Moritanya Enformasyon Bakanı Muhim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suudi Arabistan bizim için stratejik bir ortaktır

Moritanya Enformasyon Bakanı Muhim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suudi Arabistan bizim için stratejik bir ortaktır
TT

Moritanya Enformasyon Bakanı Muhim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suudi Arabistan bizim için stratejik bir ortaktır

Moritanya Enformasyon Bakanı Muhim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Suudi Arabistan bizim için stratejik bir ortaktır

Moritanya bugün (Pazar)  Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı karşılamaya hazırlanıyor.
Veliaht Prensin söz konusu ziyareti, merhum Devlet Başkanı Muhtar Veled Dade’nin davetiyle Kral Faysal’ın 1970’li yılların başında gerçekleştirdiği ziyaretten bu yana ilk üst düzey Suudi bir yetkilinin ziyareti olarak kayıtlara geçecek.
Şarku’l Avsat’a konuşan Moritanya Enformasyon Bakanı Seydi Muhammed Veled Muhim, Veliaht Prensin ziyaretinin Suudi Arabistan ve Moritanya halkları arasında asırlar süren bilimsel, kültürel ve sosyal değişimin geliştirdiği 'güçlü ilişkilerin' bir yansıması olduğunu ifade etti.
Bakan Muhim, Suudi Arabistan’ı “güçlü bir stratejik ortak, kardeş ve dost ülke” şeklinde nitelediği konuşmasında, “Suudi Arabistan, Moritanya’ya her alanda birçok yardımda bulundu. Bu hususta Suudi Arabistan’ı minnetle anıyoruz” diyerek, bu yardımların başında terörle mücadelenin geldiğini ifade ediyor. Bakan, Moritanya’nın bu mücadelede uzun yıllar boyunca edindiği deneyimlerini komşu ülkelere ihraç ettiğini de sözlerine ekliyor.
Moritanya, Veliaht Prens’i ilk kez karşılıyor. Bu ziyareti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın Moritanya ziyareti, bizler için son derece önem arz ediyor. Bu ziyaret, Suudi Arabistan ve Moritanya İslam Cumhuriyeti arasındaki tarihi bağların bir yansımasıdır. Prens Muhammed bin Selman, Kral Faysal'ın 1970'lerin başındaki ziyaretinden bu yana Moritanya'yı ziyaret eden en üst düzey Suudi yetkilisi.
İki ülke halkı ve yönetimleri arasındaki ilişkiler, kan bağları, dini ve tarihi bağlarla birbirine kenetlenmiştir. Krallık, Moritanya’ya her alanda birçok yardımda bulundu. Bu hususta Suudi Arabistan’ı minnetle anıyoruz. Çok saygıdeğer Cumhurbaşkanımız Muhammed Veled Abdulaziz görevinin başına geldiğinden beri Moritanya’nın kardeş ülkelerle olan ilişkilerini geliştirmek için çalışıyor. Suudi Arabistan’ın, Arap ülkeleriyle olan ilişkilerimizde en öncelikli konumda bulunması bu seviyede bir ziyaretle meyvesini vermiş oldu.
Suudi Arabistan-Moritanya işbirliği hangi alanlarda daha çok ön plana çıkmakta?
Suudi Arabistan-Moritanya işbirliği tüm alanları kapsıyor: ekonomik, siyasi, sosyal ve güvenlik alanlarının yanı sıra iki ülke çok boyutlu ilişkilere sahip. Siyasi alanda, Krallığı güçlü bir stratejik müttefik, kardeş ve dost bir ülke olarak kabul ediyoruz. Aynı şekilde güvenlik alanındaki işbirliğimizde de önemli ölçüde mesafe kat etmiş bulunuyoruz. Ekonomik alanda konuşulacak çok şey var. Ayrıca sosyal ilişkilerimiz de oldukça güçlü. İlişkilerimiz çok boyutlu, çok yönlüdür. Hangi seviyede olursa olsun söz konusu ilişkiler, her iki ülke yönetimi arasında beklenti olmaksızın sürmeye devam edecektir. Elbette bu, iki kardeş ülke ve halkının çıkarlarına hizmet eden Suudi Arabistan’la olan ilişkilerin zirvede olmasından ötürü doğal bir durum.
Yıllar öncesinde Suudi Arabistan terörle mücadele kapsamında bir koalisyon kurdu. Moritanya, önce destek verirken daha sonra koalisyona dahil oldu. Bu durum Moritanya’nın terör tehlikesine karşı sahip olduğu farkındalığın bir yansıması. Bu farkındalık nasıl oluştu?
Öncelikle terörün ülkemize verdiği büyük hasarın sonucu olarak terör ateşi tarafından yüreği dağlanan ülkelerden biriyiz. Bu sebeple terörü tüm çıplaklığıyla yakından tanımış olduk. Biz kimseye düşmanlık etmedik fakat bununla birlikte çocuklarımız gündüz gözüyle teröristler tarafından katledildiler. Öldürülen, kaçırılan misafirlerimiz oldu.
Bu şartlar altında yönetime gelen sayın Cumhurbaşkanımız Muhammed Veled Abdulaziz, ülkemizin istikrar ve güvenliği için terörist gruplara savaş ilan etti. İstikrar ve güvenlik, kalkınmanın ve gelişmenin temel direkleridir. Moritanya emniyetinin birbirine kenetlenmesi sonucu terör tehlikesini topraklarımızdan ve sınırlarımızdan uzaklaştırmayı başardık. 2008’de Novakşot sokaklarına kadar uzanan çatışmalarla şimdiyi karşılaştırdığımızda, Moritanya sınırı ve toprakları dünyada en güvenli bölgeleri arasında yer alıyor. Bu da, terör tehlikesini erken fark etmenin bir neticesidir.
Terörün rengi, sınırı, dini yoktur. Bu olgu bütün dünya için tehlike arz etmektedir. Moritanya hükümeti ve sayın Cumhurbaşkanımızın farkındalığı sayesinde emniyet birimlerimizde çok yönlü bir kenetlenmeye şahit olundu. Ülkemizin başarısından herkesin övgüyle bahsettiğini düşünüyorum. Ülkemiz, güvenlik ve istikrarını güvence altına alan ve bu konuda bölgeye bir bütün olarak katkıda bulunan bir ülkeye dönüştü. Ülkemizdeki bu önemli köklü değişim, Cumhurbaşkanımızın yönetiminde geçen son 10 yılda gerçekleşti.
Geçtiğimiz günlerde Moritanya Yönetiminin 'İhvan söylemine' karşı daha sıkı bir tutum izlediğine şahit olduk. Özellikle de İhvan-ı Müslimin'e bağlı eğitim kurumlarına karşı bu yeni yaklaşımın sırrı nedir?
Mantık ilkeleri gereği olarak, herhangi bir projeyi ithal ettiğimizde bunun araç ve gereçlerini, ihracatçı ülkedeki uygulanabilirliğini göz önünde bulundurmamız gerekir. Bize ihraç etmeye çalıştıkları veya bazı Moritanyalıların ithal etmek için çabaladığı bu Siyasal İslam, Suriye, Mısır, Irak, Yemen, Libya ve daha birçok bölgede yanan ateşin bizatihi müsebbibidir. Birçok Arap ülkesinde büyük yıkımlara neden oldu.
Böylece tecrübe edilen bu akımın bölgede bir istikrar faktörü olamayacağı anlaşıldı. Doksan yıla ulaşan bir zaman diliminde bu akımın gerilim faktörleri arasında yer aldığı tecrübe edildi. En nihayetinde bu süreçte 'Çözüm İslam’dadır' sloganı, onu taşıyanlar arasında dahi anlamını yitirdi. Dünyadaki Müslüman ve Arap kitlelerini ikna edici bir çözüm oluşturacak vizyon sağlayamadılar.
Moritanya halkının dini çeşitli boyutlardan okuyabilmesi; ülkedeki güven ve istikrarın, Moritanyalıların iç savaştan uzak ve barış içerisinde yaşamasında başat unsur olmuştur. Zira Moritanyalılar bilirler ki, dinin gayesi öncelikle adaleti sonra da barışı tesis etmektir. Bu iki paralel hedef aynı zamanda şeriatın iki temel maksadını ifade eder. Adaleti sağlamayan din, Allah katından değildir. Aynı şekilde barışı ve istikrarı sağlamayan din de Allah tarafından gönderilmiş olamaz. Moritanyalılar barış ve istikrar ile adaletin bu dinin ana gayesi olduğunu anladılar.
İhvan’a karşı alınan önemlerin bir benzeri Şiilik propagandası yapan İran’la bağlantılı örgütlere de uygulanıyor mu?
Tabi ki, bu önlemler Moritanyalıları herhangi bir mezhep veya siyasi harekete yönlendirmek isteyen herkes için geçerli ve bu bizim nezdimizde ihanetle aynı anlamı ifade ediyor. Din ve mezhep alanındaki birliği Moritanyalılar için bir kazanım olarak görüyoruz. Moritanyalıların birliğine, mezhebine, fıkhına, inancına zarar verecek girişimler, ulusal birlik ve beraberlik için de tehlike anlamına geliyor.
En nihayetinde ulusal bütünlüğü ve Moritanyalı vatandaşların inanç kurumunu muhafaza etme yükümlülüğü Moritanya hükümetine aittir. Fakat İhvan-ı Müslimin doktriniyle tanışan ülkelerde geçtiğimiz doksan yıllık süreçte maalesef bunun güvenlik ve istikrar unsuru olmadığını tecrübe ettik. Bu nedenle Moritanyalıların ideolojik, kültürel ve politik olarak birlikteliklerine düşkün oldukları kanaatindeyim. Bu konularda başkasından ders almaya ihtiyaç duymazlar.
Bölgesel olarak, Moritanya'nın Arap Mağrip Devletleri Birliği'nin ön plana çıkmasındaki son hamleye yönelik tutumu ve Fas Kralı'nın Cezayir’le diyalog için Cezayir'e yaptığı Mağrip Dışişleri Bakanları acil toplantısına katılma çağrısına yönelik düşüncesi nedir?
Konuyu, özen gösterdiğimiz üzere olumlu bir şekilde ele alıyoruz. Her zaman Arap Mağrip ülkelerinin birliğini sağlayan, gerginliği azaltan ve sorunları çözmeye yönelik eylemlerde bulunduk. Sorun çıkaran değil, çözümün bir parçası olduğumuzu düşünüyoruz. Fas-Cezayir arasındaki ilişkileri bozan Sahra sorununu takip ediyoruz. Taraflar, sorunu uluslararası boyuta taşıyıp Birleşmiş Milletlere götürmeyi seçtiler. Biz de sorunun çözülmesi için bastırıyoruz. Tüm tarafları bölgedeki krizleri sona erdirip ve herkesi tatmin edecek bir çözüm bulmaya davet ediyoruz. Bizim için önemli olan bölgenin istikrarıdır. Bölgedeki istikrardan ilk önce faydalanacak olanlar bizleriz.
Bu çağrıları takip ediyoruz. Moritanya’nın Arap Mağrip Birliği ülkeleri dışişleri bakanlarını toplantısının başkent Nuakşot’ta yapılması çağrısının, bu konuda verilmiş pratik bir cevap olduğunu düşünüyorum. Bu konuda açık bir vizyona sahibiz. Bu, Sayın Cumhurbaşkanı’nın yakından takip ettiği ve bu toplantıda görüşülmesini beklediği bir dosya. Moritanya’nın rolü ve vizyonunun tüm Arap Mağrip ülkelerini tek bir şemsiye altında toplayabileceğini ve mevcut görüş ayrılıklarının çözülmesine yardım edeceğini düşünüyorum.
 
 



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.