"Arapların Sesi" Suudi Arabistan, Hindistan G20 Zirvesi'nde

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman'ın varlığı, Riyad'ın BRICS'ten sonra G20’deki etkisini de artırıyor

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, G20 Zirvesi'nde Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile birlikte (AFP)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, G20 Zirvesi'nde Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile birlikte (AFP)
TT

"Arapların Sesi" Suudi Arabistan, Hindistan G20 Zirvesi'nde

Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, G20 Zirvesi'nde Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile birlikte (AFP)
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman, G20 Zirvesi'nde Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile birlikte (AFP)

Mustafa Ensari

Tarihinin ilk dönemlerinde Suudi Arabistan, dünya tarihinin ve özellikle Arap ve İslam milletinin tarihinin dönüm noktalarında cesur bir 'Arap sesi' olarak ortaya çıktı.

Şimdiyse Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın mevcut uluslararası denklemler ve bunların bölgedeki çetrefilli meseleleri arasında yeni bir siyasi manevra tarzı çizmesiyle ivme kazandı.

Suudilerin son G20 zirveleriyle etkileşimi, Doğu ile Batı arasında bir köprü olma yönündeki yükselen siyasi ve ekonomik hırsıyla tutarlılık gösterdi.

Sadece katılımla yetinmeyen Selman, gıda güvenliği, çevre ve az gelişmiş ülkelere yardım konularında gündemi etkileyen girişimleriyle zirvenin ana manşetlerinden biri oldu.

Suudi Arabistan'ın yılın en büyük küresel etkinliğindeki varlığının kazandırdığı ivme, bölgede ve dünyada enerji güvenliği ve jeopolitik dönüşümlerde "Arapların sesi" ve Güney'in gelecek vadeden ve etkili merkezlerinden biri olması, onu ortakların ve rakiplerin ilgi odağı haline getirdi.

Oyun kurucu olma tutkusu

Bu bağlamda Suudi Arabistan Merkez Bankası Başkanı Eymen bin Muhammed es-Sayari, Hindistan'daki zirvede ülkesinin heyetine Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın başkanlık etmesinin, çok taraflı uluslararası iş birliği davasında Suudi Arabistan'ın ve Arapların sesine daha fazla ağırlık verdiğine dikkat çekti.

Es-Sayari, "Bu, küresel ekonomik istikrarı sağlamayı amaçlayan uluslararası çabaları desteklemede etkili bir üye olarak Suudi Arabistan'ın grup içindeki konumunu pekiştiriyor" ifadesini kullandı.

Es-Sayari, grubun tek Arap ülkesi olan Suudi Arabistan'ın her zaman kendi çıkarlarına ve egemenliğine, özelde bölgenin, genel olarak Arap ve İslam ülkelerinin çıkarlarına hizmet eden şeyler üzerinde çalıştığını belirtti.

Grubun Hindistan'daki zirvesi, Suudi Arabistan'ın BRICS ve Şanghay gruplarına katılmasının yanı sıra, ASEAN Anlaşması'nın imzalanmasından haftalar sonra nüfuzunu artırmasına yardımcı olan olumlu siyasi ve ekonomik koşulların olduğu bir dönemde gerçekleşti.

Hindistan'ın Suudi Arabistan Büyükelçisi Suhail Khan, Hindistan ile Suudi Arabistan arasındaki stratejik ilişkinin niteliğinin, zirvenin sonuçlarına ve Körfez ile Yeni Delhi arasındaki ikili iş birliğine olumlu bir gölge düşüreceğine ve bunun en önemli zorlukları çözebilecek kapsamlı çözümler açmasına olanak sağlayacağına dikkat çekti.

Güney'in sesi ve çoğulculuk

Körfez Araştırma Merkezi'ndeki siyasi araştırmacı Dr. Salih bin Muhammed el-Haslan, küresel sahnenin kapsamlı vizyonunda Riyad ile Hindistan arasındaki yakınlaşmanın, her iki tarafı da genel anlamda Güney'in sesi haline getirdiğine inanıyor.

El-Haslan ayrıca, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan'ın geçtiğimiz Mart ayında Hindistan ve Suudi Arabistan'ın uluslararası çatışma konularında uluslararası sahnede iki önemli güç olarak nasıl iş birliği yapabileceğine dair yorumuna dikkat çekti.

"Her ülkenin oy kullanmasının" önemini vurgulayan el-Haslan, "Her ülkenin çıkarı olmalı. Suudi Arabistan gibi ülkeler büyüklükleri ve ekonomik ağırlıkları nedeniyle başkalarının sesini yükseltme yeteneğine sahip ve bunu yapmanın sorumluluğunu taşıyorlar. Başta ekonomik konularda olmak üzere küresel gündem belirlenirken her ülkenin çıkarlarının temsil edilmesini sağlamak için diğer ülkelerle daha etkili olmak için çalışacağız" dedi.

Dar perspektif

El-Haslan, Riyad'ın "uluslararası arenada her zaman olduğu gibi ulusal çıkarlar doğrultusunda dar bir perspektiften hareket etmediğini" öne sürerek bunun, küresel bir dayanışma vizyonundan ve başkalarına karşı sorumluluk duygusundan kaynaklandığını belirtti.

Suudi Arabistan hükümeti, grubun öneminin yalnızca kendi ülkeleri arasındaki ekonomik düzey ve iş birliğiyle sınırlı olmadığına, aynı zamanda dünya nüfusunun üçte ikisini, yani ülkelerin çoğunluğunu temsil etmesinden dolayı olduğuna inanıyor.

Dolayısıyla G20 toplantılarının sonuçları sadece ekonomik boyuta bağlı olmadığı için şimdi ve gelecekte olumlu sonuçlar verecektir.

Ekonomi, insanların sosyal hayatına olumsuz veya olumlu yansıyabilecek siyasetin ana itici gücü olduğundan, diğer siyasi ve sosyal yönleri de içeriyor.

Bu da gruba üyeliğin ülkeye büyük siyasi, ekonomik ve ahlaki etki sağladığını ve bu etkinin onu Suudi Arabistan ekonomisini ve bölge ülkelerinin ekonomilerini etkileyen küresel ekonomik politikaların oluşturulmasında etkili bir taraf haline getirdiğini doğruluyor.

Pek çok kişi bu durumun Suudi Arabistan'a yük getirdiğini ve aynı zamanda bölgesel ve uluslararası nüfuz fırsatlarını artırdığını düşünüyor.

Hindistan ve Suudi Arabistan basını, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın Yeni Delhi zirvesine katılmasının iki tarafın ilişkilerini dönüştüreceğini belirtti.

Aynı durum Muhammed bin Selman'ın ABD ile anlaşarak "kıtalararası yeşil geçiş koridorları" oluşturmayı açıkladığı projeyle de ilgiliydi.

Bu durum Riyad'ın da yakın ilişkiler sürdürdüğü Çin tarafı tarafından hoş karşılanmayabilir.

Biden, projeyi iki kıtadaki limanları birbirine bağlayacak ve daha istikrarlı, müreffeh ve bütünleşmiş bir Ortadoğu'ya yol açacak gerçekten büyük bir anlaşma olarak nitelendirdi.

Zirveye ev sahipliği yapan Hindistan Başbakanı Narendra Modi ise zirvenin "gelecek nesillerin hayallerini büyüttüğünü" söyledi.

Hindistan, Körfez'de Çin'in sessiz rakibi olarak ortaya çıkıyor

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'ndaki gözlemciler, Riyad'ın şu anda, özellikle aralarında zaman zaman keskin çelişkilerin ortaya çıktığı iki tarafla sağlıklı ilişkiler kurduğunu belirtti.

Carnegie Uluslararası Barış Vakfı bir analizinde şöyle diyor:

Çin'in Körfez ülkeleriyle ilişkileri son 5 yılda Ortadoğu'daki siyasi çevrelerde büyük ilgi gördü, ancak bu durum başka bir paralel gelişmeyi gölgeledi. Narendra Modi başkanlığındaki Hindistan hükümeti, başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Arap Yarımadası ile stratejik ilişkiler geliştirmek için çalışıyor.

Bu bağların, Hindistan'ın enerji ihtiyaçları ve bölgedeki geniş Hint topluluğu gibi bariz ekonomik saiklerin ötesine geçerek güvenlik iş birliğini de kapsadığına inanılıyor.

Bu yakınlaşma muhtemelen hiç de geçici olmayacak, ancak yakın gelecekte Arap Yarımadası ile Güney Asya arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlayabilir.

Ay'a yeni çıkan Hindistan'ın "geleceğin Çin'i" olarak görüldüğü bir dönemde Suudi Arabistan, coğrafi konumunun avantajını kullanarak petrole bağımlı olmayan müreffeh bir ekonomi inşa etme yolundaki adımlarını hızlandırıyor.

Doğu, Batı ve kıtaların ortasında yer alan sosyal reformların uygulanmasında büyük bir yol kat ettikten sonra dikkat çekici bir gelişme ve sportif gelişme kaydetti.

Independent Arabia - Independent Türkçe



Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
TT

Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)

ABD kaynaklı sızıntılar, Gazze Şeridi’nin bir bölümünün yeniden inşasına yönelik Güneşin Doğuşu Projesi adlı bir planın hazırlandığına işaret etti. Planın, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’ın liderliğindeki bir ekip ile ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu gelişme, Gazze’de ateşkes anlaşmasının şu aşamada tıkanan ikinci safhasının en önemli unsurlarından biri olan ‘kapsamlı Arap planının’ hayata geçirilmesinde yaşanan aksaklıklar sürerken gündeme geldi.

Söz konusu ABD planı, Mısır’ın Washington ile ortaklaşa Gazze Şeridi’nin tamamının yeniden inşasının finansmanı için bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Kasım ayı sonunda ertelenen bu girişime ilişkin olarak Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, bunun ‘Mısır ve Arap dünyasının reddine rağmen Filistinlilerin yeniden yerinden edilmesine yönelik planların geri dönüşü’ anlamına geldiğini savunuyor. Uzmanlara göre bu durum üç olası senaryoyu gündeme getiriyor: ABD’nin kısmi planının Filistin’in Refah bölgesinde uygulanması ve Arap planının ertelenmesi; iki planın yerinden etme olmaksızın birleştirilmesi; ya da ateşkes anlaşmasının tamamlanamaması nedeniyle her iki planın da askıya alınması.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesi cuma günü yayımladığı haberinde, Kushner ve Witkoff tarafından hazırlanan ve Güneşin Doğuşu Projesi olarak adlandırılan planın, yabancı hükümetler ve yatırımcıların iş birliğiyle Gazze’nin enkazını gelecekte bir sahil destinasyonuna dönüştürmeyi hedeflediğini yazdı. Planda, Gazze halkının ‘çadırlardan lüks dairelere’ ve ‘yoksulluktan refaha’ taşınmasından söz edilirken, yeniden inşa süresince yerinden edilmiş yaklaşık iki milyon Filistinlinin nerede yaşayacağına dair net bir bilgi yer almadı.

Taslak metne göre projenin toplam maliyetinin on yıl içinde 112,1 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. ABD’nin bu süre zarfında ‘önerilen tüm çalışma alanları’ için hibe ve borç garantileri sağlamayı taahhüt edeceği ifade ediliyor. Ancak gazeteye göre, yeniden inşa sürecinin Hamas’ın silahsızlandırılması ve tüm tünellerin imha edilmesi şartına bağlanması, projenin önündeki en büyük zorluklardan biri olarak öne çıkıyor.

Yeniden imarın dört aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyor. Çalışmaların güneyde Refah ve Han Yunus’tan başlaması, ardından orta kesimdeki mülteci kamplarına ve son olarak Gazze kentine doğru ilerlemesi öngörülüyor. ‘Yeni Refah’ başlığını taşıyan bölümlerden birinde, bu bölgenin Gazze’de ‘yönetim merkezi’ haline getirilmesi ve 500 binden fazla kişiye ev sahipliği yapması tasarlanıyor. Söz konusu şehirde 100 binden fazla konut, 200’ü aşkın okul, 75’ten fazla sağlık tesisi ile 180 cami ve kültür merkezinin yer alması planlanıyor.

Bu sızıntılar, Yediot Aharonot gazetesinin internet sitesinin yaklaşık sekiz gün önce bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı açıklamaların ardından geldi. Haberde, Tel Aviv’in ABD’nin talebi üzerine Gazze Şeridi’ndeki enkazın kaldırılmasının maliyetini üstlenmeyi ve bu büyük mühendislik operasyonunun sorumluluğunu almayı prensipte kabul ettiği, yeniden imar amacıyla da Gazze’nin güneyindeki Refah’ta bir bölgenin tahliyesine başlanacağı aktarılmıştı.

fr
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinin önünde yemek almak için kabıyla birlikte bekleyen yerinden edilmiş bir Filistinli çocuk (AFP)

21 Ekim’de İsrail’de düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Jared Kushner, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgelerde Gazze’nin yeniden inşasının ‘titizlikle planlandığını’ söyledi. Kushner, “İsrail ordusunun kontrolündeki alanlarda, güvenliğin sağlanması hâlinde inşaata başlanması için şu anda değerlendirmeler yapılıyor. Bu bölgeler, Filistinlilere gidecekleri, çalışacakları ve yaşayacakları bir yer sunmak amacıyla ‘Yeni Gazze’ olarak tasarlanıyor” dedi. Kushner, Hamas’ın kontrolü altındaki bölgelere ise yeniden imar için herhangi bir fon ayrılmayacağını vurguladı.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Reha Ahmed Hasan, Trump’ın barış planının en başından itibaren ABD ve İsrail’e daha geniş bir hareket alanı tanıdığını belirterek, Washington’ın gündeme getirdiği yeniden imar planının ‘Filistinlilerin bir kez daha yerinden edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik bir girişim’ olduğunu savundu.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava, Güneşin Doğuşu Projesi’nin, ABD’nin Gazze nüfusunun kısmen yerinden edilmesi fikrinden vazgeçmediğini gösterdiğini ifade ederek, planın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve gayrimenkul yatırımlarına dayanan bir yaklaşım içerdiğini dile getirdi.

Wall Street Journal’a göre, Güneşin Doğuşu Projesi’ni inceleyen bazı ABD’li yetkililer, planın uygulanabilirliği konusunda ciddi şüpheler taşıyor. Yetkililer, Hamas’ın silahsızlanmayı kabul etmesinin zor olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde bile ABD’nin, savaş sonrası bir bölgenin yüksek teknolojiye sahip kentsel bir alana dönüştürülmesinin maliyetini üstlenecek zengin ülkeleri ikna edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu kaydediyor.

Bu şüphelere paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, cuma günü yaptığı açıklamada, “İki ya da üç yıl içinde yeni bir savaş çıkacağına inanılıyorsa, kimseyi Gazze’ye yatırım yapmaya ikna edemezsiniz” dedi. Rubio, uzun vadeli yeniden imar ve insani destek için bağışçıların bulunacağına dair güçlü bir güven taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Reha Ahmed Hasan ise Rubio’nun, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda İsrail’in söylemini tekrar ettiğini belirterek, ‘istikrar güçlerinin konuşlandırılması ve Hamas’ın silahsızlandırılması gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmenin zor olduğunu’ ifade etti.

ABD kaynaklı bu sızıntılar, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, yaklaşık 17 gün önce Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından geldi. Abdulati, “Yeniden imar konferansı için ABD ile ortak bir başkanlık oluşturulması konusunda istişarelerde bulunuyoruz ve ortaklarla iş birliği içinde bu konferansın en kısa sürede yapılması için uygun bir tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” demişti.

dfgt
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinden sıcak yemek almak için toplanan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Bunun ardından Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, kısa süre önce Doha Forumu’nda düzenlenen bir oturumda, “Filistin halkını desteklemeyi sürdüreceğiz, ancak başkalarının yıktığını yeniden inşa etmeyi finanse etmeyeceğiz” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, söz konusu Katar açıklamalarını, ‘Washington’a İsrail’i çekilmeye zorlaması ve yeniden imar sürecini başlatması yönünde bir baskı’ olarak değerlendirdi.

Kahire’nin kasım ayı sonunda düzenlemesi planlanan Gazze Şeridi’nin yeniden imarına ilişkin konferans ise gerekçe açıklanmaksızın ertelenmişti. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf, geçtiğimiz ayın sonunda Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, konferansın ertelenme nedenine ilişkin bir soruya yanıt olarak, Kahire’nin ‘Gazze Şeridi’nde erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarılı olması için bölgesel ve uluslararası ortaklarla uygun ortamı hazırlamak üzere çalıştığını’ ifade etmişti.

Reha Ahmed Hasan, ABD tarafından gündeme getirilen planların ‘kapsamlı Arap yeniden imar planı’ çerçevesindeki süreci geciktirebileceği görüşünü dile getirerek, yeniden imar konferansının aksamasını birinci aşamanın tamamlanmaması ve İsrail’in çekilmemesiyle ilişkilendirdi. Yeni yeniden imar planına ilişkin olası senaryoları değerlendiren Hasan, Filistinlilerin yerinden edilmemesi şartıyla Arap ve ABD planlarının birleştirilebileceğini söyledi.

Abdulmehdi Mutava ise yeniden imarın geleceğine dair üç ihtimal üzerinde durdu. Mutava’ya göre, ABD planının tek başına hayata geçirilmesi ve kapsamlı Arap planının ertelenmesi, ya da birinci aşamanın tamamlanmaması nedeniyle sürecin tıkanıklığının sürmesi ve her iki planın da uygulamaya geçememesi olasılıklar arasında yer alıyor.


İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
TT

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)

Gazze Şeridi’nin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde İsrail ordusunun bugün (pazar) sabah saatlerinde düzenlediği hava saldırısında üç Filistinli yaşamını yitirdi. Batı Şeria’da ise iki Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldü.

Filistin resmi ajansı WAFA’nın sağlık kaynaklarına dayandırdığı habere göre Şucaiyye’de İsrail insansız hava aracının sivillerin bulunduğu bir topluluğu hedef alması sonucu bir kişi hayatını kaybetti.

Aynı kaynaklar, İsrail savaş uçaklarının Mansura Caddesi üzerindeki Şeva akaryakıt istasyonu yakınında iki sivili öldürdüğünü bildirdi.

Bu ölümlerle birlikte, 11 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana can kaybı 404’e, yaralı sayısı ise 1108’e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen operasyonlarda iki Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

Kuzeydeki Kabatiya bölgesinde bir Filistinli gencin askerlere taş attığını belirten ordu, askerlerin ateş açtığını ve gencin öldüğünü açıkladı. Ramallah’taki Filistin Sağlık Bakanlığı, hayatını kaybeden kişinin 16 yaşında olduğunu belirtti.

Diğer yandan Silat el-Harithiya bölgesinde bir Filistinlinin askerlere el yapımı patlayıcı attığı gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi. Filistin Sağlık Bakanlığı, 22 yaşındaki gencin göğsünden vurularak öldüğünü açıkladı.

Gazze Savaşı’nın Ekim 2023’te başlamasının ardından Batı Şeria’daki gerilim belirgin şekilde yükseldi. İsrail ordusu bu süreçte, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplara karşı operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda Batı Şeria’da 1030 Filistinli öldürüldü; bunların 235’i yalnızca bu yıl içinde gerçekleşti.


Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
TT

Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)

Iraklı milis gruplarının liderleri son günlerde silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısı yapmaya başladı. Bu gelişme, yerel düzeyde sürpriz, soru işaretleri ve eleştirileri beraberinde getirdi. Zira söz konusu isimler, kısa süre öncesine kadar direniş eksenine mensup oldukları gerekçesiyle silahlarını açıkça sergiliyor, devlete meydan okuyor; ABD karşıtlığını vurgulayarak Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini talep ediyordu.

Yerel analizlerde bu olgu, Irak’taki Amerikan baskıları, olası bölgesel dönüşümler ve bu grupların yeni parlamentoda sandalye kazanmalarının ardından siyasi alana yönelme arayışlarıyla ilişkilendiriliyor.

Diğer yandan Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim’in çağrısına ek olarak, son iki gün içinde ABD’nin yaptırım ve terör listesinde yer alan, fraksiyonlarla bağlantılı üç tanınmış isimden de silahların devletin elinde sınırlandırılması yönünde çağrılar geldi.

Üç grup

Bu isimlerin başında, yaklaşık 27 sandalyeyle parlamentoda güçlü bir varlık elde eden Asaib Ehli’l Hak Hareketi Genel Sekreteri Kays el-Hazali geliyor. Hazali cuma günü yaptığı açıklamada, “Silahların devletin elinde sınırlandırılmasına inanıyoruz ve bunu gerçekçi adımlarla hayata geçirmek için çalışacağız” dedi. Aynı yönde açıklamalar, Ensarullah el-Evfiya Hareketi Genel Sekreteri Haydar el-Garavi ile İmam Ali Tugayları lideri Şibl ez-Zeydi’den de geldi.

Üç grubun liderlerini ortak paydada buluşturan unsurlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçleri çatısı altında yer almaları ve ABD’nin terör listesinde bulunmaları olarak öne çıkıyor. Bu durum, söz konusu isimlerin, silahlı gruplara mensup unsurların yeni kurulacak hükümette yer almasına karşı çıkan Washington’a yönelik siyasi manevra arayışında oldukları yorumlarını güçlendiriyor.

Irak’ta en yüksek yargı organının başkanı dün yaptığı açıklamada, silahların devletin elinde sınırlandırılması konusunda silahlı grupların liderlerinin iş birliğine onay verdiğini duyurdu.

Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yayımladığı açıklamada, ‘hukukun üstünlüğünün sağlanması, silahların devletin elinde sınırlandırılması ve askeri çalışmaya duyulan ulusal ihtiyacın ortadan kalkmasının ardından siyasi faaliyete geçilmesi’ yönündeki tavsiyesine olumlu yanıt verdikleri için ‘kardeş fraksiyon liderlerine’ teşekkür etti.

Washington'ın ciddiyeti

İslamcı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Nizar Haydar, fraksiyon liderlerinin silahların devletin elinde sınırlandırılmasına yönelik çağrılarının, ‘Şii güçler ve tüm fraksiyonların, fraksiyonları içeren yeni bir hükümetle anlaşmayı reddeden Amerikan tutumunun ciddiyetini hissetmeye başlamasından’ kaynaklandığına inanıyor.

Haydar, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Fraksiyonlar, ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’a gelmesinden önce Washington’a iyi niyetlerini kanıtlamak için şu sıralar zamanla yarışıyor” ifadesini kullandı.

Haydar, silahlı fraksiyonları iki gruba ayırıyor. İlk grup, siyasi ve seçim sürecine çeşitli aşamalarda dahil olan, son olarak da son parlamento seçimlerine katılan ve geçmiş hükümetlerde bir ya da daha fazla bakanla temsil edilen fraksiyonlardan oluşuyor. Bu gruplar, devlet otoritesi dışında silahlı bir güç olmaktan çıkarak, güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlarının bir parçası haline gelmeyi hedefliyor.

Haydar’a göre bu ilk grup, ‘uluslararası ve bölgesel toplum nezdinde, özellikle de ABD’de kabul görmek amacıyla bugün silahların devlet elinde sınırlandırılmasını savunan kesim’ olarak öne çıkıyor.

İkinci grup ise son parlamento seçimlerine katılmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ siyasi sürecin içinde görmeyen, ‘direniş’ söylemini kullanmaya devam eden ve devlete tam entegrasyonunu ilan etmeden önce mümkün olan en büyük siyasi, mali ve güvenlik kazanımlarını elde etmeye çalışan fraksiyonlardan oluşuyor.

Aşamalı taktik

Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan eş-Şemmeri de ABD’nin fraksiyonlar üzerindeki baskısının önem ve etkisi konusunda aynı görüşü paylaşıyor ve bu baskının, söz konusu grupları devlet çerçevesi dışında silah taşımaktan vazgeçtiklerini açıklamaya zorladığını belirtiyor.

Şemmeri, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Silahsızlanma çağrıları; ABD’nin silahların dağıtılması ve devlet ile silahlı kuvvetler başkomutanının denetimi altında toplanması yönündeki şartlarıyla ve Savaya’nın Irak’a gelişinin yaklaşmasıyla eşzamanlı olması bakımından ele alınmalı” dedi.

Bu çağrıların aynı zamanda yeni hükümetin kurulmasına yönelik müzakerelerin zamanlamasıyla da bağlantılı olduğunu ifade eden Şemmeri, “Bu gruplar, ABD’nin bu yöndeki itirazlarının boyutunu bilerek yeni hükümete dahil olmayı hedefliyor” değerlendirmesinde bulundu.

defrt
Ketaib Hizbullah üyeleri, Eylül 2024'te Bağdat'ta düzenlenen bir geçit töreninde (Reuters)

Şemmeri, söz konusu çıkışların, ‘ABD’nin bu tür çağrılara vereceği tepkiyi ölçmeyi amaçlayan geçici ve taktiksel bir bağlamda’ gündeme gelmiş olabileceğini, aynı zamanda bu fraksiyonların Washington ile doğrudan müzakerelere girmesi için bir kapı aralayabileceğini de dile getirdi.

Iraklı fraksiyonların çağrılarının, Hizbullah’ın söyleminden bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Şemmeri, bu tutumun Hizbullah’ın silahsızlanmaya ilişkin şartlarıyla örtüştüğünü belirterek, “Amaç, silahsızlanma sürecinin ABD ve dış baskıların sonucu değil, yerel ve iç düzenlemelerin bir parçası gibi görünmesini sağlamak” dedi.