Suriye-Irak sınır kapısı 5 yılın ardından yeniden açıldı

El Kaim (Ebu Kemal) Sınır Kapısı’nın açılış töreni (AFP)
El Kaim (Ebu Kemal) Sınır Kapısı’nın açılış töreni (AFP)
TT

Suriye-Irak sınır kapısı 5 yılın ardından yeniden açıldı

El Kaim (Ebu Kemal) Sınır Kapısı’nın açılış töreni (AFP)
El Kaim (Ebu Kemal) Sınır Kapısı’nın açılış töreni (AFP)

Rusya’nın Suriye’ye doğrudan askeri müdahalesinde beşinci yıla girildi. Şam ve Bağdat, Suriye-Irak sınır kapısını yeniden açtı. Bu adım ile DEAŞ’ın ortadan kaldırdığı sınır da tekrar belirlendi. Tahran, Moskova'yı karayoluyla desteklemek ve Bağdat, Şam ve Beyrut'u birbirine bağlamak için ısrar ediyor.
İlk kamyonlar dün Irak sınırında, Suriye rejimi kontrolündeki tek noktadan geçti. Diğer iki geçitten biri doğrudan ABD güçleri tarafından kontrol edilirken bir diğeri de Washington’ın müttefiki olan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol ediliyor.
2014 yılında Irak’ın üçte birini ve Suriye’nin yarısını kontrolü altına alan DEAŞ, mevcut sınırları kaldırarak kendi bölgesinde ‘şehirler’ kurdu ve kendi sınırlarını çizmeye başladı. Ancak Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi Suriye’deki tüm dengeleri alt üst etti.
2015 yılının ortalarında Suriye rejim güçleri ülkenin yalnızca yüzde 15'ini ve Lübnan sınırındaki geçiş noktasını kontrol ediyordu. Geri kalan bölgeler ise DEAŞ, YPG ve muhalif grupların kontrolü altındaydı.
Şam, dört yıl boyunca Moskova ve Tahran’ın desteğiyle yüzölçümü 185 bin kilometrekare olan Suriye’nin yaklaşık yüzde 65’ini kontrolü altına almayı başardı. Şam bunun yanı sıra daha fazla sınır kapısını da kontrol etmeye başladı.
Şam, 19 sınır kapısından biri Lübnan, biri Ürdün, biri Irak ve ikisi de Türkiye olmak üzere 5 sınır kapısını kontrolü altında bulunduruyor. Suriye’nin Türkiye sınır kapıları Ankara tarafından kapatıldı.
Ürdün
Nasib (Cabir) Sınır Kapısı: Muhalif gruplar tarafından 2015 yılının nisan ayında ele geçirildi. Ancak temmuz ayında rejim güçleri tarafından geri alındı.
Eski Gümrük (Ramsa) Sınır Kapısı: 2013 yılında rejim güçlerinin kontrolünden çıktı. Ramsa Sınır Kapısı daha sonra Şam tarafından Nasib (Cabir) Sınır Kapısı’nın tekrar ele geçirilmesinden önce kontrol altına alındı.
Türkiye
Yayladağ Sınır Kapısı: Lazkiye tarafındaki sınır kapısı Şam’ın kontrolü altında. Ancak Türk tarafı 2014 yılındaki çatışmalar sebebiyle kapalı tutuyor.
Bab el-Hava Sınır Kapısı: İdlib’in büyük bölümünü ele geçiren Heyetu Tahriru'ş Şam’ın kontrolü altında.
Babusselam Sınır Kapısı: Halep ilinin Azez bölgesinde yer alan sınır kapısı. Fırat Kalkanı Operasyonu sebebiyle bölgede bulunan TSK tarafından kontrol ediliyor.
Cerablus (Karkamış) Sınır Kapısı: Halep’teki sınır kapısı da Fırat Kalkanı Operasyonu kapsamında TSK’nın kontrolü altında bulunuyor.
Tel Abyad Sınır Kapısı: 2015 yılından beri Suriye Demokratik Güçleri’ne bağlı YPG tarafından kontrol ediliyor. Türkiye, ABD ile ‘güvenli bölge’ kurma anlaşmasının bir parçası olarak YPG’nin buradan çıkarılmasını istiyor. Washington, Tel Abyad ve Rasülayn arasında bir ‘güvenlik mekanizması’ kurulması fikrini onayladı.
Halep’in kuzeyinde yer alan Ayn El Arab’daki (Kobani) Mürşitpınar Sınır Kapısı: Resmen kapalı olan sınır kapısı, YPG’nin kontrolü altında bulunuyor. Yakınlarında ABD askeri üssü mevcut.
Rasulayn Sınır Kapısı: DEAŞ, 2015 yılının yazında Kürt birlikler tarafından buradan çıkarıldı. Washington, ağır silahların ve YPG güçlerinin Rasulayn Sınır Kapısı’ndan çıkarılması ve güvenlik mekanizmasının kurulması önerisini kabul etti.
Nusaybin Hudut Sınır Kapısı: Hasiçi’de yer alan sınır kapısı Suriye rejim güçleri tarafından kontrol ediliyor. Nusaybin Hudut Sınır Kapısı Ankara tarafından kapalı tutuluyor.
Ayn Divar (Çavuşköy) Sınır Kapısı: Kürt güçleri tarafından kontrol ediliyor. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne geçmek için İbrahim Halil Sınır Kapısı’nın kullanılması gerekiyor.
Irak
Al Yarubiyah Sınır Kapısı:
Hasiçi ilinde yer alan sınır kapısı Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolünde bulunuyor.
El Kaim (Ebu Kemal) Sınır Kapısı: Suriye rejim güçleri ve İranlı milislerin kontrolü altında bulunuyor. İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani daha önce El Kaim (Ebu Kemal) Sınır Kapısı’nı ziyaret etmişti. İran bölgedeki kontrol alanını genişletti. Tel Aviv yönetimi, İsrail tarafından gerçekleştirildiği düşünülen gizli baskınlardan önce burada bir İran üssünün yer aldığına dair görüntüler sızdırdı.
El Tanf (Irak'taki ismi El Velid) Sınır Kapısı: DEAŞ’ın bölgeden çıkarılmasından bu yana ABD liderliğindeki Koalisyon güçleri ile ABD’nin desteklediği muhalif gruplar tarafından kontrol ediliyor. El Tanf Sınır Kapısı, El Tanf Üssü’nün yakınlarında yer alıyor.
Lübnan
Suriye ile Lübnan arasında olan ve tamamı Suriye rejim güçlerinin kontrolünde bulunan beş adet sınır kapısı yer alıyor. Bunlar; Caidet Yabus (Masna), Dabussiye (Abuddiye), Cussiye (Elka), Tel Kalak (Bukiya) ve Tartus (Arida). AFP’nin haberine göre sınır boyunca çoğu engebeli dağlık bölgelerde yer alan, birçok yasa dışı geçiş noktası var.
İsrail
İki ülke arasında sınır kapısı yok. Ancak savaşçı gruplar Kuneytra’yı ele geçirdi. Rejim güçleri 2018'in başlarında Rusların da desteğiyle bölgeyi tekrar kontrolü altına aldı. Rus ordusu Ayrılma Anlaşması’nın” tekrar uygulamaya konulduğunu duyurdu. BM Ayrılma Gözlemci Gücü (UNDOF) tekrar görevlendirildi. Suriyelilerin işgal altındaki Golan’dan geçmeleri için Kuneytra sınır kapısı geçici olarak kullanılabiliyor.
Limanlar ve havaalanları
Suriye sınırının geri kalan kısmı Şam'ın kontrolü altında. Rusya’nın Tartus Limanı’nda bir deniz üssü, Lazkiye kırsalındaki Hmeymim’de de bir hava üssü bulunuyor.
Rejim güçleri Şam, Halep ve Lazkiye havalimanlarının yanı sıra Fırat Nehri'nin doğusundaki Kürt kuvvetlerinin yer aldığı bölgedeki Kamışlı Havaalanını da kontrolü altında bulunduruyor. Bununla birlikte Uluslararası Koalisyon, iniş kalkışlar, ile helikopter ve kamyon bulundurulması amacıyla bir dizi askeri üs daha kurdu.
Ana yollar
M5 yolu, Ürdün sınırındaki Nasib'ten Türkiye sınırındaki Bab el-Hava'ya kadar uzanıyor ve Suriye’yi Türkiye üzerinden Avrupa’ya, Ürdün üzerinden Körfez'e bağlıyor. Lazkiye ile Halep arasından geçen M4 yolu ile kesişiyor. M4 yolu Halep’ten Deyrizor ve Irak’a uzanan bir yol ile M5’e bağlanıyor. Beyrut veya Trablus yolunun aktif hale gelmesiyle Akdeniz, Irak ve Körfez arasındaki bağlantı Suriye sınır kapısından sağlanacak.
Dönüşüm, rejim güçlerinin doğu Halep'in kontrolünü ele geçirdiği 2016 yılının sonunda başladı. Savaşçı gruplar 2011'den bu yana kilit noktaları ele geçirmek yerine önce Şam ve Humus’taki yola odaklandı.
Rejim güçleri geçen yılın başlarında Rusya’nın da desteğiyle başkentin güneyindeki, kontrolü dışındaki tüm mahalleleri geri aldı. Guta ve Orta Humus'taki bazı şehirlerden muhalif grupları çıkardılar. Söz konusu şehirlerin hepsi Nasib, Kuzey ve Kuzey Batı arasındaki ana yolları üzerinde bulunuyor.
Yolun yaklaşık 30 kilometresi  Doğu Guta ve Şam'ın güneyindeki bölgelerden ve Humus kırsalının bir kısmı üzerinden geçiyor. Şam, geçen yıl mayıs ayında yolun Humus kırsalındaki bölümünün tekrar aktif hale geldiğini ve Şam’ın doğusundaki Harasta’da yer alan diğer bölümünün de onarım halinde olduğunu duyurdu.
Rejim güçleri, M5 yolunun kapatılmasından dolayı Humus ve Halep arasında alternatif bir rota izliyor. Savaşçı grupların İdlib ve kırsalındaki bölgelerin kontrolünü sağlamaları, M4 ve M5 yollarına erişimi engelliyor. Moskova geçen yıl 17 Eylül’deki Soçi Anlaşması çerçevesinde, ekim ayında iki yolun tekrar açılması konusunda Ankara ile fikir birliğine vardı.
Rus tarafı, iki ana yolun aktifleşmesi için Türk tarafını ikna etme çalışmalarını sürdürüyor. Masada, ana yolların korunması için bölgede Rus-Türk devriyelerinin gezdirilmesi fikri var. Ankara, Moskova ile müzakerelerde Halep- Azez, Gaziantep sınır kapılarının tekrar faaliyete geçmesi konusundaki isteklerini iletti. Türk tarafı, ABD’lilerle yürütülen müzakereler sırasında Halep ve Hasiçi arasındaki M5 yolunun kuzeyinde bir "güvenli bölge" kurulması yönünde taleplerini dile getirdi.
Suriye'nin yeniden inşası ve bölgesel jeopolitik rekabet başlıkları tartışılmaya devam ederken sınır kapıları ve ana yolların bir sonraki aşamada başlıca ihtilaf noktalarından biri olacağı tahmin ediliyor. İsrail, İran'ın Ebu Kemal'deki mevkilerini birkaç kez bombaladı. Yapılan değerlendirmeler Tahran’ın Suriye'deki müttefiklerini desteklemek ve komşu pazarlara mal ihraç etmeye devam etmek için kara yolu üzerindeki hakimiyetini sürdüreceği yönünde.



Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
TT

Irak’ta ‘askeri yönetim’ çözüm değil krizdir

Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)
Irak Parlamentosu'nun 3 Eylül 2018 tarihli oturumundan (AP)

İyad el-Anber

Iraklıların çoğunluğu demokrasi kaosuna alternatif olarak ‘askeri yönetim’ fikrine hoşnutlukla bakıyor. Hatta bazıları bunu yolsuzluğa karşı bir çözüm olarak görüyor. Bu yüzden yönetim reformu tartışmalarında gücün tek bir yöneticinin elinde merkezileştirilmesi çağrıları her zaman yer alıyor. Öte yandan bu fikri savunanların akademik, siyasi ve hatta kültürel elitler olması oldukça ironik.

Son çağrı, giderek Irak hükümeti ve ordusuna paralel bir unsura evrilen Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) bünyesindeki Ensar el-Merceiyye Tugayı Komutanı Hamid el-Yasiri, tarafından yapıldı. Yasiri, Temsilciler Meclisi’ni ve Başbakanı yolsuzluk yapanları görevden almak üzere Muthanna iline tarafsız bir ‘askeri vali’ göndermeye çağırdı.

Yasiri'nin çağrısı, Temsilciler Meclisi’ne ve Başbakan’a il meclisini feshetme, mevcut valiyi görevden alma ve yerine ilin işlerini yürütmek üzere askeri bir vali atama kararı alma hakkı vermeyen anayasa ve yasalar hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını yansıtsa da Yasiri böyle bir çağrının, yönetici sınıftan hoşnutsuz olan halkı kutuplaştırma gücüne sahip olduğunun tamamen farkında.

Irak'taki siyasi sistemin krizlerine çözüm bulmayı düşünürken bazı çevrelerin ‘liderin şahsiyeti’ üzerine bahis oynaması ve ‘tarihteki kahraman teorisine’ güvenmesi sorunuyla karşı karşıya kalınıyor. Bunu bir çeşit ‘gerçekliği kenara itip hayallerle yaşamak’ olarak nitelendirebiliriz ya da belirli bir kişi ya da kişilere fayda sağlayabilecek ve onları bir ülkenin tarihinin akışını değiştiren kahramanlara dönüştürebilecek olaylar ve gelişmeler olduğunu varsaydıklarını söyleyebiliriz. Irak'ta siyasi değişimin gerçekleşmesi için bu iki varsayımın örtüşmesi gerekebilir.

Kamu düşüncesi de bir sorundur. Şu an bizi yöneten siyasi makamların çoğu, önyargıları ve kendisini yönetenlerin peşinden koşma isteğiyle uyumlu bir halk yaratmakla ilgilenen ‘siyasi liderlik’ yanılsamasıyla yaşıyor. Eğer itaat yoksa, bir lidere körü körüne boyun eğilmiyor, yüceltilmiyor, posterleri taşınmıyor ve sloganları atılmıyorsa bu boş bir yaşamdır.

Terör örgütlerine meydan okuyup iç savaşa sürüklendiklerinde, ölüm ve yıkıma maruz kalan ve demokratik bir sisteme geçişin bedelini kanlarıyla ödeyen Iraklılar, nasıl olur da kendilerini yolsuzların egemenliğinden kurtaracak ve devleti yeniden kuracak ‘tek bir yönetici’ arayışına girebilir? 2003 yılından sonra seçimlerle iktidara gelen yönetici sınıfın diktatörlüğün etkilerini silemediği, iktidarı mezhep ya da milliyetçilik adına yöneten oligarşinin kontrolüne vererek birçok sayfasını akladığı ve yolsuzlukta aşırıya kaçtığı ve kontrolsüz silah kaosunun temellerini attığı doğrudur. Ancak halk, 2019 yılının ekim ayında başlayan protesto gösterilerinde olduğu gibi, bu sınıf için bir korku kaynağı ve bu egemen sistemin bekası için bir tehdit olmaya devam ediyor. Bu kazanım feda edilemeyeceği gibi, bir diktatörün yönetimine boyun eğmeyi düşünerek de feda edilemez.

Diktatörlükler görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur.

Irak’ta bunun adı bir liderin diktatörlüğünden liderlerden oluşan çoğul diktatörlüğe geçiştir. Destekçiler ve fırsatçılar bu liderler arasında paylaşıldı. Görevleri şu ya da bu lideri alkışlamak ve yüceltmek olan bir ‘dalkavuklar kalabalığı’ haline geldiler. Liderleri, posterleri ve sloganları sokaklarda narsisizmi çağrıştıran ‘sembollere’ dönüştürmeyi başardılar. Bu liderlerden bazıları, kendilerini ortadan kaldırabilecek ya da iktidardaki etkilerini artırabilecek yabancı bir gücün iradesiyle iktidara geldi. Fakat şimdi tüm bunları unutup, kitlelerinden ya da seçimlerde elde ettikleri siyasi meşruiyetten bahsediyorlar.

xcdvfbg
Musul'da Irak'taki yerel seçimlerde adayların posterlerinin önünden geçen bir kadın ve bir çocuk, 18 Aralık 2023 (AFP)

Bugün bizi yöneten siyasi liderlerden birinin Irak üzerindeki yetkisini genişlettiğini ya da yolsuzluk ve kaos sisteminden bir askeri komutanın kendi kontrolü altında merkezi bir hükümet kurduğunu düşünün. Sizce Irak nasıl bir yer olurdu? Bu nahif duygusallık, krizlerimizin çözümünü yöneticinin şahsına indirgemek istiyor. Ancak aynı zamanda aşırı merkeziyetçiliğin nasıl petrolden kolay para elde ettiğini ya da rantta güvenlik birimleri kurmak ve sadakat satın almak için nasıl araçlar bulduğunu görmezden geliyor. Irak devleti, petrol rantı devlettir. Dolayısıyla, devletin kaynaklarına hâkim olan tekelci bir yöneticinin olması, iktidardaki oligarşi ile diktatör bir yönetici arasında rol değişimine yol açmaz.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve Hannah Arendt'in Totalitarizm adlı kitabında açıkladığı gibi, kamu yararı diye bir şeyin ya da kişisel çıkarların dışında geleceği düşünmenin söz konusu olmadığı, bu totaliter yönetimin üyelerinin hayatlarını nasıl yaşayacaklarıyla meşgul olduğu, nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek anlamına gelir. Diktatörlük yönetimi altındaki toplumun içinde olacağı gerçeklik budur. Bugüne kadarki siyasi kültürümüzün tek parti, tek lider sisteminin düşüncelerimize aşıladıklarının bir ürünü olduğunu, geçmişi ve diktatörlük nostaljisini çağrıştırmak dışında geleceği düşünemez hale gelmiş olabileceğimizi göz ardı etmemeliyiz.

Diktatörlükler, görünüşte istikrarı sağlayan güçlü bir yönetim sistemi dayatarak başarılı olurlar. Bizim böyle bir sistemle yönetilmiyor olmamız, belki de bu sisteme ihtiyacımız olduğunu düşünmemizi sağlıyordur. Ancak diktatörlükle ilgili tüm deneyimler, diktatörlüğün çöküşünden sonra, rejimin bu istikrar ve gücünün iç ya da dış bir şoka maruz kaldığında kırılgan olduğunu her zaman kanıtlamıştır. Çünkü rejim, birey ve devlet arasında siyasi uzlaşı sağlayamamış, hukukun üstünlüğünü ve kurumların egemenliğini tesis edememiştir. Bu yüzden rejim çöktüğünde, rejimin üyeleri kendi çıkarlarını korunmak için hukuk yerine silah gücüne başvurur.

Yanlış bir temelin doğru sonuçlar doğuramayacağı aşikâr. Irak'taki siyasi sistem, önceki rejimlerin toplumla ilişkilerinde yaptıkları hataların üstesinden gelmek için onları harekete geçirmeden, geçmişin saplantılarına göre kurulmuştur. Kuruluşundan itibaren anayasasını yazanlar ve sistemin ilkelerini belirleyenler, bunun devlet ve toplum arasında sağlıklı bir ilişki kuran bir sistem değil, bileşenlerin liderleri arasında bir güç paylaşımı projesi olduğu düşüncesiyle yola çıktılar.

Askeri bir yönetici ya da ‘adil bir diktatör’ düşüncesi, totaliter yönetimin doğasını ve nasıl parçalanmış bir toplum üretebileceğini açıkça göz ardı etmek demektir.

Fakat artık bir tanka binip, radyo ve televizyon binasının kontrolünü ele geçirerek duyuru yapan kahramanlara ihtiyaç duymayan bir zamanda yaşıyoruz. Bu tür olaylar bundan böyle günümüze değil, tarih kitaplarına ait. İktidardakiler bile, ordunun gücü ve silahlarıyla iktidarlarını sürdüremiyorlar. Artık şehirlerde tankları durdurabilecek kalabalıklar, tel örgüler ve demir kapılarla çevrili olsalar bile, iktidar saraylarının duvarlarını delebilecek internet ve sosyal medyanın yanı sıra yolsuzluklar nedeniyle servetleri şişen mafyalara dönüşmüş otoriter yöneticilerden intikam almak için fırsat bekleyen gençlerden oluşan gruplar var.

Hükümetler ve iktidar güçleri sosyal medyada yayınlananlarla sarsılmasaydı, iktidar güçlerinin söylemlerini eleştirenler tarafından paramparça edilen siyasi egolarını tatmin etmek için kendilerini savunacak ve imajlarını düzeltecek onlarca blog yazarı ve yüzlerce çevrimiçi ordu yaratmaya çalışmazlardı.

‘Adil diktatör’ görüşünü tekrarlayan kişi, benzer semptomları olan ancak hastalığın nedeni konusunda radikal farklılıklar gösteren bir hastalığı tedavi etmek için hazır reçeteyi tekrarlayan kişi gibidir. Voltaire bu görüşü ‘aydınlanmış otokrat’ başlığı altında ortaya attığında, bunun Kilise'nin gücüne karşı koymak için gerekli olduğuna inanıyordu.

Cemaleddin el-Afgani için ise bu, Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine adaletle eşlik etmeyi amaçlayan bir görüştü. Bugün mutlak bir hükümdara ihtiyacımız yok. Kırılgan demokratik sistemimizin krizine bazı çözümler düşünmemiz yeterli.

scdfvgt
Iraklı lider Mukteda es-Sadr'ın aralık ayında yapılacak yerel seçimlerin boykot edilmesi çağrısının ardından yürüyüş düzenleyen Necef'teki destekçileri (Reuters)

Bunu yapmak da akademik, kültürel ve hatta siyasi elitlerin görevi. Onların projesi, demokrasinin kazanımlarını korumak ve varlıklarını kaçınılmaz olarak normalleştirmemizi isteyen iktidar güçleriyle mücadele etmek olmalı. Sadece onların otoritesine boyun eğebiliriz. Bu güçler demokrasiye inanmazlar ama iktidara ulaşmak ya da iktidarda kalmak için bir araç olarak demokrasiyi pragmatik bir şekilde ele alırlar. Bu, otoriter güçlerin kuyruğu rolünü kabul etmiş, mezhebi ya da milliyeti temsil eden ve onların haklarını savunan imajlarını parlatmak isteyen kültürel ve akademik unvanlara sahip kişilerin değil, gerçek elitlerin görevidir.

Bu görevlerin başında, bazen seçimler yoluyla, bazen mezhepçi ya da milliyetçi bir oluşumu temsilcisi olduğu söylemlerini tekrarlayarak, bazen eski rejime karşı çıkarak, bazen de söz konusu oluşumun ‘iktidar hakkını’ savunan silahın gölgesinde iktidarlarını hayali bir meşruiyetle cilalamak isteyen iktidar oligarşisinin, iktidarı tekellerine aldıkları sütunları yıkmak geliyor.

Siyasi sistemin dinamizmine dayanan ikinci görev ise kırılgan ya da melez de olsa bir demokrasi altında geçen zaman, siyasi rekabet sisteminde geleneksel otoriter güçleri zayıflatıp dağıtabilecek ve sokağın güvenini kazanmayı düşünmeden devleti, kurumlarını ve ekonomik rantını elde etmek için mücadele çemberi içinde kalma ısrarları nedeniyle etkilerini azaltabilecek denklemler üretebilir. Bu sistemin çöküşündeki tarihi an, bölgesel bir komşu ülkenin yönetim yapısındaki bir değişiklikle bağlantılı olarak yönetim yapısı içinden gelen bir siyasi protesto hareketi ya da yapısal bir darbenin sonucu olabilir. Böylece Irak'taki siyasi aktörler üzerindeki gücünü zayıflatabilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Lonra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.