Suriyeli mülteciler Hizbullah’ın kontrolü altındaki Kuseyr’e dönmeye başladı

Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
TT

Suriyeli mülteciler Hizbullah’ın kontrolü altındaki Kuseyr’e dönmeye başladı

Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)
Lübnan sınırı yakınlarında, Humus kırsalında Kuseyr’e dönen mülteciler. (Şarku’l Avsat)

“Memleketim Kuseyr’de gömülmek istiyorum.” Bu sözler, ailesiyle birlikte 2012 yılında memleketinden Şam kırsalındaki Kalamun’a savrulduktan sonra bedeni yaşadığı depresyon ve yaşlılığın getirdiği hastalıklarla adeta çöken ve 20 yaş daha yaşlı görünen emekli bir öğretmene ait.
Eşi ve oğluyla geçen ay Kuseyr ve Humus’a geri dönenler listesinde yer alan emekli öğretmenin evinin sadece bir odası halen ayaktaydı. Gelir gelmez hemen moloz yığınlarını ve taşları temizleyerek tamir işlerine giriştiler. 65 yaşını geçmiş olan emekli öğretmene evinin yıkıldığını bilmesine rağmen neden buraya geri döndüğü sorulduğunda şu yanıtı verdi:
“Sahip olduğunuz evin molozunun üstündeki bir çadırda yaşamak, bir mülteci olarak kalmaktan ve kira ödemekten bin kat daha kolaydır. Yıllardır Kuseyr’in dışında mülteciliği yaşadım. Memleketimde ölmek için dua ediyorum.”
Stratejik önem
Humus’un 35 kilometre batısındaki Kuseyr şehri, Lübnan sınırına 15 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Suriye'deki savaş sırasında ilk ve en büyük yerinden edilmeler burada yaşandı. 2013 yılına gelindiğinde nüfusunun 65 bin civarı olduğu tahmin edilen şehirde geriye sadece 10’larla ifade edilebilecek sayıda kişi kaldı. Kuseyr ve kırsal bölgelerinin kontrolünü halen paylaşan rejim güçleri ve Hizbullah şehre girdiğinde nüfusun büyük çoğunluğunu Sünni Müslümanlar oluştururken az sayıda Hıristiyan, Alevi ve Şii bulunuyordu.
Lübnan’ın Hirmil ilçesinden gelen Asi Nehri’nin içinden geçtiği Kuseyr, Humus - Balbek uluslararası karayolunun da ortasından geçmesi nedeniyle Hizbullah için önemli, stratejik bir konuma sahip. Bununla birlikte 1919 yılında açılan Cussiye (Elka) Sınır Kapısı’yla Lübnan’ın Bekaa Vadisi bölgesinin Suriye’nin Humus vilayetine bağlanması, Kuseyr’i Humus ile Lübnan’ın kuzeyi arasındaki ticaret merkezlerinden biri haline getirdi. Böylece Şam kırsalındaki Kalamun’a daha da yaklaşırken Kalamun dağlarında başlayıp Asi Nehri’nde sona eren Rabia Vadisi bölgesiyle bağlantısı da güçlendi.
Rejim güçleriyle birlikte bölgeyi kontrol altına alan Hizbullah, Humus'u Lübnan'a bağlayan yolların birleşim noktalarında önemli merkezlerin yanı sıra batı kırsalında merkez büroları kurdu. Bu arada Kuseyr şehir merkezi ve doğusuna rejime bağlı güvenlik birimlerinin karargah ve müfrezeleri konuşlandırıldı. Şam-Humus uluslararası karayoluna bağlanan Kuseyr - Şenşar otoyolundaki kontrol noktası sayısı 3’e düştü. Birincisi Şenşar kavşağında bulunuyor ve en büyük kontrol noktası olma özelliğini taşıyor. İkincisi doğudaki ed-Demine köyü yakınlarında yer alıyor. Üçüncüsü ise Hirmil yolu üzerinde, Kuseyr’in girişinde konuşlu.
Şarku’l Avsat’a açıklamalarda bulunan yerel kaynaklara göre Kuseyr’e sadece buranın kendi halkının girmesine izin veriliyor. Bununla birlikte Cussiye Sınır Kapısı, 2017 yılının sonlarında açıldıktan sonra Lübnan'a gidenler pasaport kontrolünün ardından Kuseyr’e geri dönebiliyor. Doğu girişi dışında Kuseyr’e girişlerin hepsinin kapalı olduğuna dikkati çeken kaynaklar böylece 2013 yılında Kuseyr bölgesinin rejim ve ona sadık gruplar tarafından tamamen kontrol altına alınmasının ardından Alevi, Şii ve Hıristiyan azınlıkların geri dönmesine izin verildiğini belirttiler. Kaynaklar, 2013-2017 arasında toplam 8 bin kişinin geri döndüğü bilgisini verdi. Mülteci konumundaki Sünnilerin dönüşü ise geçen temmuz ayına kadar engellenirken Rusya’nın mültecilere geri dönüş sözü verdiği girişimle rejim karşıtı faaliyetlerde bulunmayacakları doğrulanan kişilerin şartlı olarak geri dönüşlerine izin verildi. Kaynaklar, böylece güvenlik izni verilen mültecilerin Humus şehri ve Hasya, Şenşar, Cendar kasabaları ve Şam kırsalındaki Kalamun bölgesine geçiş yaptıklarını ve çoğunluğunu devlet memurları veya çocukları rejim güçleri saflarında görev yapan ailelerin oluşturduğunu aktardı.
Yıkım ve imkanlar
Kaynaklar tarafından yapılan açıklamalarda geçen temmuz ayında ilk geri dönüşlerin yapıldığı, Hizbullah'ın kontrolünde olan ve yaklaşık bin kişinin yaşadığı batı kırsalındaki köylerde birçok Hizbullah bayrağı olduğu belirtildi. Öyle ki Suriye bayrakları ve Devlet Başkanı Beşşar Esed’in resimleri neredeyse görünmüyordu. Bu, bölgeyi kontrol eden gerçek gücü gözler önüne seren bir sahneydi. Açıklamalrda daha sonra mültecilerden 3 grubun daha geri döndüğü ve ekim ayı başlarında Kuseyr’e dönenlerin sayısının 5 bine ulaştığı kaydedildi. Ancak bu kez Suriye bayrakları ve Esed’in resimleri baskın bir görüntü oluşturuyordu. 2013 yılından bu yana Kuseyr ve kırsal bölgelerine dönenlerin sayısı 14 bini buldu.
Geçen ay Kuseyr’e dönen aileler, oldukça sınırlı imkanlarla evlerini tamir etmeye başladı. Ancak mali durumları evlerini yeniden inşa etmelerine izin vermediğinden hayırseverler, sivil toplum kuruluşları ve devlet kurumlarından yardım bekliyorlar.
Aynı şekilde belediye de görevlerini yerine getirmekte yetersiz kalıyor. Altyapının yarısının hasar gördüğü tahmin edilirken bir zamanlar muhaliflerin merkezi olan kuzey ve batı mahalleleri gibi bazı yerlerde evlerin yüzde 80’i tamamen yıkılmış durumda. Muhaliflerle yaşanan çatışmalar sırasında rejimin kontrolü altında kalan doğu mahallesi ise hasar oranı yüzde 5’in altına düşüyor. Güvenlik merkezleri bu mahallede bulunuyor. Hizbullah ve 2013 yılında rejimin bölgeyi kontrol altına almasının hemen ardından geri dönüşlerine izin verilen rejim yanlısı sivillerin karargahları da burada yer alıyor. Dönenlerin hayatı bu mahalleyle sınırlıyken diğer mahalleler tamamen yıkılmış haldeydi. Geçen temmuz ayına kadar hayatın tamamen durduğu bu mahallelerde yaşam yavaş yavaş geri dönmeye başladı. Yıkıntılar arasındaki küçük dükkanlar açılırken meyve, sebze ve temel gıda maddeleri satılmaya başlandı. Artık telefon hatları kullanılabiliyor.
Kuseyr Belediye Başkanı geçen ay yaptığı açıklamada kentin temel hizmetlerin büyük bir kısmına ihtiyaç duyduğunu, şehre geri dönen 5 bin kişinin, bir kısmının yıkılmış evlerinde ya da açıkta uyuduklarını ve Suriye Kızılayı tarafından kendilerine şişe su temin edildiğini söyledi.
Rejimin bölgeyi tamamen kontrol altına almasından bu yana Kuseyr Belediyesi hasar gören altyapının bir bölümünü yeniden inşa etti. Fon yetersizliğinin yanı sıra yeniden yapılanma, bakım ve acil durumlarda çalışacak profesyonel personel eksikliği nedeniyle temel hizmetler asgari düzeyde tutulmaya çalışıldı. Ancak bununla birlikte Birleşmiş Milletler (BM) yardımıyla tamir edilen kanalizasyon ağı geri dönenlerin ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Halen elektrik kesintilerinin yaşandığı bölgede sokak aydınlatmaları sadece şehir girişindeki birkaç ana caddede bulunuyor. Aynı şekilde geri dönen tüm ailelere kullanılabilir su temin etmekte büyük sıkıntılar yaşanıyor. Kuseyr ve kırsal bölgelerinde geri dönüşlerin ardından yaşanan ekmek sıkıntısı ise başlı başına bir sorun.
Lübnan’da yaşayan Kuseyrli bir mültecinin geçen temmuz ayında kırsal bölgeye dönen kız kardeşi ve ailesinden aktardığına göre sadece bir tane olan tıp merkezinde uzman doktorların bulunmamasından kaynaklı şikayetler de var. Yine ailesinden işittiği yaşanan bir olayı aktaran mülteci, tıp merkezi tatil nedeniyle kapalıyken ağır kanamalı bir hastanın ambulansın da olmamasıyla özel bir araçla Humus’taki bir hastaneye götürülmek zorunda kalındığını ve hastanın ölümün kıyısından döndüğünü belirtti.
Memleketini anlatmaya devam eden Kuseyrli mülteci şunları söyledi:
“Kuseyr savaştan önce Lübnan sınır köyleri dahil olmak üzere komşu köylerin sakinlerinin alışverişten tedaviye ve eğitime kadar ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı batı kırsalının başkenti konumundaydı. Ekmek almak için bile Kuseyr’e gelirlerdi. Kuseyr’de tüm köylere yetecek kadar ekmek üretilirdi. Hastaneler, sağlık merkezleri ve onlarca klinik vardı. Sınırdaki Lübnan köylerinin sakinleri tedavi, alışveriş, ekmek, sebze, et ve ihtiyaç duydukları her şey için daha düşük fiyatların olduğu Kuseyr'e gelirlerdi. Sınırın her iki tarafında da kaçakçılık faaliyetleri vardı. Lübnan'dan Suriye'de bulunmayan sigara, elektrikli ev aletleri ve beyaz eşya gibi çeşitli yabancı ürünler getirirlerdi. Buradan da Humus'a ve daha sonra diğer yakın bölgelere gönderilirdi. Hirmil’e gizlice Suriye ekmeği, sebze ve meyveleri sokulurdu. Bu atmosfer, herhangi bir siyasi veya milli kimliğin ötesinde güçlü sosyal çıkar ilişkileri inşa etmişti.”
Kendisine Kasım (takma ad) olarak hitap etmemizi isteyen Kuseyrli mülteci, Hizbullah'ın varlığının eskiden bölgede ve hatta komşu köylerde dahi oldukça az olduğuna işaret ettiği açıklamasını şöyle sürdürdü:
“2000’li yıllarla birlikte Suriye'den Lübnan'a kaçak yollarla sokulan maddeler listesine Kuseyr üzerinden yapılan dizel yakıt da girdi. Bölge büyük bir yasa dışı kaçakçılık furyasına kapıldı. Bu kaçakçılık faaliyetleri rejime bağlı güvenlik birimlerinin yozlaşmış yönetimlerinin kontrolü altındaydı. Lübnan’dan Suriye’ye yapılan uyuşturucu kaçakçılığı ise 2005 yıldan sonra gün geçtikçe arttı.  Kısa yoldan para kazanmak isteyen gençlerin zaten kötüleşmeye başlayan ekonomik durumla birlikte okulu bırakmaları ve işsizlik oranında büyük bir artış olması toplumu yıktı. Kuseyr’de ekonomik faaliyetin bel kemiği olan tarımın azalmasıyla birlikte geleneksel sosyo-ekonomik formülleri yerle bir eden kaçakçılık faaliyetlerinde patlama yaşandı.”
Hizbullah’ın kontrolü
Bölge nüfusunun 2013 yılında yerlerinden edilmesinin ardından Hizbullah, Asi Nehri’nin batı bölgesini ele geçirdi ve bölge sakinlerini kendi geleneksel ortaklarına karşı mücadele etmeleri için saflarına çekmeyi başardı. Hizbullah ayrıca, Kuseyr ve Lübnan bölgelerini birbirine bağlayan meşru ve yas adışı yolların kontrolünü ele geçirdi. Böylece Lübnan’dan Suriye’ye ve daha sonra Lazkiye Limanı’ndan deniz yoluyla dünyanın dört bir yanına yapılan uyuşturucu kaçakçılığının en önemli geçiş noktalarından birini ele geçirmiş oldu.
Aynı şekilde Hizbullah, şehir merkezinde ve çevresindeki birçok alana ve mülke el koyarak üyeleri için karargahlara dönüştürdü. Halen buraların gerçek sahiplerine iade edilmesini veya kira ödenmesini engelliyor. Hizbullah, Asi Nehri’nin batısında yerlerinden edilmiş insanların tarım alanlarından da faydalandı. Sadece bazı köylülere kenevir yetiştirmeleri için tarlaları kullanmalarına izin verdi. Kaçakçılık, tek başına hareket eden kişilerin faaliyetleri olmaktan çıkıp bölgesel ağlara bağlı örgütlü çetelerin yaptığı faaliyetlere dönüştü. Bu dönüşüm, Kuseyr’de savaş bölgesi düzeyinde normal standartlara kıyasla zengin bir sınıfın ortaya çıkmasına neden oldu. Bu yeni sınıfa, savaşın yoksullaştırdığı orta sınıftan gelenler öncülük etti.
Kaynaklar savaş öncesi Kuseyr’in Suriye'deki diğer bölgeler gibi büyük bir kısmının tarımsal alandan oluştuğuna, okur-yazar oranının yüksek olduğuna ve genel olarak orta sınıf insanların bulunduğuna işaret ediyor. İnsanların geçimlerini genel olarak tarımcılıktan sağladığını belirten kaynaklar genel olarak kayısı, elma, patates, buğday ve arpa yetiştirildiğini ancak şu an bu tarlaların büyük bir bölümünün tahrip edilmiş halde olduklarını aktardı. Halkın halen tarımcılığı sürdürdüğü Kuseyr’in doğusundaki tarlalarda ise faaliyetler oldukça az. Kuseyr’i nüfusu sınırlı, ekonomik faaliyetleri ise zayıf bir şehir olarak niteleyen kaynaklar, günlük ihtiyaçları için Humus kentine ve komşu köylere bağımlı olduğunun altını çizdiler.
Yeşeren umutlar
Kaynaklar, yerinden edilenlerin şehre dönüşüyle birlikte Kuseyr’in hayata dönmeye başladığını ve umutların yeşerdiğini belirtti. Çalışmaların başlaması için molozların kaldırılması, onarımların yapılması ve zarar gören altyapının yeniden inşa edilmesi gerektiğini ifade eden kaynaklar yine de umutların yeniden yeşerdiğini kaydetti. Temmuz ayında Kuseyr kırsalına ilk dönüşlerin başladığı dönemde rejim yanlılarının gizli de olsa buna karşı olduklarını belirten kaynaklar, özellikle savaşta oğullarını kaybedenlerin öfke duyduklarını ancak yeni yaşam döngüsünün başlamasıyla karşı çıkışların sona erdiğini bildirdi. Kuseyr’e geçen ay yapılan dönüşler daha kabul edilebilir gözüküyordu. Dönenlerin çoğunluğunun devlet memurlarından oluşması, Kuseyr’de daha fazla resmi kurum ve devlet dairesinin faaliyete geçeceği anlamına geliyordu. Savaş sırasında Humus’a devredilen nüfus ve emlaklarla ilgili resmi daireler de yeniden Kuseyr’e iade edilecek.
Bununla birlikte Kuseyr-Humus hattında toplu taşıma araçlarının faaliyete geçmesi konusunda da acilen harekete geçilmesi gerekiyor.  Söz konusu hatta son dönemde Humus Baas Üniversitesi’nin çalışanlarının ve öğrencilerinin ulaşımları için 7 minibüs ve 1 midibüs çalışmaya başladı. Ancak bu sayı geri dönenlerin ulaşım sorununu çözmekte yetersiz kaldı.
Otobüs kalkış noktasının yeniden Kuseyr şehir merkezine taşınması, 2013 yılından bu yana rejim yanlıları tarafından korunan Doğu Mahallesi sakinleri ile Belediye Meclisi arasında tartışmalara neden oldu. Son dönemde geri dönenler için yapılan girişimler, Rusların müdahalesi öncesinde ‘rejimin yanında savaştıkları için’ kamu hizmetlerinden öncelikli olarak yararlanmaları gerektiğine inanan Doğu Mahallesi sakinlerini kızdırdı.



Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  
TT

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi kültürünün geleceğine yönelik altı maddelik vizyon  

Suudi Arabistanlı bir yazar olarak, uzun yıllar, birçok sanatçı, yazar, akademisyen ve aydını barındıran bir entelektüel grubun içinde yer aldım. Kahire, Beyrut, Tunus ve Kazablanka gibi Arap başkentlerindeki konferanslara, festivallere ve kültürel organizasyonlara iştirak ediyorduk. O zamanlar kardeş ülkelerde olan kültür bakanlıklarının bir benzerinin ülkemiz Suudi Arabistan’da da olması için özlem duyuyorduk. Daha sonra enformasyon bakanlığı altında bir kültür komitesi kurulması kararlaştırıldı. Bu haberi yarım yamalak bir tebessümle karşılamak durumunda kaldık. Çünkü bu, hayallerimizin ve beklentimizin altında bir karardı. Biz daha çok yazar, sanatçı ve her alandaki düşünüre ciddi destekler verecek bağımsız bir kültür bakanlığı hayal ediyorduk.  
Suudi Arabistan’daki kültürel sahne oldukça zengin ve çok çeşitlidir.  Suudi kültür ortamı hakkında pek bir şey bilmeyenler için şöyle özetleyebilirim.  Birincisi kamu desteği, ikincisi; özel sektör ve üçüncüsü bağımsız olmak üzere, kültür dünyamız üç alanda değerlendirilebilir. Kamu desteği, devletin kültürel etkinliklere doğrudan veya dolaylı olarak sunduğu desteklerdir. Özel sektörün hizmetleri ise, yayınevleri, edebiyat merkezleri ve sanat galerileri ile sınırlıdır. Bağımsız sanat ise, edebiyat kulüpleri, sivil kültür sanat dernekleri ve geleneksel medya tarafından desteklenen faaliyetleri içerir.  
Bağımsız addedebileceğimiz bu kültürel alanda, ülke genelinde 17 edebiyat kulübü ve 16 kültür sanat derneği faaliyet göstermektedir. Bağımsız alan, yetmişli yıllardan bu yana Krallıktaki kültürel yaşamın gelişiminde çok önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. Ülkedeki en önemli kültürel ve düşünsel ürünlerin ortaya çıkmasına olanak sağlayan bağımsız kültürel alan, sınırlı kamu desteği, sınırlı özel sektör desteği ve bağışçıların desteği ile ayakta kalmaktadır.  
2018 yılında yayınlanan kraliyet kararnamesi ile, kültür bakanlığı enformasyon bakanlığından ayrılarak bağımsız bir kuruluş haline geldi. Ülkede kültürel faaliyetleri yakından takip edenler artık farklı bir gelecek tahayyül edebiliyordu. Nitekim takip eden üç yıl içinde kültürel alanlarda önemli atılımlar yapıldı.  
Artık karamsarlığın yerini iyimserlik alabilirdi. Çünkü Suudi Arabistan’ın yeni kültür bakanlığı, Arap ülkelerindeki muadillerinden farklı olarak, aydınların arzu ettiğinden daha olumlu bir vizyon taşımaktaydı. Kültür bakanlığı, bölgedeki ve Arap ülkelerindeki benzerlerinden farklı bir örgütlenmeye gitmişti. Bu örgütlenmenin şekillenmesinde UNESCO aktif rol aldı. Bakanlık süreç içinde faaliyetlerini çeşitli kültürel sektörleri kapsayan 11 başlık altında organize etti. Bu başlıklar altında edebiyat, çeviri, tiyatro, müzik ve resim sanatlarının yanı sıra moda ve yemek pişirme gibi aşina olunmayan kültürel üretim alanları da kendisine yer buldu. Bakanlık nezdinde 16 komisyon oluşturuldu. Dikkat çekici husus ise, bu komisyonların bürokratik ataletten uzak olarak tamamen bağımsız bir şekilde yönetilmeleridir. Bahsi geçen komisyonların yönetim kurulları ve icra komiteleri, kültür aracılığı yapan dernekleri denetlemekte ve desteklemektedir.  Kültürel bir etkinlik yapmak, konferans veya sempozyum düzenlemek isteyenlerin, bakanlık destekli bir dernekle anlaşması gerekiyor. Kitap telif etmek veya yabancı dildeki bir eserin çevirisini yapmak isteyenlerin ise bir yayınevi ile anlaşmaları yeterli oluyor. Komisyonların doğrudan değil de bağımsız dernekler aracılığıyla vatandaşla muhatap olması nedeniyle, bürokratik zorluklar ve idari yolsuzlukların önüne geçilmesi hedefleniyor.  

Bütün bunlar gülümseten olumlu gelişmelerdir. İşlerin gidişatını yakından takip eden biri olarak bu pozitif yargılarda bulunabiliyorum. Sayın kültür bakanının başkanlığını yaptığı, edebiyat ve tercüme komisyonunun içinde yer almaktayım. Kadın çalışanların da yoğunlukta olduğu bu komisyonun çalışma ortamı, daha önce devlet kurumlarında alışık olmadığımız kadar rahat ve özgürlükçü.   
Ancak, bilindiği üzere kültür, ne kadar çeşitli ve gelişmiş olsa da kurumlar tarafından üretilemez. Kurumlar kültürel üretimi teşvik eder ya da sekteye uğratır fakat kültürün üretimini üstlenemez. İster edebiyat olsun ister felsefe veya sanat, tekil ya da çoğul olarak bireyler tarafından üretilir. Kral Abdülaziz tarafından kurulduğu ilk yıllardan itibaren ülkemizin kültürel birikimi, bireysel çabalarla oluşmuştur.  
Sayın Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki 2030 vizyonunu kültürel alanda yakalayabilmemiz için, kültür üreticisi bireylere uygun koşulların sağlanması bir zorunluluktur. Kültür bakanlığının artan ve çeşitlenen maddi manevi destekleri, bu yolda güçlü bir şekilde ilerlediğimizin güçlü bir göstergesidir. Ancak bu eğilimin sürdürülebilir olması için dikkat edilmesi gereken hususlar var: 
Birincisi: kültürün, entelektüel ve yaratıcı bir doruk noktası olarak görülmesidir. Doruk noktası derken, insanın kültürel faaliyeti ile kendisini gerçekleştirebileceği en üst sınırlara ulaşabilmesini kastediyoruz. Popülizmin cazibesine kapılmadan, üretici ve alıcıları tatmin etmek için nitelikten ödün verilmemesi gerekir. Bunun elitist, üstenci bir yaklaşım olduğunu ve kültürün geniş kitlelere yayılmasına mâni olacağını iddia edenler olabilir.  Ancak niteliğin niceliğe feda edilmesi, kültürel seviyenin ve kalitenin düşmesiyle sonuçlanacaktır. Asıl hedeflenmesi gereken, kitlelerin seviyesinin yukarıya çekilmesi olmalıdır.  Kültürün en yüksek ürünlerinden biri olan felsefe, kimileri için hayata dair basit fikirlere dönüşebilir veya insan hayatındaki en önemli konuların tartışılarak, sorunlarına çözüm bulunmasına katkı sağlayabilir. Tabi ki yüksek standartlar dayatılamaz, bununla birlikte olumlu yönlendirmeler ve hatırlatmaların yapılması gerekir.   
İkincisi: Kültürel üretimin aracı olan Arap diline azami özenin gösterilmesidir. Arapçanın kültürel üretimdeki temel rolü teşvik edilmelidir. Başta eğitim alanında iyileştirmeler olmak üzere, akademi, medya ve ticari alanlarda Arapça dilinin doğru kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özellikle ticaret alanlarında İngilizcenin Arapçanın yerini almaya başladığı görülüyor. Gençlerin kullandığı dil itibariyle Arapçalarının geliştirilmesi için gerekli adımların atılması zorunludur. Arapça, kültürümüzün geleceğidir, çünkü sahip olduğumuz kültür Arap kültürüdür.   
Üçüncüsü: İfade ve üretim özgürlüğü alanlarının genişletilmesidir. Toplumsal baskı ve muhafazakâr yaklaşım, üretilenlerin kalitesini olumsuz etkiler. Geçmişte, bu korkular ve hassasiyetler nedeniyle, nice kültürel içerik üreticisi yurt dışında yaşamak zorunda kalmıştır. Çok şükür bu yönde olumlu değişikliklerin olduğuna dair birçok işaret var, ancak Suudi Arabistan’ı, kendi çocuklarının ürettikleri için bir merkez haline dönüştürebilmemiz için daha fazla çaba sarf etmeliyiz.  
Dördüncüsü: Kültürün, geniş anlamıyla bir milli servet olduğunun bilincinde olmalıyız.  Veliaht Prens, Cidde şehrinde Suudi aydınlarla yaptığı ilk görüşmede, bu hususu vurgulamıştı. Suudi Arabistan’ın Arap, Müslüman ve dünya düzeyindeki entelektüeller için bir cazibe merkezi olması için bireysel ve toplu olarak daha fazla çaba sarf etmemiz gerekir. Bunun için de ülkemizde kitap dağıtımı, konferans ve festivallerin düzenlenmesi için mevcut prosedürlerin kolaylaştırılması lazımdır. Yakın zamanda ülkemizde geniş katılımlı Arapça kitap fuarının düzenlenmesi ile felsefe ve çeviri alanlarında iki önemli konferansın yapılmış olması, sürdürülmesi gereken doğru yolda atılmış adımlar olarak değerlendirilebilir.  
Beşincisi: Kültürel faaliyette tarihsel olarak önemli bir yeri olan, edebiyat kulüplerinin ve kültür sanat derneklerinin verimliliğinin arttırılması için girişimlerde bulunulmasıdır. Bu kültürel tarihi mirasa yeterli özeni göstermeliyiz.  
 Altıncısı: Akademik ve araştırma kurumlarının, kültürel üretime daha fazla katkıda bulunmaya teşvik edilmesidir. Akademi yaygın olduğu üzere halktan uzak olmamalı, halkla daha fazla etkileşim kurmalıdır. Üniversiteler, yirminci yüzyılın başlangıcından bu yana Arap kalkınmasında önemli roller üstlenmiştir. Suudi Arabistan’ın kültürel tarihinde de üniversitelerin önemli bir yeri olmuştur. Ancak son yıllarda bu rolün azaldığına dair emareler bulunmakta. Üniversitelerin aktif katılımı olmadan gerçek nitelikli bir kültürel canlanma tasavvur edilemez. Zira üniversiteler, aydınlanma, gelişim ve bilinçlenme için en önemli merkezlerdir.  
 Bana göre, ülkemizde kültürel atılım gerçekleşmesi için dikkate alınması gereken hususlar bunlardır. Bu alanlarda şimdiye değin atılmış önemli adımlara ek olarak, bu hususlara da odaklanılırsa yüksek kültür seviyelerine çıkmamız kaçınılmazdır.