Irak, Körfez ülkelerinden Türkiye’ye uzanan karayolu ve demiryolu bağlantısına yönelik ‘Kalkınma Yolu’ projesini duyurdu

Başbakana Sudani, projenin çıkarların, tarihlerin ve kültürlerin yaklaştırılması için umut verici bir fırsat olduğunun altını çizdi

Başbakan Sudani, Bağdat'ta yapılan Kalkınma Yolu Projesi konferansının açılışında konuştu (Irak Başbakanlığı)
Başbakan Sudani, Bağdat'ta yapılan Kalkınma Yolu Projesi konferansının açılışında konuştu (Irak Başbakanlığı)
TT

Irak, Körfez ülkelerinden Türkiye’ye uzanan karayolu ve demiryolu bağlantısına yönelik ‘Kalkınma Yolu’ projesini duyurdu

Başbakan Sudani, Bağdat'ta yapılan Kalkınma Yolu Projesi konferansının açılışında konuştu (Irak Başbakanlığı)
Başbakan Sudani, Bağdat'ta yapılan Kalkınma Yolu Projesi konferansının açılışında konuştu (Irak Başbakanlığı)

Irak’ın komşusu olan ülkelerden gelen yetkililerim katılımıyla Bağdat'ta düzenlenen konferansta, Irak ve Arap Körfezi ülkelerini Türkiye sınırına bağlayacak ve Irak'ın Ortadoğu ile Avrupa arasında yapılacak ürün ticaretinde başlıca güzergâh olmasını sağlayacak karayolu ve demiryolu ulaşım projesinin başlatıldığı duyuruldu. Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, projenin petrol dışı sürdürülebilir bir ekonominin temel direği ve Irak'ın komşularına ve bölgeye hizmet etmesini sağlayacak bir bağlantı olacağını söyledi.

Bağdat'ın ev sahipliğinde dün (Cumartesi) düzenlenen ve Irak'a komşu ülkelerin (Türkiye, Suriye, Ürdün, İran) yanı sıra birçok Körfez ülkesinin ulaştırma bakanlarının katıldığı Kalkınma Yolu Projesi konferansının çalışmaları dün başladı.

Irak hükümeti, yolun, ülkenin güneyindeki Basra ilinde bulunan Büyük Faw Limanı’ndan başlayıp 10 ilden geçerek kuzeyde Türkiye'ye bağlanacağı ve buradan da Avrupa ülkelerine ulaşacağını açıkladı. Bin 200 kilometre uzunluğunda olacak olan yolun 2028 yılına kadar tamamlanması bekleniyor.

Büyük Faw Limanı hakkında neler biliyoruz?

* Büyük Faw Limanı’nın şu an yüzde 50'den fazlası tamamlanmış durumda.

* Limanın kapasitesi 4,6 milyar euroluk bir maliyetle yıllık 99 milyon tondur.

*Limanın inşası, birincisi 2028'de, ikincisi 2038'de olmak üzere iki aşamada tamamlanacak.

Konferansa ev sahipliği yapan Başbakan Sudani, açılış konuşmasında, konferansı, kardeş ve dost ülkelerin liderleriyle olan yapıcı bir anlayışla başlattıklarını söyledi. Irak Başbakanı, “Kalkınma Yolu Projesi, ekonomik bir arter olacak. Bu umut verici proje, çıkarların, tarihin ve kültürlerin yaklaştırılması için umut verici bir fırsattır. Irak, dost ve kardeş ülkeleri modern sanayi ve ürün ihracatçısı yapacak olan ekonomik ortaklık kuracaktır” ifadelerini kullandı.

Başbakan Sudani sözlerini şöyle sürdürdü:

Çalışma platformları, ulusal ve yerel çıktılara sağladığı katkı ve ekonomik kaldıraçları ile Kalkınma Yolu Projesi, mevcut durumu sağlam bir ekonomik yapıya doğru değiştirmeyi hedefleyen iddialı ve bilinçli bir plandır. Bu projede, sürdürülebilir petrol dışı ekonominin bir ayağını ve Irak'ın komşularına ve bölgeye hizmet eden bir bağlantı görüyoruz.

Büyük Faw Limanı’nın inşasında uzun bir yol kat edildiğini ifade eden Başbakan Sudani, “(Liman) bu önemli ekonomik adıma giriş kapısı olacak, liman ile kentler bütünleşecek ve bunun yanında bölgenin ve dünyanın en yeni ve ülkemiz için önümüzdeki elli yılın mevcut ve beklenen teknolojik gelişmelerinin uygulanacağı akıllı sanayi kentini kuracağız” şeklinde konuştu.

saf

Irak Başbakanı’nın açıklamalarına göre Irak, inşa edilecek yolun yapımı sırasında Intermodal koridorlara ve bin 200 kilometreden fazla demiryollarına ağırlık verecek ve bunların birlikte çalışabilirliğini sağlayacak. Otoyollar ve demiryolu ulaşımı ile nakliyeyi kolaylaştıracak bu projelerin yaratacağı istihdam, bölge halklarını bütünleşme, istikrar ve zorluklarla mücadele aşamasına taşıyacak olumlu yönde etkileyecek.

Büyük iyimserlik

Sudani ve danışmanlarının Kalkınma Yolu Projesi’nin uygulanışına ilişkin konuşmalarında büyük bir iyimserlik hakim. Projenin 100 binden fazla kişiye iş imkânı sağlayacağını, ülke için yılda yaklaşık 4 milyar dolarlık bir gelir oluşturacağını ve tüm bunlara yaklaşık 17 milyar dolar nihai maliyetle sahip olacağını, ayrıca, Körfez ve Asya'dan Avrupa'ya ve tersi yönde ürün ticareti için ortalama geçiş süresinin 30 günden yalnızca 15 güne düşürülmesine de katkıda bulunacağını söylediler.

Yine yetkililer, çalışmaları yaklaşık iki yıldır Güney Koreli Daewoo şirketi tarafından yürütülen Büyük Faw Limanı’ndaki başlangıç ​​noktası baz alınarak, projenin tamamlanma oranının yaklaşık yüzde 40'a ulaştığını vurguladılar.

Temsilciler Meclisi’ndeki Ulaştırma ve Ekonomi Komitesi'nden yapılan ve Şarku’l Avsat’ın Irak Haber Ajansı (INA)’dan aktardığı açıklamada, projenin katılımcı ülkeler için bir yatırım olacağı ve her ülkenin projenin bir bölümünü tamamlayabileceği belirtildi. Projenin 3-5 yıl içinde tamamlanmasının umulduğuna dikkati çekilen açıklamada, katılımcı ülkelerle konferansın ardından yatırım mekanizmasının ele alınacağı kaydedildi.

Irak'ın projenin toplam maliyetini üstlenip üstlenmeyeceği yahut diğer ülkelerin buna katkıda bulunup bulunmayacağı henüz tam olarak bilinmiyor.

Sudani, geçtiğimiz mart ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaret sırasında şunları söylemişti:

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile sadece Irak ve Türkiye için değil, bölge ve dünya için ürün ve enerji taşımacılığının küresel koridoru olan Doğu ile Batı'yı birbirine bağlayan Kalkınma Yolu Projesi ve Kuru Kanal Projesi hakkında konuştuk.

Irak Hükümet Sözcüsü Basim El-Avvadi, dün yaptığı açıklamada, teknik nedenlerden ötürü son anda katılım gösteremeyen Bahreyn dışında Kalkınma Yolu Projesi Konferansına 6'sı Irak'ın komşusu olan tüm Körfez ülkeleri katıldı.

Avvadi, resmi haber ajansına yaptığı açıklamada, “Konferans, proje sunma, ülkeleri tanıtma ile planları belirleme ve ardından tüm ülkelere konuyu tartışmaya açma imkânı verdi” dedi.

Ana stratejik güzergahın güneyde iki farklı yol olacağını, yani bin 190 kilometrelik kara yolunun yanı sıra bin 175 kilometrelik demiryolu olacağını belirten Avvadi, karayolu ve demiryolunu dini bir merkez olan Kerbela şehrinin kuzeyinde buluşacaklarını ve Fişhabur Sınır Kapısı’na varana kadar yan yana ilerleyeceklerini ifade etti.

Kalkınma Yolu Projesi’nin görevini, Avrupa’dan Türkiye’ye gelen her türlü ürünün Irak üzerinden Körfez ülkelerine taşınması olduğunu belirten Avvadi, ayrıca Körfez ülkelerinden gelen ürünlerin ve enerji kaynaklarının Irak üzerinden Türkiye ve Avrupa'ya taşınacağını açıkladı.

sa

Öte yandan Iraklı bazı gözlemciler, Başbakan Sudani hükümetinin, bu iddialı projeyi gerçekten uygulayamasa bile hükümetin vaatlerine fazla güvenmeyen vatandaşlarının hayatlarına umut aşılayacağını düşünüyorlar.

Bazı gözlemciler ise büyük projelerin uygulanmasıyla ilgili olarak son yirmi yılda ülkenin deneyiminin, projelerin uygulanmasındaki gecikmeler, kötü yönetim ve yolsuzluk açısından güven verici olmadığını söylüyorlar.

“Bağlılık”

Katılımcı ülkelerin çoğu, projeyi desteklerini ifade ederken, Türkiye’den gelen heyetin temsilcisi Ali Rıza Günay, Ankara'nın Kalkınma Yolu Projesi’nde önemli bir ortak olduğunu söyledi.

Günay, konferansta yaptığı konuşmada, “Hepimiz için kazan-kazan imkanı sunan Kalkınma Yolu Projesinde önemli bir ortağız. Sorumluluk, Irak ile Türkiye arasındaki ticaretin önündeki engellerin kaldırılmasında yatmaktadır. Proje, bölge ülkeleri arasındaki karşılıklı bağlılığı artıracaktır” ifadelerini kullandı.

Suudi Arabistan Ulaştırma Bakanı Salih bin Nasır el-Casir ise düzenlediği basın toplantısında, “Suudi Arabistan, Irak ile ortak ilişkilerini güçlendirmeye istekli. Son iki gün içinde çok sayıda bakanın katılımıyla Irak-Suudi Arabistan Koordinasyon Konseyi'nin toplanmasına tanık oldu” değerlendirmesinde bulundu.

Suudi Arabistan Ulaştırma Bakanı Salih bin Nasır el-Casir, dün Bağdat’taki konferansa katıldı (Irak Başbakanlığı)

Suudi Arabistan Ulaştırma Bakanı Casir, şunları söyledi:

Suudi Arabistan ile Irak arasındaki Ar Ar - Cemima Sınır Kapısı, ürün taşımacılığı ve yolcu ulaşımı alanlarında yoğunluk yaşıyor. İki ülke arasındaki ticaret geçtiğimiz yıl 1 milyar doları aştı. Haftalardır Ar Ar - Cemima Sınır Kapısı’ndan günlük yaklaşık 6 bin hacı adayı geçiş yaptı ve  70 bin hacı adayı daha geçişe hazırlanıyor.

INA’nın aktardığına göre İran Yol ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Şehryar Efendizade, “Demiryollarının rolü çok önemli. Irak’taki bu yeni proje ürün taşımacılığında büyük bir role sahip olacak” dedi.

“Akış” eksikliği

Irak'ın en güneyinde ve Körfez ülkelerine komşu olan Büyük Faw Limanı’nın, ticari ürünleri kara yoluyla taşımadan temel bir istasyon olacak şekilde düzenlenmesi için çalışmalar devam ediyor.

Körfez bölgesi, özellikle bölge ülkeleri tarafından çıkarılan petrol kaynaklarının taşınması alanında önemli bir deniz ulaşım platformu oluşturuyor.

Uluslararası taşımacılık ekonomisi danışmanı Ziyad Haşimi, Fransız Haber Ajansı’na (AFP) yaptığı açıklamada, ‘akış’ eksikliği olduğunu düşündüğü bu projenin öncesinde yapılan fizibilite çalışmasıyla ilgili soruları gündeme getirdi.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 2013 yılında duyurduğu ‘Yeni İpek Yolu’ gibi küresel ulaşımda önemli bir arterin geri dönüşü hedeflerini merkezine koyan başka küresel projeler de var.

Çin Devlet Başkanı’nın duyurduğu proje, resmi olarak ‘Kuşak-Yol Projesi’ olarak adlandırılıyor, 130 ülkeyi kapsıyor ve Çin (Asya), Avrupa ve Afrika arasında daha iyi bağlantı sağlamak için kara ve deniz altyapılarını geliştirmeyi hedefliyor.



Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
TT

Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)

İyad el-Anber

Iraklıların çoğunluğu demokrasi kaosuna alternatif olarak ‘askeri yönetim’ fikrine hoşnutlukla bakıyor. Hatta bazıları bunu yolsuzluğa karşı bir çözüm olarak görüyor. Bu yüzden yönetim reformu tartışmalarında gücün tek bir yöneticinin elinde merkezileştirilmesi çağrıları her zaman yer alıyor. Öte yandan bu fikri savunanların akademik, siyasi ve hatta kültürel elitler olması oldukça ironik.

Son çağrı, giderek Irak hükümeti ve ordusuna paralel bir unsura evrilen Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) bünyesindeki Ensar el-Merceiyye Tugayı Komutanı Hamid el-Yasiri, tarafından yapıldı. Yasiri, Temsilciler Meclisi’ni ve Başbakanı yolsuzluk yapanları görevden almak üzere Muthanna iline tarafsız bir ‘askeri vali’ göndermeye çağırdı.

Yasiri'nin çağrısı, Temsilciler Meclisi’ne ve Başbakan’a il meclisini feshetme, mevcut valiyi görevden alma ve yerine ilin işlerini yürütmek üzere askeri bir vali atama kararı alma hakkı vermeyen anayasa ve yasalar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını yansıtsa da Yasiri böyle bir çağrının, yönetici sınıftan hoşnutsuz olan halkı kutuplaştırma gücüne sahip olduğunun tamamen farkında.

Irak'taki siyasi sistemin krizlerine çözüm bulmayı düşünürken bazı çevrelerin ‘liderin şahsiyeti’ üzerine bahis oynaması ve ‘tarihteki kahraman teorisine’ güvenmesi sorunuyla karşı karşıya kalınıyor. Bunu bir çeşit ‘gerçekliği kenara itip hayallerle yaşamak’ olarak nitelendirebiliriz ya da belirli bir kişi ya da kişilere fayda sağlayabilecek ve onları bir ülkenin tarihinin akışını değiştiren kahramanlara dönüştürebilecek olaylar ve gelişmeler olduğunu varsaydıklarını söyleyebiliriz. Irak'ta siyasi değişimin gerçekleşmesi için bu iki varsayımın örtüşmesi gerekebilir.

Kamu düşüncesi de bir sorundur. Şu an bizi yöneten siyasi makamların çoğu, önyargıları ve kendisini yönetenlerin peşinden koşma isteğiyle uyumlu bir halk yaratmakla ilgilenen ‘siyasi liderlik’ yanılsamasıyla yaşıyor. Eğer itaat yoksa, bir lidere körü körüne boyun eğilmiyor, yüceltilmiyor, posterleri taşınmıyor ve sloganları atılmıyorsa bu boş bir yaşamdır.

Terör örgütlerine meydan okuyup iç savaşa sürüklendiklerinde, ölüm ve yıkıma maruz kalan ve demokratik bir sisteme geçişin bedelini kanlarıyla ödeyen Iraklılar, nasıl olur da kendilerini yolsuzların egemenliğinden kurtaracak ve devleti yeniden kuracak ‘tek bir yönetici’ arayışına girebilir? 2003 yılından sonra seçimlerle iktidara gelen yönetici sınıfın diktatörlüğün etkilerini silemediği, iktidarı mezhep ya da milliyetçilik adına yöneten oligarşinin kontrolüne vererek birçok sayfasını akladığı ve yolsuzlukta aşırıya kaçtığı ve kontrolsüz silah kaosunun temellerini attığı doğrudur. Ancak halk, 2019 yılının ekim ayında başlayan protesto gösterilerinde olduğu gibi, bu sınıf için bir korku kaynağı ve bu egemen sistemin bekası için bir tehdit olmaya devam ediyor. Bu kazanım feda edilemeyeceği gibi, bir diktatörün yönetimine boyun eğmeyi düşünerek de feda edilemez.

Diktatörlükler görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur.

Irak’ta bunun adı bir liderin diktatörlüğünden liderlerden oluşan çoğul diktatörlüğe geçiştir. Destekçiler ve fırsatçılar bu liderler arasında paylaşıldı. Görevleri şu ya da bu lideri alkışlamak ve yüceltmek olan bir ‘dalkavuklar kalabalığı’ haline geldiler. Liderleri, posterleri ve sloganları sokaklarda narsisizmi çağrıştıran ‘sembollere’ dönüştürmeyi başardılar. Bu liderlerden bazıları, kendilerini ortadan kaldırabilecek ya da iktidardaki etkilerini artırabilecek yabancı bir gücün iradesiyle iktidara geldi. Fakat şimdi tüm bunları unutup, kitlelerinden ya da seçimlerde elde ettikleri siyasi meşruiyetten bahsediyorlar.

xcdvfbg
Musul'da Irak'taki yerel seçimlerde adayların posterlerinin önünden geçen bir kadın ve bir çocuk, 18 Aralık 2023 (AFP)

Bugün bizi yöneten siyasi liderlerden birinin Irak üzerindeki yetkisini genişlettiğini ya da yolsuzluk ve kaos sisteminden bir askeri komutanın kendi kontrolü altında merkezi bir hükümet kurduğunu düşünün. Sizce Irak nasıl bir yer olurdu? Bu nahif duygusallık, krizlerimizin çözümünü yöneticinin şahsına indirgemek istiyor. Ancak aynı zamanda aşırı merkeziyetçiliğin nasıl petrolden kolay para elde ettiğini ya da rantta güvenlik birimleri kurmak ve sadakat satın almak için nasıl araçlar bulduğunu görmezden geliyor. Irak devleti, petrol rantı devlettir. Dolayısıyla, devletin kaynaklarına hâkim olan tekelci bir yöneticinin olması, iktidardaki oligarşi ile diktatör bir yönetici arasında rol değişimine yol açmaz.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve Hannah Arendt'in Totalitarizm adlı kitabında açıkladığı gibi, kamu yararı diye bir şeyin ya da kişisel çıkarların dışında geleceği düşünmenin söz konusu olmadığı, bu totaliter yönetimin üyelerinin hayatlarını nasıl yaşayacaklarıyla meşgul olduğu, nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek anlamına gelir. Diktatörlük yönetimi altındaki toplumun içinde olacağı gerçeklik budur. Bugüne kadarki siyasi kültürümüzün tek parti, tek lider sisteminin düşüncelerimize aşıladıklarının bir ürünü olduğunu, geçmişi ve diktatörlük nostaljisini çağrıştırmak dışında geleceği düşünemez hale gelmiş olabileceğimizi göz ardı etmemeliyiz.

Diktatörlükler, görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur. Ancak diktatörlükle ilgili tüm deneyimler, diktatörlüğün çöküşünden sonra, rejimin bu istikrar ve gücünün iç ya da dış bir şoka maruz kaldığında kırılgan olduğunu her zaman kanıtlamıştır. Çünkü rejim, birey ve devlet arasında siyasi uzlaşı sağlayamamış, hukukun üstünlüğünü ve kurumların egemenliğini tesis edememiştir. Bu yüzden rejim çöktüğünde, rejimin üyeleri kendi çıkarlarını korunmak için hukuk yerine silah gücüne başvurur.

Yanlış bir temelin doğru sonuçlar doğuramayacağı aşikâr. Irak'taki siyasi sistem, önceki rejimlerin toplumla ilişkilerinde yaptıkları hataların üstesinden gelmek için onları harekete geçirmeden, geçmişin saplantılarına göre kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren anayasasını yazanlar ve sistemin ilkelerini belirleyenler, bunun devlet ve toplum arasında sağlıklı bir ilişki kuran bir sistem değil, bileşenlerin liderleri arasında bir güç paylaşımı projesi olduğu düşüncesiyle yola çıktılar.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek demektir.

Fakat artık bir tanka binip, radyo ve televizyon binasının kontrolünü ele geçirerek duyuru yapan kahramanlara ihtiyaç duymayan bir zamanda yaşıyoruz. Bu tür olaylar bundan böyle günümüze değil, tarih kitaplarına ait. İktidardakiler bile, ordunun gücü ve silahlarıyla iktidarlarını sürdüremiyorlar. Artık şehirlerde tankları durdurabilecek kalabalıklar, tel örgüler ve demir kapılarla çevrili olsalar bile, iktidar saraylarının duvarlarını delebilecek internet ve sosyal medyanın yanı sıra yolsuzluklar nedeniyle servetleri şişen mafyalara dönüşmüş otoriter yöneticilerden intikam almak için fırsat bekleyen gençlerden oluşan gruplar var.

Hükümetler ve iktidar güçleri sosyal medyada yayınlananlarla sarsılmasaydı, iktidar güçlerinin söylemlerini eleştirenler tarafından paramparça edilen siyasi egolarını tatmin etmek için kendilerini savunacak ve imajlarını düzeltecek onlarca blog yazarı ve yüzlerce çevrimiçi ordu yaratmaya çalışmazlardı.

‘Adil diktatör’ görüşünü tekrarlayan kişi, benzer semptomları olan ancak hastalığın nedeni konusunda radikal farklılıklar gösteren bir hastalığı tedavi etmek için hazır reçeteyi tekrarlayan kişi gibidir. Voltaire bu görüşü ‘aydınlanmış otokrat’ başlığı altında ortaya attığında, bunun Kilise'nin gücüne karşı koymak için gerekli olduğuna inanıyordu.

Cemaleddin el-Afgani için ise bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine adaletle eşlik etmeyi amaçlayan bir görüştü. Bugün mutlak bir hükümdara ihtiyacımız yok. Kırılgan demokratik sistemimizin krizine bazı çözümler düşünmemiz yeterli.

scdfvgt
Iraklı lider Mukteda es-Sadr'ın aralık ayında yapılacak yerel seçimlerin boykot edilmesi çağrısının ardından yürüyüş düzenleyen Necef'teki destekçileri (Reuters)

Bunu yapmak da akademik, kültürel ve hatta siyasi elitlerin görevi. Onların projesi, demokrasinin kazanımlarını korumak ve varlıklarını kaçınılmaz olarak normalleştirmemizi isteyen iktidar güçleriyle mücadele etmek olmalı. Sadece onların otoritesine boyun eğebiliriz. Bu güçler demokrasiye inanmazlar ama iktidara ulaşmak ya da iktidarda kalmak için bir araç olarak demokrasiyi pragmatik bir şekilde ele alırlar. Bu, otoriter güçlerin kuyruğu rolünü kabul etmiş, mezhebi ya da milliyeti temsil eden ve onların haklarını savunan imajlarını parlatmak isteyen kültürel ve akademik unvanlara sahip kişilerin değil, gerçek elitlerin görevidir.

Bu görevlerin başında, bazen seçimler yoluyla, bazen mezhepçi ya da milliyetçi bir oluşumu temsilcisi olduğu söylemlerini tekrarlayarak, bazen eski rejime karşı çıkarak, bazen de söz konusu oluşumun ‘iktidar hakkını’ savunan silahın gölgesinde iktidarlarını hayali bir meşruiyetle cilalamak isteyen iktidar oligarşisinin, iktidarı tekellerine aldıkları sütunları yıkmak geliyor.

Siyasi sistemin dinamizmine dayanan ikinci görev ise kırılgan ya da melez de olsa bir demokrasi altında geçen zaman, siyasi rekabet sisteminde geleneksel otoriter güçleri zayıflatıp dağıtabilecek ve sokağın güvenini kazanmayı düşünmeden devleti, kurumlarını ve ekonomik rantını elde etmek için mücadele çemberi içinde kalma ısrarları nedeniyle etkilerini azaltabilecek denklemler üretebilir. Bu sistemin çöküşündeki tarihi an, bölgesel bir komşu ülkenin yönetim yapısındaki bir değişiklikle bağlantılı olarak yönetim yapısı içinden gelen bir siyasi protesto hareketi ya da yapısal bir darbenin sonucu olabilir. Böylece Irak'taki siyasi aktörler üzerindeki gücünü zayıflatabilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Lonra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.