Ürdün, müfredattan ‘7 Ekim’i kaldırdı

Gözlemciler, bir üre önce 7 Ekim’i müfredata ekleyen Ürdün yönetiminin son kararının ardından İsrail baskısının olduğu görüşünde.

Filistin meselesinin Ürdün'de ders olarak okutulmaya devam ettiği ancak müfredatta bu konuda düzenlemeler yapıldığı belirtiliyor. (Independet Arabia)
Filistin meselesinin Ürdün'de ders olarak okutulmaya devam ettiği ancak müfredatta bu konuda düzenlemeler yapıldığı belirtiliyor. (Independet Arabia)
TT

Ürdün, müfredattan ‘7 Ekim’i kaldırdı

Filistin meselesinin Ürdün'de ders olarak okutulmaya devam ettiği ancak müfredatta bu konuda düzenlemeler yapıldığı belirtiliyor. (Independet Arabia)
Filistin meselesinin Ürdün'de ders olarak okutulmaya devam ettiği ancak müfredatta bu konuda düzenlemeler yapıldığı belirtiliyor. (Independet Arabia)

Tarık Dilvani

7 Ekim tarihi, Ürdünlüler üzerinde yaklaşık dört aydır güçlü bir etki bırakmış durumda. Ancak son günlerde Ürdün'deki siyasi akımlar arasında bir çatışma noktasına dönüştü. Bu konu resmi görüşü destekleyenler ile karşıtları arasında çatışmanın bir parçası haline geldi.

Ürdün Müfredat Geliştirme Merkezi, 2023 yılının son aylarında 7 Ekim olaylarını ve bunu takip eden gelişmeleri, Filistin-İsrail çatışmasının tarihine ait bir parça olarak, 10. sınıf müfredatına eklemeye karar verdi. Ancak daha sonra bu konunun müfredattan çıkarılmasına ve konuya kısaca değinilmesi kararı alındı. Bu durum, sosyal medya platformlarında konunun müfredattan çıkarılması kararına destek veren azınlık ile bu kararın İsrail'in baskısı sonucu alındığını düşünen çoğunluk arasında tartışmalara neden oldu.

7 Ekim’in müfredata dahil edilmesi, olumlu tepkiler aldı ve aktivistler ile eğitimciler tarafından, uzun yılların ardından Filistin meselesinin tekrar canlandırılması olarak okundu. ‘Filistin Meselesi’ 1962-1963 eğitim-öğretim yılından itibaren ders olarak okutulmaya başlamış, ancak Vadi Arabe Anlaşması'nın imzalanmasının ardından, 1990'ların başında bu konu rafa kalkmıştı.

Müfredata önce eklendi ve sonra çıkarıldı

7 Ekim olaylarını müfredattan çıkarmaya karşı olanlar, özellikle de geçen ocak ayında İsraillilerin Ürdün’ün güneyindeki Kerak şehrinde bir iş yerine 7 Ekim adının konulmasına karşı çıkışının ardından benzer bir karar alındığını belirterek Ürdün'ün kararında İsrail etkisinin olduğunu savunuyorlar. Devlet kurumlarından bu konuyu müfredattan çıkarma nedenini açıklamasını talep eden normalleşme karşıtı ‘Taharruk’ grubu da bunların arasında yer alıyor. Söz konusu ders müfredata eklenmiş ve Filistin meselesinin geçirdiği ve halen içinden geçtiği süreci anlatmak bağlamında 7 Ekim olaylarını da konu edinmişti.

Taharruk Hareketi açıklamasında, söz konusu kararın İsrail'in Ürdün'ü hedef almak için attığı adımlar ve krallığa karşı açıkça ortaya çıkan her zamandan daha belirgin düşmanca tutumu bağlamında geldiğini bildirdi. Ayrıca, hareket ve diğer aktivistler, Ürdün okullarındaki öğrencileri İsrail'in emelleri konusunda eğitimsel ve kültürel olarak güçlendirmeye çağırdılar.

Eğitim uzmanı Hüda el-Atum Filistin meselesinin müfredata dahil edilmesinin, İsrail müfredatında yer alan Araplara yönelik düşmanlık ve kışkırtmayla yüzleşmek açısından önemli olduğunu düşünüyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre Atum açıklamasında, 7 Ekim'in müfredattan kaldırılmasının Ürdün Müfredat Geliştirme Merkezi ve hatta Milli Eğitim Bakanlığı üzerindeki baskıdan kaynaklanabileceğini ima etti. Eğitim uzmanı, Ürdün müfredatını ve Filistin meselesine ek olarak içerdiği değer ve içerikleri hedefleyen sistematik ve dış destekli bir kampanya olduğunu kaydetti.

Araştırmacı ve eğitimci Zukan Ubeydat, 1994 yılındaki Ürdün-İsrail Barış Anlaşması'nın ardından Filistin meselesinin ders olarak okutulmaya devam ettiğini, ancak düzenlemeye gidilip müfredatta değişiklik yapıldığını söyledi. 1964'teki Ürdün Eğitim Yasası'nın Filistin'in Arap kimliğini ve onu geri kazanma konusundaki taahhüdünü vurgulayan Ubeydat, Ürdünlü öğrencilerin ayrı bir ders olarak Filistin meselesini okuduklarını ancak bu durumun 1992 yılına kadar devam ettiğini kaydetti. Araştırmacı ve eğitimci Zukan Ubeydat bundan sonra Ürdün eğitim politikalarında Filistin'e herhangi bir odaklanma ya da dikkat çekme olmadığını bildirdi.

Tarihsel bağlam

Ürdün Müfredat Geliştirme Merkezi, 7 Ekim olaylarının 10. sınıf öğrencilerinin müfredatına dahil edilmesini, Filistin meselesinin gelişmesi için doğal bir bağlam olarak gerekçelendirdi. 7 Ekim’im müfredata dahil edilmesi, Eğitim Bakanlığı, Yüksek Müfredat Merkezi ve Ürdün devletinin düşünceleriyle tutarlı olarak yapıldı.

Gözlemciler, 1994 yılında İsrail ile yapılan barış anlaşmasından bu yana Ürdün müfredatında Filistin meselesiyle ilgili önemli bir gerileme olduğunu söylüyorlar. Yıllar içinde müfredatlarda yapılan çalışılmış değişikliklerin dini, ahlaki, ulusal ve Filistin meselesi olmak üzere dört seviyeyi etkilediğini belirten gözlemciler, Filistin isminin haritalardan çıkarılması, İsrail'e karşı direnişle ilişkilendirilmiş tarihi figürlerin isimlerinin azaltılması ve daha tarafsız terimlerin kullanılması gibi değişiklikleri zikrederek bu duruma dikkat çekiyorlar.

Eski Ürdün Başbakan Yardımcısı Memduh el-İbadi ise İsrail'i ve planlarını anlamak için Ürdün okullarında İbrani dili ve Yahudi kültürünün öğretilmesi çağrısında bulundu. İbadi aynı zamanda İsrail'in emelleriyle yüzleşmek için Krallık'ta zorunlu askerlik hizmetine geri dönülmesi gerekliliğine dikkat çekti.

Ürdün Eğitim Bakanlığı tüm bu iddialar hakkında açıklama yapmadı. Ancak hükümet kaynakları Independent Arabia'ya şunları aktardı:

Ürdün'ün Gazze ve Batı Şeria'daki Filistinlilere sunduğu her şeye rağmen, geçtiğimiz 7 Ekim'den bu yana Amman'ın resmi pozisyonunu sorgulamaya yönelik girişimlerde bulunuldu. Ürdün egemen bir devlettir ve ona iç kararlarında baskı yapılamaz.

Filistin meselesi müfredatta halen mevcut

Bu bağlamda, aktivistler İsrail medyasının Ürdün'ü eleştirmesi ve saldırması ile 7 Ekim'in müfredatlardan çıkarılması arasında bir bağlantı kuruyorlar. Filistin meselesinin müfredattaki varlığının azaltılması ve Filistin meselesi konulu bağımsız bir dersin kaldırılmasına yönelik suçlamalara yanıt olarak Müfredat Geliştirme Merkezi, Filistin meselesinin Ürdün ile tarihsel bağlarını vurgulayarak bu meselenin 1. sınıftan 12. sınıfa kadar tüm derslerde tek bir konu olarak değil, bir dizi konuda işlendiğini belirtti. 2022'de sosyal bilgiler derslerinde Filistin meselesi ve Ürdün'ün bu konudaki destekleyici duruşunu detaylı bir şekilde içeren derslere yönelik değişiklikler yapıldığını aktardı.

Ancak 2014 yılında, birçok Ürdünlü öfkeli bir şekilde, Kudüs ve Filistin meselesine atıfta bulunan derslerin, Ürdünlü askerlerin, özellikle de İsrail’i ilk bombalayan Ürdünlü pilot Feras el-Aclüni'nin Filistin'deki fedakarlıklarını anlatan hikayelerin müfredattan kaldırılması nedeniyle isyan etti. Bu değişiklikler, İslami kitapları içeren hadiseleri veya Yahudilere atıfta bulunan metinleri içeren dini kitapları da kapsadı.

Söz konusu değişikliklere paralel olarak Ürdün'deki ilkokul dördüncü sınıf müfredatındaki bir değişiklik de yıllar önce halk arasında geniş çaplı bir tepkiye neden olmuştu. Söz konusu itirazın nedeni ilkokul ve ortaokul öğrencilerine dağıtılan kitapta, Filistin haritasının üstünde ‘İsrail’ adının yer almasıydı.



İç çamaşırında kuş kaçırmaya kalktı, ABD sınırında yakalandı

Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)
Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)
TT

İç çamaşırında kuş kaçırmaya kalktı, ABD sınırında yakalandı

Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)
Cuma günü, Meksika'dan ABD'ye koruma altındaki iki muhabbet kuşunu kaçırırken yakalanan adama dava açıldı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)

ABD-Meksika sınırında görev yapan Gümrük ve Sınır Koruma memurları, pantolonunda şüpheli bir şişkinlik fark ettikleri adamın iç çamaşırında iki muhabbet kuşu sakladığını ortaya çıkardı. Olayın ardından hakkında kaçakçılık suçlamasıyla dava açıldı.

Kaliforniya Güney Bölgesi Savcılığı'nın açıklamasına göre, Meksika'nın Tijuana kentinde yaşayan 35 yaşındaki ABD vatandaşı Jesse Agus Martinez'e, geçen ayın sonunda koruma altındaki iki turuncu alınlı muhabbet kuşunu, aşırı derecede sakinleştirilmiş halde Birleşik Devletler'e kaçak yollardan sokmaya çalıştığı gerekçesiyle cuma günü dava açıldı.

Savcılar, Meksika'ya özgü ve türünün nesli tükenmekte olan kuşların, 23 Ekim'de iki kahverengi kesenin içinde "görünüşte bilinçsiz ama nefes alan ve aşırı derecede sakinleştirici ilaç verilmiş" halde bulunduğunu söyledi.

Gümrük görevlileri tarafından sorgulanan Martinez, pantolonundaki şişkinliğin İspanyolcada penis anlamına gelen "pirrin" olduğunu "defalarca iddia etti".

Ancak yetkililer daha yakından baktığında, iç çamaşırının içinde iki muhabbet kuşunun gizlendiğini keşfetti.

fgthy
Jesse Agus Martinez, 23 Ekim'de ABD-Meksika sınırında koruma altındaki kuşları kaçırırken yakalandı (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi)

ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi görevlileri daha sonra kuşları muayene etti ve bunların genç turuncu alınlı muhabbet kuşları olduğunu saptadı.

Karantinaya alınmak üzere Tarım Bakanlığı Hayvan İthalat Merkezi'ne gönderilen kuşların durumlarının stabil olduğu bildirildi.

Eupsittula canicularis diye de bilinen turuncu alınlı muhabbet kuşları, Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'nin Tehlike Altındaki Türlerin Kırmızı Listesi'nde "savunmasız" olarak listeleniyor.

Birlik, evcil hayvan ticaretinin, popülasyonları tuzaklar nedeniyle azalmaya devam ettiğinden kritik düzeyde nesli tükenmekte olan kuşlar için en büyük tehdidi oluşturduğunu belirtiyor.

ty
Aşırı sakinleştirici verilmiş kuşlar, Martinez'in iç çamaşırlarının içindeki keselere sokulmuştu. Durumlarının stabil olduğu söyleniyor (ABD Savcılığı, Kaliforniya Güney Bölgesi).

1998'le 2008 arasında 8 binden fazla yeşil ve turuncu muhabbet kuşu yasal olarak yakalandı ve bu da onları Meksika'da en çok aranan ikinci papağan türü haline getirdi. Meksika, 2008'de 22 papağan türünün geçimlik ticaret ve satışını yasaklamış olsa da kaçakçılar hâlâ çok aranan bu türlerden kâr elde etmeye çalışıyor.

Martinez, suçlu bulunursa 250 bin dolara kadar para ve 20 yıla kadar hapis cezasıyla karşı karşıya kalacak.

ABD Balık ve Yaban Hayatı Servisi olayı araştırıyor.

Independent Türkçe


Tel Aviv Gazze’de siyasi boyutlu bir çözümü reddederken, Lübnan ve Suriye'de kalıcı bir anlaşmaya öncelik verilmesi konusunda ısrarcı

İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)
İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)
TT

Tel Aviv Gazze’de siyasi boyutlu bir çözümü reddederken, Lübnan ve Suriye'de kalıcı bir anlaşmaya öncelik verilmesi konusunda ısrarcı

İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)
İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası alanda tanınan sınırlarında sadece güvenlik düzenlemeleriyle yetinmiyor (AFP)

Tony Francis

İsrail, siyasi bir ufuk olmadan güvenlik kavramından artık memnun değil. Bu yüzden Lübnan veya Suriye ile müzakere konusunda acele etmiyor. Bu iki ülkeyle ilişkilerinde bu yaklaşımı benimserken, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi’ndeki savaşı sona erdirme planının onaylanmasının ardından Gazze ile ilişkilerinde tam tersini yapıyor. Gazze Şeridi’nde kendisine uygun bir güvenlik formülü bulmakta ısrar eden İsrail, özellikle Gazze'deki barışı Filistin devletinin kurulmasına yol açabilecek bir süreçle ilişkilendirmek gibi daha sonra üstlenmesi gereken siyasi yükümlülükleri reddediyor.

Pratikte Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın İsrail ile müzakerelerin başlatılması ve bunun sonucunda İsrail'in Lübnan’ın güneyinde işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve sınırların belirlenmesi çağrısı, Tel Aviv'i giderek daha şüpheci ve saldırgan hale getiren koşullara büründü. Avn’ın statükoyu sona erdirmek için başlattığı girişim, birleşik ve destekleyici bir iç pozisyona dayanmıyordu, bu da girişimin ilk zayıf noktasıydı. Lübnan hükümeti bu konuyu tartışmadı. Meclis Başkanı Nebih Berri, müzakerelerin önceki hükümet tarafından onaylanan İsrail ile Hizbullah arasındaki 27 Kasım 2024 tarihli anlaşmanın uygulanmasını denetleyen komite aracılığıyla yürütülmesi şartını getirerek girişimi boşa çıkardı. Ayrıca, denklemdeki başlıca yerel taraf olan Hizbullah, devletin müzakere girişimini reddediyor ve devletle çatışmasını tırmandırmaya devam ediyor. Meşru otoritelerin elindeki silahların münhasırlığı konusundaki kararlarını reddediyor ve İsrail’in kuzeyinin güvenliği için garantiler sağlayacağını açıklıyor.

Lübnan’daki ilgili tarafların ‘müzakere çağrısına’ verdikleri yanıt, Lübnan’ın iç sorunlarını körüklüyor. Bu durum, İsrail'in kuzeyden gelen her türlü tehdidi ortadan kaldırmak için açıkladığı planını uygulamaya koymayı beklerken statükoyu korumasına olanak tanıdığı için İsrail'in hoşuna gidiyor. İsrail, ‘nihai çözümü’ beklerken Hizbullah üyeleri ve üst düzey isimlerini avlamayı veya Hizbullah’ın bulunduğu çeşitli bölgelerde silah deposu olarak gördüğü yerlere saldırmayı sürdürüyor. Bununla eş zamanlı olarak İsrail basınında başkent Beyrut, Bekaa Vadisi ve güneydeki bölgelere düzenlenen hava saldırıları da dahil olmak üzere büyük operasyonlar için hazırlık yapıldığına dair haberler dolaşıyor.

İsrail'in nasıl bir ‘nihai çözüm’ istediğini artık herkes biliyor. İsrail, sınırlarda kalıcı barışı garanti altına alan, gelecekteki tehditleri ortadan kaldıran ve Ürdün ile İsrail ve Mısır ile İsrail arasında imzalanan anlaşmalar gibi ilişkilerin kapısını açan siyasi bir anlaşmaya varmak istiyor. ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu'nun geleceği için yaratıcı fikirlerinin zirvesi olarak gördüğü ve bir gün İran'ı da kapsaması gerektiğini düşündüğü ‘Abraham (İbrahim) Anlaşmalarının’ kapsamının genişletilmesini daha da çok istiyor.

İsrail, Lübnan'daki mevcut durumdan memnun olduğundan Lübnan ve sınırlarındaki şu anki durumu bozacak bir anlaşma yapmaya pek istekli değil. Suriye ile ilişkilerinde de aynı yaklaşımı tercih ediyor gibi görünüyor. İsrail, şimdiye kadar Trump yönetiminin Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve hükümetine verdiği desteğin boyutuna şüpheyle yaklaştı ve yeni Suriye yönetimiyle ‘güvenlik anlaşmaları’ imzalama konusunda isteksiz davranıyor.

İsrail gazetesi Ma'ariv, Suriye ile güvenlik anlaşması imzalanmasının ‘tarihi bir hata’ olacağını yazdı. Gazeteye göre bu, mevcut durumun Suriye'ye, Golan Tepeleri'nin ilhakının çok ötesine geçen bölgesel hırslarını hesaba katmayan herhangi bir anlaşmadan daha fazla hareket özgürlüğü sağlamasından kaynaklanıyor.

İsrail, Lübnan'ı mezhepler ve gruplar arasında bölünmüş yahut ABD Başkanı’nın Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın dediği gibi ‘başarısız’ bir ülke olarak görürken Suriye'yi ‘tehlikeli bir mozaik’ olarak görüyor.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia'dan  aktardığı analize göre İsrail, Suriye’ye (Hafız Esed ile 1974 yılında imzalanan anlaşmaya nostaljik bir göndermeyle) tek bir bütün olarak değil, farklı dini ve etnik gruplar ve ‘doğrudan Türkiye'nin vesayeti altında’ olan yeni bir yönetim olarak bakıyor.

İsrail, tıpkı Suriye’de olduğu gibi Lübnan’da da mevcut durumu siyasi yükümlülükler içermeyen bir güvenlik anlaşması olasılığıyla karşılaştırarak, ‘Suriye'de (ve Lübnan'da) tam askeri hareket özgürlüğü’ sağlayan bir statüko tercih ediyor. Ma'ariv gazetesine göre Şara yönetimi daha büyük ve daha güvenilir bir uluslararası meşruiyet elde etmek için ‘ip üstünde yürümek’ zorunda kalırken, güvenlik anlaşması tek başına İsrail'i kısıtlayacak ve hiçbir karşılığı da olmayacak.

İsrail artık Lübnan veya Suriye ile uluslararası sınırlarında yapılan basit güvenlik anlaşmalarıyla yetinmiyor. Biladu’ş-Şam (Levant) bölgesi haritasını yeniden çizecek şekilde, eski Sykes-Picot anlaşmalarının sonuçlarını altüst eden barış anlaşmaları ve siyasi çözümlerin yanı sıra ilişkilerin kurulması ve Abraham Anlaşmalarına yeni katılımlar dayatmayı hedefliyor. İsrailli analistlere göre Trump'ın Suriye ve Lübnan Özel Temsilcisi Barrack'ın önerilerini yeniden gündem getiriliyor ve bunlara kişisel gayret veya dil sürçmesi olarak tanımlamanın ötesinde bir anlam yükleniyor.

Suriye ve Lübnan'ın İsrail işgali altındaki bölgelerinin geleceği için bu öngörüler son derece ciddi olsa da burada gördüklerimiz İsrail'in Gazze ve Filistin topraklarının geleceği için hazırladığı planlardan daha az vahim. Lübnan ve Suriye ile geçici güvenlik düzenlemeleri yerine siyasi bir anlaşmaya öncelik verme arzusu, İsrail ile Filistin arasında sözde barışı sağlayabilecek siyasi bir çözümü feda ederek Filistin'de güvenliğe öncelik verilmesinin önünü açıyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Trump'ın planının ikinci aşamasının uygulanmasını pekiştiren ABD’nin karar taslağını görüşürken (BMGK’nın bugün karar vermesi bekleniyor), İsrail Gazze Şeridi’nde istikrarı desteklemek için konuşlandırılması önerilen uluslararası gücün Hamas'ı silahsızlandırabileceğinden şüphe duyuyor ve savaşın yeniden patlak vermesi olasılığıyla birlikte uygulanacak bir askeri plan hazırlığı için kolları sıvıyor.

İsrail, BMGK’daki görüşmelere katılım bağlamında ABD'nin önerdiği karar taslağına ‘Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkına’ giden bir sürecin dahil edilmesini ve BM’nin insani yardımların dağıtımını denetleme ve Gazze Şeridi’ni yönetmekle görevli geçici yönetim organının yetkilerini genişletme rolünün belirlenmesine karşı çıkıyor.

İsrail, özellikle ABD’nin önerdiği karar tasarısının üçüncü taslağında gelecekte bağımsız bir Filistin devleti kurulması olasılığına açıkça atıfta bulunulması ve metinde, Filistin Yönetimi tarafından reformların uygulanması ve Gazze'nin yeniden inşasında ilerleme kaydedilmesi ile ‘kendi kaderini tayin etme ve Filistin devletinin kurulması yolunda güvenilir bir yol için koşulların uygun hale gelebileceği’ ifadesinin yer almasından duyduğu endişeyi dile getirmişti.

İsrail'in Gazze Şeridi, Lübnan ve Suriye olmak üzere üç cephedeki öncelikleri, silahlı örgütlerin varlığının sona erdirilmesi ve işgal ve kontrol alanlarının korunmasına dayanan Gazze Şeridi’nde güvenliği destekleyen düzenlemeler arasında farklılık gösteriyor. Lübnan ve Suriye ile ilgili siyasi ve güvenlikle ilgili düzenlemeler arasında değişiyor. Bu düzenlemeler, askeri kapasitelerini korurken iki ülkeyi nihai barış anlaşmalarına dahil etmeye dayanıyor. Trump'ın vizyonu son sözü söyleyecek olsa da bu durum, Beyrut, Şam ve Ramallah'taki yetkililerin temel hakları koruyan uygun formüllere ulaşma konusundaki isteklerini göz ardı etmeleri gerektiği anlamına gelmiyor. Gazze'deki olayların seyri ve gelişmeler, her iki ülkedeki ilgili taraflar ve yetkililer için bir rehber görevi görebilir. Suriye yönetimi konumunu ve ifade ettiği taahhütleri güçlendirmeye devam ederse, özellikle de Cumhurbaşkanı Şara'nın Washington'a yaptığı son ziyaret sırasında bu yapıldıysa Lübnan'ın karşı karşıya olduğu zorluk, devletin savaş ilan etme ve barış yapma konusundaki münhasır hakkı üzerindeki tartışmayı sona erdirir. Bunun için Hizbullah'ın politikalarının, Cumhurbaşkanı Avn ve Başbakan Nevvaf Selam tarafından yürütülen müzakere girişimini tam olarak destekleme yönünde radikal bir şekilde gözden geçirilmesi gerekiyor.

Bu alanda ilerleme sağlanmazsa, tehlikeler artmaya devam edecek ve Trump'ın ne karar vereceğini ve İsrail'i Lübnan ve Suriye ile müzakereye zorlayıp zorlamayacağını beklemek yeterli olmayacak. Lübnan'ın hazırlıklı olması, ne istediğini bilmesi ve Aksa Tufanı’nın (Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e düzenlediği operasyon) tüm bölgeyi vurmasından bu yana meydana gelen devasa değişiklikleri gözden kaçırmaması daha onun için iyi olur.


İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
TT

İsrail hükümeti, 7 Ekim saldırısıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını engelledi

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (EPA)

İsrail hükümeti dün, Hamas’ın 7 Ekim 2023’te güneydeki kasabalara düzenlediği saldırının koşullarını ve böyle ani bir saldırının engellenememesine yol açan hataları incelemek üzere ‘bağımsız’ bir soruşturma komisyonu kurulmasını onayladı.

Resmi bir soruşturma komisyonu kurmasını gerektiren yasayı atlatmaya çalıştığı yönündeki suçlamalarla karşı karşıya kalan hükümet, yeni komisyona ‘tam soruşturma yetkisi’ verdi ve ‘komisyonun yapısının muhalefetle mümkün olan en geniş konsensüsü sağlayacak şekilde oluşturulmasını’ sağladı.

Hükümet, bu komisyonun çalışma alanının 45 gün içinde, muhalefette iş birliği yapmaya istekli herkesle istişare edilerek belirleneceğine karar verdi.

Karara göre Başbakan Binyamin Netanyahu, soruşturma komisyonuna verilecek görev ve yetkilerin belirlenmesinden sorumlu özel bir bakanlar komitesine başkanlık edecek. Söz konusu görevler arasında komisyonun ele alacağı konuların ve inceleyeceği zaman dilimlerinin belirlenmesi de yer alıyor. Bu komiteye, komisyonun fiilen kurulması için hazırlık amacıyla tavsiyelerini hükümete sunması için 45 gün süre verildi.

Netanyahu, 7 Ekim’deki başarısızlıklara ilişkin bir soruşturma komisyonu kurmaktan, temel sorumluluğunun ortaya çıkmasından korktuğu için kaçınmıştı. Savaşın henüz sona ermediğini ve savaş devam ederken soruşturma yapılamayacağını iddia etmişti. Ancak, erteleme talebini kabul etmeyen Yüksek Mahkeme'nin görüşmeleri sonrasında bu kararı almak zorunda kaldı.

Geçtiğimiz birkaç hafta içinde, Yüksek Mahkeme hakimleri, 7 Ekim saldırılarıyla ilgili başarısızlıkları incelemek için geniş soruşturma yetkilerine sahip ulusal bir komisyon kurulması gerektiği konusunda gerçek bir ihtilaf olmadığını belirttiler. Hükümete komisyonun kurulmasını onaylaması için bir son tarih verdiler ve daha fazla gecikmeye izin vermeyeceklerini vurguladılar.

Mahkemenin kendisine dayatılacak bir komisyon kurma kararı alacağından korkan Netanyahu, kendi özel komisyonunu kurmaya başvurdu. Böylece, Yüksek Mahkeme başkanının inisiyatifiyle kurulması ve yürütme ve siyasi organlardan tamamen bağımsız olması gereken, yasaya dayalı resmi bir soruşturma komisyonunun kurulmasını fiilen engelledi.

Geçtiğimiz hafta Knesset'te yapılan oturum sırasında Netanyahu, ‘geniş kamuoyu desteğine’ dayalı olması şartıyla geniş bir soruşturma komisyonunun kurulmasını desteklediğini açıkça belirtti ve muhalefetin resmi bir soruşturma komisyonu kurulması talebini reddettiğini vurguladı. Anlaşmazlığın özünün ‘sadece neyi veya kimi soruşturduğumuz değil, kimin soruşturma yetkisine sahip olduğu’ olduğunu vurguladı. Netanyahu, muhalefetin, İsrail halkının büyük bir kesiminin güvenini kazanamayacak bir yapı dayatmaya çalıştığını savundu.

Siyasi değerlendirmelere göre, komisyonun bu yeni formatının, eksikliklerden sorumlu kişilere profesyonel bir şekilde işaret edilen kapsamlı bir soruşturma talep eden kamuoyu baskısı ile koalisyonun soruşturma süreci üzerinde siyasi kontrolünü sürdürme ve dosyayı yürütme yetkisinden tamamen bağımsız resmi bir hükümet komitesine devretmeme isteği arasında bir orta yol oluşturabileceği öngörülüyor. Önümüzdeki haftalarda, komisyonu yönetecek isimlerin belirlenmesi için siyasi temasların yoğunlaşması bekleniyor. Bu süreç, komisyonun gerçekten vaat edilen bağımsızlığa ve geniş yetkilere sahip olup olmayacağını görmek isteyen Yüksek Mahkeme ve muhalefetin yakından takibi altında gerçekleşecek.

Hükümetin kararı, bağımsız bir soruşturma komisyonu kurulmasını talep eden ve Netanyahu'yu kovuşturma tehdidini önlemek için yasayı çiğnemekle suçlayan İsrail muhalefet partilerini şaşkına çevirdi. İnsan hakları grupları, hükümetin kararının bozulması ve başka bir komisyon kurulması için bir kez daha Yüksek Mahkeme'ye başvuracaklarını doğruladılar, çünkü tek etkili soruşturmanın geniş yetkilerle donatılmış resmi bir komisyon tarafından yürütülebileceğine inanıyorlar.

Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin aileleri, soruşturmanın şu soruyu yanıtlamasını talep ediyor: “Gazze Şeridi'ndeki savaş neden iki yıl sürdü? Netanyahu'nun iktidarını sürdürmesini sağlamak için siyasi nedenlerden miydi?”