Libya: Menfi ve Salih’in Hafter ile görüşmesi tartışma yarattı

Bathiliy’nin BMGK’ya Libya brifingi vermesi bekleniyor

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Hafter ve Salih, Bingazi’deki eski bir toplantının ardından (Genel Komutanlık)
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Hafter ve Salih, Bingazi’deki eski bir toplantının ardından (Genel Komutanlık)
TT

Libya: Menfi ve Salih’in Hafter ile görüşmesi tartışma yarattı

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Hafter ve Salih, Bingazi’deki eski bir toplantının ardından (Genel Komutanlık)
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Menfi, Hafter ve Salih, Bingazi’deki eski bir toplantının ardından (Genel Komutanlık)

Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi, Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih ve Ulusal Ordu Komutanı Mareşal Halife Hafter arasında Bingazi’de yapılan toplantıya ilişkin Libya arenasında tartışma yarattı.

Bazı taraflar, bunu Menfi ve konseyinin Abdülhamid Dibeybe başkanlığındaki Birlik Hükümeti’nden ayrılmasının başlangıcı olarak nitelendirdi. Diğer bir kesim ise toplantının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) bugün brifing vermeyi planlayan Birleşmiş Milletler (BM) Özel Temsilcisi Abdullah Bathiliy’nin, seçim yasalarını kabul etmekle görevli genişletilmiş bir komite kurulduğunu duyurmasını engellemeye yönelik önleyici bir adım olduğunu söyledi.

Libya Parlamentosu üyesi Hasan ez-Zerka, özellikle son dönemde başkent Trablus’ta yaşanan çatışmaların ardından Menfi’nin Dibeybe’den uzaklaşmasının muhtemel olduğu yönündeki görüşe inanıyor. Zerka, son dönemde yaşanan olaylar ve Dibeybe’nin taraflar arasında arabuluculuk yapmak için Cuma Pazarı bölgesinin ve Trablus’un dört bölgesinin ileri gelenleri ve yöneticilerine başvurmasının, başkentteki genel durumu, özellikle de silahlı oluşumları kontrol etmedeki acizliğini gösterdiğini söyledi.

Hasan ez-Zerka, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Menfi’nin ülkenin doğusundaki ve güneyindeki istikrarlı güçlerle ittifakını güçlendirmeye çalışması doğaldır” diyerek, bazı tarafların Bingazi’deki toplantının ‘Dibeybe ile Hafter arasında, Birlik hükümetinin Temsilciler Meclisi tarafından görevlendirilen ve Usame Hammad başkanlığındaki hükümete entegre edilmesi konusunda uzlaşmaya varılmasına’ yönelik bir örtü olduğu yönündeki yorumlarını yalanladı.

Zerka, “Dibeybe, mevcut durumunda böyle bir yakınlaşma istiyor. Ama ben Hafter’in Dibeybe hükümetine yönelik yolsuzluk suçlamaları ortasında entegre olmak istemediğine inanıyorum” dedi.

Çok sayıda gözlemci, toplantı hakkında yayınlanan bildiride, “Temsilciler Meclisi, çalışmalarını tamamladıktan sonra 6+6 Komitesi tarafından kendisine sunulan seçim yasalarını onaylamak için gerekli önlemleri alacak ve yürürlüğe koyacaktır” ifadelerinin, Menfi’nin Dibeybe hükümetini görevden almayı kabul etme isteğinin bir işareti olduğu kanaatinde. 

Öte yandan Libya Ulusal Meclis Partisi lideri Esad Ziyu, Bingazi toplantısından çıkan ana mesajın, Libyalı tarafların siyasi yol üzerindeki kontrolünün devam ettiğinin teyit edilmesi ve bu yol üzerinde herhangi bir BM denetiminin dışlanması olduğunu söyledi. Ziyu’ya göre Bathiliy’nin yasalar üzerinde uzlaşma için üst düzey komite kurulmasına ilişkin yaptığı herhangi bir duyurunun iptal edilmesi de buna dahil.

Ziyu, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Herkes, Bathiliy’nin yalnızca sahnedeki ana tarafları (Temsilciler Meclisi, Devlet Yüksek Konseyi, Menfi ve Dibeybe) kapsayan müzakere masasına daha yakın olacak olan kendi komitesini oluşturmaya yaklaştığını biliyordu” dedi.

Esad Ziyu, “Ancak bu taraflar, BM misyonunun gözetimi ve denetimi altında bir diyalog istemiyor. Bu nedenle siyasi sürecin ulusal düzeyde sahiplenildiğini doğrulamak için aceleci davrandılar” şeklinde konuştu.

Ziyu’ya göre bu, siyasi gidişatı ve Libya krizini çıkmaza sokmak, çatışma taraflarının mümkün olduğu kadar uzun süre pozisyonlarını koruması ve seçim yapmamak anlamına geliyor.

Ulusal Meclis Partisi lideri, “Belki de Bathiliy’nin komitesi, seçim yasaları üzerinde anlaşmaya varmak için gerçek yaklaşımlara ulaşabilirdi. Bu, etkin güçlerin istemediği bir şey. Çünkü yasalar üzerindeki anlaşmazlık, hepsinin arenada kalmasının bir aracı haline geldi” diyerek, Yüksek Konsey’in yeni başkanı Muhammed Takala’dan Bingazi toplantısına herhangi bir tepki gelmediğine dikkati çekti.

Dibeybe’nin durumu ve Menfi’nin kendisinden ayrılıp ayrılmadığına ilişkin bir soruya cevaben Ziyu, “Mevcut durumun sürdürülebilirliğinden faydalanan Dibeybe’nin durumu sanıldığı kadar kötü değil. Parlamento, Yüksek Konsey ve iki tarafın müttefikleri arasında seçim yasaları konusunda fikir birliği olmadığı sürece, yerine yeni bir hükümetin kurulması konusunda da fikir birliği olmaz” dedi.

Ziyu, Menfi ile ilgili olarak ise “Bazılarının söylediği gibi başından beri Dibeybe’den tamamen ayrıldığı söylenemez. Çünkü bu mesajın Bingazi’de toplananlara ulaştığını düşünüyorum” şeklinde konuştu.

Yazar ve siyasi analist Abdullah el-Kebir ise Bingazi’deki toplantının Bathiliy’nin genişletilmiş bir siyasi komite kurma yönündeki beyanına giden yolu kapatacağı şeklindeki yorumlara destek verdi. Kebir’e göre bu, özellikle Bathiliy’nin toplantıda açıklananları zaten kabul etmesi durumunda seçimlerin engellenmesine yol açabilir.

Siyasi analist, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, mevcut durumu sürdürmek için siyasi sahnedeki tüm tarafların zımni onayını alan bir planın var olduğunu dile getirdi. Ayrıca, “Belki de Libya’nın doğusundaki liderler, özellikle Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınmayacağı göz önüne alındığında, Dibeybe ve Merkez Bankası Başkanı Sıddık el-Kebir ile anlaşmanın en iyi çözüm olabileceğini anladılar” dedi.

Abdullah el-Kebir, “Gelirler, Yüksek Maliye Komitesi aracılığıyla ve belki de Merkez Bankası’nın birleştirilmesi adımıyla paylaşılacak. Aralarındaki bölünmüşlük sona erecek. Ayrıca siyasi çıkmaz, koşullara hâkim olmaya devam edecek” ifadelerini kullandı.



Siyasal İslam Müslüman dünyadan silinirse ne olur?

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)
Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)
TT

Siyasal İslam Müslüman dünyadan silinirse ne olur?

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)
Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır (AFP)

İbrahim Mustafa

Müslüman dünyası genişledikçe, dini ilkeleri siyasi ve sosyal hayata uygulamaya çalışan gruplardan ve partilerden DEAŞ ve El Kaide gibi şiddet yanlısı silahlı örgütlere kadar geniş bir yelpazede tanımlanan ‘siyasal İslam’ın tanımları ve eğilimleri de değişiyor. Siyasal İslam, birçoğu resmi olarak yasaklanmış olmasına rağmen, Müslüman dünyasının birçok ülkesinde siyasi yaşamın şekillenmesinde önemli bir faktör olurken bu durum, Müslüman dünyasında siyaset hayatını ‘siyasal İslam’ olmadan hayal etmeyi zorlaştırıyor.

Fransız yazar Olivier Roy, ‘Siyasal İslamın İflası’ adlı kitabında siyasal İslam’ı ‘şeriatın belirli bir yorumuna dayalı devlet inşa etmeye odaklanarak, siyasi faaliyetlerini meşrulaştırmak için İslam'ı siyasi bir ideoloji olarak yeniden formüle etmeye çalışan çağdaş İslamcı hareketler’ olarak tanımlıyor. Fransız oryantalist Gilles Kepel ise siyasal İslam'ı, İslami bir devlet ve toplum vizyonu temelinde iktidarı ele geçirmeyi veya etkilemeyi amaçlayan hareketler şeklinde ‘din ve siyaseti birleştiren’ bir hareket olarak tanımlıyor. Kepel’e göre bu hareket, içinde bulunduğu ülkenin sosyal ve ekonomik bağlamlarından etkilenir.

Din ve devlet yönetimi arasındaki ayrım, yaklaşık bir asır önce siyasal İslam kavramının ortaya çıkışından bu yana tartışma konusu olmuştur. Mısır'ın Dini Vakıflar Bakanı olarak görev yapan Şeyh Ali Abdurrazık, 1925 tarihli ‘İslamda İktidarın Temelleri’ adlı kitabında insanları Allah'a davet eden bir din olarak İslam ile devletlerdeki çeşitli idare yöntemlerinin birbirine karıştırılmaması çağrısında bulundu. Birçok yazar bu argümana yanıt verdi. Bu yazarlardan biri olan Muhammed Amara, ‘İslami Siyasi Sistem Üzerine’ adlı kitabında İslam dininin sadece bir ibadet dini değil, siyaseti ve iktidarı da içeren kapsamlı bir sistem olduğunu belirtirek, siyasal İslam'ı İslam dininin iktidar ve toplum sistemi anlayışı olarak görür.

Siyasal İslam fikrinin kökleri, 19. yüzyılın sonlarındaki reform hareketlerine dayanıyor. İslam dinini Batı işgaline direnme ve yönetim sistemlerinde reform yapma ihtiyacıyla ilişkilendiren Cemaleddin el-Afgani ve Muhammed Abduh’un yazılarında olduğu gibi o dönemde bu terim açıkça kullanılmamış olsa da ‘İslam ve iktidar’ veya ‘İslam devleti’ gibi kavramlarla dolaylı olarak anılmıştır. ABD’li siyaset bilimci Leonard Binder'e göre İngiliz tarihçi Bernard Lewis, ‘Modern Türkiye'nin Doğuşu’ adlı kitabında Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün ve 1924'te halifeliğin kaldırılmasının ‘halifelik modelini yeniden kurmak veya yeniden formüle etmek isteyen hareketlerin ortaya çıkmasına yol açtığını ve bunun da siyasal İslam fikirlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladığını’ belirtmiştir.

Mısır'daki Müslüman Kardeşler

ABD’li yazar Richard Mitchell, 1928 yılında Mısır'da Müslüman Kardeşler’in  (İhvan-ı Müslimin) ortaya çıkışını siyasal İslam tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak görüyor. Mitchell, Müslüman Kardeşler'in İslami vaaz ile siyasi eylemi sistematik olarak birleştiren ilk örgütlü hareket olduğunu ve Mısır dışındaki diğer hareketler için de bir model oluşturduğunu savunuyor.

Olivier Roy, siyasal İslam teriminin şekillenmesini 1970'lere, özellikle de İslami bir hükümet sistemini uygulayan bir devletin pratik bir örneği olan 1979 yılındaki İran İslam devriminden sonrasına dayandırıyor. İran’daki İslam devrimi, Mısır, Suriye ve Cezayir'deki İslamcı grupların faaliyetleriyle aynı döneme denk gelmiş ve terimin kullanımını güçlendirmiştir.

Mısır'da Müslüman Kardeşler'in ortaya çıkışı, siyasal İslam'ın yörüngesinde bir dönüm noktası olmuştur. Müslüman Kardeşler', özellikle Hasan el-Benna tarafından 1928 yılında kurulmasından bu yana yaklaşık bir asır boyunca Mısır'ın siyasi hayatında etkili bir rol oynadı. Başlangıçta okullarda ve hastanelerde sosyal çalışmalar ve tebliğ çalışmaları yürüten Ihvan-ı Müslimin, 1940'larda önemli bir siyasi güç haline geldi. İhvan üyelerinin, 1948 yılında şiddet eylemlerinde bulunmakla suçlanmasının ardından devlet, Müslüman Kardeşler’i yasaklama kararı aldı.

Mısır’da 1952 yılının temmuz ayında gerçekleşen devrimin ardından monarşinin devrilmesiyle birlikte İhvan'ın rolü yeniden ön plana çıktı. Fakat Hür Subaylar ile uzlaşı dönemi kısa sürdü. 1954 yılında Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'a yönelik suikast girişimini planlamakla suçlanan İhvan, ülkede yeniden yasaklandı ve üyelerinin çoğu hapse atıldı. Seyyid Kutub gibi ideologlar 1966 yılında idam edildi. Richard Mitchell bu dönemin ‘Müslüman Kardeşler’i örgütsel olarak zayıflattığını, ancak ideolojik etkisini güçlendirdiğini’ savunur.

Enver Sedat döneminde İslamcı hareketlerin sol partilerle rekabet edebilmeleri için siyasi faaliyette bulunmalarına izin verilse de resmi bir parti olmasına izin verilmedi. Müslüman Kardeşler, Hüsnü Mübarek döneminde, parlamento ve sendika seçimlerinde bağımsız olarak yarışmaya devam etti, hatta 2005 seçimlerinde Halk Meclisi'ndeki sandalyelerin yüzde 20'sini kazandı.

Ancak bu deneyim sadece bir yıl sürdü. Ekonomik sorunlar ve siyasi anlaşmazlıklar, özellikle de anayasanın ilanı ve anayasaya itirazların ardından, 30 Haziran 2013 tarihinde Müslüman Kardeşler'in devrilmesine yol açan geniş çaplı protesto gösterilerinin başlamasına neden oldu. Aynı yıl hükümet Müslüman Kardeşler'i terörist bir grup olarak sınıflandırdı ve devlet, kuruluşundan beri üçüncü kez grubu feshetme kararı aldı.

fgbhy
Mısır hükümeti Müslüman Kardeşleri terörist grup olarak sınıflandırdı (AFP)

Siyasal İslam konusunda uzman bir yazar olan Ahmed el-Hatib, Mısır'ın ‘siyasal İslam’ fikrinin kurucu ülkelerinden biri ve bu olguyu ilk tanıyan ülke olduğunu belirtti. Şarku’k Avsat’ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre Hatib, İhvan’ın 1928 yılında kuruluşundan bu yana Mısır'ı yöneten tüm rejimlerde önemli bir oyuncu olduğu için ülkenin siyaset sahnesini büyük ölçüde etkilediği değerlendirmesinde bulundu.

Müslüman Kardeşler’in Mısır’da rejimle 2013 yılında girdiği son savaşa rağmen siyasal İslam hareketinin Mısır'da hala var olduğuna inanan Hatib, İhvan’ın şu an bir sessizlik döneminde olduğunu ve bu dönemi yayılmanın izlediğini belirtti. Siyasal İslam'ın her zaman rejimlerle ilişki kurduğunu, ancak kısa süre sonra bu ilişkilerin bozulduğunu ve bir sessizlik dönemine dönüştüğünü ifade eden uzman, Mısır'da İhvan'ın bir örgüt olarak var olmamasına rağmen halen etkili olmanın yanı sıra, sahada mevcut bir olgu ve fikir olarak var olduğunu, ayrıca devletin genel olarak siyasal İslam'ın varlığının en önemli kollarından biri olan Müslüman Kardeşler dosyasını yönetmedeki mevcut başarısına rağmen, İhvan’ın sosyal hizmet alanındaki liderliğine dikkati çekti.

Mısır'da 25 Ocak 2011’deki devrim sırasında ortaya çıkan siyasal İslam'ın bir diğer yüzü de Selefi kanattı. Bu kanat hızla meclise giren partiler kurdu. Bu partilerden biri olan Nur Partisi, 2012 yılında meclisteki sandalyelerin yüzde 22'sini kazandı.

Nur Partisi İhvan'ın aksine, 30 Haziran 2013 devriminde Selefi liderlerin Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'yi deviren hareketi desteklemesi nedeniyle, siyasal İslam'dan kurtulma çağrılarının hedefi olmaktan kurtuldu. Nur Partisi'nin mecliste şu an yedi sandalyesi bulunuyor.

Hatib’e göre siyasal İslam'ın sadece başka bir yüzü olan Selefi partilerin meclisteki varlıkları formaliteden ibaret olmanın yanında halk arasında da gerçek bir temsiliyetleri bulunmuyor. Hatib, devletin siyasal İslam'ı Selefiler ve Müslüman Kardeşler olarak bölmek istediğini ve İhvan'ı ortadan kaldırmak için Selefi davasını sürdürdüğünü, ancak bunların aynı inanç ve fikirlere sahip tek bir akım olduğunu vurguladı.

Siyasal İslam'ın demokrasiye inanmadığını, demokrasiyi kabul etse bile bunun ‘taktiksel’ bir tutum olacağını ve bunu da hedeflerine ulaşmak için merdiven olarak göreceğini belirten Hatib, siyasal İslam düşüncesinin hak ve özgürlüklere karşı olmak üzerine kurulu olduğunu, bu yüzden siyasal İslamcı grupların toplumların ilerlemesinin önünde bir engel teşkil ettiğini kaydetti.

Siyasi İslam'ın Mısır'da demokratik yaşamın önündeki engellerden biri olduğunu düşünen Hatib, bu grupların rejimleri, varlığı çatışmanın bir sonucu olarak toplumu zincire vuran ve insanların ekonomi, özgürlükler ve ilerleme açısından bedelini ödediği Olağanüstü Hal Yasası (OHAL) gibi bazı yasaları uygulamaya zorladığına inanıyor.

Siyasal İslam Ürdün'de monarşiye saygı şemsiyesi altında siyasi hayata girdi

Mısır'da devletin siyasal İslam ile ilişkisini resmeden çatışmanın aksine, Ürdün'ün bu konudaki deneyimi oldukça farklıydı. Ürdün'de monarşiye saygı şemsiyesi altında siyasi hayata giren Müslüman Kardeşler'in 1945 yılında kurulmasından sonra siyasal İslamcı grupların varlığı ‘meşruiyet’ kazandı. Bazı araştırmacılar, örneğin, bunlardan biri olan Muhammed Ebu Rumman, ‘Ürdün'de siyasal İslamcılar: Din, Devlet ve Toplum’ adlı kitabında İhvan'ın Kral 1. Abdullah tarafından milliyetçi ve solcu hareketler karşısında kendisine destek olması amacıyla kurulduğunu bile öne sürüyor.

Müslüman Kardeşler 1980'li yılların sonlarında Ürdün parlamentosundaki en büyük muhalefet partisi haline geldi. İsrail ile 1994 yılında imzalanan barış anlaşmasının ardından hükümetle yaşanan gerginliklere rağmen, İhvan şiddete yönelmedi. Ancak yine de diğer ülkelerde olduğu gibi burada da yasaklandı.

Müslüman Kardeşler, Arap Baharı'nın bir parçası olarak 2011 yılında yolsuzluk karşıtı protestolara katılmış, ancak rejimin devrilmesi çağrısında bulunmamıştı. Bu da Ebu Rumman'ın, İhvan’ın siyasi stratejileri çerçevesinde monarşiye olan sadakatinden yararlanan Ürdün rejiminin siyasal İslam'ı ‘kontrol altına almayı’ başardığı, ‘esnekliğin’ ise İhvan'ın siyasi hayatta meşru bir varlık göstermesini sağladığı, ancak aynı zamanda devletin kısıtlamaları nedeniyle yönetimde büyük bir rol elde edemediği yönündeki değerlendirmesini destekliyor.

İhvan, Gazze Şeridi’ndeki savaşın patlak vermesinden bu yana İslami Hareket Cephesi (Cebhet'ül Emel'ül-İslami/İHC) partisi aracılığıyla İsrail ile bağların koparılmasını talep eden gösteriler düzenleyerek, hükümet üzerindeki kamuoyu ve medya baskısını arttırdı. Fakat gözlemciler, partinin bu toplantıları ‘özel siyasi hedeflere ulaşmak’ için kullandığını ileri sürdü.

dfgthy
Müslüman Kardeşler, Ürdün siyasi hayatına monarşiye saygı şemsiyesi altında giriş yaptı (AFP)

Ürdün Siyaset Bilimi Derneği Başkanı Dr. Halid Şinekat’a göre siyasal İslam Ürdün'e 1940'larda Hasan el-Benna tarafından Mısır'da kurulan Müslüman Kardeşler aracılığıyla geldi. Dr. Şinekat, Ürdün devletinin Müslüman Kardeşleri bir hayır kurumu olarak tanıdığını ve daha sonra anayasa çatısı altında milliyetçiler, vatanseverler, komünistler ve diğerleri gibi, diğer mezhepler gibi siyasi hayata katılmalarına izin verdiğini belirtti.

Independent Arabia'ya yaptığı değerlendirmede, Müslüman Kardeşler'in 1950'li ve 1960'lı yıllarda rejimi devirmeye çalışan solcular ve milliyetçilerin aksine siyasi sistemle ittifakı kendini korumak için bir fırsat olarak gördüğünü söyleyen Dr. Şinekat, Müslüman Kardeşler'in 1957'de partiler yasaklandığında siyaseti bir hayır kurumu olarak yürüttüğünü ve siyasi parti kurmadığını belirtti.

Dr. Şinekat, siyasal İslam hareketinin Ürdün'de, Suriye ve Mısır gibi komşu ülkelerde olduğu gibi dışlanmadığını, çünkü ılımlı ve ‘tanımlanmış bir ölçü içinde’ kaldığını ve eğer dışlanırlarsa, Mısır ve Suriye gibi şiddete yönelme ihtimallerinin daha yüksek olduğunu söyledi. Ürdün'de 1989 yılında demokratik hayatın yeniden başlamasının ardından siyasal İslamcıların meclisteki sandalyelerin dörtte birini elde etmelerine rağmen hiçbir zaman parlamentoda çoğunluğu sağlayamadıklarına ve hükümeti deviremediklerine dikkati çeken Dr. Şinekat, Ürdün'deki tüm partilerin, kendilerini kanıtlayamayan diğer siyasi akımların zayıflığı çerçevesinde siyasi hayattaki dengelerin doğasını çok iyi bildiğinin altını çizdi.

Ürdün’de siyasi hayatının en önemli özelliğinin şiddet karşıtlığı ve monarşiye saygı olduğunu hatırlatan Dr. Şinekat’a göre Ürdün’de siyasi hayat, monarşiye saygı duyulduğu sürece İhvan'la ya da İhvan'sız olarak devam edecek.

İran’da siyasal İslam deneyimi

Arap ülkeleri dışındaki siyasal İslam deneyimleri daha etkili olmuş olabilir. Resmi adı ‘İslam Cumhuriyeti’ olan İran'da din adamı Ruhullah Humeyni 1979 yılında Şah rejimini deviren protestolara önderlik yaptı. Ardından kurulan yeni rejim devrimi ihraç etme fikrini benimserken, Lübnan'daki Hizbullah ve Yemen'deki Husiler gibi diğer ülkelerde bulunan dini geçmişe sahip siyasi örgütleri destekledi.

ABD’li tarihçi ve siyaset bilimci Nikki Keddie, Devrimin Kökleri: Modern İran'ın Yorumlayıcı Tarihi adlı kitabında, siyasal İslamcıların İran'daki deneyimlerinin seçimler yoluyla bir tür demokrasi ve aynı zamanda liderin otoritesi yoluyla otoriter bir eğilim taşıdığını ileri sürüyor.

sdfrgt
Bazı çevreler, siyasal İslamcıların İran'daki deneyiminin seçimler şeklinde bir demokrasi biçimi getirdiğini, ancak aynı zamanda liderin otoritesi yoluyla otoriter bir eğilim olduğunu savunuyor (AFP)

Kahire merkezli İran Politikaları Analizi Forumu Başkanı Muhammed Muhsin Ebu en-Nur, siyasal İslam'ın yokluğunda İran'da siyasi hayatın nasıl şekilleneceği sorusunun son yıllarda İranlı çevrelerde pek çok yazar ve akademisyeni meşgul ettiğine dikkat çekti. Nur, bunun İran devletinin kimliğinin; milliyetçi mi, dini mi yoksa kozmopolit mi olduğunu belirlemekle ilgili olduğunu söyledi.

Independent Arabia’ya yaptığı açıklamada, İran'da siyasal İslam'ın siyasi denklemden çıkması halinde bunun, İslam hukukunun uygulanmasına dayalı teokratik bir devletin yok olması anlamına geleceğini söyleyen Nur, “Bu, İslam hukukunun uygulanmasına dayalı teokratik bir devletin olmayışı ve İran'ın 1979'dan bu yana dayandığı ve ‘direniş ekseni’ olarak adlandırılan destek gibi temellerin silinmesi anlamına gelir. Bu da sadece İran'ın iç politikasını değil, bölgesel ve uluslararası politikaları da etkileyecek radikal bir değişiklik olur” yorumunda bulundu.

Nur, son yıllarda İran'ın geçen zaman nedeniyle devrim mantığından devlet mantığına kaydığını ve bugün İranlıların çoğunun devrimi yaşamadığını, aksine devrimle hiçbir ilgisi olmayan ve devrimin değerleriyle aşılanmamış nesiller olduğuna işaret etti.

Laik bir ülkede siyasal İslam deneyimi

İslam hilafetinin sona erdiği Türkiye'de, bazı araştırmacılar iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) deneyimini siyasal İslam ve Mustafa Kemal Atatürk'ün laik politikalar dayatmasından bu yana dini hareketi iktidara döndürmeye yönelik eski girişimler bağlamında değerlendiriyor. 2006 yılında yayımlanan ‘Arap Ülkelerinde ve Türkiye'de İslamcılar ve Yönetim’ adlı kitap, 1950'lerde Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti'nin zaferinin, ezanın yeniden Arapça okunmasına izin verilmesi ve dini kurumların yeniden açılması gibi dini tezahürlerin geri dönüşünün yolunu açtığına değiniyor.  

dfgthy
Bazı akademisyenler Türkiye'de iktidardaki AK Parti deneyimini siyasal İslam bağlamında değerlendiriyor (AFP)

Ancak Naci Suveyd’in ‘Osmanlıların Dönüşü: Türkiye İslamı’ kitabındaki çalışmasına göre siyasal İslam'ın açık bir şekilde ortaya çıkışı, 1970 yılında Türkiye'de ‘siyasal İslam'ın babası’ olarak kabul edilen Necmettin Erbakan liderliğindeki Milli Nizam Partisi'nin kurulmasıyla başladı. Ancak Erbakan’ın bu tecrübesi, 1980 darbesi gibi laikliği korumak için darbeler gerçekleştiren ordunun büyük meydan okumalarıyla karşı karşıya kaldı.

Cezayirli araştırmacı Riad Bin Arabia'nın ‘Türkiye'de Siyasal İslam ve Devlet Arasındaki İlişkinin Diyalektiği’ başlıklı çalışmasına göre AK Parti, İslami köklerine rağmen 2000’li yılların başlarında muhafazakâr İslami değerleri liberal demokrasiyle birleştiren pragmatik bir söylem benimsedi. Ancak Al Jazeera Araştırma Merkezi tarafından yayınlanan ‘Türkiye'nin içerideki zorlukları ve dışarıdaki riskleri’ adlı kitaba göre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve partisi, özellikle 2016 yılındaki başarısız darbe girişiminden sonra, iktidarını sağlamlaştırmak için dini, popülist bir araç olarak kullanmakla eleştiriliyor.

Seçimlerde başarısızlık ve sokakta nüfuz

Bir Amerikan düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından 2010 yılında yayınlanan ‘Pakistan'da İslam ve Siyaset’ adlı kitaba göre Pakistan'ın 1956 tarihli anayasası ülkeyi bir ‘İslam cumhuriyeti’ olarak ilan etmiş ve şeriat hukukunun ilk savunucularından biri olan Ebu Ali Mevdudi liderliğindeki Cemaat-i İslami partisinin rolünü vurgulamıştır. Daha sonraki aşamada ise din, özellikle Ziya-ul Hak (1977-1988) döneminde ‘hadd’ kanunlarını dayatan ve şeriat mahkemeleri kuran generallerin iktidarını pekiştirmek için kullanıldı. Pakistan’ın eski Washington Büyükelçisi Hüseyin Hakkani, ‘Cami ve Ordu Arasında Pakistan’ adlı kitabında, Sovyetler Birliği'nin komşu ülke Afganistan'da yayıldığı bir dönemde bu durumu, İslamcı partilerin ve Batı'nın desteğiyle askeri meşruiyeti güçlendirme stratejisi olarak tanımlıyor.

Dini partiler son otuz yılda seçimleri kazanamamış olsalar da muhafazakâr politikaları savunarak sokakta etkili olmaya devam ediyor.

Pakistanlı akademisyen ve araştırmacı Lubna Farah, ülkedeki siyasal İslam hareketinin hükümetin kontrolünü ele geçirememiş olmasına rağmen, kültürel çeşitliliğe daha fazla saygı gösterilmemesi ya da radikalleşmeyi derinleştirme eğilimiyle, Pakistan'ın gelişimini etkilediğini düşünüyor. Görüşlerini sorduğumuz Farah, ülkenin etnik çeşitliliğine saygı duyan bir siyasi model arayışının, siyasal İslam hareketini nasıl ‘kontrol altına alınacağını’ incelemesi gerektiğini söyledi.

Farah, Pakistan'da hâkim olan ‘kafa karışıklığı ve yönelim bozukluğu’ durumu göz önüne alındığında, İmran Han'ın partisi ‘Pakistan Adalet Hareketi’ (Pakistan Tahrik-i İnsaf/PTI) gibi bazı akımların siyasi hedeflerine ulaşmak için dini istismar ettiğini ve bunun sonuçlarının, farkına varmadan din ve siyaseti birbirine karıştırdığını belirterek, bu konuda siyasi reformların uygulanmasının zor göründüğünü ifade etti. Farah’a göre bu durum, Tahrik-i Lebbeyk Pakistan Partisi (Tehreek-e-Labbaik Pakistan/TLP) ve PTI’nin Pakistan Halk (Avami) Hareketi tarafından İslamabad'da gerçekleştirilen en uzun süreli oturma eyleminin de gösterdiği gibi ülkeyi bir ‘dini çılgınlık sarmalına’ sürükledi. Farah, demokratik düşüncede, halkın siyasi liderleri başarısız politikalarından dolayı sorumlu tuttuğunu, ancak Han'ın destekçileri arasında, özellikle siyasal İslam fikirlerinin istismar edildiği bir ortamda, parti liderini eleştiren herkese karşı öncelikli bir muhalefetin yürütüldüğü kaydetti.

Devlet hizmetlerinin yokluğunda radikalleşme

Afrika'daki Müslüman ülkeler açısından bakıldığında, nüfusunun neredeyse yüzde 90'ı Müslüman olmasına rağmen laik bir anayasa kabul eden Mali de dahil olmak üzere, birçok ülkede siyasal İslam ortaya çıktı. Ancak son on yılda, özellikle Mağrip El Kaidesi (El Kaide fi Bilad el-Mağrib el-İslami) gibi grupların ülkenin kuzeyini kontrol altına almasının ardından, radikalleşme belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Bu da daha sonra Fransa'nın askeri müdahalede bulunmasına neden oldu.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı tarafından 2019 yılında yayınlanan ‘Sahel Bölgesi’nde Siyasal İslam’ başlıklı bir raporda, yerel halkın şeriat ilkelerinin katı bir yorumunun dayatılmasına direndiği kaydedildi. Fransız yazar Jean-Pierre Filiu bölgedeki radikalleşmenin yükselişini, devletin temel hizmetleri sağlamadaki başarısızlığına bağladı.

Cezayir'deki Larbi Tbessi Üniversitesi'nde profesör olan Ahmed Mizab, Sahel bölgesindeki, özellikle de Mali'deki dini unsurun diğer bazı ülkelerde olduğu gibi entegre bir İslami proje yaratmadığı, ancak sosyal ve dini ilişkilerin yanı sıra dini ve siyasi boşluğu, nüfuzlarını meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanan terörist gruplardan da etkilendiği yorumunda bulundu.

cdfrgt
Siyasal İslam, Mali ve Nijerya başta üzere Afrika'da birçok ülkede kendini gösterdi (AFP)

Yaptığı değerlendirmede Mali'nin de içinde bulunduğu Sahel bölgesinde dini unsurun etkisinin sadece kültürel ya da sosyal bir unsur olmadığını, ulusal kimliğin ve siyasi yönelimlerin şekillenmesinde önemli bir faktör olduğunu söyleyen Mizab, Sahel bölgesi ülkelerinde en yaygın din olan İslam’ın, Sufi zaviyeleri gibi dini kurumlar ya da son yıllarda ortaya çıkan bazı dini yönelimli örgütler aracılığıyla kamusal yaşamda merkezi bir rol oynadığını belirtti.

Cezayirli akademisyen, dini unsurun siyasi hayattaki etkisiyle ilgili olarak, siyasi hayata doğrudan taraf olmadan seçmenlerin tercihlerini etkileyen ve kamusal söylemi şekillendiren dini liderlerin etkisiyle temsil edilen geleneksel bir etkinin varlığına dikkati çekti. Diğer tarafın ise kriz dönemlerinde devlet ve toplum arasında arabuluculuk rolü oynamakla sınırlı kaldığını, iktidarı kontrol etmeye çalışmadığını, dengeli ve ılımlı bir siyasi çizgiye sahip olduğunu ifade eden Mizab, istikrarsızlıktan faydalanan terör örgütleri başta olmak üzere, dini, siyasete sızma amacıyla siyasi bir paravan olarak kullanan bazı akımlar olduğunu vurguladı.

Bölgede 2012 yılından bu yana terör örgütü El Kaide'ye bağlı Ensaruddin ve Nusrat el İslam gibi kontrolleri altındaki bölgelerde belirli bir modeli empoze etmeye çalışan ve geleneksel siyaset hayatına katılmayan, aksine kendi kontrol alanlarında siyasi istikrarı sınırlayan bir paralellik dayatmaya çalışan İslamcı geçmişe sahip terör örgütlerinin nüfuzunun arttığını belirten Cezayirli akademisyen, bu olguyla yüzleşmenin önemine işaret etti.

Sahel bölgesinde siyasal İslam'ın siyaset sahnesinde yer almaması halinde, laik ve kurumsallaşmış devletin güçlendirilmesi ve bölgedeki bazı ülkelerde demokratik sivil yönetimin tesis edilmesi gerektiğine inanan Mizab, bunun için en büyük sorunun etnik çatışmalar, darbeler ve terörizmle mücadele olduğunu söyledi. Bu yüzden siyasal İslam karşısında alternatif akımların yükselişinin desteklenmesi gerektiğini vurgulayan Mizab, siyasal İslamcı hareketin yok olmasının, Mali ya da Sahel ülkeleri için istikrar anlamına gelmediğini, çünkü devlet ile dini hareketler arasındaki çatışmaların, kabilelerin önde gelen isimleri ve iktidarla çatışmaya dönüşebileceğini ifade etti.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.