ABD'nin yeni yaptırımları, Hizbullah'ın müttefiklerini içeriyor mu?

(AFP)
(AFP)
TT

ABD'nin yeni yaptırımları, Hizbullah'ın müttefiklerini içeriyor mu?

(AFP)
(AFP)

“ABD'nin Hizbullah'a yönelik yaptırımlarını belirleyen ben değilim. ABD hükümetinin bu konuya nasıl yaklaşılacağı hususundaki tutumu açık ve net. Bunun değiştirilmesi mümkün değil...”
Lübnan Başbakanı Saad Hariri, ABD'ye yaptığı ziyarete ilişkin gelen tüm eleştirilere bu ifadelerle cevap verdi. Özgür Vatansever Hareketi milletvekillerinden ve onların müttefiklerinden gelen ilgili eleştiriler ise Hariri’nin, ABD’nin Hizbullah’a yönelik yaptırımları dosyasında isimleri ön sıralarda yer alan bazı kişilerle görüşmesi sebebiyle geldi. Büyük olasılıkla söz konusu isimlerin başında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Hazine Bakanlığı Terörizm Finansmanıyla Mücadele Müsteşarı Marshall Billingsley yer alıyor.
Şarku’l Avsat’a konuşan Lübnan’ın eski Washington Büyükelçisi Antoine Şadid, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin ABD’ye yaptığı son ziyaretin, özellikle ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Hazine Bakanlığı’nın üst düzey yetkilileriyle yaptığı toplantılar göz önüne alındığında, oldukça önemli olduğu görüşünde. Şadid’e göre söz konusu ziyaretin başarısını teyit eden şey, Bakan Pompeo’nun Hizbullah'a yaptırım uygulama konusundaki net politikasına rağmen Lübnan’daki güvenliğin yanı sıra politik ve ekonomik kurumların istikrarının korunması gerekliliğini vurgulamasıdır.
Şadid’e göre bu, Hariri'nin “Lübnan devletini, güvenliğini, siyasi kurumlarını ve bankacılık sektörünü Hizbullah'tan ayırmayı” başardığı anlamına geliyor. Ayrıca Şadid, İsrail'le olan deniz sınırının çizilmesi ve BM'nin 1701 sayılı kararının uygulanmasının tamamlanması meselelerinden bahsedilmesinin çok önemli olduğunu vurguladı. İran ve Hizbullah’a uygulanan yaptırımların ABD yönetimi tarafından her gün izlendiğini dile getiren Şadid, bu konuda kimsenin fikrinin alınmadığı ve kimseden etkilenilmediği değerlendirmesinde bulundu.
Yaptırımlar Hizbullah’a yakın olan kimseleri de hedef alıyor
Bugün Lübnan’ın siyasi koridorlarında, yeni yaptırımların Hizbullah’a yakın olanlara da dokunacağına ilişkin söylenenler artık bir sır değil. Şarku’l Avsat’ın Hizbullah’a yönelik yaptırım dosyasıyla ilgilenen üst düzey bir kaynaktan aktardığına göre, şu ana kadar kesin bir şey söylenmemiş olsa da ABD Hazine Bakanlığı’nın Özgür Vatansever Hareketi’ne mensup olan isimleri de hedef alması muhtemel. Kaynak, ABD Hazine Bakanlığı Terörizm Finansmanıyla Mücadele Müsteşarı Marshall Billingsley’in Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’i “Marunî politikası aracılığıyla Hizbullah rejimini koruyor” diye suçlamasını hatırlattı. Ayrıca Billingsley, Hizbullah’ın etki alanı içerisinde bulunan banka şubelerinin o veya bu şekilde yaptırım kararlarına uymayabileceği yönündeki endişesini dile getirdi.
Yaptırım senaryoları ve sonuçları
Ekonomi Uzmanı Casim Acaka, halihazırda dolaşımda olan isimlere ilişkin konuşmaların spekülasyon düzeyinde olduğunu fakat yaptırımlar kapsamında Hizbullah ve müttefikleriyle bağlantılı önceki politikacıların hedef alacağının kesin olduğunu belirtiyor.
ABD’nin bu partilerin mali kaynağı olarak düşündüğü iş adamlarını da hedef alacağını kaydeden Acaka, “Bu isimler için muhtemel iki senaryo var. ABD yönetimindeki bir müsteşarın ifadelerine göre ön sırada yer alan politik şahsiyetlerin yaptırımlar listesine eklenmesi bu senaryolardan birincisini oluşturuyor. Lübnan’ın servetinin büyük bir bölümünü elinde bulunduran bu kişilerin siyasi kararlarının değişmesi için onlara yaptırım uygulanması yeterlidir. Washington, parlamentodaki iki milletvekilini yaptırımlar listesine dâhil ederek ilk adımı attı ve Lübnan hükümetinden yaptırımlar listesindeki kişilerle ilişkilerini koparmasını talep etti. Ancak en büyük sorun bakanlardan birinin listeye dâhil edilmesiyle ortaya çıkar. Çünkü yaptırımlar listesindeki bakanlarla iletişim halinde olmaları durumunda diğer isimlerin de listeye eklenme tehlikesi ortaya çıkacak ve hükümetle birlikte çalışmak imkânsız hale gelecek. Bu senaryo, her ne kadar bu yönde bir eğilim olduğuna dair malumatlar olmasına rağmen, Amerikan yönetiminin karşı karşıya kaldığı bir ikilemi ortaya koymaktadır. Çünkü öne plana çıkan bu isimlerin yaptırımlar listesine dâhil edilmesi, Washington ile Beyrut arasındaki çatışmanın seviyesini tırmandıracaktır. Oysa böyle bir durum Washington’un Ortadoğu stratejisi konusunda Lübnan’ın benimsemiş olduğu tutumla çelişiyor. Amerikalılara göre bu kişiler, Lübnan'ı Washington karşıtı bir eksene sürükleyecek adımlar atabilirler. Bundan dolayı bu senaryo şu an için mümkün görünmüyor” ifadelerini kullandı.
Acaka, birinci senaryoya ilişkin bu açıklamalarının ardından ikinci senaryonun ne olabileceğine ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“İkinci senaryo ise Hizbullah'a veya onun müttefiki olan partilere mensup olan ve ikinci safta bulunan isimlere yönelik yaptırımlar uygulanmasıdır. Çoğunlukla parti yetkililerinden ve iş adamlarından oluşan bu kimseler, kendi partilerindeki mali kaynakların dizginini ellerinde bulunduran kişilerdir. Bu senaryo, Hizbullah'ın müttefiklerini Hizbullah'ın kendisinden daha fazla hedef alıyor. Bundan amaç ise Hizbullah ile müttefikleri arasında çatlak oluşturmaktır. Bu yaptırımların gücü her ne kadar birbirinden farklı olsa da, finansal ve ekonomik sonuçları aynı olacaktır. ABD’nin dolar piyasası üzerinde baskı yapma ihtimali var. Bu, bu taraflar üzerindeki kamusal baskıyı artırabilir ve yaklaşmakta olan parlamento seçimlerinin sonuçlarını değiştirebilir. Bunun ardından Lübnan Washington’la yüzleşmeye karar verirse, finansal ve ekonomik bir felaketle karşı karşıya kalır ve İran, Suriye ve Venezuela gibi ülkelerin safına katılır.”
Son olarak Hariri’nin Washington ziyaretine değinen Acaka, “Hariri'nin Washington ziyareti, onlarca Lübnanlı şahsiyetin yaptırımlar listesine dâhil edileceğine dair dolaşan haberlerin ardından gerçekleşti. Hariri söz konusu isimler arasında kabinesinden bazı bakanların da bulunmasından korkuyor. Çünkü böyle bir durum hükümetinin düşmesine yol açabilir. Görüşüne bakılırsa ABD’liler, Washington’un gözünde Lübnan’ın siyasi sahnesindeki en güvenilir isimlerden olan Başbakan Hariri'ye, Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame’ye ve Genelkurmay Başkanı General Joseph Avn’a güvence verdiler” ifadelerini kullandı.
Yaptırımlar ve Hizbullah
Lübnan devleti uzun süre ABD Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıklar Kontrol Ofisi (OFAC) tarafından Hizbullah liderliğini ve unsurlarını hedef alan ABD'nin yaptırım yönetmeliklerine tanık oldu. Bu bağlamda, daha önce çıkarılan yönetmeliklerin yanı sıra Hivba 1 ve Hivba 2 olmak üzere iki ayrı kanun kabul edildi. Ancak bu yıl 9 Temmuz’da yaptırımların seyrinde bir değişiklik yaşandı. Hizbullah yanlısı milletvekilleri Emin Şeri ve Muhammed Hasan Raad, İran’ı destek amacıyla ülkenin siyasi ve finansal sistemini sömürdükleri ithamıyla ABD tarafından yaptırım listesine dâhil edildiler. ABD yönetimi milletvekili Şeri’yi, Lübnan halkının ve hükümetinin çıkarlarına karşıt bir şekilde Hizbullah’ın hedefleri doğrultusunda resmi görevini kötüye kullanmakla suçladı. Hizbullah’ın meclis bloğu Direniş'e Vefa’nın başkanı olan Muhammed Hasan Raad ise Hizbullah’ın faaliyetlerine öncelik vermekle itham edildi. Öte yandan listede Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın gölge adamı olarak bilinen ve partinin irtibat ve koordinasyon biriminden sorumlu olan Vefik Safa'nın adı da yer aldı.
Yaptırımlar listesinde yer alan söz konusu isimlerin ABD’deki varlıkları donduruldu ve ABD finansal sisteminden istifade etmelerine son verildi. ABD Hazine Bakanlığı bunlarla yetinmedi ve Lübnan hükümetinden bu kişilerle ilişkisini kesmesini talep etti. Bu adımın öncesinde Washington, İran'a karşı bir dizi yaptırım paketi uyguladı. Bu yaptırımlar, ABD yönetiminin sınıflandırmasına göre Lübnan, Irak ve Suriye'nin Yemen'e de dâhil olduğu bazı ülkelerde İran’a tabi olan terörist hareketleri de içine alacak şekilde genişletildi. Eylül 2001 olaylarından sonra Vatanseverlik Yasası (Patriot Act) çıkarıldı. Başkan Barack Obama döneminde Hizbullah'ın uyuşturucu kaçakçılığı ve kara para aklama suçlarından kovuşturulmasını içeren Cassandra adlı bir yasa tasarısı hazırlandı. Fakat Obama'nın İran'la bir nükleer anlaşma imzalamak istemesinden dolayı geri çekildi. ABD Kongresi Aralık 2015'te, Hizbullah ve ona bağlı kuruluşlarının uluslararası finansal kurumlara ve diğer kuruluşlara farklı amaçlar için erişimlerini yasaklayan 2297 sayılı yasayı kabul etti. Söz konusu yasa kapsamında, gerek partiye ve gerekse de parti ile ilişkili herhangi bir kuruluşa veya bireye yönelik oldukça sert yaptırımlar yer alıyor. Bu kanunun yürürlüğe girmesi üzerine Bankalar Birliği'nin muhabir bankalarla olan ilişkisinden endişe duymasından ötürü Lübnan sahnesinde bir telaş yaşandı. Siyasetçiler, bankalar ile Hizbullah arasındaki kaçınılmaz bir krizin fitilini söndürmek için harekete geçtiler. Bunun ardından derhal konuyla ilgilenmesi ve Lübnan sahnesinin hassasiyetini ABD yönetimine iletmesi için bir meclis komitesi kuruldu. Bankalar Birliği, ABD tarafından yayınlanan yasalara ve mevzuatlara bağlılığını teyit etti. Maliye Bakanı Ali Hasan Halil, Lübnan hükümetinin ABD yönetimi hakkındaki görüşlerini iletmek üzere Washington'u ziyaret etti.
Öte yandan Hivba 2 yaptırımlarına hazırlanıldığı sırada birkaç taslak sızdırıldı. Sızan bilgiler arasında en öne çıkanlar arasında, Amal Hareketi’ne mensup olan bireylerin de yaptırım listesine dâhil edilmesi yer alıyordu. Yine oluşturulan bir temsilci heyet, Hazine Bakanlığı yetkililerine durumun hassasiyetini açıklamak için Washington’a gitti. ABD yönetimi heyetin ifade ettiği hassasiyetleri anlamasına rağmen Hivba 2 yasası 2018 yılında yürürlüğe girdi. Böylece partiyi desteklediği kanıtlanan kuruluşlara yeni ve sert yaptırımlar uygulandı. Avrupa ülkelerinin Hizbullah'ın askeri kanadı ile siyasi kanadı arasında bir ayrım yaptığı biliniyor. Fakat İngiltere bu ayrımı bir kenara bıraktı ve bunu ABD kararı izledi. Almanya ve Fransa ise Lübnan’daki barışı koruma kuvvetleri içerisinde çok sayıda vatandaşının bulunmasından dolayı meseleye daha temkinli yaklaşıyor.
Lübnan Merkez Bankası ve genelgeleri
Lübnan Merkez Bankası Başkanı, aldığı ciddi önlemlerle ve imzaladığı iki genelgeyle Lübnan’ın küresel finansal haritasındaki konumunu korumaya çalıştı. 2015 yılında çıkarılan 136 sayılı genelgede, denetim ve yetki alanındaki tüm kurumlardan Güvenlik Konseyi’nin web sitesinde listeye dâhil edilen isimlerle ilgili herhangi bir güncellemeyi sürekli olarak incelemeleri ve listede ismi yer alan kişilerin fonlarının, hesaplarının ve işlemlerinin otomatik olarak dondurulması talep edildi. 2016 yılında çıkarılan 137 sayılı genelgede ise iki noktaya odaklanıldı. Bunlardan ilki ABD yasaklarının uygulanması, diğeri ise bu kanun gereğince hesap açılmamasının veya hesapların kapatılmasının gerekçelendirilmesidir.
Yaptırımlar listesinde öne çıkan isimler
ABD Hazine Bakanlığı, 2015 yılında Hizbullah'a destek ağının parçası oldukları gerekçesiyle Lübnanlı 3 iş adamının ve onlarla irtibatlı iki şirketin kara listeye alındığını bildirdi. Bunun ardından 2018 yılında Hizbullah'ın tarihinde ilk kez hareketin tüm siyasi liderliğinin isimleri, Suudi Arabistan ve ortaklarının Terör Finansmanı Hedefleme Merkezi'nden (TFTC) çıkarmış oldukları listeye dâhil edildi. Yaptırımlar, parti liderlerinin varlıklarının dondurulmasını da içeriyordu. Bu isimlerin başında Hizbullah Genel Sekreter Hasan Nasrallah, Yardımcısı Naim Kasım, Muhammed Yazbek, Hüseyin Halil, İbrahim Emin Seyyid ve Talal Hamiyah yer alıyordu. Ayrıca 2018 yılında yaptırımlar listesine Hasan Nasrallah'ın oğlu Muhammed Cevad Nasrallah da eklendi. Aynı yıl ABD yönetimi, yaptırımlar listesine milletvekilleri Emin Şeri ve Muhammed Hasan Raad ile birlikte hareketin liderlerinden Vefik Safa’yı da ekledi.
Kısa bir süre içinde bir başka Hizbullah lideri Selman Rauf Selman da listeye dâhil edildi. ABD Hazine Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Rauf Selman’ın Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yapılan saldırıyı koordine ettiği kaydedildi. Son olarak Kasım Tacuddin, Hatem Barakat ile birlikte Hizbullah için kara para akladığı suçlamasıyla 5 yıl hapis ve 50 milyon dolar para cezasına çarptırıldı. Tacuddin, 2009 yılında terör listesine dâhil edilmiş ve 2018 yılında Fas'ta tutuklanmıştı.



Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
TT

Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)

Refik Huri
Irak'ta ulus devlet projesi dışında bir çözüm yok. Bu projenin karşısında büyük engeller duruyor. Geleneksel yapı ve bunun devlet seviyesinin altında projelerde istihdam edilmesi, Irak’ı emperyal projesinin bir parçası haline getirmek isteyen bölgesel planla bağlantılı engeller.
Ulus devlete inanan ve onun için çalışan Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin zorlanmadan, zaman ve emek vermeden, yeni nesle, “Ekim Devrimi” nesline güvenmeden bu engelleri aşması kolay değil.
Durum epey kompleksli ve yargı üzerinde bile baskı var. Nitekim Haşdi Şabi’nin askeri geçit törenleri ortasında yargı, Kerbela’da aktivistlere suikast düzenlemekle itham edilen Haşdi Şabi’nin Enbar Operasyonlar Komutanı Kasım Muslih’i serbest bıraktı. Kazimi’nin dediği gibi, Musul’un DEAŞ’ın eline düşmesinin arkasında nasıl ki “yanlış gidişat” yer alıyorsa, DEAŞ’ın coğrafi kontrolü sonrası evreyi organize eden negatif gidişat da Irak’ın çöküşüne yol açabilir.
Devlete meydan okuyan ve devletin güvenliğine karşı tehlikeli uygulamaları olan Haşdi Şabi ile mücadelede Kazimi'nin sonuna kadar gitmesini neyin engellediği kimsenin meçhulü değil. Yine Başbakan'ın, Şii dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani'nin Musul'dan Bağdat'a yönelmeye hazırlanan DEAŞ'a karşı koymak için verdiği "Cihad Fetvası”nın 7’inci yıldönümünde yaptığı konuşmada, resmin tamamını çizmesi beklenmiyordu.
Kazimi, Haşdi Şabi’nin “canavarı durdurmak” için harcadığı çabaları övdü ve dini merciinin; “Fetvanın ulusal olmayan projeler çıkarına siyasi ve ekonomik olarak istismar edilmesine” yönelik uyarılarını tekrar etmekle yetindi. Kazimi’nin; “Silahlı kuvvetleri destekleyerek ve performansını ulusal askeri kurallara göre kontrol ederek yanlış gidişatı düzeltmeye ve ülkeyi doğru çizgiye getirmeye” çalışmanın altını çizmesi de doğaldı.
DEAŞ Hilafeti’ne karşı mücadelede bir “gereklilik” olan Haşdi Şabi, DEAŞ’a karşı zaferin  ardından Irak için “zararlı” olmaya başladı.
Bağdat’taki Yeşil Bölge ve havalimanlarının yanı sıra ABD kuvvetlerini içeren askeri üslere roketler ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Son olarak Asaib Ehli'l Hak örgütünün lideri, roket saldırıları ortasında ABD kuvvetlerine karşı savaş kararının alındığını deklare etti.
Bu, elbette eğitim ve bilgi alanları başta olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetlerin yanı sıra kuvvetlerin çekilmesi konularını ABD ile müzakere eden hükümetin kararı değil. ABD’nin nükleer dosyayla ilgili müzakereler sırasında kendisinden bölgesel etkisini sınırlama ve “istikrar bozucu davranışlarını” durdurma talebine karşılık, ABD'yi güçlerini “Batı Asya”dan çekmeye zorlayarak denklemi tersine çevirmek isteyen İran'ın kararı.
Bu karar, Arap ülkelerini kontrol etmek, ulus devlet projelerini fıkhi bir ad taşıyan emperyal bir proje lehine sona erdirmek amacıyla bu ülkelerin ordularına alternatif askeri kuvvetler oluşturmaya dönük geniş stratejinin bir parçası.
Gerçekler konuşuyor; Cihad Fetvası’ndan 7 yıl sonraki sahne, Haşdi Şabi’nin Necef'e bağlı "dini mercii Haşdi Şabisi" ve Velayet-i Fakih'e bağlı "Velayet Haşdi Şabisi" olarak ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyor.
Velayet-i Fakih’e bağlı Haşdi Şabi, Hizbullah Tugaylarının öldürülen lideri Mehdi Mühendis’in belirttiği gibi bir “ümmet ve mercii projesi”.
Bir diğer lider de; “Biz Velayet-i Fakih’e bağlıyız ve onun dışında hiç kimseden emir almayız” demişti.
Haşdi Şabi’nin meşru ve kanunen silahlı kuvvetler başkomutanlığına, bir komuta zincirine bağlı olması, kadrolu ve maaşlı olması durumu değiştirmiyor. Bu durum, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki birçok milis grubu gibi İran’ın tesis ettiği, finanse ettiği ve silahlandırdığı milisler, Yemen’de desteklediği ve silahlandırdığı Husi Ensarullah örgütü için de geçerli.
Bu grupların tamamı bulundukları ülkelerde iktidarı kontrol ediyor ve sadece Devrim Muhafızlarının direktiflerine uyuyorlar. Yemen’de Husilerin yaptığı gibi meşruiyete karşı darbeler gerçekleştiriyorlar. Bunlar her şeyden önce, bir dini grubun tamamını arkasında toplamaya çalışan mezhepçi milis gruplar.
Uluslararası ve bölgesel güçler arasında, Mollalar Cumhuriyeti gibi projesi için savaşacak ve onu savunacak milis grupları olan kimse yok. ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail işgal için ordularını, içeriden ve dışarıdan paralı askerler kullanıyorlar. İran’a gelince, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'ı bu ülkelerin evlatlarından oluşan milis gruplarla "işgal ediyor".
Milisler Velayet-i Fakih’e inanıyor ve bunu ümmetin kaderi olarak görüyorlar. Ancak bu emperyal proje birçok zorluk ve engelle karşı karşıya. Bunlar bir kısmıyla, İran'ın jeopolitik çatışmadaki emellerini sınırlayan bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarıyla çatışmasından kaynaklanıyor. Bir kısmını da çok mezhepli ülkeler üzerinde tek bir mezhep veya dini grubun hegemonyasını reddeden yerel güçlerle mücadele oluşturuyor.
Bu noktada şu basit soruyu sormalıyız; Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı?
Cevap daha da basit; katiyen yok.
Gelgelelim, Haşdi Şabi ve milisleri yaratan emperyal proje hala bunu empoze etme gücüne sahip, ama nihayetinde gelecek yalnızca ulus devletlerindir.