Nijer’deki askeri darbe, Elysee Sarayı için yeni bir yenilgi

Fransa-ABD hattında aksi görüşler mevcut. (Shutterstock)
Fransa-ABD hattında aksi görüşler mevcut. (Shutterstock)
TT

Nijer’deki askeri darbe, Elysee Sarayı için yeni bir yenilgi

Fransa-ABD hattında aksi görüşler mevcut. (Shutterstock)
Fransa-ABD hattında aksi görüşler mevcut. (Shutterstock)

Hattar Ebu Diyab

Nijer’deki askeri darbenin üzerinden yaklaşık bir ay geçti ve durum daha da vahim bir hal aldı. Diplomasi ve askeri müdahale seçenekleri arasında adeta bir rekabet söz konusu. Nijer’deki bu gelişme, Fransa’nın için yeni bir darbe olurken Batı'nın birbirinden tamamen farklı olan Kuzey Afrika ile Sahra Altı Afrika bölgelerini ayıran ve hassas bir jeopolitik konuma sahip olan Sahel bölgesindeki çıkarlarına yönelik yeni bir tehdit oluşturuyor.

ABD-Fransa anlaşmazlığı, Paris’in desteklediği Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu'nun (ECOWAS) Nijer’e olası askeri müdahalesine gölge düşürüyor. Washington, Batı'nın nüfuzunu Rusya lehine zayıflatacağına inandığından Nijer’e askeri müdahalede bulunulması konusunda fazla istekli değil. Bunun yanında Washington, böyle bir müdahalenin Burkina Faso ve Mali'nin Nijer’deki askeri darbeyi desteklemelerinden dolayı bölgede geniş çaplı bir savaşın fitilini ateşleyebileceğini de düşünüyor.

Fransa’nın hayal kırıklığı ve Sahel bölgesindeki başarısızlıkları

Paris, Nijer’de 26 Temmuz’da gerçekleşen askeri darbenin ve seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum'un alıkonulmasının ardından istisnai bir durumla karşı karşıya kaldı. Bu durum esasen Fransa’nın kara kıtadaki varlığı açısından belirleyici bir kriz. Elysee Sarayı'nın karar alma mercii, Bamako ve Vagadugu’dan sonra, hızlı gelişmelerin yaşandığı Niamey'de de yeni bir diplomatik başarısızlığa uğradı.

Fransa’nın ya kibir ya aşırı özgüven ya da siyasi ve sosyal anlamda tecrübe ve farkındalık düzeylerinin, kalkınma mekanizmalarının ve gizli güçlerinin gerilemesi ve durumu idare etme yönteminin bozulması nedeniyle söz konusu bu başarısızlıklara uğramasını önleyecek bir çaba sarf edememesi, darbeyi öngöremediğini ve yanlış hesap yaptığını gösteriyor. Fransa, Mali ve Burkina Faso’daki askerlerini geri çekmiş, Nijer’de konuşlu kalabalık askeri gücüne güvenmişti. Bu yüzden öngörü ve hesaplama konusunda yaşadığı bu başarısızlık oldukça garip.

Başarısızlığa yol açan ihmal ve aksaklığın sorumlusunun kim olduğu sorusunun yanıtına gelince burada Beşinci Fransa Cumhuriyeti döneminde Afrika politikasını belirleyenin Elysee Sarayı olduğu vurgulanabilir. Sorun, Fransa Anayasası’nın dış politika ve savunma konularında ayrıcalıklı karar alma yetkisi verdiği piramidin en tepesindeki cumhurbaşkanından kaynaklanıyor. Bunlar ülkenin egemen kararıyla ilgili meseleler olduğundan Dışişleri Bakanlığı'ndaki ve sahadaki diplomatların yanı sıra orduyla ve güvenlik teşkilatlarıyla etkileşim eksikliği ve kulak verilmemesi Elysee Sarayı’nı mevcut gerilemenin ve Sahel bölgesinden dışlanmanın sorumlusu haline getiriyor.

efrf
Nijer'in başkenti Niamey'de 2 Eylül'de düzenlenen protesto gösterisinde, Fransa'nın ülkeden çekilmesi talep edilen pankartlar açıldı. (AFP)

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 28 Ağustos'ta Paris'te düzenlenen yıllık Büyükelçiler Konferansı sırasında yaptı açıklamada, Fransa'ya karşı provokasyon yapıldığını ve özellikle Rusya’yı kastederek yeni sömürgeci güçler tarafından hedef alındığını vurgulayarak bölgedeki Fransız askerlerinin geri çekilmesini savunmaya çalıştı.

Ancak gerçekler, sorunun daha karmaşık olduğunu ve artık sadece çıkar sağlama alanı değil, özellikle barındırdığı zengin kaynakların yanı sıra uluslararası ve bölgesel taraflar arasında nüfuz için çılgın bir rekabetin yaşanması nedeniyle kendine uluslararası dengelerde yer edinmek isteyen genç bir kıta olarak gelecek vadeden Afrika’ya ayak uydurarak değişimi zamanında gerçekleştiremeyen Fransa'nın başarısızlığa uğramaktan kurtulamadığını gösteriyor.

Mali'nin başkenti Bamako'da 2021 yılından bu yana büyükelçisi bulunmayan Fransa’nın Burkina Faso’da iktidarı ele geçiren askeri cuntaya önerdiği büyükelçisi de reddedildi. Belki bundan sonra Nijer’de Fransa’nın büyükelçisi olmayacak.

Afrika'da son yıllarda Rusya’nın yanı sıra diğer muhaliflerin ya da rakiplerin manevralarıyla birlikte Fransa karşıtlığı artarken Fransa’nın siyasetiyle ilgili hayal kırıklığının daha derin nedenleri de var. Eleştiriler özellikle CFA frangıyla ilişkilendirilen yardım politikasına ve ekonomi politikasına odaklansa Fransa’nın Mali'de radikal örgütlere karşı mücadele için konuşlandırdığı ve 2014 yılından 2022 yılına kadar görev yapan ‘Barkhane Operasyonu’ adlı 4 bin 500 kişilik askeri birliğiyle ilgili yarattığı algı özellikle bardağı taşıran son damlaydı.

Aslında bir operasyonun sekiz yıl sürmesinin hiçbir anlamı yok. Tüm bunlar Fransa’ya karşı hoşnutsuzluğun körüklenmesinde rol oynadı. Çünkü terörle mücadelede elde edilen taktik başarılara rağmen kamuoyunun ve askeri kurumların gelişimini gözlemlemede stratejik bir hata söz konusuydu. Fransa’nın kullandığı askeri üsler, gerçeklikle örtüşmediği, etkili bir askeri iş birliği kurmaya uygun olmadığı ve yeni bir sömürgecilik eğilimi olarak görüldüğü için eleştiri oklarının hedefi oldu.  

Afrika’nın Fransa'nın dış ticaret hacminin en fazla yüzde 5'ini oluşturması ise ayrı bir ironidir. Bu yüzden Fransa’nın Afrika için yeni bir politika geliştirmesi gerekmiyor, çünkü eskisi zaten dar ve sınırlı bir politikaydı. Daha doğrusu Fransa'nın ekonomik çıkarlarının siyasi çıkarlarıyla örtüştüğü, dünyadaki jeo-ekonomik gelişmelerden sapmayan bir politika geliştirmesi ve bu politikayı uygulanması lazım.

zxscd
Nijer ordusu, Niamey'de Fransa’nın kullandığı askeri üssün önünde güvelik önlemleri aldı. (AFP)

Gözlemcilere göre her ne kadar farklı zamanlar, rejimler ve bağlamlar olsa da Fransa’nın müdahalelerinin sömürge döneminin gerçek bir uzantısından ibaret olduğu açık. Fransa, Afrika kıyısındaki sorunlarla mücadelede tamamen askeri bir strateji benimsemeye devam etti. Çok geçmeden doğrudan radikal grupların ‘isyanını’ bastırmaya odaklanmanın da bir hata olduğu anlaşıldı. Çünkü toplumsal faktörler ve kalkınma, her ülkenin özelliklerini ve gri alanlardaki ayrılıkçı ve isyancı grupların varlığını hesaba katmaz.

Darbeyle ilgili Fransa-ABD zıtlığı

İlk bakışta yeni durum karşısında Batı'nın bütünlüğüne dair bir iddia vardı. Ancak darbeyi takip eden ilk günlerde ABD'nin Fransa’dan farklı olarak askeri seçeneği konuşmaktan kaçındığı ortaya çıktı.

ABD’li çevreler darbenin yapıldığı sıralarda, Batı’nın Sahel bölgesindeki radikallere karşı stratejisinde kilit bir oyuncu olarak görülen Nijer’in akıbetiyle ilgili duydukları endişeleri dile getirdiler. Libya’da 2011 yılında yaşananlar gibi gerilimin artması durumunda ABD kuvvetlerinin (yaklaşık bin 100 asker) hedef alınması ve ‘Fransızların Washington’a müdahalesi’ korkusunu dile getirmekten çekinmediler.

ABD, başından itibaren Fransa’dan farklı bir tutum sergiliyor. Özellikle olayı askeri bir darbe olarak tanımlamaktan kaçınan Washington, iktidara el koyan askerlerle iletişimi sürdürdü. ABD’nin özellikle Washington’ın çıkarları açısından hayati önem taşıyan Doğu Afrika ve Gine Körfezi'ndeki durumun izlenmesi ve takip edilmesi gibi faaliyetlerinin Batı Afrika’yı ve Sahel bölgesini kapsayan en önemli lojistik üssünün yer aldığı Nijer’le ortaklığında on yılı aşkın bir süredir gösterdiği çabalardan taviz vermemekte kararlı olduğu ortadaydı. Nijer, her ne kadar önemli bir uranyum zenginliğine sahip olsa da yedi milyonluk nüfusunun gıda güvensizliğiyle karşı karşıya olduğu dünyanın en fakir ülkelerinden biri olması nedeniyle ABD’nin mali yardımına ve Washington'la ortak yürütülen kalkınma programlarına bağımlı olduğu da bir gerçek.

Fransa, 2013 yılında Mali’de terörle mücadele başlığı altında ‘Serval Operasyonu’nu başlattıktan sonra 2008 yılında kurulan ve merkezi Almanya’nın Stuttgart kentinde olan ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM) aracılığıyla, ABD'den lojistik desteğin yanı sıra siyasi destek vermesi de talep edilmek zorunda kaldı.

Burada ABD’nin Soğuk Savaş yıllarında kara kıtadaki nüfuz alanlarını paylaşan Fransa ve İngiltere için koruma kalkanı olduğunu hatırlamakta fayda var. O yıllardan bu yana Sovyetler Birliğini yayılmasını ve Küba’nın nüfuzunu engellemek ortak hedef olduysa da modern çağda Çin’in kıtadaki varlığını güçlendirmesiyle kaygının ana başlığı ekonomiye dönüştü.

2000 yıllarla birlikte terörle mücadele, iç çatışmaların artması ve eski sömürgeci güçler ile onların yerine geçmek isteyen yeni güçler arasındaki nüfuz ve kaynakların paylaşımı mücadelelerinin yoğunlaşmasıyla işler başka bir boyuta ulaştı. Tüm bunlar, sözde ve pratikte ‘Afrika Afrikalılarındır’ sloganının henüz gerçeğe dönüşmekten uzak olduğunu gösteriyor.

Diğer yandan Paris ile Washington arasında Nijer’deki darbeyle ilgili yaklaşımda ve tutumda anlaşmazlıklar olduğu gün yüzüne çıktı. Fransa, darbeyi ve sonuçlarını şiddetle reddettiğini açıklayıp üstüne bir de bölgedeki müttefiklerini darbeye karşı seferber ederken, ABD daha sakin bir tutum sergileyerek askeri cuntayla anlaşma eğilimiyle diplomatik çözüm için tüm yollara başvurulmasında ısrar etti. Çünkü birçok nüfuz sahibi ülkenin kendileri için meşrulaştırdığı seçici bir mantığa göre çıkarların devam etmesi anayasal kurallara bağlı kalmaktan daha önemli.

Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın uzlaşmacı açıklamaları ve yardımcısı Victoria Nuland'ın Nijer'i ziyaret ederek darbecilerle görüşmesi, ABD’nin darbeciler üzerinde ciddi bir baskısının olmadığını yansıttı. Washington, Niamey’e yeni büyükelçisi olarak Kathleen FitzGibbon'u atadı.

Washington, Nijer ordusunun Cumhurbaşkanı Muhammed Bazoum iktidarını düşürmesini bir ‘darbe’ olarak tanımlamamasını, böyle bir açıklama yapmanın ABD’nin Orta ve Batı Afrika'nın Sahel ve Sahra Altı Afrika bölgelerinde terörle mücadele faaliyetlerini etkileyebilecek askeri yardımları ve eğitimleri sona erdireceğini ve yerine Rusya’nın geçmesine kapıyı aralayacağını gerekçe göstererek savundu.

ABD’nin Nijer'e verdiği askeri destek 2012'den 2021'e kadar neredeyse 500 milyon dolara ulaşırken Nijer'in kuzeyindeki Agadez şehrinde de insansız hava araçları (İHA) için bir askeri üssü bulunuyor.

Buna karşın Fransa, ECOWAS’ın Nijer’e askeri müdahalede bulunmasını destekliyor. Ancak ABD yönetiminin bu müdahale için ECOWAS'a lojistik destek verip vermeyeceğini açıklamaması, Afrika'nın askeri müdahale ihtimalini zayıflattı.

Washington, siyasi açıdan Paris'in her ne pahasına olursa olsun seçilmiş yönetimin yeniden göreve gelmesini desteklemedeki ısrarcı tutumunu ihtiyatlı bir şekilde değerlendiriyor.

Washington, Paris'le Cumhurbaşkanı Bazoum'un serbest bırakılması konusunda aynı fikirde görünüyor, ama aradaki tek fark Washington, Bazoum'un yeniden iktidara gelmesiyle ilgilenmiyor. Fransız çevreler, ABD’nin darbeci komutan General Abdurrahman (Ömer) Tchiani ile güçlü ilişkilere sahip olduğunu söylüyorlar. Buna da Washington’ın ABD'de eğitim almış olan ve kısa bir süre önce yeni genelkurmay başkanı olarak atanan General Musa Salo Parmo’ya güveniyor olmasını gerekçe gösteriyorlar.

ABD, Soğuk Savaş yıllarında kara kıtadaki nüfuz alanlarını paylaşan Fransa ve İngiltere için bir koruma kalkanı oluşturuyordu.

Washington, Amerikan askerlerinin Nijer'den çekilmesinin istenmesi ihtimalinden kaçınmaya çalışırken askeri varlığını Fransa’nın ülkedeki askeri varlığıyla ilişkilendirmemeye özen gösteriyor. Zira ABD’nin Nijer’den çekilmesi demek Sahel bölgesindeki müttefikleri için hayati önem taşıyan istihbarat kazanımlarını kaybetmek demektir. Bu yüzden ABD hiçbir askeri çözümün kabul edilemez olduğunun altını özellikle çiziyor. Almanya ise Fransa ile aynı tutumu sergilerken İtalya, ABD’nin tutumuna önyargılı yaklaşıyor. Avrupa'nın Nijer’deki darbe karşısında ortak bir tutuma sahip olmaması, Rus paralı asker grubu Wagner'in daha fazla alana yayılmasına izin vermemek bahanesiyle Fransa'nın radikallerle mücadeledeki rolüne gölge düşürmeyi umursamayan ABD'nin işine yarıyor.

Herkes, ABD’nin darbecileri kontrol altına alma çabalarının, Rusları ABD’nin Afrika’daki hayati konumundan uzaklaştırma ve dikkatleri Ukrayna savaşına çekerek Batı ile Rusya arasında Afrika'da bir çatışma yaşanması ihtimalini sıfıra indirme girişimi olduğunun farkında.

Batı’nın Sahel bölgesinde tekrarlanan darbelerle yüzleşme konusundaki başarısızlığının (ki bu terörle mücadeledeki başarısızlığıyla aynı görülüyor) ardından Nijer’deki askeri darbe ve Fransa-ABD zıtlığı, önceliğin bölgede demokrasinin savunulması değil, Paris pahasına dahi nüfuzun devamlılığı ve çıkarların korunması olduğunu gösteriyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla’dan çevrildi.



Putin: İran ile ilişkilerimiz olumlu yönde gelişiyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)
TT

Putin: İran ile ilişkilerimiz olumlu yönde gelişiyor

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki görüşme sırasında İranlı mevkidaşı Mesud Pezeşkiyan ile tokalaşırken (Reuters)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bugün Türkmenistan’da düzenlenen uluslararası bir forum kapsamında İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile yaptığı görüşmede, Moskova ile Tahran arasındaki ilişkilerin ‘son derece olumlu bir şekilde geliştiğini’ söyledi.

Şarku’l Avsat’ın Rus haber ajansı Sputnik’ten aktardığına göre Putin, görüşmede, Rusya’nın Birleşmiş Milletler’de (BM) İran’ın nükleer programı konusunda Tahran ile yakın koordinasyon içinde çalıştığını ifade etti.

dfrgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin (AFP)

Putin, iki ülkenin Buşehr Nükleer Santrali başta olmak üzere çeşitli alanlarda iş birliği yürüttüğünü, ayrıca Uluslararası Kuzey-Güney Ulaştırma Koridoru gibi altyapı projelerinde birlikte çalıştıklarını belirtti. Rus lider, gaz ve elektrik sektörlerinde ortaklık imkanlarının da değerlendirildiğini dile getirdi.

Pezeşkiyan ise görüşmede, Tahran’ın Moskova ile imzalanan kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının tüm maddelerine bağlı olduğunu vurguladı.


Fildişi Sahili, El Kaide ile bağlantılı militanlara karşı koymak için ABD casus uçaklarını görevlendirmeyi planlıyor

Casus uçak
Casus uçak
TT

Fildişi Sahili, El Kaide ile bağlantılı militanlara karşı koymak için ABD casus uçaklarını görevlendirmeyi planlıyor

Casus uçak
Casus uçak

Fildişi Sahili’nden iki güvenlik yetkilisi, ülkenin ABD Başkanı Donald Trump yönetiminden, El Kaide bağlantılı militanlara karşı sınır ötesi operasyonlarda kullanılmak üzere ülkenin kuzeyine Amerikan keşif uçakları konuşlandırmasını talep ettiğini söyledi. Yetkililer, Washington’dan gelecek kararın gelecek yıl netleşmesini beklediklerini belirtti.

Terörle mücadelede görevli üst düzey bir yetkili, Abidjan ile Washington’ın bölgesel güvenlik ihtiyaçları konusunda mutabakata vardığını, ancak zamanlamanın hâlâ kesinleşmediğini ifade etti.

Beyaz Saray yorum talebine yanıt vermezken, Pentagon şu anda Fildişi Sahili’nde operasyon planı olmadığını açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı ise değerlendirme yapmaktan kaçındı, ancak “Amerikan çıkarlarıyla bağlantılı olduğunda terörle mücadele hedeflerimizi sürdürmeye devam edeceğiz” açıklamasını yaptı.

Fildişi Sahili Savunma Bakanlığı da yorum talebine yanıt vermedi.

Washington, geçen yıl Batı Afrika’daki ana üssünü kaybetmişti. Nijer’in güvenlik desteği için Rusya’ya yönelmesi üzerine ABD, 100 milyon dolar değerindeki insansız hava aracı (İHA) üssünden çıkarılmıştı.

Bu üs, Sahel bölgesinde El Kaide ve DEAŞ bağlantılı gruplara ilişkin kritik istihbarat sağlıyordu. Küresel Terörizm Endeksi’ne göre, geçen yıl bölgede bu gruplarla bağlantılı faaliyetler nedeniyle 3 bin 885 kişi hayatını kaybetti. Bu sayı, dünya genelindeki terör kaynaklı ölümlerin yarısına denk geliyor.


Taliban’dan Pakistan’a fetvalı güvence

Afganistan'da Perşembe günü Celalabad'da düzenlenen mezuniyet töreninde polis memurları (EPA)
Afganistan'da Perşembe günü Celalabad'da düzenlenen mezuniyet töreninde polis memurları (EPA)
TT

Taliban’dan Pakistan’a fetvalı güvence

Afganistan'da Perşembe günü Celalabad'da düzenlenen mezuniyet töreninde polis memurları (EPA)
Afganistan'da Perşembe günü Celalabad'da düzenlenen mezuniyet töreninde polis memurları (EPA)

Afganistan’daki Taliban yönetimi, iki ülke arasında günler önce yeniden alevlenen sınır çatışmalarının ardından, Pakistan’a yönelik dolaylı güvence mesajlarını yoğunlaştırdı. Kabil, kırılgan ateşkesi koruma çabalarının sürdüğü bir dönemde hem dinî hem de siyasi bir dizi taahhüdü arka arkaya açıkladı.

Başbakan Ahund ve üst düzey isimlerin katıldığı, binden fazla din adamını bir araya getiren toplantıda yayımlanan fetva, Afgan topraklarının hiçbir ülkeye karşı kullanılmayacağını ilan etti. Siyasi–fiqhî bildiri, sınır ötesi çatışmalara müdahil olanlara karşı yaptırım uygulanacağını vurguladı.

Bildirinin ardından Dışişleri Bakanı Emirhan Muttaki, hükümetin fetvadaki taahhütlere “tam bağlılık” göstereceğini açıkladı. Açıklama, Pakistan içini hedef alan ve sorumluluğu başta Pakistan Talibanı (TTP) olmak üzere çeşitli gruplara atfedilen saldırıların ardından yükselen gerilimi yatıştırma girişimi olarak değerlendirildi.

Sınırdaki son saldırıda, salı günü Afganistan sınırına yakın Kurram bölgesindeki bir güvenlik noktasının hedef alınması sonucu 6 Pakistan askeri hayatını kaybetmişti. İslamabad, saldırıların Afgan topraklarını kullanan silahlı gruplarca planlandığını savunurken, Kabil bu iddiaları reddediyor ve TTP ile operasyonel bağları olmadığını öne sürüyor.

dfgt
3 Aralık 2025'te Afganistan sınırında düzenlenen saldırıda hayatını kaybeden Pakistanlı güvenlik görevlileri için düzenlenen cenaze töreninden bir kare (AFP)

Din adamları kurultayının sonunda yayımlanan bildiride, Afgan hükümetinin ülke topraklarının hiçbir devlete karşı kullanılmaması taahhüdünü “şer’î bir sorumluluk” olarak üstlendiği belirtildi. Açıklamada, bu taahhüdü ihlal edenlerin asi sayılacağı ve gerekli işlemlerin uygulanacağı ifade edildi.

Bildiride, ülke egemenliğini savunmanın dinî bir görev olduğu vurgulanırken, aynı zamanda “Afgan topraklarının başka herhangi bir devlete zarar vermek için kullanılmasının caiz olmadığı” yeniden teyit edildi. Ayrıca Afgan vatandaşlarının sınır ötesindeki askerî faaliyetlere katılmak üzere ülke dışına gitmesinin yasak olduğu, bunu yapanların “muhalif ve asi” kabul edileceği kaydedildi.

Toplantıda Başbakan Ahund’un yanı sıra Yüksek Mahkeme Başkanı, İyiliği Emretme ve Kötülükten Sakındırma Bakanı, Yükseköğrenim Bakanı ve diğer üst düzey isimlerin bulunması, Taliban yönetiminin Pakistan’a hem dinî hem de siyasi nitelikte çift katmanlı güvence sunma çabasının işareti olarak değerlendirildi. Kabil yönetimi, özellikle sınır aşan silahlı gruplar konusunda artan uluslararası baskıyla karşı karşıya.

hyju
Afganlar, 6 Aralık 2025'te Pakistan güçleriyle sınır çatışmalarında öldürülen bir adam için yas tutuyor (AFP)

Dışişleri Bakanı Muttaki, devlet medyasına yaptığı açıklamada, ülke genelindeki din alimlerinin “İslami düzenin korunmasına yönelik birleşik fetvalarını” yenilediklerini belirterek, Afganistan’ın hiçbir ülkeye zarar verecek bir faaliyete izin vermeyeceğini yineledi. Muttaki, “Bu, alimlerin tavsiyesidir ve tüm Müslümanlar için yerine getirilmesi gereken bir görevdir” dedi.

Muttaki, fetvayı ihlal ederek sınır ötesi faaliyetlerde bulunanlara karşı Afgan yönetiminin gerekli adımları atma hakkına sahip olduğunu vurguladı. Bu ifade, TTP’ye katılan Afgan unsurlara yönelik üstü kapalı bir mesaj olarak değerlendirildi.

Açıklamasının sonunda “birlik ve fitneden uzak durma” çağrısı yapan Muttaki, Afgan halkının tarih boyunca din alimlerinin fetvalarına uyduğunu ve bugün de bu çizginin sürdürüleceğini belirtti.

Gözlemcilere göre fetva, siyasi bildiri ve resmî açıklamaların tamamı, son haftalarda tırmanan saldırılar nedeniyle artan Pakistan tepkisini yatıştırmaya ve Kabil’in güvenlik taahhütlerine bağlılık gösterdiğini ispatlamaya yönelik koordineli bir çabanın parçası niteliğinde. Geçen cuma yaşanan ve 4 kişinin ölümüne yol açan sınır çatışması, iki ülke arasındaki gerilimi yeniden tırmandırmıştı.