1967 Arap Zirvesi İsrail’in Ortadoğu’daki varlığının yolunu mı açtı? (2)

İngiliz belgeleri, Hartum Konferansı’nın Arapların diplomatik kanallar yoluyla siyasi çözüm aramaya hazır olduğunu doğrulayan dönüşümlere tanık olduğunu ortaya koydu.

1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)
1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)
TT

1967 Arap Zirvesi İsrail’in Ortadoğu’daki varlığının yolunu mı açtı? (2)

1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)
1967’deki Hartum Zirvesi toplantısına katılan Arap ülkelerinin başkanları ve kralları. (AP)

Altı Gün Savaşı olarak bilinen İsrail-Arap savaşı sonrasındaki ‘1967 Hartum Arap Zirvesi’nde Söylenmeyenler’in ikinci bölümünde İngiliz belgeleri, genel siyasi iklimdeki değişimlere tanık olan zirveye ilişkin ayrıntılara yer veriyor. Zirvenin, ‘saldırganlığın etkilerinin ortadan kaldırılması ve 5 Haziran’dan sonra İsrail kuvvetlerinin işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesinin sağlanması’ için yürütülen Arap çabalarını uluslararası düzeyde ortak siyasi ve diplomatik eylemde birleştirmeye yönelik bir anlaşmayla nasıl sonuçlandığını ortaya koyuyor.

Arap kralları ve liderleri tarafından dile getirilen üç hayıra (uzlaşıya hayır, İsrail’i tanımaya hayır, İsrail ile müzakereye hayır) rağmen Hartum Konferansı, İngiliz belgelerinin belirttiğine göre en azından Ortadoğu’da bir arada yaşama olasılığına giden yolu açtı. Ancak bir arada yaşam, ‘Araplardan, savaşın ardından İsrail tarafından işgal edilen topraklardan vazgeçmelerinin istenmemesi’ veya ‘gelecekteki barış anlaşmalarının müzakere edilmesi’ şartına bağlandı.

Ev sahibi Sudan ise savaştan sonra devrimci söylemi benimseyenlerden biri olması nedeniyle bu belgelerden büyük yarar sağladı. Ancak zirvenin sonuçlarından biri de Hartum’un ılımlıların saflarına katılması oldu. Bu durum, ılımlı Araplar ve onların liderleri Kral Faysal bin Abdülaziz için bir başarı olarak nitelendirildi.

Arapların, Londra’nın Arap topraklarına yönelik saldırganlığında İsrail’in yanında olduğuna inanması sonucunda İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesme girişiminde bulunan Arap ülkelerinin başında Sudan geliyordu.

Arap zirvelerinde Arap- Arap anlaşmazlıklarını çözme fırsatları var. Belgelerde özellikle Yemen meselesi de dahil olmak üzere Suudi Arabistan- Mısır ilişkileriyle ilgili olarak bu konuya da değiniliyor. Öyle ki Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır, Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz ile Sudan lideri Muhammed Ahmed el-Mahcub’un evinde bir araya gelirken, burada gerçek ve tam bir anlaşmaya varıldı.

Sudan’ın memnuniyeti

Hartum’daki İtalyan Büyükelçiliği’nin İngiliz Çıkarları Bölümü tarafından 8 Eylül 1967’de İngiliz Dışişleri ve Milletler Topluluğu Ofisi’ne gönderilen İngiliz diplomatik raporu, Sudan halkının, konferans faaliyetlerine katılan Arap liderler ve heyetlerinin yanı sıra Arap ve yabancı medya heyetlerini sıcak bir şekilde karşıladığını anlatıyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre raporda konuya dair şu ifadelere yer verildi:

“Sudanlılar, tüm devlet başkanlarını sıcak bir şekilde karşıladı. İngiltere’den gelen seçkin konuk gazetecilere eski dostlar gibi davranıldı. Konferansa verilen önem ve önemli İngiliz gazetelerinde Mahcub’a yönelik övgü, İngiltere- Sudan ilişkilerindeki sorunlu suları temizledi. Sudanlılar ayrıca, Kral Faysal’ı coşkulu değil kibar bir karşılamayla karşıladılar. Ancak kişiliği ve kararları onu ılımlıların tartışmasız lideri haline getirdi.”

Fotoğraf Altı: Sudan halkı, konferans faaliyetlerine katılan Arap liderlerini ve heyetlerini nezaket ve memnuniyetle karşıladı. (İngiliz arşivi)
Sudan halkı, konferans faaliyetlerine katılan Arap liderlerini ve heyetlerini nezaket ve memnuniyetle karşıladı. (İngiliz arşivi)

İngiliz raporunda, Mahcub hakkında şu ifadeler kullanıldı:

“Konferansın ana kararları üzerinde çok az etkisi olmuş olabilir, ancak konferansı düzenleme ve prosedürleri yönetmedeki başarısıyla büyük takdir topladı. Kral Hüseyin ve Abdusslam Arif ilgi odağı değildi. Diğer Arap liderler aslında yarışı Kral Faysal ve Başkan Cemal Abdülnasır’a bırakmaktan memnundu. Sudanlılar ev sahibi olarak çok iyi bir iş çıkardılar.”

Raporda zirve öncesi atmosfere de yer verildi:

“Büyük, coşkulu kalabalıklar sokaklarda toplandı. Ancak Afro-Asya Halkları Dayanışma Örgütü’nün ABD Büyükelçiliği binasının dışındaki polis kordonunu aşarak, ‘Kahrolsun ABD’ sloganıyla düzenlenen gösterisi ve Mısır Büyükelçiliği dışında Abdülnasır-Faysal anlaşmasını protesto eden Yemenliler tarafından gerçekleştirilen bir başka gösteri hariç herhangi bir rahatsızlık verici olay yaşanmadı. Batı karşıtı belirgin bir duygu yoktu. Arap Zirvesi Konferansı, Hartum’da şiddetli yağışların yaşandığı zamana denk geldi. Ağustos ayındaki yağmurlar beklenmedik ve istisnai nitelikteydi. Olağanüstü yağmurlar, Hartum’a benzin, uçak yakıtı ve yiyecek tedarikini neredeyse kesti. Ancak konferans düzenlemeleri bu kıtlıktan ve nüfusun geri kalanına yönelik malzeme fazlalığından etkilenmedi.”

Tüm bu koşullara rağmen konferans, zirvenin benimsediği uzlaşma gündeminin yanı sıra Sudan hükümetinin o dönemde gösterdiği çabalar sayesinde Arap partilerinin görüşlerini birbirine yakınlaştırmayı başararak gerçekleşti. Öyle ki her iki konferansta da tartışmalar, Arapların o dönemde karşılaştıkları acil sorunlara çözüm bulmanın ve tartışmalı konularda karar vermenin gerekliliği etrafında dönüyordu. Bu durum, konferans katılımcılarının hedeflerine ulaşmalarını ve kararlı öneriler ve kararlar almalarını sağladı.

Devrimci söylemlerden uzak duruldu

İngiliz belgesi, Sudan meselelerine ilişkin olarak o dönemde Sudanlı siyasetçilerin devrimci söylemlerini yumuşatmaya ve ılımlı Arap çizgisine yaklaşmaya başladıklarını doğruluyor. Bu durum, ılımlı Araplar ve onların liderleri Kral Faysal tarafından bir başarı olarak değerlendirildi. Raporda şunlar aktarıldı:

“Savaşın başlangıcından bu yana Sudan’daki siyasi liderler devrimci söylemi benimsemiş ve Sudan’ı devrimci ülkelerden biri olarak tanımlamışlardır. Dolayısıyla özellikle de Sudan’ın bizimle (İngiltere) ilişkilerini kesen ve döviz rezervlerini Londra’dan uzaklaştırma konusunda şu an takip edilemeyecek şekilde inisiyatif alan ülkelerin başında yer aldığı göz önüne alındığında o gün ılımlıların kazanması pek çok kişi için şaşırtıcı ve tatmin edici değildi. Belki de hakim olan duygu, Sudan’ın inisiyatif alabileceği ve büyük bir uluslararası etkinliğe başkanlık edebildiği için duyulan gururdur.”

Fotoğraf Altı: Araplar, Hartum zirvesinde kısasa kısas misilleme politikasından çekildiler. (İngiliz arşivleri)
Araplar, Hartum zirvesinde kısasa kısas misilleme politikasından çekildiler. (İngiliz arşivleri)

Raporda, çözüm çabalarına ilişkin de ayrıntılara yer verildi:

“Sudanlılar sık ​​sık bizimle Araplar arasındaki anlaşmazlıklardan birinin, Arapların hala kısasa kısas doktrinine inanmaları olduğunu söylüyor. Dolayısıyla ilk tepki, İsraillilerden erken intikam almak için her türlü fırsattan mahrum kalan Arapların, İsrail’e yardım ettiği iddia edilen Batılı ülkelere karşı nefretlerini açığa vurma dürtüsüne direnmiş olmalarının verdiği rahatlamadır. Araplar artık diplomatik kanallardan siyasi çözüm aramaya istekli görünüyor. Doğrudan müzakere yoluyla herhangi bir çözüm söz konusu olamazken, ancak yeni konumlarının mantığı onları Doğu’nun yanı sıra Batılı ülkelerden de destek aramaya zorlayacak. Abdülnasır’ın konferans sırasında bunu söylediğini duydum.”

İngiliz-Arap ilişkilerinin geleceği

Raporda, İngiliz- Arap ilişkileri hakkında ise şu ifadelere yer verildi:

“Sudanlılar ve Araplar, bizim (İngiltere’nin) önümüzdeki Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul toplantılarında aldığımız tutumu her yerde çok dikkatli bir şekilde takip edecekler. Sudanlılar ve diğer Araplarla ilişkilerde hızlı bir gelişme yaşandı. Konferansın İsrail ile ilişkiler konusundaki tavizsiz kararına rağmen Araplar, pratik bir politika olarak dışlamadan uzaklaşıyor ve yavaş yavaş bir arada yaşama fikrine doğru ilerliyorlar. Topraklarından taviz vermeleri, doğrudan anlaşma yapmaları ya da herhangi bir kalıcı barış anlaşması müzakere etmeleri istenmediği sürece, Hartum Konferansı en azından Ortadoğu’da bir arada yaşama olanağına giden yolu açmıştır.”

Raporda Sudan’a ilişkin de değerlendirmelerde bulunuldu:

“Mevcut Sudan hükümeti muhtemelen Batı karşıtı bir politikaya aniden rota değiştiremeyecek kadar derinden bağlı. Kabinenin şeytani dehası Şerif Hüseyin el-Hindi, hükümetin ABD, İngiltere ve Batı Almanya ile ilişkileri yeniden başlatma niyetinde olmadığını doğrulayan bir açıklama yaptı. Ancak siyasi iklimde bir değişime dair açık işaretler var.”

Fotoğraf Altı: İngiliz raporu, Sudanlı lider Şerif Hüseyin el-Hindi’yi şeytani bir dahi olarak tanımlıyor. (İngiliz arşivleri)
İngiliz raporu, Sudanlı lider Şerif Hüseyin el-Hindi’yi şeytani bir dahi olarak tanımlıyor. (İngiliz arşivleri)

İngiliz raporuna eklenen ve ‘29 Ağustos- 1 Eylül 1967 tarihleri ​​arasında Hartum’da düzenlenen Arap Kralları ve Devlet Başkanları Konferansı’nın sonuç bildirisinde yer alan en önemli noktaların İngilizce tercümesi olan’ belgede şu bilgilere yer aldı:

“Konferans, saf bir koordinasyon ve uzlaşma atmosferinde Arap dayanışmasını ve birleşik ortak Arap eylemini doğruladı. Majesteleri, Ekselansları Krallar, Devlet Başkanları ve temsilcileri, Kasablanka’daki Üçüncü Arap Zirvesi Konferansı tarafından yayınlanan Arap Dayanışma Şartı’na bağlılıklarını yenilediler. İşgal altındaki tüm Arap topraklarının iadesinin tüm Arap ülkelerinin ortak sorumluluğu olduğu temelinde, saldırganlığın tüm izlerini ortadan kaldırmak için ortak çabalara da ihtiyaç var.”

Arap devletlerinin kralları ve başkanları, saldırganlığın etkilerini ortadan kaldırmak ve ‘İsrail’i tanımaya hayır, uzlaşıya hazır, onunla müzakereye hayır’ ilkesini ve Filistin halkının kendi topraklarındaki haklarına bağlılığı içeren temel Arap kararlılığı ve kanaati çerçevesinde, İsrail işgal güçlerinin 5 Haziran’dan sonra işgal altındaki Arap topraklarından çekilmesini sağlamak için uluslararası düzeyde ortak siyasi ve diplomatik eylem çabalarını birleştirme konusunda anlaştılar.

Fotoğraf Altı: 1967 yılında Hartum’da düzenlenen Arap Zirvesi Konferansı’nın sonuç bildirisinde birçok dikkat çekici nokta var. (İngiliz arşivi)
 1967 yılında Hartum’da düzenlenen Arap Zirvesi Konferansı’nın sonuç bildirisinde birçok dikkat çekici nokta var. (İngiliz arşivi)

Maliye, Ekonomi ve Petrol Bakanları da çatışmada petrolün silah olarak kullanılması olasılığını önerdi. Ancak zirve konferansı, dikkatli bir çalışmanın ardından, petrol ihracatının Arap hedeflerine hizmet edecek olumlu bir silah olarak kullanılabileceğine ve saldırıdan doğrudan etkilenen ve küresel kaynaklarını kaybeden ülkelere yardım etmeye katkıda bulunabileceğine karar verdi. Petrol üreten ülkeler, bu ülkelerin her türlü ekonomik baskıya dayanabilmelerini sağlamak için halihazırda bu ülkelere yardım etmeye katkıda bulunmuşlardır.

Konferans, Bağdat’ta düzenlenen Arap Maliye, Ekonomi ve Petrol Bakanları Konferansı’nın tavsiyeleri doğrultusunda, Kuveyt’in ekonomik ve sosyal kalkınma için bir Arap bankası kurma yönünde sunduğu planı onayladı. Ayrıca askeri hazırlığın artırılması, durumun tüm sonuçlarıyla yüzleşmek ve Arap ülkelerindeki yabancı üslerin tasfiyesinin hızlandırılması için gerekli tüm adımların atılması gerektiğine de karar verdi.

Mahcub’un evinde

İngiliz diplomatik raporu, Mısır-Suudi Arabistan ilişkileriyle ilgili olarak ise Kral Faysal bin Abdülaziz ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’ın Sudan’ın başkenti Hartum’a eş zamanlı gelişine dikkat çekti. Raporda, “Aralarındaki en önemli ihtilaflı konu olan Yemen meselesini görüşmek üzere ikametgahlarına varır varmaz bir araya geldiler” denildi.

Rapor, Mısır Devlet Başkanı ile Suudi Kralı’nı Sudan lideri Muhammed Ahmed el-Mahcub’un evinde bir araya geldiği ve üç saatlik görüşmenin ardından iki taraf arasında gerçek ve tam bir anlaşmaya varılmasıyla sonuçlanan toplantı gerçekleştiği kaydedildi Bunun üzerine Hartum’daki Mısır büyükelçiliği çevresinde Yemenlilerin anlaşmayı protesto etmek amacıyla düzenlediği gösteriye tanık olundu.

Eşkol, Arapları kışkırtıyor

Hartum’daki Arap Zirvesi Konferansı’nın sonuçlanmasından, İsrail Başbakanı Levi Eşkol’un ‘hükümetinin işgal altındaki Arap topraklarına bağlılığını ve İsrail’in Arap ılımlılık çizgisini reddettiğini ilan ettiği provokatif bir hareketle’ sunum yapmasına kadar yalnızca birkaç gün geçmişti.

Fotoğraf Altı: İsrail Başbakanı Levi Eşkol, Arap Zirvesi Konferansı’nın kararlarına karşı çıktı. (İngiliz arşivleri)
İsrail Başbakanı Levi Eşkol, Arap Zirvesi Konferansı’nın kararlarına karşı çıktı. (İngiliz arşivleri)

Fas’ın başkenti Rabat’taki İngiltere Büyükelçiliği tarafından yayınlanan telgrafta, İsrail Başbakanı’nın, Çalışma Bakanı ve çok sayıda üst düzey yetkiliyle birlikte 6 Eylül’de helikopterle Sina Yarımadası’nı gezdiği belirtildi.

Eşkol, Kuneytire’de, Hartum Konferans’nın sorumsuzca ama kesin bir şekilde İsrail ile barış olmayacağına karar vermesinden duyduğu üzüntüyü dile getirdi. Ayrıca ona göre, şu an üzerinde mutabakata varılan bir çözüme varılamadığı için sınır çizgisi oluşturmanın tek yolu doğal sınırlara uymaktı. Bunun yanı sıra Süveyş Kanalı’ndan daha doğal bir sınır yoktu.

*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Independent Arabia’dan çevrildi.



Rusya, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’deki karmaşık nüfuz ağı

Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)
Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)
TT

Rusya, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’deki karmaşık nüfuz ağı

Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)
Beşşar Esed, Moskova’nın koruması, hava ve lojistik desteği karşılığında Rusya’ya uzun vadeli tavizler ve yatırım garantileri sundu (AFP)

Tarık Ali

Suriye’de 2024 yılı sonlarında Beşşar Esed rejiminin düşüşü, bölgedeki genel dengeyi etkilerken Suriye üzerinde uluslararası yankılar uyandırdı. Bu olay, güvenlik, askeri ve siyasi açıdan hızlı gelişmelerin yaşandığı bir bölgede sadece siyasi bir olay olmanın ötesine geçerken analistler bu olayı, oyunun kurallarını, sınırlarını ve hatta coğrafyasını yeniden şekillendirecek bir deprem olarak tanımladılar. Suriye, eski rejimin düşüşünün ardından ilk aşamada eklemlerini kontrol edecek merkezi bir sinir sistemi olmayan bir yapı gibi görünüyordu. Ülke çöktü ve krizleri iç içe geçti.

Sivil, güvenlik ve askeri kurumlarda boşluk oluşması ve üst düzey liderlerin ve yetkililerin kaçmasıyla başlayan derin kaos dönemine giren ülkede yerel ve yabancı muhalefet gruplarının ve radikal hareketlerin etkisi giderek ve hızla arttı.

Başlıca özellikler

Uluslararası alanda, İran’ın yanı sıra Rusya, Esad rejiminin en büyük yararlanıcısıydı. Moskova koruma, hava ve lojistik destek sağlarken, Esad uzun vadeli yatırım ayrıcalıkları ve garantiler sunarak Rusya'ya eski bir Sovyet hayali olan sıcak sularda sürdürülebilir bir dayanak noktası sağladı. Ancak Esed rejiminin düşüşüyle Kremlin'in hesapları altüst oldu, çünkü varlık nedeni ortadan kalkmıştı. Bu durum ilk aşamada açıkça görüldü.

İsrail ise yeni Suriye'yi sadece bir ön savunma hattı olarak değil, geniş bir alana yayılan stratejik bir nüfuz alanı olarak görmek istiyordu. Onlarca yıldır iktidarda olan bir rejimin düşüşü, bunun için mükemmel bir fırsat sunuyordu.

Rejimin düşüşünden sonraki 48 saat içinde İsrail, yaklaşık 500 hava saldırısı düzenleyerek eski ordunun cephaneliğini bombaladı ve askeri gözlemcilere ve medyaya göre Suriye'nin toplam askeri gücünün yüzde 80 ila 90'ını yok etti. İsrail, 2025 yılı boyunca saldırılarına devam etti, yaklaşık bin saldırı düzenledi. Böylece ağır silahlar, zırhlı araçlar, füzeler ve diğer teçhizat dahil olmak üzere eski mühimmatın geri kalanını neredeyse tamamen yok etti.

İsrail’in gerekçesi, Suriye'de İran'ın etkisinin geri dönmesi veya bu silahlardan yararlanacak başka iç direniş cephelerinin oluşması korkusuydu. Bundan dolayı yıllar içinde siyasi çatışma haritasını ve güç dengesini yeniden çizebilecek bir fraksiyon, hareket veya hatta merkezi bir orduyu yeniden oluşturabilecek her türlü çekirdeği yok etmek tercih edilirdi.

Lazkiye'den Tartus'a

Rusya'nın 2015 yılının sonlarında Beşşar Esed’i desteklemek için Suriye’deki savaşa müdahale etmesiyle, Ruslar Lazkiye kırsalındaki Hmeymim Hava Üssü'nde ve Tartus Deniz Üssü’nde konuşlandılar. Bunlara başka küçük sabit veya hareketli askeri noktalar da eklendi. Ancak rejimin düşmesiyle birlikte askeri üsler konusu, iç siyasi destek olmadan ayakta kalma yeteneklerinin bir sınaması haline geldi.

Bu konu şüphesiz Putin için büyük bir endişe kaynağıydı, ancak takip eden aylarda Moskova'da Suriye dışişleri ve savunma bakanları ile diğer üst düzey yetkililerin katıldığı beklenmedik Rusya-Suriye görüşmeleri gerçekleşti. Bu görüşmeler, eski anlaşmaların yürürlükte ve bağlayıcı olmaya devam edeceğini açıkça belirten Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın ziyareti ile sonuçlandı.

frgt
Rusya donanmasının daha önce Tartus açıklarında gerçekleştirdiği geçit töreninden bir kare (sosyal medya)

Hmeymim Hava Üssü’nün en yoğun döneminde 107 adet savaş uçağı bulunuyordu. Ancak Ukrayna'daki savaşın başlamasından sonra, geride sadece birkaç uçak kaldı. Tartus Deniz Üssü ise bakım depoları, lojistik destek gemileri ve kuvvetlerinin bulunduğu bir liman olarak kaldı. Bütün bu yıllar boyunca, kıyı halkı Rusya'yı koruyucusu olarak gördü. Ancak rejimin düşüşü, Rusların artık onların koruyucuları olmadığını, aksine ayrıcalıklar ve soğuk bir bakış açısıyla ölçtükleri yeni çıkarlarının koruyucuları olduğunu açıkça ortaya koydu. Bunu, Rusya'nın geçtiğimiz mart ayında başlıca iki kalesi arasındaki kıyı şeridinde meydana gelen katliamları durdurmak için müdahale etmemesi de bunu kanıtladı. Rusya’nın endişesi, geçici bir yapı olsa bile, hayati önem taşıyan etkisini kaybetmemek oldu.

İsrail ve altın fırsat

Esed rejimiyle hiçbir zaman iyi ilişkiler içinde olmayan İsrail, son savaş sırasında Suriye topraklarındaki İran ve Hizbullah hedeflerini sık sık hedef aldı. Ancak, rejimin düşüşünün yarattığı kaos ve uluslararası acil bir vizyonun olmaması, İsrail'i herhangi bir gerekçe göstermeye veya uluslararası desteğe ihtiyaç duymadan, uygun gördüğü şekilde ulusal güvenliğini korumak amacıyla önceki savaştan kurtulan ne varsa yok etti.

Tel Aviv, İran veya Hizbullah hedefleri ya da bunlara bağlı gruplar değil, Suriye'de kalan tüm silahları yok etme fırsatını yakalamıştı ve bu kez ne istediğini biliyordu. İsrail Hava Kuvvetleri, Suriye'yi kuzeyden güneye tarayarak, havaalanları, hayati tesisler ve geçmişte rakipleri tarafından kullanılmış ve gelecekte de kullanılabilecek tedarik yolları dahil olmak üzere tüm potansiyel hedefleri vurdu.

Siyaset bilimi profesörü İsa Salih, “İsrail sözünü söyledi. Suriye'nin silah deposu yok oldu. Onunla karşı karşıya gelecek yeni bir ordu olmayacak. Savunma sistemlerini ve radar ağlarını yeniden kurmak imkansız. İran ve diğerleri tamamen sahneden çekildi. Suriye'nin hava sahası ve toprakları açığa çıkararak caydırıcılık sistemi bir kez ve sonsuza kadar yok edildi ve hangi otorite yönetirse yönetsin her şeyi sıfırdan yeniden inşa etmek zorunda kalacak” değerlendirmesinde bulundu.

Moskova ve Tel Aviv arasında

Güvenlik uzmanı emekli Tuğgeneral Zafer Trabulsi'ye göre rejimin çöküşü uluslararası tarafları hızla çıkarlarını aramaya itti ve Suriye meseleleri konusunda İsrail ile Rusya arasında daha güçlü iletişim kanalları oluşturdu. Bu da kalıcı bir güvenlik anlaşması haline geldi. Trabulsi, Türkiye ve diğer uluslararası tarafların da dahil olduğu, nüfuzun dağılımı ve paylaşımı konusunda çıkarların yakınlaştığı bir ortamda, sürtüşmelerin önlenmesi konusunun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu da sözlerine ekledi. Bugün Moskova, hava sahasını koruma avantajı karşılığında, garantör olarak varlığıyla bölgeyi savaşa sürüklememeyi kapalı kanallardan taahhüt ediyor. İsrail de Rusya'yı kuzeybatı Suriye'de iki açıdan garantör olarak görüyor. Bunlardan birincisi, kıyıdaki Aleviler arasında İran'ın geri dönüşünü önlemek, ikincisi ise Türkiye'nin genişleme girişimlerini frenlemesi. Zira İsrail'in Rusya'dan kıyıda kalmasını doğrudan talep ettiği herkesçe biliniyor.

Bu gerçeklere göre denklem açık ortaya çıkıyor. Rusya'nın hava ve kara güvenliği hayati noktalarda korunurken, İsrail'in eli güney Suriye'ye uzanıyor ve Suriye'nin İsrail'in saldırılarını önlemek için Rusya'dan güneyde askeri polis konuşlandırmasını talep etmesine rağmen, iki taraf çatışmaya girmiyor. Suriye, Rusya'dan talep etmeye devam ettiği ve henüz çözüm bulunamayan bir konu bu.

Tuğgeneral Zafer, kıyı şeridinde yaşanan katliamlar sırasında İsrail'in, kıyı şeridinin askeri koruyucusu olarak Rusya’nın isyancı grupları kontrol altına almak için askeri müdahaleye gideceğini umduğunu ve Rusya'dan daha fazlasını beklediğini düşünüyor. Ancak Moskova, durumu yatıştırmaya ve çatışma veya müdahaleyi önlemeye karar verdi ve kaçan binlerce aileye Hmeymim Hava Üssü’nün kapılarını açmakla yetindi. O dönemde ve öncesindeki aylarda, sanki Rusya ‘çevremizde olanlarla hiçbir ilgimiz yok, önemli olan üslerimize ve çıkarlarımıza zarar gelmesini önlemek’ diyor gibi, Hmeymim Hava Üssü’nden eski rejimin üst rütbeli subaylarını ve üst düzey yetkililerini Moskova'ya kaçırmak için de çalıştı. Bu da bizi ‘ne olursa olsun, önemli olan Rusya’nın kendi çıkarlarına uygun gördüğü şekilde her iki ülkenin Suriye'deki hayati, ulusal ve stratejik güvenliğidir’ şeklindeki Rusya-İsrail anlaşmasına getiriyor.

Büyük çatışma

Moskova, ittifaklarına rağmen Tahran'ın Suriye'deki etkisinden sık sık endişe duydu. Rusya'nın 2020'den önce Astana ve Soçi'de gerilimi azaltma bölgelerini tanıması ve İran'ın tüm cepheleri yeniden açmak için defalarca girişimde bulunması da bunun kanıtıydı. Bu, iki ülkenin saha vizyonu ve stratejik hedeflerindeki farkın önemli bir parçasıydı. Bugün Moskova, kıyıdaki Aleviler için kurtarıcı olarak görünen İran'ın öngörülemez etkisinin genişlemesinden üslerini bir kez daha korumakla ilgileniyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre İsrail bu denklemde Rusya ile derin bir mutabakat içindedir; ikisi de İran'ı istemiyor. Bu, doğrudan bir çatışma olasılığının ortadan kaldırılması için iki tarafın sahada ve istihbarat alanında koordinasyonunun en önemli unsurlarından biriydi. Suriye’nin güneyi, İsrail'in alanı haline gelirken, kıyı şeridi Rusya'nın alanı haline geldi. Tüm bunların ortasında, siyasi çevrelerdeki Suriyeliler, Türkiye'nin kuzeyde, Rusya kıyı üçgeninde, İsrail ise yavaş yavaş güneye yayılıyor, ABD üsleri doğu ve güneydoğuda ve birçok ülkenin istihbarat servisleri artık dışarıdan değil içeriden önemli bir rol oynuyor.

Suriye'nin egemenliği

Avukat Yasin Maruf, uluslararası hukuka dayanan uzmanlık alanında Suriye’nin egemenliği kavramının nasıl yeniden tanımlanması gerektiğini sorgulayarak, şunları söyledi:

“Suriye, egemen bir devlet olarak, hala topraklarını savunma hakkına sahip mi? İç halk çatışmaları dışında, uluslararası hukuk, çoğu hükmünde meşru bir devletin kendini her türlü yolla savunma hakkına sahip olduğunu açıkça belirtiyor, ancak bugün durum çok karmaşık ve kafa karıştırıcı. Çok sayıda yerel, bölgesel ve uluslararası aktörün varlığı ve siyasi geçiş sürecinin kaosu, güvenlik ve askeri koruma anlaşmaları veya ortak antlaşmaların imzalanmasının bağlayıcı olmama olasılığını artırıyor, zira yeni yönetim geçici olarak kuruldu. Dolayısıyla geçici yasal çerçeve dışında uluslararası iş birliği arayışında gerekli yasama yetkisine sahip değil. Suriye, yeni otoritesiyle şu anda önemli ölçüde meşru ve medya desteğine sahip olsa da aynı zamanda ciddi ekonomik ve mali yaptırımlarla boğuşuyor. Tam egemenlik elde etme kriterlerindeki dengesizliğin unsurlarından biri de bu.

İçeriden bir bakış

Tartus Deniz Üssü yakınlarında yaşayan bir genç olan Ahmed el-Edib, birçok gece İHA’lar ve uçaksavar silahlarının seslerini duyduğunu söyledi. Halk arasında dolaşan söylentilere göre bu seslerin Tartus yakınlarında konuşlu yabancı bir grubun askeri tatbikatlarından kaynaklandığını vurgulayan Edib, “Rusya umursamıyor ve hiçbir şey yapmıyor. Artık askerlerini, nakliye araçlarını veya askeri araçlarını görmüyoruz. Oradalar, ama birdenbire ortadan kayboldular. Yine de, başka bir katliam olursa en yakın Rus üssüne kaçacağımızı her zaman düşünüyoruz” dedi.

dfrgtt56yhj
Tartus Deniz Üssü’ndeki Rusya Donanması unsurları (sosyal medya)

Rusya'nın varlığından uzak, İsrail'in varlığına daha yakın olan Şam'dan mühendis Miya Tuma, İsrail'in rastgele bombardımanlarından korktuklarını belirterek “Tel Aviv sadece yetkililerin konvoylarını bombalamıyor veya güneyi işgal etmiyor. Sık sık Şam'ın kırsalındaki kasabalara yaklaşıyor ve başkentin dış mahallelerini bombalıyor. Temmuz ayında Suveyda'da yaşanan olaylar sırasında, başkent merkezini bombalayarak Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay'ı hedef aldı. Üzerimizdeki psikolojik baskı korkunç ve dayanılmaz. Biz siviller bir araya gelip, aramızda tüm bu ülkeler olmadan yönetebileceğimiz bir tampon bölge talep etmeli miyiz?” ifadelerini kullandı.

İçerideki duruma dışarıdan etkiler

Rusya-İsrail ilişkileri, son aylarda Suriye bağlamında daha da netleşerek, sahada gözlemlenmesi ve takip edilmesi kolay bir mutabakat protokolü içinde daha etkili hale geldi. Rusya, Akdeniz'deki çıkarlarını, üslerini ve etkisini korumak amacıyla, hiçbir şekilde kara müdahalesi riski almadan kıyıları kontrol ediyor ve her hareketi yakından izliyor.

İsrail ise çok daha fazla hareket özgürlüğüne sahip ve Golan Tepeleri ile Suriye'nin güneyinde yeni mevziler kuruyor. Serbestçe hareket eden İsrail, Suriye’nin orta ve güneyindeki havaalanlarını ve tesisleri bombalıyor. Bazen de kuzeyde Rusya’nın mevzilerinin yakınlarını ‘kendini tehdit altında hissettiğinde’ bombalıyor, ancak bunu sadece Rusya ile doğrudan ve önceden kurduğu koordinasyonla yapıyor. Independent Arabia'nın Hmeymim Hava Üssü içinden elde ettiği bilgilere göre bu saldırılar genellikle Suriyeli muhalif savaşçılar tarafından yönetilen noktalara yönelik oluyor.

Siyasi kaos dönemi

Günümüzde birçok siyasi ve askeri uzman, Suriye'nin kontrolü dışındaki bir siyasi kargaşa yaşadığı ve geçmişte hiçbir noktada bu durumu değiştiremediği konusunda hemfikir. Bu durum, ülkeyi, anlaşma veya anlaşmazlık olsun, etkileri ve çıkarları çakışan büyük güçlerin önemli bir sahnesi haline getirdi. Durum, diplomatik ve siyasi aşamaların ötesine geçerek hem ülke içinde hem de devletin inşası ve ülkenin kurumlarının gelecekteki yapısı çerçevesinde sivilleri de etkilemeye başladı. Bu durum, ülkenin bölünmesi, bazı kısımlarının ayrılması veya fiili bir federal sisteme geçilmesi olasılığını gündeme getirdi. Başta Ürdün ve Lübnan olmak üzere komşu ülkelere yönelik tehdit ve dolaylı olarak Mısır, Körfez ülkeleri ve genel olarak Batı'nın korkuları da cabası.

Suriye topraklarında çakışan denklemler arasında, DAEŞ, yabancı uyruklu savaşçılar ve diğerleri gibi radikal grupların faaliyet göstermesi için ideal bir fırsat sunan önemli bir alan yaratıldı. İç güçlerin ve yabancı güçlerin varlığının etkilerini yerel olarak birleştirerek, Suriye, kontrol ve gerçek egemenlik kavramları içinde genel inisiyatifi geri kazanma konusunda belirsizlik denizinde yüzen bir devlet haline geldi. Dolayısıyla genel karar, başka bir iç veya dış tarafın elinde değil, meşru bir sistem olarak kendisine geri dönüyor.


Uluslararası Ceza Mahkemesi: Savaş suçlarından şüphelenilen Libyalı, Almanya'dan Lahey'e transfer edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)
Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)
TT

Uluslararası Ceza Mahkemesi: Savaş suçlarından şüphelenilen Libyalı, Almanya'dan Lahey'e transfer edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)
Uluslararası Ceza Mahkemesi Genel Merkezi, (AFP)

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), dün yaptığı açıklamada, Libya'da savaş suçlusu olduğundan şüphelenilen bir kişinin Almanya'dan Lahey'e nakledildiğini ve mahkemenin gözetimine alındığını bildirdi.

Halid Muhammed Ali el-Hicri'nin, Libya iç savaşı sırasında Özel Caydırıcılık Gücü üyesi olduğundan şüpheleniliyor ve mahkumların rutin olarak işkence gördüğü, bazen cinsel saldırıya uğradığı kötü şöhretli bir hapishanede üst düzey yetkili olmakla suçlanıyor.

UCM, temmuz ayında Almanya'da tutuklanan Halid Muhammed Ali Hicri'nin, daha sonraki bir tarihte hakim karşısına çıkmasını beklemek üzere Lahey'deki UCM gözaltında tutulduğunu bildirdi.

Şarku’l Avsat’ın Alman dergisi Der Spiegel’den aktardığına göre, Hicri temmuz ayında Tunus'a seyahat etmeye çalışırken Berlin Havalimanı'nda yakalandı ve yasal işlem tamamlanana kadar gözaltında tutuldu.

Libya, Muammer Kaddafi rejimini deviren 2011 NATO destekli ayaklanmanın ardından yaşanan silahlı çatışma ve siyasi kaosun sonuçlarını yaşamaya devam ediyor.

Duruşmanın 2026 sonlarından önce başlaması beklenmiyor.


Papa, Lübnan ziyaretini liman patlamasının yaşandığı yerde sessiz bir dua ile sonlandırıyor

Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)
Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)
TT

Papa, Lübnan ziyaretini liman patlamasının yaşandığı yerde sessiz bir dua ile sonlandırıyor

Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)
Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde sağlık personeli ve hastalarla bir araya geldi. (AFP)

Papa 14. Leo, Lübnan ziyaretinin son gününde, vatandaşların yoğun ilgisi arasında Deyr es-Salib Hastanesi’ni ziyaret etti. Ziyaretin ardından Beyrut Limanı patlamasının yaşandığı yerde sessiz bir dua gerçekleştirecek.

Papa yaptığı konuşmada, “Deyr es-Salib’de tanık olduklarımız herkes için bir ders niteliğinde. Zayıfları unutmamız mümkün değil; toplum refahın peşinde koşarken yoksulları ve kırılganları görmezden gelemez” ifadelerini kullandı.

fgbhy
Papa 14. Leo, Deyr es-Salib Hastanesi'nde (AFP)

Papa daha sonra Deyr es-Salib Hastanesi'nden ayrıldı ve kamuoyunun gözünden uzak bir şekilde, Aziz Dominik binasında çocuklarla bir araya geldi.

fgt
Papa 14. Leo'nun resmine bakan bir rahibe (Reuters)

Beyrut Limanı

Daha sonra Papa Leo, 2020 yılında meydana gelen ölümcül Beyrut liman patlamasının olduğu yere giderek sessiz bir dua edecek.

Lübnan Başbakanı Nevvaf Selam, kurbanların aileleri ve Papa ile birlikte sessiz duaya katılmak için limana geldi.

Organizatörlere göre, 120 binden fazla kişi Beyrut sahilinde düzenlenen ayine katılmak için kayıt yaptırdı ve bu kişiler Lübnan'ın farklı bölgelerinden özel otobüslerle buraya getirildi.

dfrtghy
Papa 14. Leo'nun deniz kıyısında yapılacak ayini yöneteceği alan (Reuters)

Ayrıca Papa Leo’nun, 218 kişinin hayatını kaybetmesine, Beyrut’un harabeye dönmesine ve milyarlarca dolarlık hasara yol açan patlamada yakınlarını yitiren bazı ailelerle de bir araya gelmesi bekleniyor. Patlama, bir depoda tutulan yüzlerce ton amonyum nitratın infilak etmesiyle meydana gelmişti.

scdfv
Kurbanların yakınları, Papa 14. Leo'nun liman patlamasının yaşandığı yerde yapılacak ayini yöneteceği alanda onun gelmesini bekliyor. (Reuters)

Patlamanın üzerinden beş yıl geçmesine rağmen, hayatını kaybedenlerin aileleri hâlâ adalet talep ediyor. Yargı sürecinin defalarca engellenmesi ve hiçbir yetkilinin mahkûm edilmemiş olması, patlamayı onlarca yıllık yolsuzluk ve mali suçların ardından yeni bir kriz olarak gören Lübnanlıların tepkisini artırdı.

Yetkililer, patlamayı limanda büyük miktarlarda amonyum nitratın herhangi bir güvenlik önlemi olmaksızın depolanmasına ve çıkış nedeni bilinmeyen bir yangının ardından infilaka yol açmasına bağladı. Daha sonra farklı kademelerdeki çok sayıda yetkilinin tehlikenin farkında olduğu ancak harekete geçmediği ortaya çıktı.

Soruşturma, 2023’ten bu yana siyasi çekişmeler arasında sıkışıp kaldı. O dönemde Hizbullah’ın, soruşturmadan el çektirilmesini talep ettiği adli müfettiş Tarık el-Bitar, çok sayıda dava ile karşı karşıya bırakılarak çalışamaz hale getirildi. Ancak ülke içindeki güç dengelerinin değişmesiyle birlikte yargıç, bu yılın başından itibaren görevine yeniden başladı.

Papa 14. Leo, pazar günü Lübnan’a varışında, ülkenin siyasi liderlerine ‘barış ve uzlaşmaya giden yolun gerçeği aramaktan geçtiğini’ hatırlattı.

Lübnan, Papa Leo’nun ilk yurt dışı turundaki ikinci durağı. Papa, turunun ilk aşaması olan Türkiye ziyaretinde Hristiyanlar arasındaki diyalog ve birlik mesajını vurgulamıştı.

Papa 14. Leo, Lübnan’da olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Pazar günü ülkeye varışının hemen ardından geniş siyasi katılımla resmi karşılama töreni düzenlendi. Ziyaretinin ikinci gününde ise binlerce kişi, Papa’nın geçtiği güzergâhlarda toplanarak kendisini selamladı.

Bugün sona erecek Lübnan ziyareti, Hizbullah ile İsrail arasında yaşanan kanlı çatışmaların ardından yeniden şiddet ihtimaliyle yaşayan ülke için bir umut ışığı olarak değerlendirildi.

Yetkililer, dün akşam saatlerinden itibaren sıkı güvenlik tedbirleri uyguladı ve Papa’nın ayini yöneteceği Beyrut şehir merkezine girişleri yasakladı.