor / Fotoğraf: AFP
TT

DEAŞ, dördüncü liderinin ölümünü neden geç açıkladı?

DEAŞ hücreleri, cezaevlerine saldırıp Suriye'de tutuklu bulunan örgüt mensuplarını kurtarmak için bir kargaşa ortamı bekliyor / Fotoğraf: AFP
DEAŞ hücreleri, cezaevlerine saldırıp Suriye'de tutuklu bulunan örgüt mensuplarını kurtarmak için bir kargaşa ortamı bekliyor / Fotoğraf: AFP

DEAŞ örgütü 3 Ağustos'ta, dördüncü lideri Ebu'l-Hüseyin el-Hüseyni el-Kureyşi'nin geçen 29 Nisan'da Heyetu Tahrir eş-Şam (önceki adıyla El-Nusra Cephesi) ile yapılan çatışmaların ardından öldürüldüğünü açıkladı.

Açıklama, örgütün sözcüsü Ebu Huzeyfe el-Ensari'nin yayımladığı bir video klip üzerinden yapıldı. Aynı kayıtta, DEAŞ'ın bozkırların ve çöllerin dört bir yanına dağılmış geri kalan üyelerine yeni lider olarak Ebu Hafs el-Haşimi el-Kureyşi'nin atandığı haberi de verildi.

DEAŞ'ın bu geç kalan açıklamasının üzerinden uzun bir zaman geçmemişti ki Suriye'nin kuzeybatısındaki İdlib'in büyük bir kısmını ele geçiren Heyetu Tahrir eş-Şam (HTŞ) hemen, DEAŞ liderinin öldürülmesinde herhangi bir sorumluluğu reddetti.

4 Ağustos akşamı yapılan bir açıklamada HTŞ Sözcüsü Ziya el-Ömer, DEAŞ'ın yaptıklarını 'şeytani eylemler' olarak niteledi. Ayrıca el-Kureyşi'nin öldürüldüğü iddiasını da kesin bir şekilde yalanladı.

Lider el-Kureyşi'nin öldürüldüğünün geç duyurulması, örgüt üyeleri arasındaki karışıklığın ve kargaşanın boyutunu gözler önüne seriyor.

Bu kadar uzun bir zamanın geçmiş olması, lider seçimi konusundaki anlaşmazlıkların yanı sıra bombalama korkusuyla geniş bir toplantı yapmanın zorluğunu da gösteriyor.

Nitekim bir yanda Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve uluslararası koalisyon, diğer yanda ise düzenli Suriye güçleri ile Rus güçleri tarafından takip ediliyor.

Uluslararası koalisyonun bu yılın başından beri Suriye'nin kuzeydoğu bölgelerindeki operasyonlarını takip eden Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, 58 operasyon kaydedildiğini ve bu operasyonların sonucunda DEAŞ hücrelerine mensup 13 kişi öldürülürken 473 kişinin de tutuklandığını belirtti.  

Suriye'nin çoğu eyaletinin çöle bitişik olduğunu bilirsek birinci sınıf lider eksikliği çekmesi dolayısıyla örgütün politikasının değiştiğini düşünebiliriz.

Zira böyle grupların üyeleri, ancak liderlerinin yönlendirmeleri ve talimatlarıyla iş yaparlar. Liderler, tek motor ve yönetici akıldır ve onların yokluğunda tam bir felç hali yaşanır.

Tutuklu kampları

Tüm bunların ışığında aşırılık yanlısı örgütün politikasında, on binlerce örgüt mensubu ve liderini barındıran Haseke ve Rakka hapishanelerinin yanı sıra, 50 bin kişiyi barındıran el-Hol kampı başta olmak üzere tutuklu kamplarının hedef alınması üzerinden bir değişiklik beklenebilir.

Zira DEAŞ için ilk hedef, 2022 yılında doğudaki Haseke şehrinde yer alan es-Sinaa Hapishanesi'nde olduğu gibi, tutukluların serbest bırakılması.

Böyle bir şey ancak, bölgede bir savaş ve kargaşa çıkması halinde olur ki örgütün kalıntıları, herhangi bir Türk operasyonu ve SDG ile silahlı bir çatışma esnasında tutukevlerine baskın yapmak için bunu bekliyor.

Operasyon düzeylerinde değişiklik

Geçtiğimiz temmuz ayında Suriye'nin başkenti Şam kırsalındaki Seyyide Zeyneb'de yer alan bir Şii mezarlığı yakınlarında gerçekleşen iki ayrı bombalama sonucunda siviller hayatını kaybetti.

Tehlikeli bir gelişme olarak bizzat örgüt, dinî merasimlerle eş zamanlı olarak iki bubi tuzağı operasyonu üstlendiğini duyurdu. Bu hadiseler, Suriyeliler için tehlike çanlarını çaldı.

Örgüt tarafından yapılan bu güvenlik ihlali, düzenli orduya bağlı askerî taşıtlara ve otobüslere ya da SDG'ye yönelik saldırılarda başarısız olduktan sonra örgütün şehir içindeki bombalamalara geri dönerek planlarında bir değişiklik yaptığına işaret ediyor.  

Bu dikkat çekici gelişmeyi, özelikle enerji tedariki hatlarının hedeflenmesindeki artışla bir arada değerlendirebiliriz. Bu bağlamda yaşanan en son olay, akaryakıt ve petrol türevleri tanklarından oluşan bir konvoyun hedef alınması neticesinde düzenli orduya mensup yedi askerin ölmesiydi.

Ayrıca, çölü ülkenin merkezine ve doğusuna bağlayan stratejik yollara odaklanmanın yanı sıra, dışarıdan gelen mali desteğin azalması, tükenmesi veya zor erişilmesinin bir sonucu olarak, örgütün faaliyetlerini finanse etmek için otobüslerden geçiş ücreti ya da hayvan sürüsü sahiplerinden vergi de alınıyor.

 

Independent Arabia - Independent Türkçe



Filistin devletine doğru atılan önemli adımların takip edilmesi gerekiyor

Filistin devletine doğru atılan önemli adımların takip edilmesi gerekiyor
TT

Filistin devletine doğru atılan önemli adımların takip edilmesi gerekiyor

Filistin devletine doğru atılan önemli adımların takip edilmesi gerekiyor

Nebil Fehmi

Son yazımda eylül ayının üçüncü haftasında beklenen önemli kararlar arasında, bazı ülkelerin Filistin devletini resmen tanıma kararlarını açıklamalarının da yer aldığına işaret etmiştim. Nitekim Fransa, İngiltere, Kanada, Avustralya, Portekiz ve San Marino bu adımı attılar ve 8 Ekim 2023'ten bu yana Filistin devletini yeni tanıyan ülke sayısı, bu yazının yazıldığı an itibarıyla 14'e ulaştı. Filistin devletini tanıyan toplam ülke sayısı ise 152 oldu.

Filistin devletini yeni tanıyan devletlerin çoğunun ortak özelliği, uzun yıllardır İsrail'e dost ülkeler olmalarıdır. Bu durum İsrail’i önemli ölçüde öfkelendirdi, ajitasyon ve kibirle tepki vermesine, bu ülkeleri terörü ödüllendirmek ve İsrail’in ulusal güvenliğini tehdit etmekle suçlamasına neden oldu. Bu tepkiyi, bizzat Başbakan Netanyahu verdi ve bu yeni tutumları benimseyen devletleri sert bir şekilde hedef aldı. Bu durum, özellikle Batı devletlerinde ve kamuoyunda İsrail'e verilen desteğin azalmasıyla eş zamanlı geldi. Bunun en güçlü göstergeleri arasında, bazı Batılı ülkelerin Gazze'deki olaylar nedeniyle bazı İsrailli bakanların topraklarından geçmeleri halinde tutuklanma tehdidiyle karşı karşıya olduklarını duyurmaları, Trump'ın resmi olarak büyük bir coşkuyla karşılandığı son İngiltere ziyareti sırasında İngiliz STK'larının İngiliz hükümet binalarına Trump'ı eleştiren görüntüler yansıtmaları da yer alıyor.

Filistin Devleti'nin tanınmasının, bir devlet için gerekli dört temel unsurun yokluğu nedeniyle yersiz olduğuna inanan uluslararası hukuk uzmanları var.

Öte yandan Arap ve Batı kamuoyunda, tanımayı eyleme dönüşmeyecek sembolik, önemsiz bir adım olarak görenler var. Bazıları da başarının kendisine odaklanıp memnuniyetle karşılıyor, ancak tanımaları gerçeğe dönüştürmek ve Filistinliler için yeni bir statüko yaratmak için atılması gereken adımlara yeterince dikkat etmiyorlar.

Konuyu açıklığa kavuşturmak ve düzeltmek için bazı görüş ve gözlemleri, bunları uygulamak ve uygun bağlamlarına yerleştirmek amacıyla yorumlamak uygun olabilir.

1933 Montevideo Anlaşması, devlet olmak için dört temel kriter belirlemiştir ve ilk kriter bir halkın varlığıdır. Filistinlilerin 70 yılı aşkın süredir işgal altındaki toprakların hem içinde hem de dışında kimliklerini kanıtladıkları ve buna bağlı kaldıkları tartışmasızdır. İkinci kriter, diğer taraflarla iletişim kurma, sözleşme yapma ve uluslararası anlaşmalar imzalama becerisidir. Oslo Anlaşmaları ve diğer anlaşmalara göre İsrailliler ile üzerinde anlaşılan prosedürler, bu tür anlaşmaları yapabilme becerilerinin kanıtıdır. Üçüncü kriter, İsrail tarafının Filistin Ulusal Otoritesi'ni zayıflatarak, Filistinlilerin birleşmek yerine parçalanmaları için son derece zor koşullar altında Gazze'ye dönüp kontrolü ele geçirmesini engellemeye çalıştığı, işleri yönetebilecek etkili bir hükümetin mevcudiyetidir. Bu durum, Devlet Başkanı Ebu Mazen'i Suudi Arabistan ile Fransa’nın liderlik ettiği iki devletli çözüm konferansındaki son konuşmasında bir dizi reform adımı önermeye yöneltti.

İsrailliler ile şüphecilerin son argümanı ve iddiası ise Filistin devletinin topraklarının tanımlanmamış olduğu ve bu nedenle devletin tanınmaması gerektiğidir. Bu argüman birkaç nedenden dolayı zayıf. En önemlisi, 1967'de işgal edilen topraklara dayanarak Filistin topraklarının ayrıntılı bir şekilde tanımlanmasını engelleyenin bizzat İsrail olması. Bu topraklar, Taksim Kararı kapsamında Filistin'e tahsis edilen toprakların yüzölçümünden daha küçük. Dahası İsrail'in kendisinin de net bir şekilde tanımlanmış sınırları yok ve Taksim Kararı’nda kendisine tahsis edilen toprak ile yetinmemiş, şimdi de Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan sınırlarına uzanan Büyük İsrail'den bahsediyor. Bu durumda neye dayanarak 1967 sınırlarına dayanan Filistin’i tanımayı reddedip, kesin ve ayrıntılı sınırları olmayan İsrail'i tanıyabiliriz?

Ne yazık ki, çifte standartlar her zaman Arap hakları ve bölgedeki çıkarlarımız pahasına olmuştur. Bu durum, reddedilmesi, açık ve net bir şekilde ele alınması gereken bir konu. ABD Başkanı Donald Trump'ın konuşmasındaki çifte standarda şaşırmadım. Ama göçün motivasyonlarını azaltmak için güvenli anavatanlardaki sorunların çözülmesi gerekliliğine odaklanırken, aynı zamanda Filistinlilerin topraklarından sürgün edilmesi çağrısında bulunması beni oldukça şaşırttı.

Bu fırsatı, eşi benzeri görülmemiş zor koşullar ve çetin zorluklar karşısında kahramanca mücadele eden ve kararlı Filistin halkını selamlamak için kullanmak istiyorum. Ayrıca Mısır ve Ürdün'e, Filistin davasına sağladıkları siyasi destek, Gazze ve Batı Şeria'daki Filistin halkına sundukları insani ve maddi destek için teşekkür ediyorum. Keza Suudi Arabistan ve Fransa'ya, iki devletli çözüm konferansını düzenleme, birçok ülkeyi uzun süreli bir gecikme, hukuki, ahlaki ve siyasi olarak haksız bir tereddütten sonra Filistin devletini tanımaya iten siyasi ivmeyi yaratan çabaları için teşekkür ediyorum.

Son gelişmelerden gerçekten memnunum ve Filistinlilerin haklarını destekleyen net kararlar alan ülkelerin tutumlarını takdir ediyorum. Ancak bu adımla yetinmemek önemli. Bu, Filistinlilerin hakları lehine artan siyasi ivme ışığında bir dönüm noktası ve üç paralel eksende harekete geçmek için bir motivasyon olarak görülmeli.

Birinci eksen, Mısır tarafından sunulan Arap-İslam planı ve iki devletli çözüm konferansı kararlarında öngörülen önlemler doğrultusunda, savaşın durdurulması, İsrail güçlerinin geri çekilmesi, tutuklu ve rehinelerin serbest bırakılması, Gazze'nin yeniden inşası eksenidir. Bu noktada, iletişimin ve baskının kapsamını genişletmek amacıyla, pratik önlemler ve belirli bir takvim içeren eylem planı doğrultusunda, son kararların etkili sayıda Arap ve Arap olmayan destekçisini bir araya getiren, yapıcı bir diplomatik eylem planının geliştirilmesini öneriyorum.

İkinci eksen, İsrail ve yetkililerinden hem şimdi hem de gelecekte ister Gazze'de ister Batı Şeria'da olsun, işgal altındaki topraklardaki uygulamaları için hesap sorulmasıdır. Buna tanınmış Filistin devletinin işgal altındaki topraklarının ayrılmaz bir parçası olduğu için İsrail’in işgal altındaki bu toprakları sömürmesine karşı artan ve yoğunlaşan önlemler de eşlik etmeli. İspanya ve Norveç son zamanlarda bir dizi önlem aldı ve Avrupa Birliği ülkeleri de bir dizi tutumu ve önlemi değerlendiriyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre uluslararası hukuk tarafından yasadışı bir şekilde sömürülmesi yasaklanmış işgal altındaki Filistin devletinin zenginliklerinin bir parçası olduğu için İsrail'in bu toprakların zenginliklerini sömürmesi, buna göre değerlendirilip izlenmeli. Bu adımlardan ilki, İsrail'e silah sevkiyatını durdurmak, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki en saldırgan İsrailli kurumlar olan İsrail silahlı kuvvetleri ve polisi hakkında işlemde bulunmaktır.

Üçüncü eksen ise Filistinli kuruluşlara ve yetkililerine devletin bir parçası ve resmi egemen kurumlar olarak davranılması, Filistin toprakları içinde ve dışında Filistinli finans kuruluşlarıyla doğrudan ilişkiler de dahil olmak üzere, tüm hak, protokol ve prosedürlere sahip olmalarıdır.

Eylül ayının üçüncü haftasının, Gazze Şeridi'ndeki Filistin halkının ve Batı Şeria'daki Filistinlilerin devam eden insanlık dışı acılarına rağmen, Filistin siyasi süreci açısından olumlu geçtiğine inanıyorum. Ancak, başarılarımızı abartmak veya harekete geçme azmimizde rehavete kapılıp tereddüt etmek bir hata ve yanlış olacaktır. Zira Filistinlilerin hakları çiğnenmeye ve gasp edilmeye devam ediyor. İşgalciden hesap sorulana ve Filistin hayali somut bir gerçeğe dönüşene kadar atılan her adımın ardından ciddi, sürekli ve daimi adımlar atılmalı ve çabalar harcanmalıdır.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Hizbullah: Herkese açığız ama teslim olma veya silahsızlanma yok

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, selefi Hasan Nasrallah'ın ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (AFP)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, selefi Hasan Nasrallah'ın ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (AFP)
TT

Hizbullah: Herkese açığız ama teslim olma veya silahsızlanma yok

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, selefi Hasan Nasrallah'ın ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (AFP)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, selefi Hasan Nasrallah'ın ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen anma töreninde konuşuyor. (AFP)

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım, Hizbullah yetkililerinin silahlarını teslim etmeyi reddetmeye devam ettiği bir dönemde, “Hizbullah herkese açık ve İsrail düşmanına karşı duranlarla her türlü iş birliğine hazır” dedi.

Kasım, bu açıklamayı, eski Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle düzenlenen anma törenine katılmak üzere Beyrut'u ziyaret eden İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Laricani ile bir araya geldiği görüşmede yaptı.

Şarku’l Avsat’ın Tesnim haber ajansından aktardığına göre Laricani, ‘İran'ın Lübnan'a ve direnişine desteğini ve her türlü desteği sağlamaya hazır olduğunu’ yineledi.

cdfg
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Laricani, Hizbullah yetkilileriyle birlikte Nasrallah'ı anma törenine katıldı. (DPA)

Kasım, “Lübnan, ABD-İsrail meydan okumaları ve tehditleri karşısında kararlı duruşunu sürdürüyor. Direnen halk, kurtuluş ve bağımsızlık için büyük bir gurur ve destek duyuyor. Halkın cesur ve sabırlı tutumunu gören herkes, zaferin İsrail düşmanıyla mücadelede onların müttefiki olduğuna inanıyor” ifadelerini kullandı.

Kasım sözlerini şöyle sürdürdü: “Hizbullah herkese açıktır ve istisnasız herkese tehdit oluşturan İsrail düşmanına karşı duranlarla her türlü iş birliğine hazırdır; bu tehdit halklara, rejimlere ve direnişe yöneliktir. Saldırgan İsrail zulmünün, ona karşı gösterilen bu olağanüstü kararlılıkla aşağılayıcı bir sonla biteceğine inanıyoruz.”

Varoluşsal bir savaş

Kasım'ın açıklamaları, Nasrallah'ın ölümünün birinci yıldönümünde, Hizbullah’ın silahlarını Lübnan devletine teslim etmeyi reddettiğini doğrulamasının ardından geldi. Kasım, “Silahsızlanmaya izin vermeyeceğiz ve Kerbela benzeri bir çatışmaya gireceğiz. Çünkü varoluşsal bir savaşın içindeyiz” dedi.

Bu reddi, Hizbullah milletvekili Hüseyin el-Hac Hasan da yineledi. El-Hac Hasan, “Direniş daha güçlü, daha kararlı ve daha azimli hale geldi. Düşman onu yendiğini düşündükten sonra, bugün direniş her zamankinden daha azimli, kararlı ve sadık. ABD, Batı, yurt dışı ve bölgeden direnişe ve silahlarına karşı yürütülen tüm kampanyaların ardından, cevabımız silahların kalacağı ve silahsızlandırılmayacağımız ya da teslim olmayacağımızdır” şeklinde konuştu.

Baalbek'te düzenlenen bir törende yaptığı konuşmada el-Hac Hasan, ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'a yüklenerek şunları söyledi: “ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, yanlış bilgi ve aldatma aşamasından, açık ve kötü niyetli netlik aşamasına geçti. Yaptığı şey, kirli perdeyi kaldırmak ve ABD'nin istediği her şeyi ortaya çıkarmak.” El-Hac Hasan’ın bu açıklamaları, Barrack'ın Lübnan devletini eleştiren son açıklamalarına ve İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki beş noktayı işgalinin devamına ilişkin konuşmasına atıfta bulunuyordu.

Bou Assi: Mücadeleyi kazanmadık

Öte yandan Lübnan Kuvvetleri Partisi'nden milletvekili Pierre Bou Assi şu ifadeleri kullandı: “5 Ağustos'tan önceki duruma (silahların devletin elinde toplanmasını onaylayan oturum) geri dönüş olmayacak. Ülkede yasadışı silahlar olmamalı. Hizbullah’ın silahlarına ve tüm yasadışı silahlara son verme kararıyla bir raund kazandık, ancak mücadeleyi henüz kazanmadık. Yine de bu önemli bir raund. İki yıl önce, Hizbullah’ın silahlarının yasallığını açık ve kesin bir şekilde ortadan kaldıracak bir hükümet kararı alınacağını kim hayal edebilirdi? Doğru yönde ilerliyoruz, ancak henüz hedefimize ulaşmadık. Lübnan Kuvvetleri Partisi olarak bu konuyu izlemeye ve ilerletmeye devam edeceğiz.”

İç kontrol

Lübnan Kuvvetleri Partisi'nden Gassan Hasbani, Hizbullah'ın son eylemleri ve genel sekreterinin tutumuyla çıtayı yeniden yükselttiğini ve silahlarına sarıldığını söyledi. Hasbani, “Hizbullah için silahlar, etkisini ve iç kontrolünü artırmanın bir aracı haline geldi ve önceliği artık İsrail ile savaşmak ve onu geri çekilmeye zorlamak değil. Bu mantık, devletin mantığına aykırıdır” dedi.

Bir radyo röportajında Hasbani şunları söyledi: “Mesele sadece silahlarla ilgili değil, Hizbullah'ın sahadaki varlığı ve etkisiyle de ilgili. Lübnan devletinin bir parçası olmak, demokratik oyunu oynamak ve silahların devletin elinde sınırlandırılmasını desteklemek istediğini söylemek yerine, silahlarını tamamen bırakmayı reddettiğini söyleyerek bahsi yükseltiyor.”

Hasbani, “Hizbullah silahlarına sarılmakta ısrar ederse, bu İran'ın emriyle intihar olacak. Yeraltındaki bu grupların herhangi bir hamlesi, yer üstündeki tüm Lübnanlılara ve öncelikle Hizbullah’ın çevresine zarar verecek” uyarısında bulundu.

Hasbani sözlerini şöyle noktaladı: “5 Ağustos toplantısında alınan kararlarla ilgili ordunun ilk raporunu bekliyoruz. Önemli olan, silahların kısıtlanması kararının uygulanmasıdır. Siyasi ve retorik açıklamalar sadece lafta kalır, askeriye ve güvenlik kurumlarının kararları sahada nasıl uyguladığını görmek zorundayız.”


İsrail ordusu, Güney Lübnan'daki Hizbullah silah depolarını bombaladığını duyurdu

İsrail'in dün Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırısından dumanlar yükseliyor (AFP)
İsrail'in dün Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırısından dumanlar yükseliyor (AFP)
TT

İsrail ordusu, Güney Lübnan'daki Hizbullah silah depolarını bombaladığını duyurdu

İsrail'in dün Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırısından dumanlar yükseliyor (AFP)
İsrail'in dün Güney Lübnan'a düzenlediği hava saldırısından dumanlar yükseliyor (AFP)

İsrail ordusu dün, Güney Lübnan'daki Hizbullah silah depolarına saldırdığını açıkladı.

İsrail Ordu Sözcüsü Yüzbaşı Ella, "Kısa bir süre önce, İsrail Ordusu Kuzey Komutanlığı, örgütün İsrail Devleti'ne karşı terör eylemleri düzenlemek için kullandığı Güney Lübnan'daki Hizbullah silah depolarına hava saldırısı düzenledi" dedi. Ella, bu altyapının varlığının, İsrail ve Lübnan arasındaki mutabakatların ihlali anlamına geldiğini ifade etti.

Lübnan Ulusal Haber Ajansı, bugün erken saatlerde İsrail uçaklarının ülkenin güneyindeki çeşitli bölgelere bir dizi saldırı düzenlediğini bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre İsrail, geçen yılın kasım ayında Hizbullah ile imzalanan ateşkes anlaşmasına rağmen, Lübnan'a hava saldırıları düzenlemeye devam ediyor.