Azerbaycan rüzgârı ve İran -3-

Tahran'daki askeri kurum ve karar alma çevreleri, Bakü ile diplomatik dilin istenen sonucu vermediğine ikna olmuş durumda

İran Devrim Muhafızları Ordusu, 18 Ekim 2022'de İran'ın kuzeybatısındaki Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarına yakın Aras bölgesinde askeri tatbikatlara katıldığı sırada (AFP)
İran Devrim Muhafızları Ordusu, 18 Ekim 2022'de İran'ın kuzeybatısındaki Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarına yakın Aras bölgesinde askeri tatbikatlara katıldığı sırada (AFP)
TT

Azerbaycan rüzgârı ve İran -3-

İran Devrim Muhafızları Ordusu, 18 Ekim 2022'de İran'ın kuzeybatısındaki Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarına yakın Aras bölgesinde askeri tatbikatlara katıldığı sırada (AFP)
İran Devrim Muhafızları Ordusu, 18 Ekim 2022'de İran'ın kuzeybatısındaki Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarına yakın Aras bölgesinde askeri tatbikatlara katıldığı sırada (AFP)

Hasan Fahs

İran, Azerbaycan ile İsrail arasında gelişen ilişkileri, özellikle bu ilişkinin Tel Aviv'e İran'ın içini ve derinliklerini tehdit etmeyi amaçlayan güvenlik ve askeri üsler inşa etme konusunda geniş bir potansiyel sunması açısından büyük bir endişeyle izliyor. Tahran'daki karar mercileri, 2015 yılında uluslararası toplumla yapılan nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla birlikte, Bakü ve Tel Aviv arasındaki ilişkinin hızlanarak daha ciddi ve tehlikeli bir hal aldığına inanıyor. Bu anlaşma, İran'ın yaptırımlardan kurtulmasına ve büyük miktarda mali kaynak elde etmesine olanak sağladığından, İran'ın Ortadoğu'daki konumunu ve Filistin sınırına yakın bölgelerdeki etkisini güçlendirmeye odaklanmasına imkan tanıyor. Bu durum, İran'ın Lübnan, Batı Şeria ve Gazze'deki müttefikleri aracılığıyla doğrudan veya dolaylı olarak İsrail'in güvenliğine ve hedeflerine yönelik artan bir tehdit oluşturuyor.

İran, Azerbaycan'ın son yıllarda Ermenistan ile ortak sınırlar üzerinde başlattığı tırmanış yolunun, Tel Aviv'in Tahran'la devam eden çatışması bağlamında sürekli yeni cephe arayışları çerçevesinde değerlendiriyor. Irak Kürdistanı'nın batı sınırlarında etki ve eylem üsleri bulma çabaları sekteye uğradıktan sonra, kendi sınırlarındaki İran tehdidine, savaşı bu kez kuzey ve kuzeydoğu tarafından İran sınırlarına kaydırarak yanıt verme girişiminde bulunuluyor.

İran makamları, İsrail'in İran'ın iç bölgelerine yönelik gerçekleştirdiği güvenlik, askeri operasyonlar ve saldırıların, Azerbaycan topraklarından başlatıldığına ve Bakü hükümetinin İsrail'in bu operasyonları gerçekleştirmesi için büyük kolaylık sağladığına dair kesin bir inanç içindedir.

Bazı araştırmalar, drone saldırılarının santrifüj üretmek için kullanılan Kerec şehri yakınlarındaki (Tahran'ın 40 kilometre batısında) Tesa tesisini hedef aldığını gösteriyor. İran, İsrail'in başkentin doğusunda ve Natanz uranyum zenginleştirme tesisinin yanı sıra diğer tesislere yönelik saldırıların da Azerbaycan topraklarından başlatıldığına ve Bakü'nün Tel Aviv'e İran sınırına yakın bir askeri ve güvenlik üssü inşa etme izni verdiğine inanıyor. Bu üs, tarımsal araştırma merkezi adı altında faaliyet gösteriyor.

İran'daki araştırmalar, İsrail güvenlik ekibinin Tahran'ın Turquzabad bölgesindeki büyük ve gizli arşive erişebildiğini, bu belgelerin Bakü üzerinden kaçırıldığını ortaya koyuyor. Bu belgeler İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun daha önce düzenlediği basın toplantısında İran'ın gizli faaliyetlerini ve İran'ın nükleer programının başındaki isim olan ve 27 Kasım 2020'de Tahran'ın doğusunda suikasta uğrayan General Muhsin Fahrizade'yi ifşa etmesiyle övündüğü belgelerdir. İran güvenlik birimleri, suikastın ayrıntılarını, gerçekleri ve suikast ekibinin hedefine nasıl ulaştığına dair kesin bilgileri henüz açıklamadı.

İran güvenlik birimleri, Azerbaycan'ın İsrail'e serbest çalışma imkanı sağlayarak İran'ın derinliklerinde özgürce faaliyet yürütebilme yeteneğine sahip olduğu konusunda tam bir inançları olmasına rağmen, İran'ın liderlik düzeyindeki kurumları ve dış politika, güvenlik ve askeri kararları belirleyen kuruluşları dahil olmak üzere, stratejileri çizen ve politikaları belirleyen kurumlarının bu konuda daha geri planda kalmayı ve tutumunu, endişelerini ve suçlamalarını iki ülkenin dışişleri bakanlıkları arasındaki iletişim yoluyla diplomatik bir çerçeve içinde tutmayı tercih ettiğini ifade ediyor.

Tahran-Bakü ilişkilerinde, hava bulutlu. İran’ın patlama çemberinden çıkarmaya çalışmasına rağmen, Bakü'nün 27 Ekim 2020'de Dağlık Karabağ'ın kontrolünü yeniden ele geçirmek için başlattığı ve Azeri Devlet Başkanı İlham Aliyev'in o yılın nisan ayında yaptığı tehdidin hayata geçmesiyle patlak veren savaş, İran için gerçek bir meydan okuma teşkil etti. Çünkü İran'ın iç kesimlerinde ve özellikle İran'ın Bakü'ye karşı Ermenistan yanlılığını reddeden Azeri uyruklu vatandaşlar üzerinde yankıları oldu. Merkezi Tebriz olan Batı Azerbaycan vilayetinde güvenlik tehdidi ve iç patlama olasılığı karşısında, özellikle ‘İran Türklerinin artan itirazı, gösteriler ve saha hareketlerinin ortaya çıkmasından sonra, rejim, Ermenistan ile stratejik ilişkisinden vazgeçmemesine olanak sağlayan kaçamak bir politika benimsemeye başvurdu. Bu politika, Azerbaycan'ın tartışmalı bölgelerdeki hakkını tanıyarak ve güç ve silah kullanımına geri dönüşe izin vermeyen pratik çözümlere ulaşmak için diyalog ihtiyacını vurgulayarak içeridekileri sakinleştirmeye yardımcı oldu.

 

2022 yılının Eylül ayının başlarında, Tahran'daki Morals Polis Karakolu'nda Mahsa Amini adlı kızın öldürülmesi sonucunda halk ayaklanmasının patlak vermesiyle aynı dönemde, İran benzeri görülmemiş ateşli bir askeri gösteri başlattı. Bu tatbikatta Devrim Muhafızları'nın çeşitli birimleri ve düzenli ordu, kara, deniz ve hava kuvvetleri ile tanklar, uçaklar ve füze gücü yer aldı. Azerbaycan ile ortak sınırlarda gerçekleştirilen en büyük gerçek silahlar kullanılan tatbikatlardan biri olan bu manevra, ‘sıfır noktası’ olarak adlandırılan bölgede gerçekleştirildi. Özel hedeflere yönelik operasyonlar gerçekleştirmek için Azerbaycan topraklarına girme sürecine benzer bir manevra yapıldı.

Bu manevra, askeri yapılanmanın ve stratejik karar alma çevrelerinin Bakü ile diplomatik dilin istenen sonucu vermediğine ikna olmalarının ve İlham Aliyev’in Tel Aviv tarafından desteklendiği ve İran'a baskı yaparak Güney Kafkasya bölgesinde acı verici tavizler elde etmeye çalıştığı açık bir şantajın ardından geldi. Aliyev, İran ve Ermenistan arasındaki Zengezur bölgesinin kontrolünü ele geçirme hedefi ve projesi hakkındaki konuşmalarını yeniden gündeme getirmişti. Zengezur bölgesi, İran ve Avrupa arasında Ermenistan üzerinden geçen kara geçidini oluşturuyor. Bu nedenle İran'ın siyasi ve diplomatik duruşu, askeri hamlelerle destekleniyor. Bu tatbikatta, Aliyev'in bölgenin jeopolitik haritasında herhangi bir değişikliğe başvurması durumunda İran'ın Bakü'ye ulaşabilecek gerçek bir savaş başlatmaya hazır olduğunun altı çizildi.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.