Henry T. Wooster: İsrail'in savaşı ne zaman sona erdireceğiyle ilgili net bir tarih belirlemiyoruz

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Wooster: İki devletli çözüme yönelik açık bir planımız var

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Henry Wooster, Şarku’l Avsat’a verdiği röportaj sırasında (Fotoğraf: Ali Barada)
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Henry Wooster, Şarku’l Avsat’a verdiği röportaj sırasında (Fotoğraf: Ali Barada)
TT

Henry T. Wooster: İsrail'in savaşı ne zaman sona erdireceğiyle ilgili net bir tarih belirlemiyoruz

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Henry Wooster, Şarku’l Avsat’a verdiği röportaj sırasında (Fotoğraf: Ali Barada)
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Henry Wooster, Şarku’l Avsat’a verdiği röportaj sırasında (Fotoğraf: Ali Barada)

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu'dan Sorumlu Yardımcısı Büyükelçi Henry Wooster, ABD'nin Gazze Şeridi’nde ateşkese yönelik tutumunu ve ABD'nin cuma akşamı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) Gazze’de ateşkesi veto etmesini, bunun Hamas Hareketi’nin saflarını yeniden düzenleme fırsatı vereceği ve İsrail'in zaferini engelleyeceği yönündeki Washington tarafından ortaya atılan gerekçeleri yineleyerek savundu. Wooster, Washington'ın kapsamlı bir ateşkesi değil, insani nedenlerden dolayı geçici bir ateşkesi desteklediğini de sözlerine ekledi.

Daha önce Ürdün ve Pakistan'da ABD’nin büyükelçiliği gibi çeşitli diplomatik görevler üstlenen ve İran, Mısır ve Fas’la ilgili önemli dosyaları ele alan Wooster, Washington’ın devam eden askeri operasyonlarında İsrail için kırmızı çizgiler çizmediğini ve Gazze Şeridi'ndeki savaşın sona erdirilmesine yönelik kesin bir tarih belirleyemediğini söyledi. ABD’li diplomat, iki devletli çözümde ilerleme olasılığıyla ilgili iyimser olduğunu da sözlerine ekledi.

Şarku'l Avsat'la verdiği röportajda Amerikan diplomasisinin başlıca beş planını açıklayan Wooster, bunları söyle sıraladı:

1- ABD vatandaşlarının Gazze’den ayrılmasına yardım etmek ve tüm rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamak

2- İsrail'in kendini savunma hakkını desteklemek

3- Gazzelilerin insani yardıma erişimlerini sağlamak

4- Çatışmaların bölgeye yayılmasının önlenmek

5- Çatışma sonrası aşamayı desteklemek

Wooster, beşinci maddenin ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın Tokyo'da açıkladığı ‘Tokyo İlkeleri’ olarak adlandırılan ilkeler çerçevesinde desteklendiğini ifade etti. ‘Tokyo İlkeleri’, Gazze’deki yönetimin Filistin Yönetimi tarafından kontrol edilmesini, Filistinlilerin zorla yerinden edilmesinin reddedilmesini, Gazze'nin yeniden inşası için bir mekanizmanın oluşturulmasını, iki devletli çözüme giden sürecin güçlendirilmesini, ne Gazze’nin ne de Batı Şeria'nın terör ve şiddetin kaynağı olarak kullanılmasının önlenmesini ve Gazze’nin yeniden işgalinin desteklenmemesini kapsıyor.

xcsdvfb
İsrail'in Gazze'deki Şucaiyye mahallesine düzenlediği hava saldırısının ardından yükselen ve Nahal Oz şehrinden görülen dumanlar (EPA)

Wooster, bu ilkelerin ABD’nin çatışma sonrası senaryoya yönelik vizyonunu da belirlediğini vurguladı.

Geçmişin üzerine sünger çekmek

Wooster, ABD'nin bir İsraillinin hayatını bir Filistinlinin hayatından farklı bir standartla değerlendirmediğini vurguladı. İkinci Dünya Savaşı'ndan bir örnekle ABD'nin Japonya'yı atom bombasıyla vurduğunu ve Almanya ile savaştığını hatırlatan Wooster, ancak bugün her iki ülkenin ABD’nin en yakın müttefikleri arasına girdiğini söyledi. Ayrıca, ABD’nin her insanın, özellikle de çocukların hayatını korumayı, çatışmaya barışçıl çözümler geliştirmeyi, Hamas'ın sunduklarından daha ikna edici fikirler önermeyi, geçmişin ve savaşın üzerine bir sünger çekmeyi öngören bir vizyona sahip olduğunu vurguladı.

Wooster, sözlerini şöyle sürdürdü:

Bunun ne kadar üzücü olduğunun farkına şimdi varıyorum, ama geçmişin üstüne bir sünger çekebiliriz. Aynı şekilde İsrail-Filistin çatışmasını aşmak, kalıcı ve kapsamlı bir barışa doğru adım atmak, daha iyi bir yarının özelliklerini şekillendirmek mümkün. Bunun o kadar basit olmadığının farkındayım, ama bu başarılabilir.

Yerinden etme ve kırmızı çizgiler

Washington’ın kırmızı çizgiler çizmediğini belirten Wooster, “Ancak İsraillilerin silahlı çatışma hukukunun ve uluslararası insancıl hukukun sınırlarını bildiğini de söylemek istiyorum. Silahlı çatışma hukukunda ve uluslararası insancıl hukukta yer alan tüm temel ilkelere rağmen, masum insanların hayatlarını kaybetmesi korkunç. Bunun yanında Filistinlilerin kalıcı olarak Gazze'den yerinden edilmeyeceklerini de çok açık bir şekilde ifade ettik. Herhangi bir yerinden edilmeye tanık olmak istemiyoruz. Özellikle Filistinlilerin kalıcı olarak Gazze’den yerinden edilmelerini görmek istemiyoruz” şeklinde konuştu.

ABD’li yetkililerin defalarca kez İsraillilere sivillere nasıl davranılması gerektiğini ve standartlarını açıkladıklarına dikkati çeken Wooster, “Sivillere zarar vermenin hiçbir faydası olmaz. Bu kabul edilemez” dedi. ABD’li yetkili, ülkesinin BM, uluslararası örgütler ve İsrail hükümetiyle güvenli bölgeler oluşturma konusunda özenle çalıştığını vurguladı.

dfreg
İsrail ordusunun Han Yunus’ta bir askeri operasyon olduğunu söylediği patlama sırasında etrafa saçılan enkaz parçaları (Reuters)

Arap kamuoyu nezdinde ABD’nin güvenilirliğinin azaldığını kabul eden Wooster, bu konuda şunları söyledi:

İki şey yapmak istiyoruz. Bunlardan birincisi çatışmayı kullanmak ve sorun yaratmak isteyen taraflara güçlü bir caydırıcı mesaj göndermek, ikincisi ise ABD'nin güvenilirliğini korumak için her türlü çabayı göstermek.

Savaş ne zaman bitecek

ABD’li yetkili, Washington’ın savaşın ne zaman biteceğine dair beklentileriyle ilgili değerlendirmesinde, “Bırakın savaşın devam etmesini, ilk etapta bu çatışmanın patlak vermemesi için dahi çaba sarf ettik.  Buna rağmen İsrail ordusunun Hamas Hareketi liderlerinin peşine düşmek için ihtiyaç duyduğu süreye sahip olmasını istiyoruz. İsrailli yetkililer de bize çatışmanın sınırlı bir süre çerçevesinde olacağını söylediler” ifadelerini kullandı.

Wooster, sözlerini şöyle sürdürdü:

Washington, Hamas'ın sadece silahlı bir örgüt değil, bir ideoloji olduğunun farkında. Ayrıca, yoğun nüfuslu bir bölgede yapılacak herhangi bir meskûn mahal operasyonunun da son derece tehlikeli olacağının bilincindeyiz. Saate bakıp ‘Artık savaşı durduruyoruz’ diyeceğimiz belirli bir tarih ya da nokta belirtmek mümkün değil.

sdv
Han Yunus’ta İsrail ordusu ile Hamas arasında yaşanan şiddetli çatışmalardan Refah'a doğru kaçan Filistinliler (DPA)

Savaşın sona ermesinin bazı şartlara ve zafer kriterlerine bağlı olduğunu ve İsrail ordusunun ‘Hamas’ı yok etme’ hedefine ulaşmaya çalıştığını söyleyen Wooster, “Washington, İsrail hükümetine bu operasyonların yakında sona ermesi gerektiğini söylüyor. Sanırım Başkan Joe Biden bunu bizzat söyledi. Genellikle yoğun askeri operasyonlar olarak adlandırılan ve ikinci aşama dediğimiz aşamaya bölünebilen bir takvimi tartışıyoruz” şeklinde konuştu.

Barış anlaşmaları ve iki devletli çözüm

İsrail ile bazı Arap ülkeleri arasında yapılan barış anlaşmalarına da değinen Wooster, onlarca yıldır inşa edilen barışın sürdürülmesi, tamamen olumlu olmanın yanı sıra barışın ve elde edilmesi onlarca yıl süren kazanımların korunması, ABD dahil tüm ülkelerin stratejik çıkarınadır.

Wooster, iki devletli çözümle ilgili olarak ise şunları söyledi:

İki devletli çözümü daha önce masaya yatırdığımızda ortaya atılan görüşlerden biri mevcut durumun artık devam edemeyeceği ve ilerlemek için farklı bir adımın atılması gerektiği yönündeydi. Bunun yanında ABD'nin Filistin halkının kendilerine ait bir devleti hak ettiğine inandığını daha önce de söyledik. İsrail Başbakanı ile Filistin Devlet Başkanı'na, Filistin halkını temsil edecek liderin kim olacağına karar vermenin Washington'ın yetkisi dahilinde olmadığını hatırlattık.

İki devletli çözümün onlarca yıldır devam eden müzakerelerin ve görüşmelerin ana gündem maddelerinden biri olduğunu belirten ABD’li diplomat, ancak 7 Ekim öncesi ile sonrasında oluşan koşulların farklı olduğunu ve bundan önce var olanın artık geçerli olmadığını vurguladı. Wooster, “İki devletli çözümün slogandan ibaret olduğu ve siyasi ufkun oluşturulması gerektiği önceki döneme geri dönemeyiz. Aslında bu ufku fiilen yaratmamız lazım. Bunu ‘Nereye gidiyoruz? Oraya nasıl gideriz? Peki ne zaman varırız?’ şeklinde bir takvime bağlamamız gerekiyor. Yüksek insani kayıplara yol açacak bir savaş durumunun ötesine geçmek için İsrailliler ve Filistinlilerle temas halinde olmaya devam edeceğiz. Diplomatik stratejimiz, savaşın ertesi günü iki devletli çözüme ilişkin tartışmaları belirleyecek olan Tokyo İlkeleri çerçevesinde olacak” diye konuştu.



Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?
TT

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

Trump'ın yeni stratejisi: ABD'nin dünyadaki öncelikleri nedir?

ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, dün Washington'un küresel rolüne ilişkin bakış açısında derin dönüşümü yansıtan, uzun zamandır beklenen yeni bir stratejiyi duyurdu. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana hakim olan ve “tek süper güç” konumunu korumaya dayanan geleneksel model yerine belge, ABD'nin odağının, yönetimin doğrudan çıkarlarıyla daha yakından bağlantılı gördüğü bölgelere, özellikle de Latin Amerika bölgesine ve göç meselesine kayacağını ortaya koyuyor.

Ulusal Güvenlik Strateji belgesi, Trump'ın, daha önceki yönetimlerinkinden kökten farklı, “Önce ABD” sloganına dayanan, uluslararası sistemin artık dünyanın her bölgesinde geniş bir Amerikan katılımı politikasına izin vermediği inancını temel alan bir vizyon benimsediğini gösteriyor. Belge, Çin'i göz ardı etmeyip, en büyük rakip olarak görse de son dönemdeki Amerikan stratejilerine hâkim olan geleneksel “Asya'ya odaklanma” yaklaşımından uzaklaşıyor.

Trump, belgenin girişinde, “Yaptığımız her şeyde ABD'yi ön planda tutuyoruz” ifadesini kullandı. Belge, bu stratejinin uluslararası ilişkiler ve ittifakların kökten yeniden değerlendirilmesini gerektirdiğini de belirtiyor. Amaç artık geniş kapsamlı bir liberal dünya düzenini desteklemek değil, dış yükleri azaltıp “doğrudan gelir” alanlarına yoğunlaşarak Amerikan gücünü korumak. Belge ayrıca, “kitlesel göç çağının sona ermesi gerektiğini” ve ABD sınırlarına doğru göçü engellemek için Avrupa ve Latin Amerika içinde adımlar atacağını da vurguluyor.

Geleneksel Amerikan söyleminden açık bir şekilde kopan strateji, “ABD'nin meşum küresel egemenlik ilkesini sürdürmeyi reddettiğini” vurguluyor. Bu açıklama, son Amerikan belgelerinde eşi benzeri görülmemiş bir şey, zira küresel hegemonyayı sürdürmenin maliyetlerinin fahiş ve sürdürülemez hale geldiğini dolaylı olarak itiraf ediyor.

Strateji, Washington'un başta Çin ve Rusya olmak üzere büyük güçlerin aşırı nüfuz kazanmasını önlemek için çalışacağını ifade ediyor, ancak bunun “dünyanın tüm büyük ve orta güçlerinin nüfuzunu sınırlamak için kan dökeceği ve servet harcayacağı anlamına gelmediğini” vurguluyor.

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm

Belge, son on yıllardaki en önemli askeri dönüşümlerden birini içeriyor ve kaynakları Batı Yarımküre'ye yönlendirirken, “acil tehditlerle başa çıkmak için küresel askeri duruşumuzu revize etme” sözü veriyor. Bu, Ortadoğu gibi bir zamanlar hayati önem taşıyan bölgelere olan Amerikan ilgisinin fiilen azalması anlamına geliyor.

Stratejik belgenin temel küresel meseleler hakkındaki duruşu şöyle:

ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters) ABD Başkanı Donald Trump, Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ve aralarında Almanya Başbakanı Friedrich Merz'in de bulunduğu Avrupalı ​​liderler, 18 Ağustos 2025'te Washington'daki Beyaz Saray'da (Reuters)

Avrupa: Müttefik bir bölge, ancak eşi görülmemiş eleştirilerin konusu

Belge, Avrupa'ya yönelik sert bir dil kullanıyor; bu dil, önceki ABD ulusal güvenlik belgelerinde nadiren kullanılmıştır. Avrupa'nın göç nedeniyle “kültürel erozyon” ile karşı karşıya olduğunu iddia ediyor ki bu söylem, Avrupa aşırı sağının söylemine çok benziyor. Belge, bazı Avrupa ülkelerinin on yıllar içinde “Avrupalı ​​olmayan çoğunluk” haline gelebileceğine ve bunun kıtanın demografik ve siyasi doğasını değiştirebileceğine işaret ediyor.

Belge, “Avrupa ülkeleri içinde Avrupa'nın mevcut gidişatına karşı direniş geliştirilmesi” çağrısında bulunuyor; bu ifade, milliyetçi ve sağcı partilerin lehine Avrupa'daki iç siyasi tartışmalara doğrudan müdahaleyi yansıtıyor. Avrupa'da aşırı sağ söylemlere getirilen kısıtlamalara atıfta bulunarak, “ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını” eleştiriyor. NATO’nun genişlemesine karşı çıkışını yineliyor ve bu da Rusya ile savaş halindeki Ukrayna'nın ittifaka katılma umutlarını suya düşürüyor.

Strateji, Çin, Hindistan ve gelişmekte olan ekonomilerin yükselişi nedeniyle Avrupa'nın küresel ekonomideki payının azalmasının “daha karanlık bir olasılığın, Avrupa medeniyetinin aşınmasının” habercisi olduğunu savunuyor. Güçlü tepkiler içeren bir duruş ile Almanya, “dışarıdan tavsiyeye ihtiyacı olmadığını” belirtti.

Latin Amerika: Trump Doktrini’ndeki yeni ağırlık merkezi

Strateji, Latin Amerika'yı Amerikan gündeminin en üst sıralarına taşıyor. Bu, belgedeki en önemli bölgesel dönüşüm, çünkü Monroe Doktrini'ni “Trumpçı” bir yorumla yeniden canlandırmaya yönelik yeni bir vizyon sunuyor. Bölgedeki rejimlerin istikrarını sağlayarak göç dalgalarını önlemeyi amaçlayan ve belgede “Trump Doktrini” olarak adlandırılan bir öneriye yer veriliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre başta Çin olmak üzere bölge dışı güçlerin asker konuşlandırmasının veya kritik altyapıları kontrol etmesinin engellenmesi gerektiği vurgulanıyor.

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor

Belgede, denizdeki uyuşturucu kaçakçılığı şebekelerinin hedef alınması, sol görüşlü liderlere müdahale edilmesi ve Panama Kanalı gibi hayati önemdeki kaynakların kontrol altına alınması gibi önlemler ayrıntılı olarak ele alınıyor.

ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP) ABD Başkanı Donald Trump ve Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei, 14 Ekim 2025'te başkent Washington'daki Beyaz Saray'da (AFP)

1823'te açıklanan Monroe Doktrini'nin bu yeniden canlandırılması, Washington'un son yıllarda uzak durduğu “arka bahçe” politikasına geri döndüğünü gösteriyor; tek fark, yeni versiyonun daha açık ve daha az diplomatik olması.

Asya: Askeri tehditten önce ekonomik bir rakip olarak Çin

Asya'nın stratejik önemine rağmen, belge önceki belgelerden farklı bir yaklaşım sunuyor. Çin'i askeri bir tehditten önce birinci ekonomik rakip olarak görüyor. Tedarik zincirleri ve teknoloji de dahil olmak üzere Çin ile ekonomik ilişkilerin yeniden dengelenmesi gerektiğini vurguluyor. Tayvan'daki “statükoyu” korurken, Japonya ve Güney Kore'den adayı korumaya yönelik savunma katkılarını artırmalarını talep ediyor.

Trump ABD’si, Hindistan ile ilişkileri derinleştirmeye ve Hint-Pasifik güvenliğinde öncü bir rol oynamasını teşvik etmeye açık olduğunu da ifade ediyor.

Bu değişim, Trump'ın dünya görüşünün temel bir özelliği olan ekonomik rekabeti genişletme lehine doğrudan askeri odaklanmayı azaltma politikasına işaret ediyor.

Ortadoğu ve Afrika: ABD'nin rolünün azaltılması ve önceliklerin belirlenmesi

Belge, ABD'nin Ortadoğu'daki müdahalelerinin azaltılması çağrısında bulunuyor ve bunu, Washington'un Körfez petrolüne olan bağımlılığının azalması ve bunun bölgenin ABD ulusal güvenlik hesaplarındaki önemini azaltmasıyla gerekçelendiriyor.

Belge, ABD ve İsrail saldırılarıyla “İran'ın zayıflatıldığına” işaret ediyor, İsrail'in, “güvende” olması gerektiğini vurguluyor ama Trump yönetiminin daha önce kullandığı sert söylemlerden uzak duruyor.

Belge, Suriye ve Irak gibi geleneksel çatışmalardan çok bahsetmiyor. Ayrıca, Afrika'da “yardım yaklaşımından” uzaklaşılarak, hayati önem taşıyan maden ve minerallere odaklanılması çağrısında bulunuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarfından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
TT

İrlanda'daki anne ve bebek tesisinde mezarlık bulundu: "796 ceset olabilir"

İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)
İrlanda'nın Tuam bölgesindeki bir anne ve bebek evinde yaklaşık 800 çocuğun öldüğünü keşfeden Catherine Corless tarafından yapılan bir maket (AP)

Maira Butt 

Geçmişte İrlanda'nın Galway Kontluğu'nun Tuam bölgesinde bekar anneler ve çocuklarının kullanımına ayrılmış bir kuruluşta, bir mezara dair kanıtlar bulundu.

Anne ve bebek evi, yerel tarihçi Catherine Corless'in başını çektiği araştırmanın, 796 bebek ve küçük çocuğun defin kaydı olmadan orada öldüğünü ortaya koymasının ardından, 2014'te uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Temmuzda tesisteki çalışmalarına başlamasından bu yana dördüncü güncellemesini yapan Tuam Yetkili Müdahale Direktörlüğü (Office of the Director of Authorised Intervention, Tuam/ODAIT), "Bu bölgedeki mezarların varlığı artık doğrulandı" diye yazdı.

1925'ten 1961'e kadar faaliyet gösteren tesisin kenarında "çocuk veya bebek büyüklüğünde mezarlar" bulunduğu yeni güncellemede belirtildi:

Mezarların yerleşimi ve büyüklüğü, tesisin bu bölümünde anne ve bebek kurumunun faaliyet gösterdiği zamandan kalma bir mezarlık bulunduğuna dair tutarlı bir kanıt.

İlk değerlendirmelere göre kazıda 4 grup bebek kalıntısı bulundu ve bunlar hepsi geçen ay keşfedilen tabutlara gömülmüş 7 grup insan kalıntısına eklendi. Adli analiz çalışmaları sürdürülüyor.

ODAIT'in aktardığına göre, tarihi belgeler bir mezarlık olasılığını işaret etse de bunun varlığına dair ilk işaretler zemin veya yüzey seviyesinde görünmüyordu.

2017'de yürütülen resmi bir soruşturmada, tesisin başka bir yerine sadece 100 metre mesafedeki yeraltı odalarında "önemli miktarlarda" insan kalıntısı bulunmuştu.

ODAIT Direktörü Daniel MacSweeney, cesetlerin kimlere ait olduğunun belirlenmesi için en az 160 kişinin DNA örnekleri vermeyi teklif ettiğini RTÉ'ye söyledi:

Deneyimlerimden biliyorum ki bazen kalıntıların keşfi, insanların öne çıkması için bir katalizör görevi görebilir.

Görsel kaldırıldı.Pembe dikdörtgenle çevrilen alan, kazı çalışmalarında mezarlara dair kanıtların bulunduğu çadırı gösteriyor (ODAIT)

2021'de İrlanda lideri Micheal Martin, ülke genelindeki anne ve bebek evlerine yerleştirilen kadın ve çocuklara gösterilen muameleden dolayı devlet adına özür dilemişti.

Bu özür, evlilikdışı hamile kalan anneleri barındıran 18 anne ve bebek evinde 9 binden fazla çocuğun öldüğü sonucuna varılan bir soruşturmanın nihai raporunun ardından gelmişti.

İrlanda parlamentosunda "Orada olmamalıydılar" demişti:

Devlet sizi, bu evlerdeki anneleri ve çocukları hayal kırıklığına uğrattı.

Bu evlerdeki tüm çocukların yüzde 15'inin hastalık ve mide gribi gibi enfeksiyonlardan öldüğü, raporda belirtilmişti. Bu rakam, ülke çapındaki bebek ölüm oranının neredeyse iki katı.

Independent Türkçe, independent.co.uk/news/uk


Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
TT

Papa: İnsan hakları ihlalleri karşısında sessiz kalmayacağız

Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)
Papa XIV. Leo Vatikan'da konuşuyor (AP)

Papa XIV. Leo, bugün yeni atanan büyükelçilere, Vatikan'ın dünya çapındaki insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını söyledi.

Bu, Papa Francis'in ölümünün ardından mayıs ayında Katolik Kilisesi'nin başına seçilen Amerikalı Papa'nın felsefesini ortaya koyan en net açıklamalardan biri.

Papa, 13 büyükelçiden oluşan gruba hitaben yaptığı konuşmada, "Kutsal Makam'ın, giderek bölünen ve çatışmalarla dolu küresel toplumumuzda yaşanan ciddi eşitsizlikler, adaletsizlikler ve temel insan hakları ihlalleri karşısında kayıtsız kalmayacağını bir kez daha vurgulamak isterim" ifadelerini kullandı.

Kutsal Makam, Papa başkanlığındaki Kilise'nin yönetim organıdır ve 1,4 milyar Katolik üzerinde manevi otoriteye sahiptir.

Papa, "Kutsal Makam'ın diplomasisinin, özellikle vicdanlara hitap ederek ve yoksulların, güvencesiz koşullarda yaşayanların ve toplumun dışına itilenlerin seslerini dinleyerek, sürekli olarak insanlığın iyiliğine hizmet etmeye yönelik olduğunu" ifade etti.

Leo, eşitsizliğe odaklanarak, papalık dönemi boyunca göçmenlerin ve diğer savunmasız grupların haklarını savunan selefi Papa Francis'in önceliklerini temel alıyor.

Peru'da yaklaşık 20 yıl misyonerlik yapan Leo, Başkan Donald Trump döneminde Amerika Birleşik Devletleri'nde göçmenlere yönelik "saygısız" muameleyi eleştirdi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgiye göre Vatikan tarafından bugün kabul edilen yeni akredite büyükelçiler arasında Özbekistan, Moldova, Bahreyn, Sri Lanka, Pakistan, Liberya, Tayland, Lesotho, Güney Afrika, Fiji, Mikronezya, Letonya ve Finlandiya vardı.