Uluslararası girişimler Libya sorununu çözebilecek mi?

​Libya krizi, sürekli uluslararası müdahaleye ve uluslararası takibe tanık olan Arap bölgesinin ve Kuzey Afrika’nın bölgesel sorunlardan biri (AFP)
​Libya krizi, sürekli uluslararası müdahaleye ve uluslararası takibe tanık olan Arap bölgesinin ve Kuzey Afrika’nın bölgesel sorunlardan biri (AFP)
TT

Uluslararası girişimler Libya sorununu çözebilecek mi?

​Libya krizi, sürekli uluslararası müdahaleye ve uluslararası takibe tanık olan Arap bölgesinin ve Kuzey Afrika’nın bölgesel sorunlardan biri (AFP)
​Libya krizi, sürekli uluslararası müdahaleye ve uluslararası takibe tanık olan Arap bölgesinin ve Kuzey Afrika’nın bölgesel sorunlardan biri (AFP)

Ziyad Akl
Libya sorunu, 2011 yılında Muammer Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana, iç çatışmalara tanık olan Arap dünyasının meselelerinden biri olmaya devam ediyor. Libya’da yalnızca iç çatışmalar değil, siyasi ve askeri başta olmak üzere birçok uluslararası müdahale mevcut.
Uluslararası müdahaleler, 2011 yılındaki “Şafak Yolculuğu Operasyonu (Operation Odyssey Dawn)” adıyla NATO tarafından başlatılan askeri müdahale ile başladı.
NATO operasyonu, Arap Birliği ve Birleşmiş Milletler (BM) tarafından da onaylandı. “Şafak Yolculuğu” ile Libya’ya dış müdahelelerin de önü açılmış oldu.
Libya arenası üzerindeki uluslararası etki
Kaddafi rejiminin siyasi çöküşünden sonra uluslararası müdahaleler askeri olmaktan çok siyasi olmaya başladı. O dönemler, birçok ülke ya da kuruluştan siyasi çözüm eksenli yoğun girişimler yapıldı. Sadece birkaç yıl içinde Libya, Ortadoğu’nun ve Kuzey Afrika’nın uluslararası etki alanlarından biri haline dönüştü.
Özellikle de 2014 yılında doğu (Sirenayka) ve batı (Tripolitanya) arasındaki bölünme sonrasında uluslararası toplumun girişimleriyle çeşitli siyasi modeller ve çözümler ortaya koyuldu. Uluslararası girişimlerin bu dengesi, Libya’da kötüleşen iç koşullar ve krizin bir bütün olarak bölgenin ulusal güvenliği üzerindeki etkisi göz önüne alındığında önemli bir kapsama sahip.
BM Libya Misyonu (UNSMIL) liderliğinin ve yönetiminin değişmesine, Libya meselesinin siyasi çözümü hususunda başta Avrupalılar olmak üzere çeşitli ülkelerin girişimlerine ve komşu ülkelerin meseleye ilişkin zaman zaman değişken rollerine rağmen bugüne kadar Libya, aynı sorunlarla boğuşuyor.
Bu girişimlerin kapsamlı tahlili, bölgesel ve uluslararası güçlerin Libya kriziyle etkileşimi hakkında birçok sonuca yol açabilir.
BM’nin Libya Misyonu
BM, Genel Sekreter’in temsilcisi başkanlığındaki resmi bir misyon (UNSMIL) aracılığıyla müdahalede bulundu.
Bu durum, Kaddafi rejiminin devrilmesinden bu yana BM’nin Libya meselesine verilen uluslararası önemi ve siyasi çatışmanın neden olduğu geçici otoriteye boyun eğme aşamasına girişi gözler önüne serdi. Bu süreçte ilk gelişme, Mustafa Abdulcelil başkanlığındaki Ulusal Geçiş Konseyi oldu. Uluslararası kamuoyunun, devrim sonrasındaki dönemde Libya’yı çeşitli düzeylerde temsil edecek Geçiş Konseyi’nin meşruiyetinin tanınması için çabalandı.
UNSMIL, “Ian Martin ve Tarık Mitri” arasında değişiyordu. Ancak 2014 yılının başlamasıyla birlikte misyonun liderliğinde değişiklik yaşandı ve yeni yüzler görülmeye başlandı. Bölünmeden bu yana bu görevi üstlenen isimler, İspanyol Bernardino Leon, Alman Martin Kobler ve Lübnanlı Gassan Selame oldu.
Libya hususunda BM’nin bir kurum olarak açık bir mekanizması olmadığına dikkat çekilmesi gerekiyor. Bu nedenle her UNSMIL Başkanı, Libya’nın iç bağlamında farklı çalışma yöntemleri ortaya koydu. Mesele hakkında uluslararası düzeyde birçok anlaşma, toplantı ve girişim ortaya konuldu. Böylece Libya meselesi, uluslararası müdahalenin sürdüğüne ve çatışma hususundaki farklı ayrıntıların yakından takibine tanık olan Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki mevcut bölgesel sorunlardan biri haline geldi.
Ian Martin ve Tarık Mitri, siyasi bir çözüme ulaşmaya çalışmadı. Görev süreleri, Libya’daki siyasi bölünme hali uluslararası açıdan önem kazanmadan sona erdi. İspanyol Bernardino Leon, Aralık 2015’te Fas’ın Suheyrat şehrinde imzalanan siyasi çözüm anlaşmasını planlayıp tasarlayan BM yetkilisiydi.
Bu çerçevede özellikle de 2014 yılında siyasi bölünmenin başlamasından bu yana BM’nin rolü hususunda, Genel Sekreter’in temsilcileri (İspanyol Bernardino Leon, Alman Martin Kobler ve Lübnanlı Gassan Selame) arasında farklı görevler kapsamında karşılaştırma yapmak mümkün. Bunların her birinin, kendi amaçları, eylem modelleri ve stratejik yönleri bulunuyordu.
Bernardino Leon, Suheyrat Anlaşması ve parçalanmanın artışı
Kuşkusuz, aşamanın siyasi bağlamı, BM misyonunun rolü için bir model oluşturdu. Bu durum, BM Genel Sekreteri’nin temsilcilerinin yönetim yöntemine ise aykırı. Bernardino Leon, Libya’daki çatışma tarafları arasındaki fikir birliğinin oldukça az olmasına rağmen siyasi bir anlaşmaya ulaşmak istiyordu. Böylece Aralık 2015’te Fas’ın Suheyrat kentinde “Suheyrat” Anlaşması imzalandı.
Bu aşamada uluslararası toplum, Libya’daki durumu, çatışmaya siyasi bir çözüm bulma yolunda uluslararası meşruiyet durumuna getirecek bir siyasi çözüm beklentisi içerisindeydi. Ancak Suheyrat Anlaşması’nın Libya çatışması üzerinde etkisi, çeşitli sebeplerden dolayı olumsuz oldu.
Başlangıçta anlaşmanın imzalanması, meşruiyetin sağlanması ve uluslararası toplumun desteğinin kazanılması, Libya’daki siyasi ve askeri elitler arasında artan parçalanmanın nedenlerinden biriydi. Libya’daki siyasi elitler tarafından yeterli fikir birliği olmadan bir siyasi anlaşmaya varılması, çatışmaya yeni bir taraf oluşturdu. Söz konusu taraf ise Libya’nın batısında Fayiz es-Serrac liderliğindeki Başkanlık Konseyi oldu.
İki oluşum, yani Tobruk Merkezli Temsilciler Meclisi ve Trablus’taki Genel Ulusal Kongre arasındaki Suheyrat Anlaşması öncesinde, çatışma dönemlerindeki siyasi meşruiyetin her zaman kırılgan ve kararsız olduğu göz önüne alındığında çatışma bir tür meşruiyet kazanmıştı. Genel Ulusal Kongre, Suheyrat Anlaşması sonrasında ismini Devlet Konseyi olarak değiştirdi.
Ancak Başkanlık Konseyi’nin bir yandan çok fazla uluslararası destek, diğer yandan da az miktarda gerçek kapasiteyle sahneye dahil olduğunu belirtmekte fayda var. Bu durum, Libya’da iç güvenilirliğine de olumsuz yansıdı. Bu, Suheyrat Anlaşması’nı çözümün bir parçası değil, Libya çatışmasının yeni boyutlarından biri haline getirdi.
Daha sonra İspanyol Bernardino Leon dönemi sona erdi. Yerine UNSMIL olarak Alman Martin Kobler atandı.
Kobler: Libya tarafları arasında bir arabulucu
Kobler, Suheyrat Anlaşması ve BM’nin anlaşmaya ilişkin etkin olmayan rolü uyarınca Libya’daki uluslararası meşruiyet temelinde Libya sahnesine dahil oldu. Kobler’in asıl görevi, Suheyrat Anlaşması’nı canlandırmak ve zeminde uygulamaya koymaktı. Ama Kobler, Leon’un yönelmeye çalıştığı aynı yöne giremedi. Bu yön, siyasi bir uzlaşı sağlamak için fikir birliği yönelimiydi. Kobler’in vizyonu ise, başlangıçta Libya’daki çatışma tarafları arasında olası bir siyasi çözüm girişimini kolaylaştırmaktı.
Kobler döneminde UNSMIL, Libyalı taraflar arasında arabuluculuk rolü üstlendi. Kobler, çatışma tarafları arasında uzlaşı sağlamak için uygun mekanizmalar bulmaya istekliydi.
Dolayısıyla Leon’un görev süreci ve Kobler’in görev süreci arasında farklar oluştu. Leon’in görev süresi boyunca BM, Libya’nın iç koşullarına bakmadan getirdiği siyasi çözüme uluslararası destek seferber etmeye çalıştı. Ama Kobler döneminde, Libya’daki çatışma tarafları arasında gerçek bir fikir birliğinin nasıl oluşturulacağıyla ve UNSMIL’in bu bağlamda oynayabileceği rolle ilgilendi.
Gassan Selame: Zaman çizelgesine sahip bir yol haritası
Ancak Kobler, anlaşmayı canlandıramadı. Görev süresi sona erdi ve yenilenmedi. Yerine ise UNSMIL Başkanı olarak Lübnanlı Gassan Selame atandı. Selame, bir bütün olarak meseleye dair deneyim eksikliğine rağmen, Libya kriziyle mücadelede farklı bir yönteme sahipti.
Gassan Selame, Libya çatışması bağlamında BM açısından farklı bir yöntem sergiledi. Kendisi, Libya içerisinde coğrafi ve siyasi bölünmeler yaşandığı, uluslararası aktörler arasında çatışma halinin mevcut olduğu bir dönemde sahneye girdi.
Kobler, UNSMIL’i taraflar arasında bir arabulucu kılmak için yoğun çaba sarf etti ve anlaşmayı canlandırmak için her bir tarafça farklı taleplerin yerine getirilmesine hazırlık yaptı. Ancak bunları, zemine yansıtamadı.
Görev süresi sona erdi ve Martin Kobler, UNSMIL Başkanlığını Gassan Selame’ye teslim etti. Selame, hiç şüphesiz Libya’da BM’nin çatışma üslubunu değiştirdi. Göreve başlamasından bu yana Selame, önceki temsilcilerin aksine Libya toplumu ve çatışmada yaşanan gelişmeler hakkında yeterli çalışmaların yapılmadığı siyasi bir çözüm için bir yol haritası ortaya koydu.
Selame, zaman çizelgesiyle belirli siyasi bir girişim başlattı. Bu durum ise, Libya çatışmasının başlamasından bu yana daha önce ortaya koyulmamış bir şeydi, özellikle de çatışma tarafları arasında herhangi bir güvenilirliğe sahip olmayan Selame açısından.
Gassan Selame, seçim ve ulusal uzlaşı meseleleri üzerinde çalıştı. Çatışmayı sonlandırması beklenen bir planın zaman çizelgesini hazırladı. Selame’nin önerisi, özellikle de Fransa ve İtalya gibi birçok Batı Avrupa ülkesinden uluslararası destek aldı. Ama çatışma tarafları arasında Libya’nın iç meselesi hususunda fikir birliği sağlayamadı.
Bu sebeple komşu ülkeler ya da Avrupa ülkeleri olsun Libya’da kendi çıkarlarına önem veren ülkeler, bu çıkarları uluslararası kuruluşların bağlamları dışında korumak için çalışmaya başladı. Bu durum ise uluslararası toplum ve bölgesel güçlerin başarı beklentilerini zayıflattı.
Komşu ülkeler: Resmi tavırlar ve fiili mücadeleler arasında
Libya’daki iç meselelere ilişkin çıkarları dolayısıyla Libya çatışmasına önem göstermeyi sürdüren birçok ülke mevcut. Bu ülkelerin başında çeşitli girişimler ortaya koyan, son yıllarda çeşitli faaliyetlere ev sahipliği yapan ve Libya çatışması üzerine çalışan komşu ülkeler geliyor.
Cezayir, Tunus ve Sudan’a kıyasla Libya’daki çıkarları açısından belki de en istikrarlı ülke Mısır. Şüphe yok ki Libya meselesi, Mısır Devleti için ulusal bir güvenlik sorunu. Ama çatışma haliyle ilgilenen uluslararası arenanın da eylem stratejileri düşünmeye ihtiyacı var.
Mısır Silahlı Kuvvetleri, bu meseleyi, ulusal güvenlik konularından biri olmasından ötürü, Dışişleri Bakanlığı’yla ya da Mısır’ın uluslararası kuruluşlarla ilişkileri ile ilgili diplomatik çalışmalardan uzak tuttu.
Mısır, emekli General Halife Hafter’e desteğinden vazgeçmedi. Ancak aynı zamanda Mısır’ın resmi ve fiili tavrı arasında bir paradoks vardı. Bu ise, Libya’da birden fazla etkin oyuncuyla tekrarlandı.
Çıkarlarını koruma fikri göz önüne alındığında Mısır devletinin resmi düzeydeki konumu arasındaki mevcut çelişki halini ve Libya’nın doğusuna müdahalesini görmezden gelmek mümkün değil. Bununla birlikte BM’nin siyasi çözüm planları ve girişimleri çerçevesindeki projelerine itiraz etmeden ve herhangi bir ülkeyle tartışmaya girmeden Mısır, Hafter ve Libya’nın doğusuna aktif desteğini sürdürmeye devam ediyor.
Tunus’un ve Cezayir’in de Libya konusunda bazı girişimlerde bulunduğunu belirtmekte fayda var. Ancak bu iki ülkedeki gerginlikler ve siyasi istikrarsızlık, Libya meselesine dair rollerinin azalmasına neden oldu. Yine de iki ülkenin tavırları, resmi tavır ve gerçek müdahale yöntemleriyle ilgili olarak Mısır devletinin tavrına benziyor.
Avrupa girişimleri ve Libya çatışması sürüyor
Fransa ve İtalya başta olmak üzere Avrupalı devletler, Libya, Arap dünyası ve Kuzey Afrika’da rol ve etki yaratma girişimleri çerçevesinde iki cephede mücadele ediyor. Avrupa müdahalesi başlangıçta iki kilit noktaya odaklanmıştı. Avrupa ülkelerindeki politika değişikliği, Orta Doğu ile Kuzey Afrika krizlerine ilişkin konumları incelenmeye başlayan muhafazakar akımın yükselişi ve Avrupa’daki siyasi seçimleri etkileyen meselelerden biri olarak yasadışı göç mevzusu AB’yi bir bütün olarak bölgenin durumuna ilişkin bölgesel bir kuruluş olma bağlamına soktu.
Fransa, İtalya ve Almanya’dan her biri Libya’daki duruma ve çatışmanın geleceğine ilişkin çeşitli konferanslara ev sahipliği yaptı. Ancak Libya çatışmasına bir çözüm sağlamak yerine, her ülkenin bölgesel nüfuzunu genişletme çerçevesinde oldukları göz önüne alındığında bu konferanslar sonuç vermedi. Bu yüzden bu ülkelerin girişimleri, Libya’daki iç çatışmayı artıran mekanizmalardan birine haline dönüştü ve çıkar çatışmaları dolayısıyla da mevcut savaşı sonlandırmadı.
Çözüm ve Libyalı tarafların diyaloğu
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Libya krizi, şu an siyasi bir çözüm anlaşmasından uzakta. BM’nin çoklu girişimleri, Libya açısından zeminde uygulanabilir bir çözüm sağlamakta başarılı olamadı. Aynı şekilde komşu ülkeler ya da Avrupa ülkeleri, Libya çatışmasına siyasi bir anlaşma yoluyla çözüm bulmaktan ziyade, kendi çıkarlarıyla daha fazla ilgileniyor gibi görünüyorlar.
Nihayetinde çözüm, siyasi bir fikir birliği sağlayacak Libyalı taraflar arasındaki iç uzlaşıda yatıyor. Bu durum, bölgesel ve uluslararası girişimleri de temelde harekete geçirebilir.



İran-İsrail çatışması senaryoları: Kim kazanacak?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

İran-İsrail çatışması senaryoları: Kim kazanacak?

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Baha el-Avam

Savaşın üçüncü gününde, İsrail ordusu ilk uyarısını yayınlayarak, gelecekteki saldırılar için potansiyel hedef haline geldiği için İranlı sivillere silah üretim tesislerinden ve ilgili tesislerden uzak durma çağrısı yaptı. Lübnan ve Gazze'de Tel Aviv'den yapılan benzer uyarılara ve onları takip eden bombardımanlara alıştık. Bu uyarılar savaşın bilinmeyen bir süre uzayabileceğini ve daha geniş bir alana yayılabileceğini ifşa ediyor.

Bir İsrail askeri yetkilisi pazar günü ülkesinin İran'da henüz vurmadığı çok sayıda hedefin olduğunu söylerken, saldırıların ne kadar süreceğini veya bu hedeflerin türünü ve yerini belirtmekten kaçındı. Ancak iki ülke arasındaki savaşın gözlemcilerin ve analistlerin analizlerinde yapılan tahminlerden daha uzun sürebileceğini dolaylı olarak vurguladı.

Savaşın uzaması ilk andan itibaren güçlü bir şekilde gündeme getirilen senaryolardan biri, çünkü İsrail, saldırısının “İran'ın nükleer ve balistik tehditleri ortadan kalkana" kadar devam edeceğini söyledi. Tahran ise “Tel Aviv saldırganlığından geri adım atana” kadar misillemelerinin devam edeceği konusunda ısrar ediyor. Bu senaryonun karşıtıysa, hızlı bir ateşkestir.

Her iki seçenek ve diğerleri ile ilgili karar, öncelikle iki karşıt taraf ile yürütülen uluslararası temaslara ve birçok ülkenin krizi sona erdirmek için inşa etmeye çalıştığı köprülere bağlı. Çatışmayı sona erdirmek için bölge içinde ve dışında devam eden çabalar bir yana, devam etmesine yönelik tüm olası senaryolar dikkate alınmalı.

Çatışmanın devam etmesi, iki taraf arasındaki savaşın kapsamını genişletebilir ve bu bir çıkarım değil, her iki tarafın açıklamalarına ve son iki gündeki gerçekliğe dayanarak varılan bir sonuçtur. Bu genişletmenin amacına gelince, Tel Aviv ve Tahran bazı noktalarda ihtilaf ederken, bazılarında da birleşiyorlar ve çatışma ile savaşlarda ülkelerin hep yaptığı gibi “amaç, aracı meşru kılar.”

ABD, İngiltere ve Fransa'nın İsrail'e yönelik İran füzelerini ve insansız hava araçlarını engelleme konusunda verdiği destek Tahran'ı kızdırıyor. Washington bu yardımı yaptığını kabul ederken, Londra ve Paris, Tel Aviv'e yönelik bilinen sempatilerine ve daha önce Tel Aviv'i hedef alan iki İran saldırısında bunu yapmış olmalarına rağmen, gerçeği açıklamaktan kaçınıyorlar.

İran'ın bu yardıma yanıtı, üç ülkenin bölgedeki askeri üslerini hedef almak olabilir ki bu da Arap ve bölge ülkelerini içeren daha geniş bir savaş senaryosuna giriş demek. Diğer senaryo ise Tahran'ın Irak, Lübnan ve Yemen'deki vekillerinin, İsrail ve müttefiklerinin İran saldırılarını zayıflatma, hedeflerine ve amaçlarına ulaşmasını engelleme güçlerini sınırlamak için savaşa katılmalarıdır.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi bugün, savaşın kapsamını genişletmenin ülkesinin kaçınacağı stratejik bir hata olduğunu söyledi. Bu açıklama, Tahran'ın askeri liderliğinin son iki gündür paylaştığı bir tehditten geri adım atmak demek. Nedeni de ABD Başkanı Donald Trump'ın, bölgedeki ABD üsleri ve müttefikleri hedef alınırsa ülkesinin şiddetli bir karşılık vereceğini duyurması olabilir.

ABD'nin savaşa dahil olmasını İngiltere’nin katılımı takip edebilir. Bu, Londra'nın bölgeye uçak ve çeşitli askeri varlıklar konuşlandırarak hazırlandığı bir olasılık. Başbakan Keir Starmer, Kanada'nın Alberta eyaletindeki Kananaskis'te düzenlenen G7 zirvesine giderken, bu açıklamayı yaptı.

Lübnan, Yemen ve Gazze'deki milis grupların sponsorları İran’ın yanında savaşa dahil olma olasılığı Tahran'a faydadan çok zarar verebilir. Zira bu milislerin gücü, liderlerinden halk tabanına kadar askeri, siyasi, ekonomik ve insan kaynaklarının çoğunu kaybettikleri İsrail ile yaklaşık iki yıllık çatışmanın ardından önemli ölçüde azaldı. Bu nedenle, katılımları bir fark yaratmayacak, aksine Tel Aviv'in müttefiklerinin savaşa dahil olmasını haklı çıkaracaktır.

Irak'taki İran yanlısı milislerin sağlam kaldığı doğru, ancak onların katılımları da olayların gidişatını değiştirmeyecek. Bunun birinci nedeni ABD’nin Irak’taki büyükelçiliğinde ve kamplarında önlemler alması. İkincisi, Bağdat'taki siyasi sınıfın bu konuda bölünmüş olması. Tahran'ın menfaatinden daha ağır basacak sonuçlardan duyulan korku nedeniyle müdahale etmeme kararı, bu sınıf arasında daha güçlü basıyor gibi.

Tek başına ABD, bombardıman uçaklarına ve İran'ın nükleer tesislerine, özellikle de Fordow tesisine nüfuz edebilecek sığınak delici silahlara sahip. Savaşa, ister tek başına ister Batı koalisyonunun bir parçası olarak katılmasının iki amacı olacaktır; Tahran'ın silahlarına ve nükleer gücüne kalıcı olarak son vermek veya yakın ve uzak birçok ülkede yaşananlara benzer şekilde siyasi rejimini tamamen değiştirmek.

Tahran’da rejim değişikliği, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun tercih ettiği senaryo.  İran'a yönelik saldırıları genişleterek ve silahlarını, ekonomisini ve nükleer programını hedef alarak, savaşı daha kısa sürede ve daha az hasarla bitirmek için müttefiklerini doğrudan veya dolaylı olarak ülkesinin yanında savaşa katılmaya teşvik ederek bunun için çabalıyor.

Bu senaryoda Netanyahu'nun sorunu, savaşın kamuoyunun kendi aleyhine dönmesine neden olacak kadar sürmesi ve ülkesinin uğradığı insani ve ekonomik kayıpların kendisinin ve hükümetinin kaldırabileceğinden fazla olması. Bu olasılık, İsrail'de hedefine ulaşan her İran füzesiyle, Tel Aviv ve müttefiklerinin engelleyemediği Tahran tarafından fırlatılan bir füze sonucu kaybedilen her can ile büyüyor.

Şimdiye kadar, Washington ve birçok Batı ve Arap başkenti, Tahran'ı nükleer müzakere masasına geri döndürmeyi, krizi sona erdirmenin bir yolu olarak tercih ediyor. Amerikalı yazar ve gazeteci Thomas Friedman'a göreyse, müzakere seçeneği uzun sürmeyecek. Ancak mevcut savaşın sonucu ne olursa olsun, 1956, 1967, 1973, 1982, 2023 ve şimdi (2025)  gibi İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Ortadoğu haritasını yeniden şekillendiren çatışmalar tarihine eklenecek.

Friedman'a göre, İran rejimini devirme seçeneği mevcut fakat 21. yüzyılın başından bu yana bu savaştan önceki sayısız değişimden sonra bölgede öğrenilen iki ders şudur;
 birincisi, İran gibi rejimler gerçek güçleri ortaya çıkana kadar güçlü görünürler ve sonra hızla devrilirler. İkincisi, rejimlerinin çöküşünden sonra ülkelerdeki diktatörlüğün alternatifi mutlaka demokratik değildir.