DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?
TT

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

DEAŞ ve El Kaide’nin birleşmesi mümkün mü?

Yaşadığımız çağda dünya genelindeki en büyük iki terör grubunun hedefleri arasında kuşkusuz apaçık bir fark var. El Kaide’nin dikkati her zaman ABD’nin üzerinde oldu ve ona en büyük zararı vermeye çalıştı. DEAŞ ise bir devlet kurmaya, coğrafi ve demografik eksenini genişletmeye ilişkin başka bir kavramsal bağlamda hareket etti.  
Bununla birlikte her iki grubun arasında ortak bağların olduğu, silahlı şiddete başvurdukları ve özellikle Afganistan, Irak ve Afrika’nın bazı kaynayan noktaları gibi hassas bölgelerde güçlü bir yer edinmeye çalıştıkları biliniyor.
Özellikle El Kaide ile DEAŞ arasındaki ideolojik benzerliklerin farklılıklardan çok daha fazla olduğu dikkate alındığında, bu durum onların entegre olduğu anlamına mı geliyor?
Bu soru yaklaşık bir buçuk yıl boyunca, dünyanın dört bir yanındaki birçok güvenlik uzmanı için bir sorun haline geldi ve bu sorunun cevabını aramak söz konusu kimseleri oldukça meşgul etti.
Nisan 2017'de Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda konuşan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü Genel Sekreteri Valery, DEAŞ ve El Kaide arasında gerçekleştirilen müzakereler yoluyla anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yönelik yeni girişimlerin olduğunu dile getirerek bu girişimlerin gerçekleşmesi durumunda nasıl bir netice ile karşı karşıya kalınacağını sordu. Rus uzman konuşmasının devamında böyle bir durumun dünya üzerindeki terör tehdidinin katlanarak büyümesine sebep olacağını dile getirdi.
Rus istihbaratının DEAŞ ve El Kaide’yi yakından ve dikkatli bir şekilde takip ettiği görülüyor. Bunun sebebi lojistik bakımdan Afganistan’a en yakın ülkenin Rusya olması ve burada iki grup arasında yeni bir terörist varlığın oluşumuna dair çok sayıda haberlerin bulunması olabilir. Belki de Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB) Başkanı Aleksandr Bortnikov’un “her iki grubun güçlerini birleştirmesi ile ortaya çıkacak risklere karşı uyarmasının ve her iki terör örgütünün yakınlıklarına dair işaretler bulunduğunu” açıklamasını yapmasının sebebi de buydu.
Rus uzman, teröristlerin savaş meydanındaki yenilgisinin, onları kanlı faaliyetlerine devam etmeleri için yeni olanaklar aramaya sevk ettiğini düşünüyor. Bu faaliyetler arasında “Orta Asya bölgesine nüfuz etme riskini arttıran Afganistan, Avrupa, Kuzey Afrika ve Güneydoğu Asya'daki milis hareketliliğinin yanı sıra güvenli ülkelerdeki varlıklarını genişletmeleri” gibi durumlar bulunuyor.
Dünya çapındaki radikal politik ve terörist gruplarla ilgilenen entelektüel araştırma merkezleri gözlemcisi muhtemelen, her iki örgüt arasında zaman zaman yaşanan çalışmalara rağmen her iki grubun da silahaltına almak için ortak insan kaynaklarına dayandıklarının ve ideolojik olarak benzerlikler taşıdıklarının farkındadır. Grup üyelerinin çeşitli sebeplerle birbirlerinin saflarına katıldığını gösteren birçok örnek var.
DEAŞ ve El Kaide’nin özellikle medya konuşmaları ve dış dünya ile iletişim kurma yolları göz önüne alındığında, medyada istikrarlı ve benzer bir büyüme sergiledikleri göze çarpıyor. Her iki örgüt de aynı radikal fikirleri empoze etmeye ve benzer yöntemler ile yeni destekçiler bulmaya çalışıyor.
Rusya Dış İstihbarat Servisi Terörle Mücadele Merkezi Başkanı Sergey Kojetev, Eylül ayı başlarında yaptığı açıklamada, DEAŞ ve El Kaide tarafından melez bir oluşumun tesis edilmesi sonucu, hem insan hem de materyal bakımından kendi kaynaklarına sahip olan yıkıcı bir terör gücünün yolda olduğuna işaret etti. Kojetev, dünyanın ölümcül, tehlikeli ve endişe verici bir meydan okuma ile karşı karşıya olduğunun da altını çizdi.
Farklı ABD istihbarat ajansları bu korkunç durumun farkına varamadı mı ya da umursamıyor mu?
Özellikle Başkan Trump’ın dünyanın herhangi bir yerindeki terörizmle mücadele etme ve yok etme hedeflerini ön plana çıkardığından bu yana ABD’nin böyle bir durumdan habersiz olması veya umursamaması mümkün değil. Bu, dünya çapında terörizmle mücadele eden ABD’nin, karanlık grupların geri dönüşünü engellemeye yönelik önleyici savaş gibi son stratejilerinde açık bir şekilde görünüyor. ABD basını şüphesiz ABD askeri müessesesinin kulisinde DEAŞ ve El Kaide arasında gelecekteki bir birleşmeye dair sıcak tartışmalar olduğundan haberdardı.
Georgetown Üniversitesi profesörlerinden biri olan ve Pentagon’a yakınlığı ile bilinen Bruce Hoffman, ABD basınında yer alan bir analiz yazısında şunları söyledi:
“İki grubun ittifakı kaçınılmaz. Suriye'deki iki grup arasındaki yakınlaşma, çatışmanın başlangıcından bu yana gerçekleşmedi. Bilakis aralarındaki rekabet ve fikri farklılıklardan dolayı silahlı çatışmalar yaşanıyordu. Ancak devam eden yenilgiler ve Suriye'nin geniş bölgeleri üzerindeki kontrol kaybının bir sonucu olarak her iki grubun ittifak etmesi şu anda oldukça muhtemel.”
Hudson Enstitüsü Siyasi-Askeri Analiz Merkezi Müdürü Richard Whites, Rusya ve ABD’nin terörist gruplar üzerindeki baskılarını sürdürmelerinin onları ittifak kurmaya ve farklılıkları arkalarında bırakmaya zorladığını düşünüyor. Whites, terörist grupların nadiren ittifak kurduklarını ve asıl olarak bu eğilimde olmadıklarını, fakat buna rağmen sonlarının yaklaştığına dair risklerin ortaya çıkmasıyla birlikte farklılıklarının üstesinden gelerek ittifak edebileceklerini ifade ediyor.
Öte yandan DEAŞ ile El Kaide arasındaki muhtemel ittifak meselesi Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcilerinin de gözünden kaçmadı. Nitekim geçen Ağustos ayında yayınladıkları uzun bir raporda, terör örgütlerinin durumlarını ve mekanizmalarını açıkladılar. AFP, raporun içeriğinde bulunan “El Kaide'nin hala kararlılığını sürdürdüğü, bazı bölgelerde DEAŞ örgütünden daha büyük bir tehlike oluşturduğu ve farklı ülkelere yönelik terörist saldırılar başlatmak için iki örgüt arasında ortak işbirliği olasılığı” gibi bazı ifadeleri aktardı.
BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan söz konusu rapor, dünyadaki başlıca terör örgütleriyle savaşmaya yönelik olan önceki tüm stratejilerin başarısızlığını gösteren şaşırtıcı bir gerçeği gözler önüne seriyor. ABD tarafından Afganistan, Irak, Somali ve Nijerya’da El Kaide’ye karşı gerçekleştirdiği açık ve gizli savaşlar bu durumun en bariz örneğidir. Bu savaşların aksi neticeler vermesi de muhtemel. Nitekim DEAŞ örgütü ABD’nin Irak ve Suriye işgali sırasında ortaya çıktı, öncesinde değil. Gözlemciler, El Kaide ile ilişkili grupların Somali ve Yemen gibi bazı bölgelerde hala en önemli terör tehdidi olduğunu ve bunun kanıtının ise devam eden saldırılar ve sürekli başarısız olan operasyonlar olduğunu belirtiyorlar.
Bu rapordan El Kaide’nin, sebep olduğu tüm kanlı sahnelere rağmen DEAŞ’tan daha tehlikeli olduğu anlaşılır mı?
Rapor bize, Batı Afrika ve Güney Asya'da bulunan El Kaide bağlantılı grupların, güçlü bir konum edinmekten aciz kalan DEAŞ örgütü savaşçılarından daha tehlikeli olduğunu söylüyor. Bazı bölgelerde DEAŞ ve diğer El Kaide örgütü ile bağlantılı gruplar arasında mevcut işbirliği olasılığının dünya için yeni ve ciddi bir tehdit oluşturabileceği hususunda da uyarıyor. Örneğin Suriye'deki El Nusra Cephesi, El Kaide’nin dünya üzerindeki en güçlü ve en büyük kollarından biri olmaya devam ediyor. Savaşçılarının sayısı 7 bin ila 11 bin arasında olan bu örgüt, küçük silahlı grupların kendilerine katılmaları için tehditlere, şiddete ve maddi teşviklere başvuruyor.
DEAŞ unsurlarının Taliban saflarına katılmalarına, aralarındaki farklılıkları görmezden gelmelerine ve onlarla stratejik bir ortaklık kurmalarına sebep olan şey nedir?
El Kaide'nin göreli bir üstünlüğe sahip olduğunu, yerel ve küresel hedefler arasında etkili bir denge kurabilme yeteneğinin bulunduğunu görüyoruz. Terör uzmanı Daniel Byman, radikallerin yerel kabilelerle iyi ilişkiler sürdürdüklerine ve şeriatın uygulanmasında esnek olduklarına işaret ediyor. Ayrıca Arap Yarımadası'nda El Kaide örgütünün hala 2015 yılının başında Paris’te gerçekleştirilen Charlie Hebdo saldırısı gibi saldırılar gerçekleştirebileceğini ve El Nusra Cephesi ve Somali'deki Eş-Şebab hareketi ile giderek daha yakın bir ilişki kurduğunu belirtiyor.
El Kaide ile DEAŞ arasındaki ortaklık sonucu oluşacak tehlikeli bir terör koalisyonun ortaya çıkışının ve yükselişinin kurbanı olabilecek belirli bir yer var mı?
Hedef yerin Afganistan olduğu kesin. Yeni bir gruba hayat ve barınak sağlayabilecek üst perde Taliban’dır. 18 yıldır maruz kaldığı şiddetli darbelere rağmen hala ayakta. Terör operasyonları ülkenin farklı bölgelerinde hala devam ediyor. ABD Genelkurmay Başkanı General Joseph Dunford tarafından 18 Kasım'da yapılan açıklamada, Taliban’ın Afgan topraklarındaki ilerleyişine ve Afgan ve yabancı kuvvetlere karşı giriştiği savaşları kaybetmediğine dikkat çekilerek “Taliban’ın sahada kaybetmeyeceği” ifade edilmişti.
El Kaide ile DEAŞ arasındaki birlik için en gözde mekânın Taliban olmasının sebebi nedir?
Muhtemelen iki sebepten dolayı. Bunlardan birincisi Afganistan’ın Amerikan ve Rus varlığının ortak noktası olması ile ilgili, ikincisi ise Taliban tarafından kontrol edilen alanların genişliğidir. Nitekim Taliban ülke topraklarının yüzde 4’ünü oluşturan 14 bölgeyi kontrol ediyor ve 263 diğer bölgede yüzde 66 oranında bir alanda varlık gösteriyor. Taliban’ın saha uzmanlığı, organizasyonel kontrolü ve Amerikalılar ve Ruslar karşısında tarihsel deneyimi, onu doğu ve batıdaki tüm terörist grupların savaş alanındaki en büyük öğretmeni yapmaktadır.
Bu gerçeğe dikkat çeken en önemli kişilerden biri de Stratfor Merkezi’nde araştırmacı olan Scott Stewart’tı. Mart 2017'de şöyle bir soru sordu: DEAŞ ve El Kaide ortak bir zemin bulabilir mi?
Analiz, güvenlikten yoksun başarısız devletlerin bulunduğu yumuşak karna sahip olan bölgelere dikkat çekiyor. Bu bağlamda Afganistan ön sırada geliyor. Stewart'ın görüşünün özeti, El Kaide ve DEAŞ’ın güçlerinin birlikteliğinin dünya için büyük bir tehlike oluşturacak olmasıdır.
Özellikle Moskova ile Washington ve bir dereceye kadar Pekin gibi büyük kutuplar arasındaki farklılıkların derinleşmesi, DEAŞ ve El Kaide’nin yeni bir terör canavarı yaratmalarına katkıda bulunacak ve bununla yüzleşmek zor olacak. Pozisyonlar ne kadar farklılaşırsa, uluslararası aktörler köktenci terörist grupları manipüle ederler. Böylece terörizm ve teröristler, büyümek ve fitneyi yaymak için elverişli bir ortam bulurlar. Bu nedenle tabiri caizse bir sonraki ölümü karşılamak için uluslararası bir güven durumu oluşturulması gerekiyor. Mevcut dünya düzeninin tektonik katmanlarının eridiği bir zamanda, daha fazla sosyal adaletsizlik, sınıf eşitsizliği ve uluslararası çatışmalar ortaya çıkar.



Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
TT

Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)

Cezayir, 12 Haziran'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun döneminin ilk seçimlerine doğru giderken İslami eğilimli partilerin, çoğu bağımsız olan muhalifler karşısında güçlü sonuçlar elde etme olasılığının yüksek olduğunu gösteren göstergeler söz konusu. İslami eğilimli partilerin şansı, ülkede 2019 yılında halkın sokaklara döküldüğü, eski Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın uzun soluklu iktidarının sona ermesine katkıda bulunan ‘halk hareketinin’ (Hirak) bazı kesimlerinin yanı sıra Sosyalist Güçler Cephesi (FFS) ile Kültür ve Demokrasi Birliği (RCD) gibi laik partilerin seçimleri boykot etme kararı almaları dahil olmak üzere birçok faktör tarafından destekleniyor. Siyasi arenaya uzun yıllar hakim olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik (RND) partileri, eski rejime olan bağlılıkları nedeniyle, yarışa bölünmüş halde girdiler.
Pekk, seçim yarışı tablosu, sandık başına gidilmesine günler kala nasıl şekillendi?

‘Milliyetçi’ partiler
FLN, Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasında bu yana ülkenin siyaset sahnesini hegemonyası altına aldı. Hegemonyası, yetkililerin halk protestolarından sonra tek partili hükümet sistemini kaldırdığı 1989 yılına kadar devam etti. Parti, Aralık 1991 seçimlerinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) karşısında neredeyse iktidarı kaybediyordu. Ancak ordu, seçimlerin ilk tur sonuçlarını iptal etti. Bu adım, 1992 yılının başlarından itibaren ülkenin on yılı aşkın bir süre boyunca şiddet döngüsüne girmesine neden oldu. Cezayir 1997 yılında, 1992'de iptal edilen seçimlerden sonraki ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. RND, bu seçimleri, açık ara farkla (156 milletvekili) kazandı. RND, FLN tarafından ihanete uğramaktan korkan parti yetkilileri tarafından kurulan yeni bir partiydi. FLN ise FIS’in kapatılmasının ardından ülkedeki ana İslami eğilimli parti haline gelen Barış Toplumu Hareketi'nden (MSP (69 milletvekili) sonra üçüncü sırada (62 milletvekili) geldi.
FLN, 2002 seçimlerinde 199 sandalye kazanarak yeniden lider olurken RND (1997 seçimlerinde 156 milletvekili çıkardıktan sonra) sadece 47 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Partinin bu düşüşü, o dönem parti lideri olan Liamine Zeroual ile bağlantılı olabilir.  Zeroual istifa edip iktidarı Buteflika'ya devrettikten sonra, Buteflika'nın onursal başkanlığını yaptığı FLN iktidarı yeniden geri aldı. 2007 seçimlerinde FLN 136 sandalyeyle liderliğini sürdürürken, onu 61 sandalyeyle RND izledi. 2012 seçimlerinde de tablo değişmedi. FLN, 208 sandalyeyle liderliğini sürdürürken RND 58 sandalye ile peşinden geldi. 2017 seçimlerinde aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. FLN, 146 sandalyeyle liderliğini korurken RND, 97 sandalyeyle onu takip etti.
FLN ve RND’nin, Buteflika'nın 1999'dan 2019'a kadar süren iktidarının temel dayanakları olduğu açıkça görülse de Cezayirliler, 12 Haziran'da sandık başına gittiklerinde, iki partinin Buteflika rejimine bağlılıkları ve eski rejimi savunmaları onlara zarar verebilir. Bu iki partinin Buteflika'yı hasta ve konuşamazken haldeyken bile desteklediği ve sağlığının sebep olduğu engelleri bilmelerine rağmen Buteflika’yı arka arkaya cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri biliniyor. Dahası, Buteflika rejimi düşer düşmez bu iki partiden önde gelen çok sayıda isim, yolsuzluk ve yasadışı servet edinme suçlarından hüküm giyerek kendilerini parmaklıklar ardında buldu.
Tüm bu faktörler, kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu iki partinin egemenliğinin sona ermek üzere olabileceği ve 12 Haziran seçimlerinden feci sonuçlarla çıkabileceği izlenimi veriyor.

İslami eğilimli partiler
İslami eğilimli partiler, muhaliflerinin dağılması ve bir noktada her zaman hükümetlerin milliyetçilerle siyasal İslamcıları (FLN, RND ve MSP) bir araya getirmesi gerektiğinde ısrar eden eski Cumhurbaşkanı Buteflika’nın rejiminin bir parçası olmasına rağmen, Buteflika'ya karşı halk hareketine verdiği desteği sürmesini sonucunda 2021 seçimlerine güçlü bir konumda giriyorlar.
Siyasal İslamcıların Buteflika yönetiminden ayrılması, 2011'de Arap Baharı'nın başlamasından hemen sonrasına denk geliyor. İslami eğilimli partiler, muhalifleri tarafından, tökezleyen halk hareketini sürdürerek fırsatçı olmakla suçlandılar. Arap Baharı, Mısır, Tunus ve Libya'da olduğu gibi Cezayir’de de siyasal İslamcıları öne çıkardı. Tıpkı, parlamento seçimlerinin siyasal İslamcıların ilk kez hükümete liderlik etmelerine izin veren en büyük payı kazanmasıyla sonuçlandığı Fas’ta olduğu gibi.
Ancak 2012 seçimleri, siyasal İslamcıların istediği gibi geçmedi. Çünkü resmi sonuçlar FLN'nin ve RND’nin hakimiyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu sonuçlar, siyasal İslamcıları seçimlerde hileli yapıldığı iddiasında bulunmaya itti. Aynı sonuç, siyasal İslamcıların milliyetçilerin ardından üçüncü sırada yer aldığı 2017 seçimlerinde de tekrarlandı. Ancak bugün 2021 seçimlerinin arifesinde, rakiplerinin ve muhaliflerinin yaşadığı talihsizlikler, en çok siyasal İslamcıların işine yarayacak gibi görünen bir tablo söz konusu.
İslami eğilimli partilerin başını şuan, Abdurrezzak Mukri liderliğindeki MSP ve Abdullah Caballa liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Cephesi (FJD) çekiyor.

Laik partiler
Cezayir’deki laik partilerin başını ise uzun yıllardır, güçleri Tizi Vuzu ve Bicaye gibi aşiret bölgelerinde yoğunlaşan FFS ve RCD çekiyor. Ancak bu iki parti geçtiğimiz yıllarda, özellikle FFS’nin önde gelen isimlerinden Hüseyin Ayet Ahmed’in partiden ayrılmasından ve RCD’nin lideri Said Sadi'nin istifasından sonra, kendilerini sürekli bir kaos içerisinde buldular. Bunun yanı sıra iki parti, 2021 seçimlerini boykot etme kararı aldıklarını açıkladılar. Troyka yanlısı (Avrupa Birliği/AB, Uluslararası Para Fonu/IMF, Avrupa Merkez Bankası/AMB) siyasetçi Louisa Hanun liderliğinde Sosyalist Eşitlik Partisi (PES) adlı üçüncü bir sol eğilimli parti daha var. Bu parti de 12 Haziran seçimlerini de boykot edecek, ancak halk arasındaki popülaritesi, hiçbir zaman 1990'larda siyasal İslamcılara yönelik sert eleştirileriyle tanınan lideri Hanun'unki kadar yüksek olmadı.

Halk hareketi ve ordu
Halk hareketi, 2019 yılında Buteflika rejimini devirmede orduyla birlikte önemli bir rol oynadı. Cumhurbaşkanının sağlığının elverişsiz olmasına rağmen seçimlerde yeniden aday olmasına karşı başlayan halk protestoları sonrasında ordu, halk hareketinin yanında yer almaya karar verdi ve aynı yılın Nisan ayında Buteflika'yı iktidardan uzaklaştırdı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salah, Buteflika’nın azledilmesinin yanı sıra Buteflika rejiminin iktidarının temel direkleri eski başbakanlardan Abdulmelik Sellal ve Ahmed Uyahya ile parti liderleri ve işadamlarından ve hatta bazı ordu komutanlarından çok sayıda ismin yargılanmasında kilit bir rol oynadı. Aynı zamanda ‘General Tevfik’ adıyla bilinen eski İstihbarat ve Güvenlik Dairesi (DRS) Başkanı Muhammed Medin ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Osman Tartak (Beşir) da görevden alındı. Ancak Kayid Salah'ın rolü, Buteflika rejimini devirmesinden sadece aylar sonra Aralık 2019'da aniden vefat etmesiyle sona erdi. Ancak orduya verdiği halk hareketiyle birlikte hareket etmesi yönündeki emri, Abdulmecid Tebbun’u cumhurbaşkanlığına getiren mevcut dönemin önünü açtı.
Cezayir ordusu şuan, sürekli olarak askeri birliklerin önünde konuşmalar ve sırayla saha ziyaretleri yapan Genelkurmay Başkanı Said Şangariha tarafından yönetiliyor. Ama aslında, ordu liderliğinin ve onunla birlikte istihbarat servisinin, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi bu kez de perde arkasında siyasi bir rol oynamaya devam etmeye istekli mi olduğu yoksa siyaset sahnesini seçimlerden çıkacak olan iktidara terk mi edeceği henüz netlik kazanmış değil.
FLN’nin 1992 yılında iktidara gelmesinin engellenmesi için ordunun doğrudan müdahale etmesi gerekti. Bu adımı eleştirenler ülkeyi kanlı bir on yıla sürüklediğini söylerken, destekleyenler ise bu adımın ülkeyi o dönemde liderlerinin açıklamalarından çıkarılan sonuca göre demokrasiye inanmayan bir partinin elinden kurtardığını söylüyorlar.
Öte yandan, halk hareketinin Buteflika yönetimine son vermedeki ana rolüne rağmen, asıl sorunu eleştirenlerin de söylediği üzere kendisini temsil eden ve onun adına konuşan bir liderlik üretememiş olmasıdır. Her ne kadar hareketin kendisini temsil edecek birini çıkaramamasının, kendi çıkarına olumlu bir faktör olduğunu söyleyenler de var. Çünkü onlara göre iktidar, halk hareketini sona erdirmek için hareketin önde gelen isimlerini tutuklayabilirdi. Hatta hareketin, İslami eğilimli saflarda daha görünür hale gelmesiyle, belki de gösterilerin FLN’nin kalesi olarak bilinen bölgelerden gelenlerin güçlü bir şekilde yer aldıkları başkent Cezayir’de çoğu zaman cuma namazından sonra düzenlenmesi nedeniyle, ortaya çıkışının ilk aylarında sahip olduğu ivmenin bir miktarını geçtiğimiz aylarda kaybettiği de ortadadır.
Dolayısıyla, hareketin bir bölümünün ihtiyaç duyulan değişikliği sağlayamayacağı gerekçesiyle seçimleri boykot edeceği, ideolojiye sahip bir başka kesimin ise siyasal İslamcılara oy vereceği açıktır.

Bağımsızlar
Eğer tablo böyle devam ederse, siyasal İslamcıların iktidara gelmesini önleme iddiası, özellikle Cumhurbaşkanı Tebbun belirli bir partiyi desteklemediğinden ve seçimlerde yarışacak bir partiye sahip olmadığından, büyük ölçüde önümüzdeki anketlerdeki bağımsız adayların performansına bağlı olacak gibi görünüyor. Cezayir Bağımsız Ulusal Seçim İdaresi istatistiklerine göre seçim yarışı, 646’sı partili,  837’si bağımsız olmak üzere bin 483 milletvekili adayı arasında gerçekleşecek. Peki, kim galip gelecek? Bu sorunun cevabı seçime birkaç gün kala netleşebilir mi?