Yemen Savaşı'nın sırrı nedir? Bu savaşı bitirebiliriz

BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths (Reuters)
BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths (Reuters)
TT

Yemen Savaşı'nın sırrı nedir? Bu savaşı bitirebiliriz

BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths (Reuters)
BM Yemen Özel Temsilcisi Martin Griffiths (Reuters)

Martin Griffiths*
Yemen’deki savaşın artık bitmesi gerekiyor. Bunun nasıl olacağı ise artık bir sır değil. Suudi Arabistan’ın ulusal petrol şirketi Saudi Aramco’nun iki petrol tesisi 14 Eylül’de saldırıya uğramış ve ülkedeki ham petrolün neredeyse yarısı tahrip edilmişti.
Yemen’deki Husi milisler saldırıyı üstlenirken Suudi Arabistan ve ABD, olaydan İran’ı sorumlu tutmuştu.
Bu durum, bölgesel gerilimleri şiddetli bir savaşa dönüştürme ve küresel ekonomiyi istikrarsızlaştırma tehdidini taşıyor.
Yemen tarafından bakıldığında ise, yalnızca vekiller arasında değil, devletler arasında da savaşa sürüklenme tehlikesi artık tümüyle gerçek. Şayet Yemen’deki siyasi çözüm için daha fazla delile ihtiyaç duyulursa bu saldırılar bu ihtiyacı karşılar.
Çoğu savaşın çözümü yok gibi gözüküyor. Çünkü kurbanların çığlıklarını duymazlıktan gelen bu savaşlar, rakip ideolojilerden beslenen, birbirleriyle arası bozuk ülkeler yüzünden ortaya çıkıyor. Yemen de bu konuda bazı açılardan farklılık göstermiyor.
Yemen’deki istisnasız her aile, çocukları için bir neslin eğitimini kaybetti ve yine istisnasız her aile, akrabalarından ya da arkadaşlarından birinin ölümüne şahit oldu.
Her sivile pahalıya mâl olan bu savaşı yürüten liderler arasında ise bu duyguyu yaşayanların az olduğunu görürüz.
Uluslararası toplum bu çatışmayı sonlandırabilir, bunu yapabiliriz ve yapmalıyız. Böyle bir çözümün ayrıntıları, herkes tarafından ön görülebilir. Savaşı sonlandırmak için yapılacak herhangi bir anlaşmayı şu yedi unsur destekleyecektir:
Birincisi, iktidar tekelinin Yemen hükümetine tekrar kazandırılmasıdır. Bunun için, devlet dışındaki hiçbir Yemenlinin hedeflerine ulaşmak için şiddet kullanmasına izin verilmemelidir. Bu basit, fakat kesin bir şarttır. Yemen topraklarını birbirine katan milisler ile devletin münhasır otoritesi yer değiştirmelidir. Bu, Birleşmiş Milletler’in denetleyeceği bir süreçle gerçekleştirilebilir. Bu da milislerden silahları aşamalı bir şekilde yeni hükümete transfer etmektir.
İkincisi, hükümet için bir koalisyondan fazlasının olmasıdır. Şuan farklı yönlerdeki siyasi partiler arasında kapsamlı bir ortaklık kurulmalıdır. Devlet, siyasi uyuşmazlıklardan kurtulmalıdır. Bunun sağlanması devleti tehdit etmeyecek, aksine ona hizmet edecektir.
Üçüncüsü, devletin komşu ülkelere hatta kendisine en uzaktaki ülkelere yapılan saldırıları ülkesinin istihdam etmediğini garantilemesidir. Bu anlaşma, Yemen’in yeni liderleri ve Yemen’in çevresindeki ülkeler arasında olmalıdır.
Dördüncüsü, Yemen Hükümeti’nin ticari güvenliği sağlama hususunda binlerce yıldır denizlerin güvenliğine dayanan tarihi sorumluluklarını üstlenip yerine getirmesidir. Aynı zamanda Yemen, sınırlarını koruyacak ve güven ortamından yararlananlar buna destek olacaktır.
Beşincisi, Yemen halkının mevcut terör tehdidini ortadan kaldırması ve topraklarında yasaklamasıdır.
Altıncısı, Yemen’in komşularının ticaret ve cömertlik yoluyla Yemen nüfusunun refahını ve istikrarını sağlamasıdır. Bu, savaşın sebep olduğu korkuları ortadan kaldıracaktır.
Yedincisi ve sonuncusu ise, en nihayetinde devletin geleceğine karar verenlerin Yemen halkı ve liderleri olduğudur. Başkalarının buna karışmasına gerek yoktur. Yemen’in kaderini ancak savaşın baskısından kurtulmuş ve ülkesinin geleceği için iyi niyetle müzakere etmeye hazır Yemenliler belirleyebilir.
Bu yedi unsur, Yemen’de barış için çalışan, ülkenin tekrar sivilleşmesi yolundaki mücadele için malını ve canını feda eden herkes için ve tabi tüm dünya liderlerinin bildiği gerçeklerdir. Ancak sorumlu bir yönetim, istikrarı garanti edebilir. Bu yedi ilkenin uygulanması, Yemen’i şiddet, terör ve insani krizden uzaklaştırıp, giderek değişen bölgede nispeten istikrar sahibi haline getirecektir.  
Her taraftan gerekli olan siyasi irade ile bunun gerçekleştirilebileceğini biliyorum. Fakat önce, askeri baskı ile değil, düşmanlarla yapılacak gerçek ve usta bir işbirliğiyle bölgenin istikrarının sağlanacağına liderleri ikna etmemiz gerekiyor.
Bu savaşın sonlandırılması için cesurca bir adım öneren ilk ve tek kişi ben değilim. Bir yıldan kısa bir süre önce, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve ABD eski Savunma Bakanı James Mattis de Yemen’deki savaşın derhal sonlandırılması için acil bir çağrıda bulunmuştu. Bu iki siyasetçi, yapılacak en doğru şeyin yalnızca savaşın sonlandırılması olduğuna inanmakla kalmadılar, bunun mümkün olduğuna da inandılar. Bu yüzden haklıydılar. Umarım bu çağrıya gerçekte de ilgi duyan insanlar çıkar.
Açık olalım. Yemen daha fazla bekleyemez. Dahası, Yemen’in bizi de beklememesi gerekiyor.
*The New York Times



Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
TT

Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde

Husam İytani

Arap-İslam tarihinde gelip geçen hanedanlar ve devletler arasında Emeviler, Arap kimliğini canlandırma projesinin bayrağını taşıyacak aday olarak öne çıktı. Beşşar Esed ve rejiminin devrilmesinden sonra Emeviler’den daha fazla bahsedilir oldu. Öyle ki, bazıları Emevi politikası ve kültürünün propagandasını yapmaya başladı.

Bu projenin bayrağını taşımak için neden Emevilerin tercih edildiğini anlamak zor değil. Bu sebep de Esed rejimi, Hizbullah, Irak’ta otoritenin büyük bir bölümü ile Yemen'deki Husiler'in içinde yer aldığı azınlık ittifakını oluşturan “direniş ekseni”nin sonunu duyurmaktan başka bir şey değil. İran önderliğindeki eksen gücünün zirvesinde iken, Lübnan’da (Avncı) Özgür Yurtsever Hareket de destekçi sıralarında oturuyordu.

Ancak “yeni Emeviler” meselenin sadece Maşrık’ın (Levant) kaderini belirleme konusunda Arap kontrolünün yeniden sağlanması meselesinden ibaret olmadığını, aynı zamanda bu görevi Sünni Arap Müslümanların üstlenmesine, direniş ekseninin başını çeken mezhep ve dini grupların, son dönemde yaşadıkları yenilgiler ve Esed rejiminin çökmesiyle bir kenara itilmesine kadar uzandığını söylemekten kaçınıyorlar.

Ancak “tarihi” Emeviler belirsiz bir tercih gibi görünüyor. En azından bunu söyleyebiliriz.  Zira Emeviler hakkında sahip olduğumuz bilgilerin büyük çoğunluğunun devletin yıkılmasından sonra yazıldığı ve onlara karşı açıkça düşman bir tavırdan geri kalınmadığı konusunda görüş birliği vardır. Onlar hakkında elimizdeki en eski kitap, Emeviler döneminin sonlarında doğup Abbasiler döneminin başlarında kitabını yazan Halife bin Hayyat'ın kitabı olabilir. Emevi devletinin bir asır bile sürmediğini, yöneticilerinin bir yandan fetihlerle, diğer yandan da iç ve kabileler arası savaşlarla meşgul olduklarını da belirtmeden geçmeyelim. Öte yandan modern arkeoloji ve nümizmatik, Emeviler hakkında şu anda dolaşımda olanlardan farklı bilgiler sunmaktadır. Emevi tarihiyle ilgili dolaşımda olan anlatılar arasındaki çelişkilerin ayrıntılarına girmeden, Ürdün’deki Kusayr Amre’de keşfedilenler, Emevi tarihi hakkında bütün bilinenleri sorgulamak için yeterlidir.

Emeviliği canlandırmak, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan besleniyor

Dini açıdan Emevi Halifeliğinin Sünni mezhebine mensubiyeti, sadece Şiiliğin kurucusu olarak görülen İmam Ali bin Ebu Talib ile yaşadığı ihtilaf üzerinden tespit edilmektedir. Bu ise Sünnilik ve Şiiliğin ancak daha sonraki dönemlerde iki ayrı mezhep olarak ortaya çıktığı gibi bazı gerçekleri göz ardı etmektedir. Emevilerin, mutlak ve monarşik yönetimi meşrulaştırmak için Cebriyye’yi bir devlet doktrini olarak benimsedikleri doğrudur; ancak Emeviler dönemi bir bütün olarak belirli fıkıh akımlarının ortaya çıkışına tanık olmamıştır. Bunların çıkışı Abbasiler dönemine kadar ertelenmiştir.

Dini- fıkhi açıdan durum bu şekildedir. Öte yandan mevcut kaynaklara dayanırsak, Emevi imparatorluk projesinin devletlerin devamlılığı için yeterli unsurlara dayanmadığını görüyoruz. Emeviler dönemindeki fetihlerin hızı bizi şaşırtsa da örneğin, “Endülüs’ten Sind’e kadar uzanan” halifeliğin, sadece fetihlerden elde edilen ganimetlerin dağıtımının esas alındığı bir vergi sistemine dayandığını görürüz. Ancak kaynakların tükenmesi, Yezid bin Velid'in “kesintici” diye adlandırılmasına neden olan maaşlarda yaptığı kesintiler gibi devletin askerlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirme gücünün azalması, bunun isyan ve hoşnutsuzluk hareketlerini körüklemesi sebebiyle bu fetihler de durdu.

Burada önemli olan, romantik milliyetçiliği andıran, basit bir canlandırma eğilimi ve çocuksu bir tarih anlayışı taşıyan imparatorluk projesi, bugün Suriye'de gördüğümüz türden, kuruluşu büyük engellerle karşı karşıya olan bir devletin sloganı olmaya uygun mudur?

Açıktır ki, Emeviliği yeniden canlandırmayı siyasi bir fikir olarak ortaya atanlar, bu sloganın, Endülüs ve Sind’de dalgalanan Emevi devletinin bayraklarıyla sınırlı görünen anlamını benimsemekle yetinmektedirler. İsrail tankları ülkenin güneyinde ilerlerken, devletin yeniden birleşme ve iç uzlaşı umutları şu ana kadar parlak görünmezken, ekonomide kayda değer bir iyileşmenin görülmediği bir dönemde, fetih övgüleri söylemenin anlamını hesaba katmadıkları açıktır.

Bu söylediklerimiz, mirasa, (hayali bile olsa) tarihe ya da toplumun beklenti ve hayallerine yönelik bir saldırı değildir. Bilakis söylenmesi gereken, bizi o devirlerden, köprülerin altından çok suların aktığı bin iki yüz yılı aşan bir zamanın ayırdığıdır. Geçmişe dönmenin çoğu zaman tarihe nesnel olarak bakıldığında hiçbir temeli olmayan yanılsamalara yatırım yapmak olduğudur. Dahası bu, Emeviliği canlandırmanın, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Baas Partisi’nin sonu ise kötü bir şekilde devrilene kadar geçmişi, bugünü ve geleceği mahveden Irak ve Suriye Baası olarak ikiye bölünmek oldu.

O halde yeni Emevilerin, okul kitapları, müfredat ve Feyruz'un seslendirdiği Said Akl’ın şiirleri çıkarıldığında, bu sloganlarından geriye ne kalacağını kendilerine sormaları daha iyi olmaz mı?

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.