Antisemitizm ve anti-Siyonizm arasında kalan Avrupa

Antisemitizm ve anti-Siyonizm arasında kalan Avrupa
TT

Antisemitizm ve anti-Siyonizm arasında kalan Avrupa

Antisemitizm ve anti-Siyonizm arasında kalan Avrupa

Son birkaç hafta içerisinde hem Fransa hem de İngiltere’de yaşanan ‘antisemitizm’ ile bağlantılı iki olay oldukça dikkat çekiciydi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron yakın zamanda yaptığı bir konuşmada “Anti-Siyonizm, bir nevi antisemitizmdir” ifadesini kullandı. İngiltere’de ise ülkenin AB ailesinden ayrılması, yani Brexit meselesinden dolayı iktidardaki Muhafazakâr Parti ile muhalefetteki İşçi Partisi arasında yaşanan siyasi çekişme büyürken İşçi Partisi’nden birçok milletvekili parti üyeliğinden ayrıldığını duyurdu. Ayrılanlardan bazıları İsrail’in İşçi Dostları topluluğuna mensuptu. Söz konusu milletvekillerinin ayrılma gerekçeleri arasında parti yönetiminin Brexit politikası ile mevcut lideri Jeremy Corbyn döneminde parti içindeki antisemitizmin ‘kökleşmesine’ yönelik itiraz vardı.
Avrupa’nın genelinde etnik ve dini azınlıklar ile göçmenlere karşı çıkan aşırı sağın güçlenmesinin yanı sıra yaşanan bu iki olay, antisemitizm olgusuna ışık tutulması ve açıklanması ihtiyacını doğuruyor. Bilhassa İngiltere ve Fransa’da yaşanan iki durumun aşırı sağ ile değil, Yahudilere yönelik ırkçı ayrım ve Siyonizm gibi inanca dönük eleştiriyi reddeden siyasi bir düşünce ile bağlantılı olduğu belirtiliyor.
Antisemitizm, yüzyıllar boyunca Yahudi dinine mensup bireylere sistematik olarak uygulanan ırkçı ve zalim uygulamalar ile ortaya çıkan bir terim. İspanya, İngiltere ve Rusya’daki kıyımlar ile tarih boyunca birçok ülkeden kovulmaları için düzenlenen kampanyalar da söz konusu uygulamalara dahil oldu. ‘Nazi kıyımı (Holokost)’ ile doruk noktasına ulaştı. Bugün ‘antisemitizm’ tabiri, küresel çaptaki haber organlarına tekrar hâkim olarak Batı Avrupa’da yeni tür siyasi boyut kazanan bir tartışma başlattı. Çoğu zaman da Yahudi nesillerin halen çekmeye devam ettiği zulüm ile İsrail devleti uygulamaları ve Siyonist ideolojinin eleştirisi birbirine karıştı.
Bu tartışma hem Paris hem de Londra’da esaslı bir şekilde ortaya çıktı. Nitekim Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, anti-Siyonizmin, antisemitizmin en yeni sürümü olduğuna dair düşüncesini dile getirirken İngiltere’de artan suçlamalar, son 40 yılın en büyük siyasi ayrışması olarak baş gösterdi.
Batı Avrupa hükümetleri, ifade özgürlüğünü daraltmadan antisemitizme yeni bir tarif arıyorken bazı aşırı sağ hareketler, antisemitizm, İslamofobi ve hatta beyaz ırkın üstünlüğü söylemlerini pekiştirmek için geleneksel partilere olan halk desteğinin azalmasının sebep olduğu siyasi boşluktan faydalanıyor.
Bu satırların yazıldığı zaman İngiltere, İşçi Partisi’nden önde gelen 9 milletvekilinin ayrılışına tanık oluyordu. Söz konusu milletvekillerinden birinin aktardığına göre ayrılışın gerekçeleri Brexit ve sol parti içerisinde ‘kökleşen’ antisemitizm olgusuna ilişkin meseleler. İsrail’in İşçi Dostları topluluğuna mensup olan diğer 6 milletvekili ile birlikte partiden ayrılan Yahudi Milletvekili Luciana Berger ‘bağnazlık ve korkutma’ kültürünü ardında bıraktığını belirttiği açıklamasında şunları söyledi:
“Bu kararı almak zor ve üzücü oldu. Ancak böyle olması gerekiyordu. Zira parti, kurumları ile birlikte antisemitist bir kimliğe büründü. İşçi Partisi’ni temsil etmek benim için utanç verici bir durum haline gelmişti.”
Partiden ayrılan bir diğer milletvekili Ian Austen de partinin lideri Jeremy Corbyn ve İşçi Partisi’nin Yahudi halkı için sebep olduğu aşağılayıcı ve üzücü tavırdan rahatsızlık duyduğunu ve solcu muhalefet liderinin yönetimi altında tavır almaktan utandığını dile getirdi. Yahudi soykırımından kurtulan bir sığınmacı tarafından evlat edinilen Milletvekili Austen, yerel bir gazeteye verdiği demeçte şunları söyledi:
“Aşırılık, antisemitizm ve hoşgörüsüzlük kültürünün iyi milletvekilleri ile hayatlarını kamusal politik faaliyetlere adayan düzgün insanların uzaklaşmasına sebep olması korkutucu. Aşırı sol, şu an parti dizginlerini eline almış durumda ve liyakat sahibi çok sayıda geleneksel milletvekilini de kaçıracak. Seçimleri kazanan ve ülkeyi daha iyi olmaya doğru değiştiren geleneksel partiye nasıl dönüş yapılacağını bilemiyorum.”
Ayrılana dek İsrail’in İşçi Dostları topluluğuna başkanlık eden bağımsız Milletvekili Joan Ryan da partinin Corbyn liderliğinde ırkçılık ve Yahudi karşıtlığı felâketine bulaştığını söyledi. Son istifaların Corby’nin İşçi Partisi’nde antisemitizm suçlamaları ile başa çıkma yönteminden sonra maruz kaldığı eleştiri dalgasının ardından yaşandığı belirtiliyor. Aynı şekilde bir diğer gerekçe olarak da Corbyn’in İngiltere’nin yasaklılar listesinde olan Hamas ve Hizbullah’ı desteklediğine dair önceki açıklamaları öne sürülüyor. Hatırlanacağı üzere Corbyn, bu iki örgütü ‘dostlar’ olarak nitelemiş ve 2016 yılında bu sözlerinden geri adım atmak durumunda kalmıştı.
Tartışmanın diğer tarafında ise diğer İşçi Partisi üyeleri, söz konusu suçlamaların siyasi sebeplerden dolayı ‘abartılı’ bulduklarını söylüyor. Bu, bedelini geçen çarşamba günü parti üyeliği askıya alınan ve açıkça özür dilemesine rağmen soruşturmaya tabi tutulan Milletvekili Chris Williamson’ın takındığı bir tutum. İşçi Partisi Yahudi Sesi sözcüsü Mike Cushman da aynı görüşü paylaşıyor. Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada İşçi Partisi içerisinde antisemitizm yaklaşımının olduğunu inkâr etmediğini ancak yapısal açıdan yaygın ve büyük boyutlarda olduğundan şüphe duyduğunu söyleyen Cushman, partisinin büyük sorunlarla boğuştuğu bir zamanda tüm bu suçlamaların neden ortaya atıldığını sorguladı. Cushman açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“İşçi Partisi, İslamofobi ve siyahlara karşı ırkçılık gibi büyük sorunlarla yüzleşiyor. Bizim siyasi açıdan sağa yaklaştığımız her sefer antisemitizmin arttığına dair sinyaller beliriyor.”
Solcu bir Yahudi aktivist olan Cushman, İşçi Partisi’nde çıkan antisemitizme ilişkin suçlamaların başlıca üç sebebi olduğunu düşünüyor. Bunlardan ilki, Avam Kamarası’ndaki bazı milletvekillerinin 2015 yılında Corbyn’in parti lideri olarak seçilmesine karşıt tutumu ile bağlantılı. Bu karşıtlığın birçok sebebi olmakla birlikte Corbyn’in Filistinlilerin haklarına verdiği destek de bu sebeplerin başında geliyor.
İkinci sebep, Muhafazakâr Parti ile medya yandaşlarının, İşçi Partisi’ne saldırmak için uygun olan her silahı kullanmaya dayalı politikası.
Üçüncü sebep de İsrail’in insanlığa karşı suçlarını savunan ve Batı Avrupa’daki en büyük partinin bu suçların eleştirisine öncülük etmesini istemeyenlere ilişkin.
Cushman, İsrail’i ve politikalarını eleştirmek ile antisemitizmin birbirine karıştırılmasına yönelik “İsrail’in dünyadaki Yahudiler adına konuştuğu iddiası kabul edilemez. İsrail benim adıma konuşmuyor” dedi. Sözlerinin devamında Yahudi dini ile Siyonizmi eş değer gören söylemlere karşı çıkılması gerektiğini, zira Yahudiler, İsrailliler ve Siyonistler arasında fark olduğunu belirten Cushman, bizzat kendisinin antisemitizm kurbanı olduğunu kaydetti. Bir insanın yalan yere antisemitist olarak itham edilmesini, hele Yahudi’nin Yahudi olmayan biri tarafından suçlanmasını şahsını yaralayıcı bir durum olarak nitelendirdi.
Cushman, hâlihazırda İngiltere’de Yahudilere yönelik gerçek tehlikenin bireysel saldırılar düzenleyen ve mallarını gasp eden aşırı sağ topluluklardan kaynaklandığını söyledi. Ayrıca ülkede aşırı sağın yükselişe geçmesi ile birlikte soldaki antisemitizm endişesinin, solcu Yahudiler de dahil olmak üzere tüm Yahudileri büyük bir tehlikeye soktuğunu dile getirdi.
Siyasi uzmanlar, ülkede artan antisemitizm tehlikesinin gerçekliğini inkâr etmiyor. Nitekim İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı son istatistiklerde 2017 yılı boyunca kayıtlara geçen nefret suçlarının yüzde 52’sinin Müslümanları, yüzde 12’sinin de Yahudileri hedef aldığı bilgisi yer aldı. Sonuçları bu yılın başında The Guardian gazetesinde yayınlanan bir araştırmaya göre ise İngilizler, sene içerisinde Google arama motorunda 170 bin kez ‘antisemitizm’ taraması gerçekleştirdi. Söz konusu aramaların yüzde 10’u ise ‘Yahudiler ölmeli”, “Yahudileri öldürün”, “Yahudiler ırkçı ve kötüdür” gibi ibareler içeriyor.  
Aşırı sağın yükselişi ve sol içerisindeki antisemitist tutumla paralel olarak artan antisemitist Twitter mesajları ile fiziksel saldırılardan hareketle artan Yahudi karşıtlığı, nefret suçları ile İsrail politikalarına yönelik eleştirilerin daha fazla birbirine karıştırılmasına neden oldu. The Guardian gazetesi yazarı Kenan Malik konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı:
“Antisemitizmin artmasına, anti-Siyonizm ve Yahudilere karşı ırkçılık kavramlarının birbirine karıştırılması eşlik ediyor. İsrail karşıtı bazı davranışlar, bazen antisemitist eğilim taşıyor. Ancak bu iki olgunun ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.”
Kenan Malik hemfikir olan birçok kesim için antisemitizm, Yahudilere karşı düşmanca ve önyargılı duygu ve davranışları ifade ederken Siyonizmin tarihî Filistin toprakları üzerinden bir Yahudi devleti kurmayı hedefleyen bir siyasi ve ideolojik hareketin adı olduğunu savunuyor.
Bu iki kavramın birbirine karıştırılmasına dair tartışmanın özellikle İşçi Partisi içerisinde uzun bir tarihi var. Daha önce Londra’nın eski Belediye Başkanı Ken Livingstone’nun İsrail hakkındaki yorumlarının ardından üyeliği askıya alınmıştı. BBC’nin haberine göre söz konusu yorumlardan biri de Adolf Hitler’in Yahudi soykırımından önce Siyonizmi desteklediği yönündeydi.
İsrail hükümetinin politikalarına yönelik eleştiriler ile antisemitizmin birbirine karıştırılmadığını iddia edenler, Siyonist kelimesinin üstü kapalı olarak Yahudilere saldırmak için kullanılmasına karşı çıkıyor. Ayrıca Siyonizmin başta Hıristiyanlar ve İngilizler olmak üzere Yahudi harici unsurlar tarafından da desteklenen siyasi bir proje olduğuna dikkat çekiyorlar.
Londra merkezli Yahudi Siyasi Araştırmalar Enstitüsü’nün 2017 yılında yayımladığı bir araştırma, İsrail karşıtlığı ile antisemitist eğilimler arasında zorunlu bir bağlantının olmadığını ortaya koydu. Söz konusu araştırmada şu ifadeler yer aldı:
“İsrail karşıtı tutumlar genel olarak antisemitist değildir. İsrail’e karşı düşmanca tavır alanlar antisemitist değiller. Bununla birlikte İsrail karşıtı ve antisemitist duyguları aynı anda besleyen büyük bir azınlık mevcut.”



Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
TT

Cezayir seçimleri: Siyasal İslamcılara karşı “bağımsızlar”

Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)
Cezayir’in güneyindeki Celfa vilayetinde Aynvuserra’da adayların seçim kampanyasının bir parçası (AP)

Cezayir, 12 Haziran'da yapılması planlanan Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun döneminin ilk seçimlerine doğru giderken İslami eğilimli partilerin, çoğu bağımsız olan muhalifler karşısında güçlü sonuçlar elde etme olasılığının yüksek olduğunu gösteren göstergeler söz konusu. İslami eğilimli partilerin şansı, ülkede 2019 yılında halkın sokaklara döküldüğü, eski Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika'nın uzun soluklu iktidarının sona ermesine katkıda bulunan ‘halk hareketinin’ (Hirak) bazı kesimlerinin yanı sıra Sosyalist Güçler Cephesi (FFS) ile Kültür ve Demokrasi Birliği (RCD) gibi laik partilerin seçimleri boykot etme kararı almaları dahil olmak üzere birçok faktör tarafından destekleniyor. Siyasi arenaya uzun yıllar hakim olan Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik (RND) partileri, eski rejime olan bağlılıkları nedeniyle, yarışa bölünmüş halde girdiler.
Pekk, seçim yarışı tablosu, sandık başına gidilmesine günler kala nasıl şekillendi?

‘Milliyetçi’ partiler
FLN, Cezayir’in 1962 yılında bağımsızlığını kazanmasında bu yana ülkenin siyaset sahnesini hegemonyası altına aldı. Hegemonyası, yetkililerin halk protestolarından sonra tek partili hükümet sistemini kaldırdığı 1989 yılına kadar devam etti. Parti, Aralık 1991 seçimlerinde İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) karşısında neredeyse iktidarı kaybediyordu. Ancak ordu, seçimlerin ilk tur sonuçlarını iptal etti. Bu adım, 1992 yılının başlarından itibaren ülkenin on yılı aşkın bir süre boyunca şiddet döngüsüne girmesine neden oldu. Cezayir 1997 yılında, 1992'de iptal edilen seçimlerden sonraki ilk parlamento seçimlerini gerçekleştirdi. RND, bu seçimleri, açık ara farkla (156 milletvekili) kazandı. RND, FLN tarafından ihanete uğramaktan korkan parti yetkilileri tarafından kurulan yeni bir partiydi. FLN ise FIS’in kapatılmasının ardından ülkedeki ana İslami eğilimli parti haline gelen Barış Toplumu Hareketi'nden (MSP (69 milletvekili) sonra üçüncü sırada (62 milletvekili) geldi.
FLN, 2002 seçimlerinde 199 sandalye kazanarak yeniden lider olurken RND (1997 seçimlerinde 156 milletvekili çıkardıktan sonra) sadece 47 sandalyeyle üçüncü sıraya geriledi. Partinin bu düşüşü, o dönem parti lideri olan Liamine Zeroual ile bağlantılı olabilir.  Zeroual istifa edip iktidarı Buteflika'ya devrettikten sonra, Buteflika'nın onursal başkanlığını yaptığı FLN iktidarı yeniden geri aldı. 2007 seçimlerinde FLN 136 sandalyeyle liderliğini sürdürürken, onu 61 sandalyeyle RND izledi. 2012 seçimlerinde de tablo değişmedi. FLN, 208 sandalyeyle liderliğini sürdürürken RND 58 sandalye ile peşinden geldi. 2017 seçimlerinde aynı sahne bir kez daha tekrarlandı. FLN, 146 sandalyeyle liderliğini korurken RND, 97 sandalyeyle onu takip etti.
FLN ve RND’nin, Buteflika'nın 1999'dan 2019'a kadar süren iktidarının temel dayanakları olduğu açıkça görülse de Cezayirliler, 12 Haziran'da sandık başına gittiklerinde, iki partinin Buteflika rejimine bağlılıkları ve eski rejimi savunmaları onlara zarar verebilir. Bu iki partinin Buteflika'yı hasta ve konuşamazken haldeyken bile desteklediği ve sağlığının sebep olduğu engelleri bilmelerine rağmen Buteflika’yı arka arkaya cumhurbaşkanlığına aday gösterdikleri biliniyor. Dahası, Buteflika rejimi düşer düşmez bu iki partiden önde gelen çok sayıda isim, yolsuzluk ve yasadışı servet edinme suçlarından hüküm giyerek kendilerini parmaklıklar ardında buldu.
Tüm bu faktörler, kendilerini milliyetçi olarak niteleyen bu iki partinin egemenliğinin sona ermek üzere olabileceği ve 12 Haziran seçimlerinden feci sonuçlarla çıkabileceği izlenimi veriyor.

İslami eğilimli partiler
İslami eğilimli partiler, muhaliflerinin dağılması ve bir noktada her zaman hükümetlerin milliyetçilerle siyasal İslamcıları (FLN, RND ve MSP) bir araya getirmesi gerektiğinde ısrar eden eski Cumhurbaşkanı Buteflika’nın rejiminin bir parçası olmasına rağmen, Buteflika'ya karşı halk hareketine verdiği desteği sürmesini sonucunda 2021 seçimlerine güçlü bir konumda giriyorlar.
Siyasal İslamcıların Buteflika yönetiminden ayrılması, 2011'de Arap Baharı'nın başlamasından hemen sonrasına denk geliyor. İslami eğilimli partiler, muhalifleri tarafından, tökezleyen halk hareketini sürdürerek fırsatçı olmakla suçlandılar. Arap Baharı, Mısır, Tunus ve Libya'da olduğu gibi Cezayir’de de siyasal İslamcıları öne çıkardı. Tıpkı, parlamento seçimlerinin siyasal İslamcıların ilk kez hükümete liderlik etmelerine izin veren en büyük payı kazanmasıyla sonuçlandığı Fas’ta olduğu gibi.
Ancak 2012 seçimleri, siyasal İslamcıların istediği gibi geçmedi. Çünkü resmi sonuçlar FLN'nin ve RND’nin hakimiyetinin devam ettiğini gösterdi. Bu sonuçlar, siyasal İslamcıları seçimlerde hileli yapıldığı iddiasında bulunmaya itti. Aynı sonuç, siyasal İslamcıların milliyetçilerin ardından üçüncü sırada yer aldığı 2017 seçimlerinde de tekrarlandı. Ancak bugün 2021 seçimlerinin arifesinde, rakiplerinin ve muhaliflerinin yaşadığı talihsizlikler, en çok siyasal İslamcıların işine yarayacak gibi görünen bir tablo söz konusu.
İslami eğilimli partilerin başını şuan, Abdurrezzak Mukri liderliğindeki MSP ve Abdullah Caballa liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Cephesi (FJD) çekiyor.

Laik partiler
Cezayir’deki laik partilerin başını ise uzun yıllardır, güçleri Tizi Vuzu ve Bicaye gibi aşiret bölgelerinde yoğunlaşan FFS ve RCD çekiyor. Ancak bu iki parti geçtiğimiz yıllarda, özellikle FFS’nin önde gelen isimlerinden Hüseyin Ayet Ahmed’in partiden ayrılmasından ve RCD’nin lideri Said Sadi'nin istifasından sonra, kendilerini sürekli bir kaos içerisinde buldular. Bunun yanı sıra iki parti, 2021 seçimlerini boykot etme kararı aldıklarını açıkladılar. Troyka yanlısı (Avrupa Birliği/AB, Uluslararası Para Fonu/IMF, Avrupa Merkez Bankası/AMB) siyasetçi Louisa Hanun liderliğinde Sosyalist Eşitlik Partisi (PES) adlı üçüncü bir sol eğilimli parti daha var. Bu parti de 12 Haziran seçimlerini de boykot edecek, ancak halk arasındaki popülaritesi, hiçbir zaman 1990'larda siyasal İslamcılara yönelik sert eleştirileriyle tanınan lideri Hanun'unki kadar yüksek olmadı.

Halk hareketi ve ordu
Halk hareketi, 2019 yılında Buteflika rejimini devirmede orduyla birlikte önemli bir rol oynadı. Cumhurbaşkanının sağlığının elverişsiz olmasına rağmen seçimlerde yeniden aday olmasına karşı başlayan halk protestoları sonrasında ordu, halk hareketinin yanında yer almaya karar verdi ve aynı yılın Nisan ayında Buteflika'yı iktidardan uzaklaştırdı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Ahmed Kayid Salah, Buteflika’nın azledilmesinin yanı sıra Buteflika rejiminin iktidarının temel direkleri eski başbakanlardan Abdulmelik Sellal ve Ahmed Uyahya ile parti liderleri ve işadamlarından ve hatta bazı ordu komutanlarından çok sayıda ismin yargılanmasında kilit bir rol oynadı. Aynı zamanda ‘General Tevfik’ adıyla bilinen eski İstihbarat ve Güvenlik Dairesi (DRS) Başkanı Muhammed Medin ve İstihbarat Teşkilatı Başkanı Osman Tartak (Beşir) da görevden alındı. Ancak Kayid Salah'ın rolü, Buteflika rejimini devirmesinden sadece aylar sonra Aralık 2019'da aniden vefat etmesiyle sona erdi. Ancak orduya verdiği halk hareketiyle birlikte hareket etmesi yönündeki emri, Abdulmecid Tebbun’u cumhurbaşkanlığına getiren mevcut dönemin önünü açtı.
Cezayir ordusu şuan, sürekli olarak askeri birliklerin önünde konuşmalar ve sırayla saha ziyaretleri yapan Genelkurmay Başkanı Said Şangariha tarafından yönetiliyor. Ama aslında, ordu liderliğinin ve onunla birlikte istihbarat servisinin, tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi bu kez de perde arkasında siyasi bir rol oynamaya devam etmeye istekli mi olduğu yoksa siyaset sahnesini seçimlerden çıkacak olan iktidara terk mi edeceği henüz netlik kazanmış değil.
FLN’nin 1992 yılında iktidara gelmesinin engellenmesi için ordunun doğrudan müdahale etmesi gerekti. Bu adımı eleştirenler ülkeyi kanlı bir on yıla sürüklediğini söylerken, destekleyenler ise bu adımın ülkeyi o dönemde liderlerinin açıklamalarından çıkarılan sonuca göre demokrasiye inanmayan bir partinin elinden kurtardığını söylüyorlar.
Öte yandan, halk hareketinin Buteflika yönetimine son vermedeki ana rolüne rağmen, asıl sorunu eleştirenlerin de söylediği üzere kendisini temsil eden ve onun adına konuşan bir liderlik üretememiş olmasıdır. Her ne kadar hareketin kendisini temsil edecek birini çıkaramamasının, kendi çıkarına olumlu bir faktör olduğunu söyleyenler de var. Çünkü onlara göre iktidar, halk hareketini sona erdirmek için hareketin önde gelen isimlerini tutuklayabilirdi. Hatta hareketin, İslami eğilimli saflarda daha görünür hale gelmesiyle, belki de gösterilerin FLN’nin kalesi olarak bilinen bölgelerden gelenlerin güçlü bir şekilde yer aldıkları başkent Cezayir’de çoğu zaman cuma namazından sonra düzenlenmesi nedeniyle, ortaya çıkışının ilk aylarında sahip olduğu ivmenin bir miktarını geçtiğimiz aylarda kaybettiği de ortadadır.
Dolayısıyla, hareketin bir bölümünün ihtiyaç duyulan değişikliği sağlayamayacağı gerekçesiyle seçimleri boykot edeceği, ideolojiye sahip bir başka kesimin ise siyasal İslamcılara oy vereceği açıktır.

Bağımsızlar
Eğer tablo böyle devam ederse, siyasal İslamcıların iktidara gelmesini önleme iddiası, özellikle Cumhurbaşkanı Tebbun belirli bir partiyi desteklemediğinden ve seçimlerde yarışacak bir partiye sahip olmadığından, büyük ölçüde önümüzdeki anketlerdeki bağımsız adayların performansına bağlı olacak gibi görünüyor. Cezayir Bağımsız Ulusal Seçim İdaresi istatistiklerine göre seçim yarışı, 646’sı partili,  837’si bağımsız olmak üzere bin 483 milletvekili adayı arasında gerçekleşecek. Peki, kim galip gelecek? Bu sorunun cevabı seçime birkaç gün kala netleşebilir mi?