1967 Arap Zirvesi İsrail’in Ortadoğu’daki varlığının yolunu mı açtı? (2)

İngiliz belgeleri, Hartum Konferansı’nın Arapların diplomatik kanallar yoluyla siyasi çözüm aramaya hazır olduğunu doğrulayan dönüşümlere tanık olduğunu ortaya koydu.

1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)
1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)
TT

1967 Arap Zirvesi İsrail’in Ortadoğu’daki varlığının yolunu mı açtı? (2)

1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)
1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)

Altı Gün Savaşı olarak bilinen İsrail-Arap savaşı sonrasındaki ‘1967 Hartum Arap Zirvesi’nde Söylenmeyenler’in ikinci bölümünde İngiliz belgeleri, genel siyasi iklimdeki değişimlere tanık olan zirveye ilişkin ayrıntılara yer veriyor. Zirvenin, ‘saldırganlığın etkilerinin ortadan kaldırılması ve 5 Haziran’dan sonra İsrail kuvvetlerinin işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesinin sağlanması’ için yürütülen Arap çabalarını uluslararası düzeyde ortak siyasi ve diplomatik eylemde birleştirmeye yönelik bir anlaşmayla nasıl sonuçlandığını ortaya koyuyor.

Arap kralları ve liderleri tarafından dile getirilen üç hayıra (uzlaşıya hayır, İsrail’i tanımaya hayır, İsrail ile müzakereye hayır) rağmen Hartum Konferansı, İngiliz belgelerinin belirttiğine göre en azından Ortadoğu’da bir arada yaşama olasılığına giden yolu açtı. Ancak bir arada yaşam, ‘Araplardan, savaşın ardından İsrail tarafından işgal edilen topraklardan vazgeçmelerinin istenmemesi’ veya ‘gelecekteki barış anlaşmalarının müzakere edilmesi’ şartına bağlandı.

Ev sahibi Sudan ise savaştan sonra devrimci söylemi benimseyenlerden biri olması nedeniyle bu belgelerden büyük yarar sağladı. Ancak zirvenin sonuçlarından biri de Hartum’un ılımlıların saflarına katılması oldu. Bu durum, ılımlı Araplar ve onların liderleri Kral Faysal bin Abdülaziz için bir başarı olarak nitelendirildi.

Arapların, Londra’nın Arap topraklarına yönelik saldırganlığında İsrail’in yanında olduğuna inanması sonucunda İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesme girişiminde bulunan Arap ülkelerinin başında Sudan geliyordu.

Arap zirvelerinde Arap- Arap anlaşmazlıklarını çözme fırsatları var. Belgelerde özellikle Yemen meselesi de dahil olmak üzere Suudi Arabistan- Mısır ilişkileriyle ilgili olarak bu konuya da değiniliyor. Öyle ki Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır, Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz ile Sudan lideri Muhammed Ahmed el-Mahcub’un evinde bir araya gelirken, burada gerçek ve tam bir anlaşmaya varıldı.

Sudan’ın memnuniyeti

Hartum’daki İtalyan Büyükelçiliği’nin İngiliz Çıkarları Bölümü tarafından 8 Eylül 1967’de İngiliz Dışişleri ve Milletler Topluluğu Ofisi’ne gönderilen İngiliz diplomatik raporu, Sudan halkının, konferans faaliyetlerine katılan Arap liderler ve heyetlerinin yanı sıra Arap ve yabancı medya heyetlerini sıcak bir şekilde karşıladığını anlatıyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre raporda konuya dair şu ifadelere yer verildi:

“Sudanlılar, tüm devlet başkanlarını sıcak bir şekilde karşıladı. İngiltere’den gelen seçkin konuk gazetecilere eski dostlar gibi davranıldı. Konferansa verilen önem ve önemli İngiliz gazetelerinde Mahcub’a yönelik övgü, İngiltere- Sudan ilişkilerindeki sorunlu suları temizledi. Sudanlılar ayrıca, Kral Faysal’ı coşkulu değil kibar bir karşılamayla karşıladılar. Ancak kişiliği ve kararları onu ılımlıların tartışmasız lideri haline getirdi.”

Fotoğraf Altı: Sudan halkı, konferans faaliyetlerine katılan Arap liderlerini ve heyetlerini nezaket ve memnuniyetle karşıladı. (İngiliz arşivi)
Sudan halkı, konferans faaliyetlerine katılan Arap liderlerini ve heyetlerini nezaket ve memnuniyetle karşıladı. (İngiliz arşivi)

İngiliz raporunda, Mahcub hakkında şu ifadeler kullanıldı:

“Konferansın ana kararları üzerinde çok az etkisi olmuş olabilir, ancak konferansı düzenleme ve prosedürleri yönetmedeki başarısıyla büyük takdir topladı. Kral Hüseyin ve Abdusslam Arif ilgi odağı değildi. Diğer Arap liderler aslında yarışı Kral Faysal ve Başkan Cemal Abdülnasır’a bırakmaktan memnundu. Sudanlılar ev sahibi olarak çok iyi bir iş çıkardılar.”

Raporda zirve öncesi atmosfere de yer verildi:

“Büyük, coşkulu kalabalıklar sokaklarda toplandı. Ancak Afro-Asya Halkları Dayanışma Örgütü’nün ABD Büyükelçiliği binasının dışındaki polis kordonunu aşarak, ‘Kahrolsun ABD’ sloganıyla düzenlenen gösterisi ve Mısır Büyükelçiliği dışında Abdülnasır-Faysal anlaşmasını protesto eden Yemenliler tarafından gerçekleştirilen bir başka gösteri hariç herhangi bir rahatsızlık verici olay yaşanmadı. Batı karşıtı belirgin bir duygu yoktu. Arap Zirvesi Konferansı, Hartum’da şiddetli yağışların yaşandığı zamana denk geldi. Ağustos ayındaki yağmurlar beklenmedik ve istisnai nitelikteydi. Olağanüstü yağmurlar, Hartum’a benzin, uçak yakıtı ve yiyecek tedarikini neredeyse kesti. Ancak konferans düzenlemeleri bu kıtlıktan ve nüfusun geri kalanına yönelik malzeme fazlalığından etkilenmedi.”

Tüm bu koşullara rağmen konferans, zirvenin benimsediği uzlaşma gündeminin yanı sıra Sudan hükümetinin o dönemde gösterdiği çabalar sayesinde Arap partilerinin görüşlerini birbirine yakınlaştırmayı başararak gerçekleşti. Öyle ki her iki konferansta da tartışmalar, Arapların o dönemde karşılaştıkları acil sorunlara çözüm bulmanın ve tartışmalı konularda karar vermenin gerekliliği etrafında dönüyordu. Bu durum, konferans katılımcılarının hedeflerine ulaşmalarını ve kararlı öneriler ve kararlar almalarını sağladı.

Devrimci söylemlerden uzak duruldu

İngiliz belgesi, Sudan meselelerine ilişkin olarak o dönemde Sudanlı siyasetçilerin devrimci söylemlerini yumuşatmaya ve ılımlı Arap çizgisine yaklaşmaya başladıklarını doğruluyor. Bu durum, ılımlı Araplar ve onların liderleri Kral Faysal tarafından bir başarı olarak değerlendirildi. Raporda şunlar aktarıldı:

“Savaşın başlangıcından bu yana Sudan’daki siyasi liderler devrimci söylemi benimsemiş ve Sudan’ı devrimci ülkelerden biri olarak tanımlamışlardır. Dolayısıyla özellikle de Sudan’ın bizimle (İngiltere) ilişkilerini kesen ve döviz rezervlerini Londra’dan uzaklaştırma konusunda şu an takip edilemeyecek şekilde inisiyatif alan ülkelerin başında yer aldığı göz önüne alındığında o gün ılımlıların kazanması pek çok kişi için şaşırtıcı ve tatmin edici değildi. Belki de hakim olan duygu, Sudan’ın inisiyatif alabileceği ve büyük bir uluslararası etkinliğe başkanlık edebildiği için duyulan gururdur.”

Fotoğraf Altı: Araplar, Hartum zirvesinde kısasa kısas misilleme politikasından çekildiler. (İngiliz arşivleri)
Araplar, Hartum zirvesinde kısasa kısas misilleme politikasından çekildiler. (İngiliz arşivleri)

Raporda, çözüm çabalarına ilişkin de ayrıntılara yer verildi:

“Sudanlılar sık ​​sık bizimle Araplar arasındaki anlaşmazlıklardan birinin, Arapların hala kısasa kısas doktrinine inanmaları olduğunu söylüyor. Dolayısıyla ilk tepki, İsraillilerden erken intikam almak için her türlü fırsattan mahrum kalan Arapların, İsrail’e yardım ettiği iddia edilen Batılı ülkelere karşı nefretlerini açığa vurma dürtüsüne direnmiş olmalarının verdiği rahatlamadır. Araplar artık diplomatik kanallardan siyasi çözüm aramaya istekli görünüyor. Doğrudan müzakere yoluyla herhangi bir çözüm söz konusu olamazken, ancak yeni konumlarının mantığı onları Doğu’nun yanı sıra Batılı ülkelerden de destek aramaya zorlayacak. Abdülnasır’ın konferans sırasında bunu söylediğini duydum.”

İngiliz-Arap ilişkilerinin geleceği

Raporda, İngiliz- Arap ilişkileri hakkında ise şu ifadelere yer verildi:

“Sudanlılar ve Araplar, bizim (İngiltere’nin) önümüzdeki Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul toplantılarında aldığımız tutumu her yerde çok dikkatli bir şekilde takip edecekler. Sudanlılar ve diğer Araplarla ilişkilerde hızlı bir gelişme yaşandı. Konferansın İsrail ile ilişkiler konusundaki tavizsiz kararına rağmen Araplar, pratik bir politika olarak dışlamadan uzaklaşıyor ve yavaş yavaş bir arada yaşama fikrine doğru ilerliyorlar. Topraklarından taviz vermeleri, doğrudan anlaşma yapmaları ya da herhangi bir kalıcı barış anlaşması müzakere etmeleri istenmediği sürece, Hartum Konferansı en azından Ortadoğu’da bir arada yaşama olanağına giden yolu açmıştır.”

Raporda Sudan’a ilişkin de değerlendirmelerde bulunuldu:

“Mevcut Sudan hükümeti muhtemelen Batı karşıtı bir politikaya aniden rota değiştiremeyecek kadar derinden bağlı. Kabinenin şeytani dehası Şerif Hüseyin el-Hindi, hükümetin ABD, İngiltere ve Batı Almanya ile ilişkileri yeniden başlatma niyetinde olmadığını doğrulayan bir açıklama yaptı. Ancak siyasi iklimde bir değişime dair açık işaretler var.”

Fotoğraf Altı: İngiliz raporu, Sudanlı lider Şerif Hüseyin el-Hindi’yi şeytani bir dahi olarak tanımlıyor. (İngiliz arşivleri)
İngiliz raporu, Sudanlı lider Şerif Hüseyin el-Hindi’yi şeytani bir dahi olarak tanımlıyor. (İngiliz arşivleri)

İngiliz raporuna eklenen ve ‘29 Ağustos- 1 Eylül 1967 tarihleri ​​arasında Hartum’da düzenlenen Arap Kralları ve Devlet Başkanları Konferansı’nın sonuç bildirisinde yer alan en önemli noktaların İngilizce tercümesi olan’ belgede şu bilgilere yer aldı:

“Konferans, saf bir koordinasyon ve uzlaşma atmosferinde Arap dayanışmasını ve birleşik ortak Arap eylemini doğruladı. Majesteleri, Ekselansları Krallar, Devlet Başkanları ve temsilcileri, Kasablanka’daki Üçüncü Arap Zirvesi Konferansı tarafından yayınlanan Arap Dayanışma Şartı’na bağlılıklarını yenilediler. İşgal altındaki tüm Arap topraklarının iadesinin tüm Arap ülkelerinin ortak sorumluluğu olduğu temelinde, saldırganlığın tüm izlerini ortadan kaldırmak için ortak çabalara da ihtiyaç var.”

Arap devletlerinin kralları ve başkanları, saldırganlığın etkilerini ortadan kaldırmak ve ‘İsrail’i tanımaya hayır, uzlaşıya hazır, onunla müzakereye hayır’ ilkesini ve Filistin halkının kendi topraklarındaki haklarına bağlılığı içeren temel Arap kararlılığı ve kanaati çerçevesinde, İsrail işgal güçlerinin 5 Haziran’dan sonra işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesini sağlamak için uluslararası düzeyde ortak siyasi ve diplomatik eylem çabalarını birleştirme konusunda anlaştılar.

Fotoğraf Altı: 1967 yılında Hartum’da düzenlenen Arap Zirvesi Konferansı’nın sonuç bildirisinde birçok dikkat çekici nokta var. (İngiliz arşivi)
 1967 yılında Hartum’da düzenlenen Arap Zirvesi Konferansı’nın sonuç bildirisinde birçok dikkat çekici nokta var. (İngiliz arşivi)

Maliye, Ekonomi ve Petrol Bakanları da çatışmada petrolün silah olarak kullanılması olasılığını önerdi. Ancak zirve konferansı, dikkatli bir çalışmanın ardından, petrol ihracatının Arap hedeflerine hizmet edecek olumlu bir silah olarak kullanılabileceğine ve saldırıdan doğrudan etkilenen ve küresel kaynaklarını kaybeden ülkelere yardım etmeye katkıda bulunabileceğine karar verdi. Petrol üreten ülkeler, bu ülkelerin her türlü ekonomik baskıya dayanabilmelerini sağlamak için halihazırda bu ülkelere yardım etmeye katkıda bulunmuşlardır.

Konferans, Bağdat’ta düzenlenen Arap Maliye, Ekonomi ve Petrol Bakanları Konferansı’nın tavsiyeleri doğrultusunda, Kuveyt’in ekonomik ve sosyal kalkınma için bir Arap bankası kurma yönünde sunduğu planı onayladı. Ayrıca askeri hazırlığın artırılması, durumun tüm sonuçlarıyla yüzleşmek ve Arap ülkelerindeki yabancı üslerin tasfiyesinin hızlandırılması için gerekli tüm adımların atılması gerektiğine de karar verdi.

Mahcub’un evinde

İngiliz diplomatik raporu, Mısır-Suudi Arabistan ilişkileriyle ilgili olarak ise Kral Faysal bin Abdülaziz ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın Sudan’ın başkenti Hartum’a eş zamanlı gelişine dikkat çekti. Raporda, “Aralarındaki en önemli ihtilaflı konu olan Yemen meselesini görüşmek üzere ikametgahlarına varır varmaz bir araya geldiler” denildi.

Rapor, Mısır Devlet Başkanı ile Suudi Kralı’nı Sudan lideri Muhammed Ahmed el-Mahcub’un evinde bir araya geldiği ve üç saatlik görüşmenin ardından iki taraf arasında gerçek ve tam bir anlaşmaya varılmasıyla sonuçlanan toplantı gerçekleştiği kaydedildi Bunun üzerine Hartum’daki Mısır büyükelçiliği çevresinde Yemenlilerin anlaşmayı protesto etmek amacıyla düzenlediği gösteriye tanık olundu.

Eşkol, Arapları kışkırtıyor

Hartum’daki Arap Zirvesi Konferansı’nın sonuçlanmasından, İsrail Başbakanı Levi Eşkol’un ‘hükümetinin işgal altındaki Arap topraklarına bağlılığını ve İsrail’in Arap ılımlılık çizgisini reddettiğini ilan ettiği provokatif bir hareketle’ sunum yapmasına kadar yalnızca birkaç gün geçmişti.

Fotoğraf Altı: İsrail Başbakanı Levi Eşkol, Arap Zirvesi Konferansı’nın kararlarına karşı çıktı. (İngiliz arşivleri)
İsrail Başbakanı Levi Eşkol, Arap Zirvesi Konferansı’nın kararlarına karşı çıktı. (İngiliz arşivleri)

Fas’ın başkenti Rabat’taki İngiltere Büyükelçiliği tarafından yayınlanan telgrafta, İsrail Başbakanı’nın, Çalışma Bakanı ve çok sayıda üst düzey yetkiliyle birlikte 6 Eylül’de helikopterle Sina Yarımadası’nı gezdiği belirtildi.

Eşkol, Kuneytire’de, Hartum Konferans’nın sorumsuzca ama kesin bir şekilde İsrail ile barış olmayacağına karar vermesinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Ayrıca ona göre, şu an üzerinde mutabakata varılan bir çözüme varılamadığı için sınır çizgisi oluşturmanın tek yolu doğal sınırlara uymaktı. Bunun yanı sıra Süveyş Kanalı’ndan daha doğal bir sınır yoktu.

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Independent Arabia’dan çevrildi.



Mısır Dışişleri Bakanı: İsrail, ‘Gazze Anlaşması’nın aksamasından sorumlu, uygulanması için Trump’a güveniyoruz

Mısır Dışişleri Bakanı: İsrail, ‘Gazze Anlaşması’nın aksamasından sorumlu, uygulanması için Trump’a güveniyoruz
TT

Mısır Dışişleri Bakanı: İsrail, ‘Gazze Anlaşması’nın aksamasından sorumlu, uygulanması için Trump’a güveniyoruz

Mısır Dışişleri Bakanı: İsrail, ‘Gazze Anlaşması’nın aksamasından sorumlu, uygulanması için Trump’a güveniyoruz

Mısır Dışişleri Bakanlığı'nın Mısır diplomasisinde stratejik denge ilkesine ilişkin "Beyaz Kitap" yayınladığını duyurmasından saatler sonra, Şarku’l Avsat gazetesi, Dışişleri Bakanı Dr. Bedir Abdülati ile Başkent'in Yeni İdari Başkent'teki ofisinde bir röportaj gerçekleştirdi. Görüşmede Kahire’nin arabuluculuk, ortaklık, diyalog ve diplomatik temas yürüttüğü birçok dosya ele alındı.

Abdülati, Mısır–Suudi Arabistan ilişkilerinin “ayrıcalıklı” olduğunu belirterek, Veliaht Prens Muhammed bin Selman ile Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi’nin katılımıyla düzenlenecek ilk “Mısır–Suudi Arabistan Yüksek Koordinasyon Konseyi” toplantısına hazırlık yapıldığını açıkladı. Bakan, Mısır ve Riyad arasında Gazze ile Kızıldeniz güvenliği de dahil olmak üzere birçok bölgesel dosyada koordinasyon bulunduğunu ifade etti.

Gazze anlaşmasının ikinci aşamaya geçişinin gecikmesinden İsrail’i sorumlu tutan Bakan Abdülati, “ABD ile temaslarımız sürüyor. Başta Barış Konseyi ve İstikrar Gücü olmak üzere geçiş dönemine ilişkin Mısır vizyonunu Amerikalı muhataplarımıza aktarıyoruz” dedi. İstikrar gücünün barışı zorla dayatan değil, barışı koruyan bir yapı olması gerektiğini vurgulayan Abdülati, Gazze’de silahların tamamen kaldırılması yerine kontrol ve teslim modelinin konuşulduğunu söyledi.

Sudan konusunda ülkesine yöneltilen sahadaki rol suçlamalarını reddeden Abdülati, “Mısır, devlet ve kurumlarını destekliyor; bunun herhangi bir milis ya da devlete bağlı olmayan yapı ile kıyaslanması mümkün değil” ifadelerini kullandı.

Türkiye ile ilişkilerin geliştiğini belirten Bakan, ortaklık kurmanın dosyaların tamamında yüzde yüz mutabakat gerektirmediğini belirtti. Kızıldeniz’in yalnızca kıyıdaş ülkelerin egemenliğinde olduğunu yineleyen Abdülati, Etiyopya ile yürütülen Hedasi Barajı (Rönesans Barajı) müzakerelerinin “çıkmaza girdiğini” belirterek, Mısır’ın su güvenliğini korumakta kararlı olduğunu söyledi.

Bakan, ABD–Mısır temaslarının Gazze, Sudan ve Hedasi Barajı dosyalarında olumlu seyrettiğini belirterek Washington ile diyalogun “olumlu ve yapıcı” olduğunu kaydetti.

Şarku’l Avsat’ın Bakan Abdülati ile gerçekleştiridiği röportajın tam metni

*Gazze dosyasıyla başlayalım. “Trump Planı” yürürlükteyken neden anlaşmanın ikinci aşamasına geçilemiyor?

-Bu durum, İsrail’in Trump Planı’na uyum göstermesine bağlı. Planın ilk aşaması tamamen uygulandı; yalnızca enkaz altındaki tek bir cenaze hariç. Biz, Başkan Trump’ın liderliği ve ABD’nin rolüyle ikinci aşamaya geçişin sağlanmasını bekliyoruz. İsrail’in günlük ihlallerine rağmen ateşkesin korunması ve İsrail güçlerinin Gazze’den çekilmesi dâhil tüm ikinci aşama maddeleri uygulanmalıdır. BM Güvenlik Konseyi’nin 2803 sayılı kararında yer alan geçiş yapıları—Barış Konseyi, uluslararası İstikrar Gücü ve Filistin idari komitesi—hayata geçirilmelidir. Mısır hazırdır, sürecin başlaması yönünde baskı sürmelidir.

*Geçiş yapılarından söz etmişken, “Barış Konseyi”nin kurulmasına dair son gelişmeler nelerdir?

-ABD ile sürekli temas halindeyiz. Washington, planın sahadaki uygulamasında merkezî role sahip. Mısır, New York’ta Başkan Trump ile görüşen sekiz ülkeden biridir; Arap–İslam vizyonunu aktarıyoruz. Barış Konseyi son derece önemlidir; Gazze’nin kalkınması, yeniden inşası ve fonların toplanması ve harcamaların denetlenmesinden sorumlu olmalıdır. Dünya Bankası üzerinden kurulacak olası bir fon da Barış Konseyi denetiminde olmalıdır.

*İstikrar Gücü konusunda ABD ile nasıl bir çalışma yürütülüyor? Bu güç askeri dayatma mı, barış mı koruyacak?

- Gücün niteliği kesinlikle barış koruma temelli olmalıdır, barışı dayatma değil. Görevi ateşkesin gözetimi ve sınır geçişlerinde teknik destek olacaktır. İç güvenliği sağlamak Filistin polisinin görevidir. Ayrıca Gazze’nin yönetimi için teknokrat bir idari komite kurulmalıdır. Mısır olarak 15 isim sunduk; Filistinli gruplar arasında bu isimlerde geniş mutabakat var.

* Mısır veya Arap ülkeleri bu uluslararası güce asker verir mi?

-Mısır sürece destek verecektir. Lojistik ve teknik katkı sağlama, komuta–kontrol mekanizmalarında rol alma gibi seçenekler masadadır. Ayrıca Şarm eş-Şeyh anlaşmasının uygulanmasını izleyen Kiryat Gat’taki sivil–askeri komitede yer alıyoruz.

* Hamas’ın silahsızlandırılması tartışılıyor. Bu mümkün mü?

-Trump Planı silahların tamamen kaldırılmasını değil, toplanarak teslim edilmesini öngörüyor. Bu konu Filistinli fraksiyonların kendi aralarında uzlaşmasıyla aşamalı olarak şekillenebilir.

*Gazze’nin yeniden inşası için Mısır nasıl bir rol üstleniyor? Yakın bir tarihte uluslararası bağış konferansı olur mu?

-ABD ile siyasi temaslarımız yoğun. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Jared Kushner ile görüştüm. Konferansa ilişkin mekân ve zaman tartışılıyor ancak henüz resmi tarih yok.

*Suudi Arabistan’la ilişkileri nasıl tanımlıyorsunuz?

-Mısır–Suudi Arabistan ilişkileri son derece güçlü ve kalıcıdır. İki ülke Arap ve İslam dünyasının iki kanadıdır. Ekonomi, enerji, ticaret ve konsolosluk alanlarında tam koordinasyon içindeyiz. İlk Yüksek Koordinasyon Konseyi toplantısı için tarih belirleme sürecindeyiz; hedef ilk çeyrektir.

*Sudan’da çatışmalar sürüyor. Mısır’ın çabası ne aşamada?

- Sudan bizim stratejik derinliğimizdir. Günlük iletişim yürütüyoruz. Hedef; Sudan’ın birliği, egemenliği ve ulusal kurumlarının korunmasıdır. Uluslararası Dörtlü (ABD–Suudi Arabistan–BAE–Mısır) ile sürekli temas hâlindeyiz. BM ile insani yardım ve güvenli koridor konularında çalışıyoruz.

*Sıkça Mısır’ın Sudan’da askeri taraf tuttuğu iddiaları ortaya atılıyor. Bu doğru mu?

-Kesinlikle yanlış. Sahada taraf değiliz. Çözüm siyasi ve diplomatik olmak zorunda. Askerî çözüm yoktur.

*Libya dosyasında Mısır’ın yaklaşımı nedir?

-Libya’daki bölünmeyi kabul etmiyoruz. Kurumların birleştirilmesi ve eş zamanlı başkanlık–parlamento seçimleri öncelik. Türkiye ile 2019 deniz mutabakatını tanımıyoruz; bunu BM’ye bildirdik. Deniz sınırı meselesi, Libya ile ikili bir konudur.

* Türkiye ile ilişkilerde ilerleme var. Tüm konularda tam uyum var mı?

-Türkiye ile ilişkiler çok iyi ilerliyor. Ancak ortaklık demek, tüm dosyalarda yüzde yüz mutabakat demek değildir. Biz, uzlaşı alanlarını genişletiyor ve farklılıkları yönetilebilir düzeyde tutuyoruz.

*Somali’deki Mısır rolü, Etiyopya’ya baskı amacı mı taşıyor?

-Bu iddialar gerçek dışı. Somali ile tarihsel bağlara sahibiz. Barış misyonunda yer almamız Somali hükümetinin talebidir ve amacı terörle mücadele ile devlet kapasitesi kazandırmaktır.

*Kızıldeniz güvenliği konusunda Mısır’ın pozisyonu nedir?

-Kızıldeniz ve Aden Körfezi yalnızca kıyıdaş ülkeleri ilgilendirir. Hiçbir yabancı ülkeye askeri erişim izni verilmeyecek. Bu konuda Suudi Arabistan ve diğer kıyıdaş devletlerle tam uyum içindeyiz.

*Hedasi Barajı (Rönesans Barajı) müzakerelerinde son durum nedir?

-Müzakereler tamamen çıkmaza girmiştir. 13 yıl boyunca iyi niyet göstermeyen Etiyopya nedeniyle süreç bitmiştir. Mısır’ın su güvenliğine zarar gelirse meşru müdafaa hakkımız saklıdır.

*ABD’nin bu dosyada arabulucu olması mümkün mü?

- ABD dahil uluslararası taraflarla temas vardır; ancak Etiyopya’nın Nil’in uluslararası hukuk kapsamındaki statüsünü kabul etmeden ilerleme olmaz.

*Suriye’deki gelişmeleri nasıl okuyorsunuz?

-Bizim için temel mesele Suriye’nin birliği, güvenliği ve egemenliğidir. İsrail’in Suriye’ye yönelik ihlallerini tamamen reddediyoruz. Şam yönetiminin toplumun tüm kesimleriyle kapsayıcı iletişim kurması gerektiğini düşünüyoruz. Terör ve yabancı savaşçı dosyaları da çözülmelidir.

*Lübnan konusunda Mısır ne yapıyor?

- ABD, İran ve İsrail ile yoğun temas yürüttük. Amacımız, Lübnan’ı bölgesel çatışmadan uzak tutmak. Lübnan ordusunun güneyde elde ettiği başarıları önemsiyoruz ve desteğimiz sürecek.


Ahmed eş-Şara, Libya ve Irak'ın başarısızlıklarından neler öğrendi?

Fotoğraf: AFP/Majalla
Fotoğraf: AFP/Majalla
TT

Ahmed eş-Şara, Libya ve Irak'ın başarısızlıklarından neler öğrendi?

Fotoğraf: AFP/Majalla
Fotoğraf: AFP/Majalla

Kemal Allam

Esed'in devrilişinden bu yana tam bir yıl geçti ve felaket tellallarının öngördüğü veya “ya Esed ya da hiç kimse” sloganın söylediği gibi Suriye'nin etnik ve dini temelli parçalanacağı başta olmak üzere, Maşrık’taki (Levant) siyasi söylemi hakim olan birçok klişe gerçekleşmedi.

Ben de yıkım ve karanlık öngören kötümserlerden biriydim ve olayların bizi yanılttığını görmekten memnuniyet duyuyorum. Açıkça söylemek gerekirse, nihai bir yargı için henüz çok erken, ancak Başkan Ahmed eş-Şara liderliğindeki hükümetin başarıları beklentileri aştı ve Pekin'den Washington'a kadar herkesi şaşırttı. Sahil bölgesindeki ve Dürzilere yönelik katliamlarla ilgili tartışmalar devam ederken, Şara'nın çıkardığı en açık ders, Saddam sonrası Irak ve Kaddafi sonrası Libya'dan edindiği deneyimler gibi görünüyor. Kurumlarından yoksun bırakılmış, 14 yıl süren kanlı iç savaşla yıpranmış ülkede, sorunsuz bir iktidar geçişi sağladı. Eski Baasçı Suriye devletinin katılığından, keza Saddam ile Kaddafi rejimlerinin düşüşünden sonra hakim olan yaklaşımdan uzak durarak, dış politikada önemli ölçüde açılımı ve esnekliği benimsedi.

Irak'tan alınan dersler

Birçok kişi, Irak'taki Baas'tan arınma ve kökünü kurutma sürecinin, sadece Amerikan ve İngiliz güçlerine karşı değil, aynı zamanda Saddam sonrası Irak'a hakim olan İran etkili Şii yönetim modeline karşı da silah taşımaya hazır milyonlarca işsiz erkek ürettiğinden bahseder. Paul Bremer yönetimindeki Amerikan yönetimi, ordu ve polisi silahsızlandırmanın yanı sıra, Baas devletinin otoriter doğasında veya baskısında hiçbir rolü olmayan yüz binlerce eğitimli Iraklıyı da (doktorlar, avukatlar ve memurlar) görevlerinden uzaklaştırdı. Bu faktör, Şara liderliğindeki mevcut yönetimi diğerlerinden ayıran husustur. Peki, Şara'nın Irak deneyiminden öğrendiği en büyük ders nedir?

Şara, Suriye Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı'nın en yetkin diplomatlarının birçoğunu görevlerine iade etti. Ayrıca ilk geçiş müzakerelerini yönetirken, aylarca Esed döneminden kalma ve onun döneminde atanmış büyükelçileri görevde tuttu. Suudi Arabistan'da veya Birleşmiş Milletler'de hassas pozisyonlarda bulunanları görevden almadı. Sonunda büyükelçileri değiştirdiğinde de süreç sorunsuz bir şekilde ilerledi ve yetkiler düzenli olarak devredildi. Ortadoğu'da, özellikle yıkıcı bir iç savaştan sonra, genel imaj büyük önem taşır. Herkes, Esed döneminin son başbakanı Muhammed Gazi el-Celali'nin yetkilerini nasıl sessizce devrettiğini hatırlıyor. Ne zorla götürüldü ne de tutuklandı; sadece ofisinden ayrılması ve yeni geçiş organına önemli belgelerin yerini göstermesi istendi. Suriye'nin büyük şehirlerinde trafiği düzenlemekten sorumlu polislere ve diğer sivil kurumların çalışanlarına da iç savaş sırasında suç işleyenler hariç, görevlerine geri dönmeleri talimatı verildi.

dfrgt
Bağdat'ın merkezindeki Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin devrilişi, 9 Nisan 2003 (Reuters)

Daha da çarpıcı olanı, yakın zamanda yayınlanan bir BBC belgeselinde bahsedildiği gibi, eski First Lady Esma Esed'e ait hayır kurumları hâlâ Sosyal İşler Bakanlığı tarafından atanan aynı yetkililer tarafından yönetiliyor. Şara’nın Suriye Merkez Bankası'nın yeni başkanı için ilk tercihi de Esed döneminde başkan yardımcılığı yapmış olan Meysa Sabrin oldu. Aynı şekilde Maliye Bakanlığı için de eski bakan Dr. Muhammed el-Hüseyin'den tavsiye istedi. 2011'de savaşın başlamasından önce yaklaşık on yıl boyunca maliye bakanlığı görevini yürüten Hüseyin, ardından şiddet eylemlerinin başlamasıyla Birleşik Arap Emirlikleri'ne taşınmıştı. Keza İçişleri Bakanlığı eski Baas rejimi döneminden kalan binlerce kişiyi hâlâ istihdam ediyor; ancak isimleri baskı, zorla kaybettirme ve ölüm politikalarıyla ilişkilendirilen üst düzey yetkililer görevden uzaklaştırıldı.

Şara, Fadi Sakr ve Muhammed Hamşo gibi Esed'e yakın isimleri tutuklamaması sebebiyle eleştirilere maruz kalmasına rağmen, kendisi yargısız infazlar ve intikam gibi aceleci tepkiler yerine, herkese gerçekliğe uyum sağlaması için zaman tanıyor

Libya'dan dersler

Libya şu anda ordu komutanı Halife Hafter ile Trablus'taki resmi olarak tanınmış hükümet arasındaki çekişmeye sahne oluyor. Benzer şekilde, Libya'nın orta ve güney kesimlerinde küçük etki alanları kuran eski Kaddafi yandaşlarının sayısı da artıyor. Libya'da mezhepçilik kaynaklı sorunlar olmamasına ve nüfusun neredeyse yüzde 100’ü Sünni olmasına rağmen, Berberi ve Arap halkları arasındaki gerilimlere ilave olarak, coğrafi hatlar boyunca kabile ve dil temelli bölünmeler giderek derinleşiyor.

fgt
Güvenlik güçleri, Libya'nın başkenti Trablus'taki Şehitler Meydanı'nda, Abdulhamid Dibeybe liderliğindeki Trablus merkezli Ulusal Birlik Hükümeti'ne destek miting sırasında görev yapıyor, 24 Mayıs 2025 (AFP)

Tüm bu faktörler, rejimin devrilmesinden birkaç hafta sonra bile uluslararası toplumun istikrarı sağlayamamasına yol açarken, çatışmalar aleni bir şekilde devam ediyor, bölgesel ve uluslararası çıkarlar Hafter ile diğer taraflar arasındaki çatışmada iç içe geçiyor. Libya'nın dağılmasına yol açan bir diğer önemli faktör ise öldürülen veya şiddetle uzaklaştırılan eski Kaddafi rejimi yetkililerinden ve aile üyelerinden intikam alma arzusuydu; öyle ki, Seyfülislam gibi Kaddafi'nin hayatta kalan oğulları bu sebeple geniş bir popülarite kazandı.

Daha az kötü olan

Suriye'de çok daha karmaşık mezhepsel ve etnik bölünmeyi miras alan Şara, hassas bir dengeyi korudu. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Şam'dan kuzeydoğudaki Kürtlere, güneydeki Dürzilere veya sahildeki Alevilere herhangi bir şey dikte etmekten kaçındı. Ülke, bu katliamlarla ilgili kamuya açık ve şeffaf soruşturmalara tanık oldu ve Alevilerle Dürzilerin öldürülmesinde doğrudan rollerine dair kanıt olmamasına rağmen, sorumlular cezalandırıldı. Hristiyanlar, hem Şara ile ittifak halindeki gruplar hem de dış güçler tarafından bir kart olarak kullanıldı. Ama Şara, tüm Hristiyan liderlerle düzenli toplantılar yaptı ve onlara destek konusunda açık güvenceler verdi. Güvence konusunda Esed'den daha ileri giderek, Hristiyanların azınlık değil, diğer tüm Suriyelilerle eşit olduğunu vurguladı

thy
Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke şehrinde, çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı Kamışlı kentinde bir Suriyeli kadın pazarda yürüyor, 29 Ekim 2019 (AFP)

Şara, en azından dini bağlamda “azınlıklar” terimini ortadan kaldırmaya çalıştı. İsrail'in Dürzi liderliğinin işlerine müdahalesine rağmen, Şara bu liderleri kınamayı reddetti. Şara en nihayetinde dünyanın onu izlediğinin farkında. Bu nedenle, Irak ve Libya'daki gibi kapsamlı bir katliamı önlemek için mevcut ivmeyi korumakla kendi savaş güçlerindeki aşırılıkçı unsurların arzuları arasında bir denge kuruyor.

Şara, Ulusal Savunma Kuvvetleri komutanı Fadi Sakr ve iş adamı Muhammed Hamşo gibi Esed'e yakın isimleri tutuklamaması sebebiyle eleştirilere maruz kalmasına rağmen, kendisi yargısız infazlar ve intikam gibi aceleci tepkiler yerine, herkese gerçekliğe uyum sağlaması için zaman tanıyor. Nitekim Irak’ta Saddam'ın adamlarının maruz kaldığı gibi eski rejimin adamlarına karşı bir insan avı başlatmadı. Bunun yerine, birçoğuyla görüştü ve Suriye'yi reform etmekte iş birliği yapmaları karşılığında onlara af teklif etti. Bu dengeyi korumak için vereceği mücadele ve daha radikal müttefikleri arasındaki intikam arzusunu nasıl bastıracağı, Suriye'nin geleceğini belirleyecektir.         

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Gazze Şeridi'nde dondurucu soğuk bir bebeğin hayatını kaybetmesine neden oldu... Yaşamını yitirenlerin sayısı 13'e yükseldi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus Mülteci Kampı’nda soğuktan hayatını kaybeden kızına veda eden Filistinli bir anne (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus Mülteci Kampı’nda soğuktan hayatını kaybeden kızına veda eden Filistinli bir anne (Reuters)
TT

Gazze Şeridi'nde dondurucu soğuk bir bebeğin hayatını kaybetmesine neden oldu... Yaşamını yitirenlerin sayısı 13'e yükseldi

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus Mülteci Kampı’nda soğuktan hayatını kaybeden kızına veda eden Filistinli bir anne (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus Mülteci Kampı’nda soğuktan hayatını kaybeden kızına veda eden Filistinli bir anne (Reuters)

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus bölgesinde aşırı soğuk nedeniyle bir aylık bebek hayatını kaybetti.

Filistin resmi haber ajansı WAFA sağlık kaynaklarına dayandırdığı haberinde, bir aylık bebek Said Abidin’in Han Yunus’ta aşırı soğuktan yaşamını yitirdiğini bildirdi.

Kaynaklar, Gazze’deki şiddetli soğuk ve olumsuz hava koşulları nedeniyle hastanelere getirilen ölü sayısının 13’e yükseldiğini belirtti.

Şarku’l Avsat’ın WAFA’dan aktardığına göre, bu rakamlar Gazze’deki insani durumun ciddiyetini ortaya koyuyor; özellikle çocuklar ve dayanaksız çadırlarda yaşayan mülteciler, soğuk havayla baş edemiyor. Bölge halkı, barınma, sağlık hizmeti ve ısınma imkanlarından yoksun; yakıt kıtlığı nedeniyle ısınma araçları kullanılamıyor. Şiddetli ve yağışlı soğuk hava dalgası bu durumu daha da ağırlaştırıyor.

Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü Sözcüsü Mahmud Basal dün yaptığı açıklamada, bölgede başlayan olumsuz hava koşullarından bu yana 17’den fazla konutun tamamen çöktüğünü duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Filistin Safa Haber Ajansı’ndan aktardığına göre Basal, hava koşullarına bağlı olumsuzluklar nedeniyle 4’ü çocuk olmak üzere 17 kişinin aşırı soğuktan hayatını kaybettiğini, diğer can kayıplarının ise bina çökmeleri sonucu meydana geldiğini belirtti.

Basal, 90’dan fazla konut binasında tehlikeli düzeyde kısmi çökmeler yaşandığını, bunun da binlerce kişinin hayatı için doğrudan tehdit oluşturduğunu söyledi. Basal ayrıca, Gazze Şeridi’ndeki barınma merkezlerinin yaklaşık yüzde 90’ının, sel suları ve yağmur nedeniyle tamamen sular altında kaldığını ifade etti.

Tüm bölgelerde vatandaşlara ait çadırların zarar gördüğünü ve sular altında kaldığını kaydeden Basal, bunun binlerce ailenin geçici barınaklarını kaybetmesine yol açtığını; giysi, yatak, döşek ve battaniyelerin zarar görerek halkın insani sıkıntılarını daha da artırdığını vurguladı.

Uluslararası topluma bir kez daha acil çağrıda bulunan Basal, vatandaşlara yardım ulaştırılması ve acil insani ihtiyaçların karşılanması için derhal harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. Çadırların yetersiz kaldığını belirten Basal, ilgili kurum ve uluslararası kuruluşlardan çadır gönderilmemesini talep ederek, derhal ve acil şekilde yeniden imar sürecinin başlatılması, insan onurunu koruyan ve hayatı güvence altına alan kalıcı ve güvenli konutların sağlanması çağrısında bulundu.

Birleşmiş Milletler (BM) ve yardım kuruluşları dün yaptıkları açıklamada, özellikle Gazze’deki insani yardım operasyonlarının İsrail engelleri kaldırmazsa çökme riskiyle karşı karşıya olduğu konusunda uyardı. BM ve 200’den fazla yerel ve uluslararası yardım kuruluşu, ortak açıklamalarında, onlarca uluslararası yardım örgütünün kayıtlarının 31 Aralık’a kadar iptal edilebileceğini ve bunun 60 gün içinde operasyonlarını kapatmak zorunda kalacakları anlamına geldiğini belirtti. Açıklamada, “Gazze’de uluslararası sivil toplum kuruluşlarının kayıtlarının iptal edilmesi, temel ve acil hizmetlerin sunumunu felç edecek” denildi. Ayrıca açıklamada, uluslararası sivil toplum kuruluşlarının çoğu saha hastanesini ve temel sağlık merkezlerini işlettiği veya desteklediği; acil barınma, su ve kanalizasyon hizmetleri sağlama, ciddi malnütrisyon (yetersiz beslenme) riski altındaki çocukların beslenmesini güvence altına alma ve mayınlarla mücadele gibi kritik faaliyetleri yürüttüğü ifade edildi.