İran: Devrim'den bugüne 4 dönem

İran: Devrim'den bugüne 4 dönem
TT

İran: Devrim'den bugüne 4 dönem

İran: Devrim'den bugüne 4 dönem

Devrimin 40 yıllık ömrü; İran’da Velayet-i Fakih kurumuna yakın kişilerin hükümetin kontrolü dışında ve hiçbir sorgulamaya tabi tutulmayan askeri, ekonomik, siyasi kolları ile Velayeti Fakih kurumunun nüfuzunu derinleştirecek kurumlar inşa etmeye yönelik sürekli ve kesintisiz bir çaba içinde olduklarını göstermiştir.
İran’ın devrimden sonra; birinci yetkilinin ve ona bağlı kurumların yetkileri artarken hükümetin yetkilerinin azaldığı, halkın tüm kesimlerine eşit bir şekilde davranan, değişimi isteyen herkesin katılımına izin veren katılımcı bir anayasaya giden yolda İranlılara vaad edilen cumhuriyet ilkelerinin gerilediği 4 dönemden geçmiştir. Peki bu 4 dönem nasıldı, şimdi ona bir bakalım:
1- Birinci Dönem: Devrimin Kuruluşu ve İslamlaştırılması

Ayetullah Humeyni’nin cübbesi altında toplanmış olan devrimcileri attığı ilk adım; Tahran’daki  medresesinde Devrimin Kurucu Meclisi’nin kuruluşunu deklare etmek oldu. Din adamlarının çoğunluk olduğu bu mecliste liberal “Özgürlük Hareketi” üyeleri yer aldı. Solcular ile İslami sol gruplara bu mecliste yer almadı. Bu da iktidarı ele geçirmek için mücadele eden iki rakip grup arasında yıllarca süren bir çatışmanın başlamasına yol açtı. Devrimin ilk günlerinde gücünü kanıtlayan İslami solcu harekete bağlı silahlı gruplarla mücadele edebilmek için de Kurucu Meclis; askeri kanadını temsil eden devrim komiteleri ile “Devrim Muhafızları”nı kurdu.
Birinci dönemde yine liberal ama aynı zamanda “ılımlı İslam” yanlısı olarak da bilinen sivil politikacı Mehdi Bazergan’ın başkanlığında, Liberal akımın bazı üyelerini de kapsayan devrimcilerin ilk hükümeti de kuruldu. Ama Bazergan hükümeti çok geçmeden Humeyni’nin etrafındaki ekibin istekleri ile çatışmaya başladı. Humeyni’ye bağlı öğrencilerin İran’daki ABD büyükelçiliğini kuşatması ve ABD’li rehineler krizinin başlaması ile aralarındaki anlaşmazlıklar zirveye ulaştı.  Radikalizm yanlıları sonunda istediklerini elde ederek hükümetin istifa etmesini sağladılar. Bundan sonra İran, ardı ardına bir dizi hükümetin kurulduğu bir döneme girdi. Bu hükümetlerin başlarına geçen kişiler de iktidar  kavgasının ve iktidarı Humeyni’ye yakın akımdan temizleme mücadelesinin en önemli kurbanları oldular. Hüccetu'l İslam Ali Hamaney’in Cumhurbaşkanı olması ile bu iktidar kavgası sona erdi ve devlet tamamen din adamlarının eline geçti.
Devrimi İslamlaştırma projesi; sadece devletin makam ve mevkilerini ele geçirme mücadelesi ile sınırlı değildi. İmam Humeyni’nin etrafındaki çalışma grubunun bazı radikal çalışmaları da oldu.
Bu aşamada Humeyni ve kendisine yakın isimler İran anayasasının hazırlanması için bir “Uzmanlar Konseyi”nin kurulduğunu açıkladılar. Bu konsey anayasa hazırlama çalışmalarını yürütürken daha sonra dönemin Cumhurbaşkanı Hamaney’in yardımcısı olan  Ayetullah el-Uzma Hüseyin Ali Muntazeri başta olmak üzere Humeyni’ye yakın kişiler “Velayet-i Fakih” teorisinin anayasada yer alması için çalışmaya başladılar ve başarılı da oldular. Böylece Velayet-i Fakih teorisi anayasanın omurgası oldu.
Velayet-i Fakih düşüncesi başta üniversite öğrencileri olmak üzere farklı siyasi hareketlerin şiddetli muhalefeti ile karşı karşıya kalsa da bu dönemde yaşanan 2 önemli olgu Velayet-i Fakih kurumunun inşa edilmesini mümkün kıldı.
İmam Humeyni’ye yakın bir din adamı olan Devrim Mahkemesi Başkanı Ayetullah Sadık Halhali’nin vermiş olduğu ve Humeyni’ye yakın olan akıma karşı çıkmaya çalışan herkesi kapsayan idam cezaları ile bu ekol, kendisine karşı olan binlerce muhalifi tasfiye etti.
Halhali’ye göre bu adım, Devrim'in ayakta kalmasını sağlamak için gerekliydi. Diğer yandan Devrim Konseyi’nde yer alan din adamları üniversitelerdeki tüm etkinlikleri yasaklayarak kültür devrimi adını verdikleri tasfiye hareketini başlattılar. Bu bağlamda; Devrimin ilkelerine uymadıkları gerekçesiyle yüzlerce öğretim görevlisi ile öğrenci üniversitelerden kovuldu.
Tüm bunlar İran ile Irak arasındaki savaş devam ederken yaşandı. Bu savaş; binlerce kişinin canını almıştı ama Humeyni için bir nimetti. Çünkü bu nimet; başlangıçta İslamcı olmayan Devrimin İslamlaştırılmasının, Humeyni’nin düşüncelerine göre şekillendirilmiş İslamcı kimliği koruyacak kurumların kuruluşunun, buna karşı çıkan herkesin tasfiye edilmesinin önünü açtı. Ardından savaş bitti, Humeyni öldü ve kuruluş dönemi sona ererek ülkede tamamen faklı yeni bir dönem başladı.
2- Rafsancani Dönemi ve İki Başlılığın Kuruluşu
İlk dönem Humeyni’nin devlete tamamen egemen olduğu dönemdi. Ama Humeyni’nin vefatının yaklaşması Devrimciler için Devrimin başarıya ulaşmasının ardından inşa ettikleri yapının yıkalabileceğine yönelik bir tehlike işaretiydi.
Bu koşullar altında dönemin meclis başkanı ve Humeyni’ye yakın isimlerden olan Hüccetu'l İslam Ali Ekber Haşimi Rafsancani ve Humeyni’nin oğlu Ahmed Humeyni, Velayet-i Fakih'in seçilme hakkını geleneksel isimler ile sınırlayan anayasa maddesini değiştirmek için harekete geçerek bu yapının ayakta kalmasında büyük bir rol oynadılar. İkisinin çabasıyla o dönemde birçoklarının fıkhi konumunu şüpheyle karşıladığı Huccetu'l İslam Hamaney, İran’ın yeni Veliyy-i Fakih'i seçildi. Oysa Veliyy-i Fakih olmak için Hüccetu'l İslam ünvanı yeterli değildi. Şii din adamları yaptıkları tahsil seviyeleri ile sırasıyla Sikatu'l İslam (Başlangıç), Hüccetu'l İslam (Orta), Hüccetu'l İslam ve'l-Müslimin (İleri), Ayetullah (Uzman), Ayetullah el-Uzma (Otorite)
İktidar paylaşımının bir sonucu olarak Rafsancani, Humeyni’nin kendi önerisi ile Rehber'e yardımcı bir istişare organı olarak kurulan Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) yanında hükümete de egemen oldu. Yine Rafsancani, Velayet-i Fakih makamında bulunan Hamaney ile zımni bir ortaklık kurmayı da amaçlıyordu.
İkinci dönemde ayrıca Humeyni hayatta iken onun kanatları altında bulunan 2 temel akım arasındaki anlaşmazlıklar gün yüzüne çıkmaya başladı. Solcu akım (daha sonra Reformcular adını almıştır) Meclis'e hakim olurken sağcı (Muhafazakar) akım ise hükümete ve hükümetin yetkileri dışındaki kurumlara hakim oldu.
Bunun yanında savaş sonrası dönemde var olan koşullar hükümeti, yeniden yapılanma olarak bilinen yeni bir dönemi başlatmaya sevketti. Rafsancani bu yeniden yapılanmanın ekonomi ile dış politikayı kapsamasını istiyordu. Yeni dini lider ise sadece ekonomi ile sınırlı kalmasını istiyordu. Bu dönemde gerçekleştirdiği reformlar nedeniyle Rafsancani: “Yeniden Yapılanmanın Süvarisi” olarak anılsa da aslında ne Rafsancani ne de Hamaney bu yeniden yapılanmanın iç politikayı da kapsayacak şekilde genişlemesini istemiyorlardı. Ancak bu dönemde İran’da, daha sonra önemli bir rol oynayacak olan öğrenci hareketleri ve Haşimi Rafsancani’nin başlatmış olduğu ekonomik reformun neden olduğu yüksek enflasyona karşı halk hareketlenmeleri de yaşandı.
Rafsancani’nin başlatmış olduğu reformun genişlemesi “Devrim Muhafızları”nda da niteliksel bir değişime yol açtı. Bu değişim sonraki yıllarda devrimin davranışlarında önemli bir iz bıraktı. Rafsancani’nin önerisi ile Devrim Muhafızları, ekonomik ayağını temsil eden “Hatem'ul-Enbiya”yı kurdu. Devrim Muhafızlarını yeniden yapılanma sürecine ortak eden Rafsancani bu adımıyla; iktidar pastasında Rehber tarafından desteklenen ve savaş sonrası dönemin ilk yıllarında önemli bir askeri güce ulaşan bu kurumun gücünü sınırlamayı amaçlamıştı. Ancak ekonomik nedenlerle başlayan halk hareketleri, öğrenci faaliyetleri ve İslami solun Reformcu Hareket  adı ile yeniden siyaset sahnesine dönmesi, 1997 yılında düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rehber'in desteklediği aday Ali Ekber Natık Nuri’nin kaybedip Muhammed Hatemi’nin kazanmasına katkıda bulundu. Sonuç olarak; Rafsancani aldığı kararlar ve uyguladığı politikalar ile devrimin geleceğinde büyük bir etki bırakmış olduğu için İran rejiminin ikinci dönemine Rafsancani dönemi adını verebiliriz.
3-Reform hayali, Hatemi dönemi ve Hükümetin zayıflatılması
Hatemi’nin rakibine rejimin adayı olduğu için oy vermeyen İran toplumunda, Hatemi’nin zaferi rejimin organlarını ele geçiren akıma karşı dışlanmışların zaferi olarak yorumlandı. Gerçekten de Hatemi hükümeti bir dizi ekonomik sorunların ve dünya ile ilişkilerde krizlerin yaşandığı bir ortamda iktidara geldi. Bu sorunları ve krizleri çözmek için de bir yandan devrime halkçı özelliğini yeniden kazandırmak için iç reform çağrısı yaparken diğer yandan Batı ile ülkesi arasındaki buzları eritmek için de medeniyetler diyaloğu çağrısında bulundu.
Bu da; halkı karar alma mekanizmasına ortak etmek için Hatemi’nin kurmuş olduğu belediye meclisleri ile parlamentoda Reformcuların ezici bir çoğunluk elde etmesine neden oldu. Mecliste bu akıma bağlı milletvekilleri bir yandan anayasa referandumu ve istihbarat bakanlığının bağımsızlığı gibi önemli hususları meclis gündemine taşırken diğer yandan Anayasa Koruma Konseyi’nin (Şurayi Nigehban) kararlarını protesto etmek için mecliste oturma eylemi yaptılar.
Hükümet organı ile yönetim organı arasında yaşanan bu bölünmüşlük, Rehber Hamaney’i paralel kurumlar inşa etme ya da etkinleştirmeye itti. Bir yandan yasama sürecini kontrol etmesi için Rafsancani başkanlığında Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) yeniden etkinleştirirken diğer yandan meclisin yetkilerini sınırlandırmak için de Nigehban'ın denetleyici rolünü aktif hale getirdi. Bunun yanı sıra hükümetin egemen olduğu İstihbarat Bakanlığı’na paralel olarak Devrim Muhafızları’na bağlı bir istihbarat birimi kurulması emrini verdi.
Yine bu yüzleşme çerçevesinde dini lidere bağlı organlar; ekonomide dini lidere bağlı “Hatemul Enbiya” ile “Mustazaflar” kurumların daha etkin bir rol oynamalarını sağladılar. Atılan bu adımlar rejimi tek bir açık sonuca götürüyordu: O da hükümetin zayıflaması. Öyle ki bu durum Cumhurbaşkanı Hatemi’yi görev süresi bittiğinde büyük bir güç hiyerarşisinde küçücük bir görevliden ibaret olduğunu belirtmeye itti. Hatemi bu açıklamayı, kendi döneminde düzenlenen ve Devrim Muhafızları ile güvenlik güçleri bastırmak için sert önlemlere başvurmasalardı İran rejiminin temellerini sarsacak olan gösterileri düzenleyen bir grup üniversite öğrencisi önünde yapmıştı.
Ancak bu küçük yetkilinin zamanında, Batı dünyasına açılmaya ve aralarındaki krizleri çözmeye çalışan İran rejimi bir yandan da daha sonra İran’ın uluslararası toplumla arasındaki en önemli krizin temelini oluşturacak nükleer programı başlatmıştı. Ama bu dönem de İran için hayırlı bir şekilde sona erecek gibi görünmüyordu. Çünkü Rehber'in daha sonra görüş olarak kendisine en yakın olan kişi olarak nitelediği ve Rafsancani’yi iktidarın merkezinden uzaklaştırmka için kullandığı Ahmedinejad’ın yükselişi de aynı zamana denk gelmişti. Nitekim Ahmedinejad’ın kurduğu ilk hükümette, Devrim Muhafızları üyeleri büyük bir çoğunluk oluşturuyorlardı. Bu da ideolojik alanda görev yapan kurumlar ile anayasaya göre görevleri stratejik alan ile sınırlı olan hükümet kurumları arasında rejimin yaşadığı iki başlılıkta niteliksel bir değişimin yaşanmasına yol açtı
4- Mutlakiyet Dönemi
Dördüncü dönem fiili olarak Devrim Muhafızları ve dini liderin onun lehine müdahaleleri ile bir kez daha seçilen Ahmedinejad’ın ikinci görev süresi ile başlamıştır. Bu müdahaleler İranlıların, devrimin kuruluşundan itibaren rejimin varlığına ilk kez bu kadar büyük bir tehdit oluşturan protesto dalgasını başlatmalarına neden oldu. Bu noktada devrim organları Ahmedinejad’ın kazanması için Reformcuları siyaset sahnesinden silmeye çalışarak  bütün önde gelen isimlerini hapse attı. Bu da içerideki taraflar arasında sönmüş olan iktidar mücadelesini bir kez daha alevlendirdi. Ama dini liderin Ahmedinejad’a verdiği destek; kendisinin dini lider ve Devrim Muhafızlarının hükümetine yönelik müdahalelerine itiraz etmye başlaması ile sona ermiştir.
Ancak Ahmedinejad’ın bu tutumu ve hükümetin bazı önemli karar organlarına egemen olmasında ısrar etmesi, dini lider kurumunu alternatif kurumlar aracılığıyla elindeki kartları yeniden düzenlemeye itti. NMBK; Ahmedinejad’ın zaferinin ardından dışlanan ve dini lider ile arasındaki yüzleşme ile siyasi nüfuzu sona erdirilen Rafsancani’ye aitti. Bu nedenle; Dini lider Hamaney bunun yerine  Mahmud Haşimi Şahrudi başkanlığında Yetkili Organlar Arasındaki İlişkileri Düzenleme ve Anlaşmazlıkları Çözme Yüksek Konseyi’ni icat etti. Buna ek olarak Muhafazakarların son kalelerinden olan Uzmanlar Konseyi’nin yetkilerini genişletti.
Dördüncü dönemde yaşanan gelişmelerden biri de Reformcuların, meclis ve Uzmanlar Konseyi’ni ele geçirme girişimleridir. Bu girişimleri; başkentte  başarılı olsa da diğer şehirlerde başarısız olmaları Meclis ve Konseyin muhafazakarların eline geçmesine yol açtı. Yine de Reformcular çoğunluğu elde etmesinde Ruhani’yi destekledikleyerek cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirmeyi başardılar.
Son olarak dördüncü dönem; mutlak bir güç haline gelen ve rejimin her organıyla kapsamlı yönetimi altında olduğu dini liderin varisi olmak için yürütülen gizli bir rekabete de tanıklık ediyor. Zira son zamanlarda yayınlanan bazı raporlar, sağlık durumunun kötüleştiğine işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aday olan eski Yargı Başkanı Yardımcısı İbrahim Reisi ile Yargı Başkanı Sadık Laricani’nin DMTK Başkanlığına ulaşmak için harcadıkları çabada bu gizli rekabete işaret ediyor.
Laricani’nin DMTK Başkanı olması, rakibi İbrahim’in ise Yargı Başkanlığı’na getirilmesi ihtimali ile aralarındaki rekabet devam edecekmiş gibi görünürken bugün devrim organlarına egemen olan ve Ruhani’nin deyimiyle silahsız bir devlet içinde silahlı bir devlet olan Devrim Muhafızları ise ikisi arasında bölünmüş durumda.
Belirsiz Gelecek
Devrimcilerin kurumların üretilmesi alanındaki faaliyetlerini takip ettiğimizde onların gelecek için açık bir vizyona sahip olmadıklarını ve iktidarı ellerinde tutma ve güçlerini arttırma isteklerinin onları daha fazla kurum tesis etmeye, sözkonusu hükümet de olsa kendilerine bağlı olmayan diğer kurumları dışlamalarına veya uzaklaştımalarına yol açtığını görürüz. Son zamanlarda; dini lider  ile kendisine yakın kişiler; şeriatın yanında politika, ekonomi ve kurumsal alanda da egemenliklerini ve nüfuzlarını genişletmek, İran’ın siyasi hiyerarşisindeki güçlerini arttımak amacıyla defalarca bu metodu yani yeni kurumlar icat etme metodunu kullandılar.
Aynı şekilde İran’daki durumu takip ettiğimizde, Devrim Muhafızları’nın her dönemde rollerinin istikrarlı bir şekilde yükseldiğini görürüz. Devrimcilerin muhaliflerini tasfiye etmek için kurmuş oldukları kurum bugün, rejim organları arasında aslan payına sahip bir kuruma dönüştü. Diğer yandan Devrim Muhafızları’nın bu rolünün daha da artacağı, Devrim Muhafızları liderlerinin kendilerine ait gördükleri devrimin geleceğini belirleyecek rekabetin gölgesinde dini liderin varisinin seçiminde de bu kurumun temel bir rol oynayacağı tahmin ediliyor.   



Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
TT

Siyasi tutumları daha gerçekçi yorumlamaya yönelik bir yaklaşım

Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)
Birçok kişi bazı Ortadoğu meselelerinin bir anda kamuoyunun gündemine oturmasını ve aniden sesinin kısılarak kaybolmasını eleştiriyor (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid
Pek çok akademik toplantıda, siyasi seminerde tartışmaların, dünyanın süper gücünün veya uluslararası ya da bölgesel güçlerin belirli konulardaki ilgisinin bir diğerinin lehine azalması etrafında döndüğü göze çarpar. Hatta bazen, sözgelimi Ortadoğu ve sorunlarının ABD için ne ölçüde öncelikli olduğu gibi, bu boyutlardan bazıları hakkında tartışmalar yapılır.
Bazen de sanki ilginin gerilemesi, kendisine gösterilen ilgi ve dikkatin azaldığı taraf için bir hakareti temsil ediyormuş gibi mesele tepkisel bir hava kazanır. Dünyada Filistin davasına ve özel olarak Arap dünyasına olan ilginin yanı sıra genel olarak Washington'un Ortadoğu'ya ilgisi, bölgesel aktörlerin rolleri, bölgenin sorunlarına bağlılık, aynı şekilde Lübnan meselesinde uluslararası ve Arap ilgisinin azalması hakkında dönen pek çok tartışma hatırlıyorum.
Aslında burada sunmak istediğim yaklaşım, uzmanların ve politikacıların bu konuda genellemeler ve varsayımlara girişebilecekleri, oysa pratik uygulamada gerçeklik ve motivasyonların çok daha basit olabilecekleridir. Gerçek bir temel olmaksızın bazen sürprizlere yol açanın bu olduğudur.
Filistin davasından başlayabiliriz; birkaç ay öncesine kadar, üzgün bir dille bu konuya ilginin azalması ve halkının çektiği acılar hakkında konuşuyorduk. Sonra olaylar patlak verdi ve Filistin tekrar olayların odağına yerleşti, yeniden konuşulmaya başlandı. Kısa bir süre öncesine kadar ona olan ilginin azaldığını tasavvur edenler, şimdi kendilerini nasıl gözden geçirebilirler? Aslında her iki görüş de çok fazla abartı içeriyor. Bu davanın son yıllardaki tarihini gözden geçiren, bu konuya ilginin pek çok iniş ve çıkışa tanık olduğunu keşfedecektir.
Keza tek sebep bu olmasa da, geçmişe göre ilginin azalmasının, Arap Baharı'ndan bu yana çatışma ve kriz odaklarının çeşitlenmesinde yattığını, Filistin davasının ayağının altındaki halıyı çeken birçok şey olduğunu da fark edecektir. Bu konuya daha sonra döneceğim.
Genel bir çerçeveden başlayabiliriz; o da bazen bu konuyla ilgilenenlerin, karar vericiler, yazarlar, araştırmacılar, gözlemciler veya vatandaşlar olsun insan olduklarını unutmamız. Dikkat edilirse kamusal meseleler ile iç ve dış politika konularına etkilendikleri ölçüde ilgi gösterdiklerini, hepimizin hayatımızda farklı derecelerde bildiklerimizin onlar için de geçerli olduğunu unutmuş gibi yapıyoruz. Bu gerçeklerden biri mesela, arabasıyla bir ürün satın almak ya da bir akrabasını, arkadaşını ziyaret etmeye giden birisi kaza yaptığında ya da ani bir acı hissettiğinde, bu yeni ve daha acil krizle yüzleşmek için rotasını değiştirmekten başka seçeneği olmadığıdır.
Çağdaş Arap dünyamızda karşı karşıya olduğumuz en belirgin husus, kriz noktalarının çokluğu ve herkesin bu sıkıntılarla mücadele eden halklara karşı ilgisizlikten yakınması. Bu nedenle, Arap Baharı ile başlayan ve öyle ya da böyle devam eden bir Filistin yakınması da var. Pek çok kişi ilginin yakında yeniden gerilemesinden endişe ediyor. Öte yandan, bugün milyonlarca Suriyeli de dünyanın kendilerini unuttuğundan yakınıyor. Ne rejimi değiştirebildiler, ne de dünyanın mevcut rejimi yeniden tanıyıp kabullenmesini engelleyebildiler. Ne çözüm gerçekleşti ne de rejim karşıtları rejim ve destekçilerinin zaferlerini kutlamasını istiyorlar. Hala çeşitli tarafların işgali altında olan geniş Suriye toprakları var. Dolayısıyla Suriye'de tanınmış bir yazar ve şahsiyetin ortaya çıkıp “Putin-Biden” zirvesinin ülkesi hakkında somut bir şey üretmediğini kaydetmesi anlaşılabilir. Öte yandan Filistin davasına sempati duyan birçok Suriyelinin bakış açısına göre, bu dava ilgi çekmeye devam edecek, ancak Suriye ve halkının krizi hakkında kimse konuşmak istemiyor. Aynısını, gerçek bir siyasi durgunluk sürecinde gibi görünen Yemen için de tahmin edebiliriz. Farklı televizyon kanallarını takip edenler, kendilerini bazen çelişki derecesine varacak kadar özdeş olmayan dünyalar karşısında bularak, şaşıp kalıyorlar.
Bölgedeki bir kriz hakkında her yazdığımda bana “hani Yemen?” diye soran Yemenli bir arkadaşım var. Krizleri, acıları, milyonlarcasının yerinden edilmesine ilişkin Arap ilgisinin zamansal ve mekansal kapsamıyla ilgili ağır Yemen eleştirileri, aşırı derecede uyumsuzluğuna dönük  ithamları olduğunu biliyorum. Kendilerine yönelik uluslararası ilgiye karşı benzer izlenimleri olduğunu da. Bu ilginin durgun suları hareketlendirmek için zaman zaman boşuna önerilen ve harcanan siyasi çabalarda kayda değer bir başarı sağlayamadan insani yönlere odaklanmasına ağır eleştirileri olduğundan haberim var.  
Birçok Lübnanlı arkadaşımdan duyduğum Lübnan şikayeti de, aslında diğer krizlerin ağırlığını, sayısını, bunların tüm uluslararası ve bölgesel sistemdeki aciliyetini görmezden geliyor. Yukarıda saydığımız gibi karar vericilerden medya ve vatandaşlara kadar ilgililerin tüm bu büyük aktivizmi takip ederken dikkatlerinin dağıldığını göz adı ediyor. Güçlü kurumların varlığında bile Lübnan meselesi doğal olarak eninde sonunda tek bir karar verici veya tek bir karar verici kurumla çatışacak.
Aracını çarptığı için yapmak istediği işi bırakıp daha acil olan krizi çözmeye yönelen kişi hakkında daha önce verdiğimiz örneğe, kişinin bu sorun ile başa çıkmak için ne yapması gerektiğini bilmiyor olabileceğini de ekleyebiliriz. Şahsi görüşüm, şu anda uluslararası ve bölgesel tarafların, bu krizleri çözmek veya kendisiyle başa çıkmak için ne yapılması gerektiğine dair belirli ve başarılı bir yol bilmedikleridir.
Örneğin Lübnan krizinde bölgesel ve uluslararası taraflar ve bunların arasında da baskın bir esas taraf var, o da İran. Ama İran aynı zamanda müttefiki "Hizbullah" aracılığıyla, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a bağlı ve Cibran Basil liderliğindeki Özgür Yurtsever Hareketi ile karmaşık bir ittifakla da zincirlenmiş durumda. İkinci taraf, sahnenin karmaşıklığı konusunda oldukça bilgili ve tıpkı kendisinin Hizbullah'a ihtiyacı olduğu gibi, Hizbullah'ın da kendisine ihtiyacı olduğunun farkında. İran'ın gücü ve zayıflığı karmaşık bir bölgesel denge sahnesinde iç içe geçerken, rejimi bu çıkmazdan çıkarmaya çalışan diğer taraflar felç olmuş ya da çözüm için yeterli araçlara sahip değillermiş gibi görünüyorlar.
Suriye'de Rusya ve müttefiklerinin zaferlerini deklare etmesini engelleyen Batılı güçlerin elinde ne yeterli araç var ne de kimsenin istemediği, maddi ve insani kayıplarının oldukça maliyetli olabileceği yeni bir kapsamlı çatışmayı sürdürmek için gerçek bir istek yok.
Suriye rejimine muhalif bu cephedeki ana oyuncu, yani Türkiye kapasitesinin sınırlarını biliyor ve başka bir şey üzerine bahis oynuyor; sınırlarına bitişik bölgesel genişleme ve bölgesel denge ve çatışmalarda kullanmak amacıyla aşırılıkçı milisler kartını elinde tutmak. Bu sayede bugün “Libya” dosyasında olduğu gibi başka dosyalarda, yarın da belki başka alanlarda avantaj ve kazanımlar elde etmek istiyor.
Bunun ışığında, Suriye krizinin daha fazla uzamaması için bir çözüm ve çıkış yolu bulmak isteyen tarafların, bu krizle başa çıkmak için yeterli araçlara sahip olmadıkları için ellerinden bir şey gelmiyor. Tıpkı yukarıda bahsettiğimiz arabasıyla kaza yapan, kendisini tamir etmese de sürebilen ama bu nedenle birkaç gün sonra arabasının çalışacağının bir garantisi olmayan kişi gibi. Arabasını tamir edemiyor çünkü parası yok, ama gidip alışveriş yapıp, ekmek falan alıyor ya da erteleyebileceği bir işi halletmeye çalışıyor. Söylemek istediğimiz, tüm insanlar bir noktada karşı karşıya oldukları krizle yüzleşmeye takatleri kalmadığını kabullenmeyebilirler, ama asıl sorun ve zor olan ne politikacıların ne de ülkelerin bunu alenen kabul etmemeleridir.
Son olarak, son İsrail savaşının dersleri bunu doğruladı. Bütün dünyanın çözülmemiş Filistin meselesinin devam etmesinden, krizlerin ve meydan okumaların çokluğundan yorulduğu doğru, ama aynı zamanda herkes henüz baskı yapacak ve bu krizi çözecek yeterli güce sahip olmadığının da farkında. İsrail aşırı sağı böyle bir vehme kapılmış olabilir ama eninde sonunda meselenin bundan çok daha karmaşık olduğunu keşfedecek. Liderlerinde de meselenin karmaşıklığını görememelerine neden olan bir inatçılık ve kibir var veya projelerinin etkileneceği korkusuyla bunu deklare etmeye cesaret edemiyorlar. Tıpkı Filistinlilerin haklarını savunan ama en azından şimdiye kadar ne yapacağını bilemeyen onlarca birbirine karşıt politikacı gibi. Bunu ifşa ve itiraf edemiyorlar ve çok azı bunun ötesine geçen geçici düzenlemeler veya çözümler düşünecek bilgeliğe ve hayal gücüne sahip.