AB’nin elinde nükleer anlaşma için koz var mı?

AB’nin elinde nükleer anlaşma için koz var mı?
TT

AB’nin elinde nükleer anlaşma için koz var mı?

AB’nin elinde nükleer anlaşma için koz var mı?

Avrupalı diplomatik kaynaklar, Avrupa Birliği (AB) ile İran arasındaki güç gösterisinin devam ettiği görüşünde. İran’ın, Avrupalı ülkelere nükleer anlaşma hususunda uyguladığı baskılar günden güne artıyor. Bu baskılar bazen anlaşmadan tamamen çekilme tehdidiyle bazen de zenginleştirilmiş uranyum seviyesini daha da yukarı seviyelere çıkarmak şeklinde olabiliyor.
Nitekim İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvandi, dünkü açılamasında AB ülkelerinin yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiğini, aksi takdirde İran'ın 2015'te imzalanan Nükleer Anlaşması öncesi duruma geri döneceği uyarısında bulunmuştu. Nükleer anlaşmadan önce İran yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş yeterli miktarda uranyum ve santrifüje sahipti.
Buna karşın İranlı yetkililerin “Anlaşmanın tarafları taahhütlerini yerine getirirse geri döneriz” yönündeki açıklamaları, Tahran’ın anlaşmaya geri dönme noktasında kapıyı tamamen kapatmadığına işaret ediyor. Yani Tahran ABD yaptırımlarının ülke ekonomisinde yol açtığı yıkımların AB ülkeleri tarafından tazmin edilmesini talep etmekte.
İran’ın ABD ile müzakere şartı yaptırımlar
Öte yandan İranlı yetkililer, Washington’un anlaşmaya dönmesi ve İran ekonomisine başlattığı saldırıyı durdurması halinde ABD ile “herhangi bir yerde ve hemen” müzakere yapmaya hazır olduklarını söylemekten de geri durmuyorlar.
 Avrupa cephesi ise, Şarku’l Avsat’a konuşan kaynakların deyimiyle ABD çekici ile İran örsü arasında sıkışmış bir vaziyette. Zira AB ülkeleri bugüne kadar ne ABD’yi İran’ın petrol ihracına izin vermesine ne de İran’ı anlaşma taahhütlerine geri dönmeye ikna edebildi.
“İranlılar müzakere masasına sürünerek gelecek”
Bu karmaşık gerçeklik çerçevesinde nükleer anlaşmanın tarafları Londra, Paris ve Berlin üçlüsü Pazar günü yaptıkları ortak açıklamada, gerilimin düşürülmesi için ABD dâhil “tüm tarafların iyi niyet sergilemesinin” önemini vurguladılar. Konuyla ilgili çevreler, Avrupa’nın “çözüm için sihirli bir değneğe sahip olmadıklarını ve en nihayetinde iki taraf arasında kesin seçim yapmak zorunda kalacağı ânı geciktirmeye çalıştığını” savunuyorlar. Yine bu çevrelere göre, ciddi baskılar, ekonomisi çöken İran ile sınırlı kalmayıp ABD Başkanı Donald Trump’ı attığı adımlardan vazgeçiremeyen Avrupa ülkeleri üzerinde de hissediliyor. Söz konusu çevrelerin ABD’li kaynaklardan aktardığına göre, Washington, İranlıların müzakere masasına sürünerek geleceğine zira ekonomik yaptırımların etkisini iyice hissettirdiğine ikna olmuş durumda.
Üçüncü seçenek yok
Avrupa’ya göre, İran’ın anlaşma maddelerinin ihlalini durdurmak için önlerinde üçüncü seçeneği olmayan bir yol var: Birincisi, İran’ın günlük 1 milyon varil petrol ihracatına izin vermesi ve ekonomik yaptırımları azaltması hususunda ABD’nin ikna edilmesi. İkincisi ise ABD yaptırımlarını atlatmak için kurulan özel ödeme mekanizması INSTEX’in tam kapasite çalışmasını sağlamak. Mevcut durum iki seçeneğin de oldukça zor olduğunu gösteriyor. Zira bazı yorumcular Mayıs 2018’den bu yana söz konusu iki seçeneği hayata geçiremeyen AB’nin, bu dakikadan sonra bir mucize gerçekleştiremeyeceği görüşünde.
İran, ABD genel seçimlerini bekleme ve Trump’ın yeniden seçilememesi ümidiyle izlediği “sabır stratejisi”ni terk ederek, nükleer anlaşma maddelerini aşamalı bir şekilde ihlal ettiği “güreş politikasını” izlemeye başladı.
AB mekanizmayı aktif hale getirebilir
Ancak Avrupalı ülkelerin elinde, nükleer anlaşma metninde yer alan ve maddelerin ihlalini denetlemekle yetkilendirilen Uyuşmazlık Çözüm Kurulu adında gizli bir kozu var. AB, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA), İran’ın yükümlü olduğu maddeleri ihlal etmeye devam ettiğini ifade eden raporlara dayanarak, bu mekanizmayı aktif hale getirebilir. Bu durumda kurulun dosyayı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) taşıması mümkün hale gelir. BMGK ise bu ihlalleri göz önüne alarak, ABD yaptırımları dışında, nükleer anlaşmanın imzalanmasıyla rafa kaldırılan İran’a yönelik uluslararası yaptırımları, yeniden uygulama yetkisini kullanabilir. BMGK’nın bu yönde bir karar alması ise herkes için bağlayıcı olacaktır. İran’ın Avrupalı muhataplarını “yanlış yoldan” vazgeçirme yönünde yaptığı uyarılar, AB ülkelerinin söz konusu kozu oynamasını önleme girişimi olarak görülebilir.
Ancak hâkim görüş, Avrupalıların İran ile karşı karşıya gelmeyi arzu etmediği ve muhtemelen buna hazır olmadığı yönünde. Paris’teki analistler böyle bir durumun siyasi ve ekonomik baskılardan çıkarak askeri bir çatışmaya dönüşebileceği uyarısında bulunuyorlar. ABD ve İsrail de bu atmosferde eli kolu bağlı oturmayacaktır. Avrupalılar bu senaryonun gerçekleşmesini istemediklerini defalarca kez tekrarladı. Bu nedenle arayış içinde ve birbirleriyle istişare halindeler. Ancak bugüne dek söz konusu istişareler netice vermedi. Zira çözümün anahtarı başka yerlerde. Fransa’nın son olarak yaptığı arabuluculuk girişimi de bu kapsamda değerlendirilebilir.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.