Doğu Akdeniz gazı: Örtüşen ve çelişkili çıkarlar (1)

Eylül ayı başlarında Mısır’da Süveyş yakınlarında bulunan bir gaz depolama tesisi (Reuters)
Eylül ayı başlarında Mısır’da Süveyş yakınlarında bulunan bir gaz depolama tesisi (Reuters)
TT

Doğu Akdeniz gazı: Örtüşen ve çelişkili çıkarlar (1)

Eylül ayı başlarında Mısır’da Süveyş yakınlarında bulunan bir gaz depolama tesisi (Reuters)
Eylül ayı başlarında Mısır’da Süveyş yakınlarında bulunan bir gaz depolama tesisi (Reuters)

Doğu Akdeniz havzasında büyük gaz rezervlerinin keşfi, birçok ülkenin hırslarını uyandırdı ve bölgedeki nüfuzlarını genişletme iştahını kabarttı. Bu husus, yalnızca yerel meselelerle ve artan özgüvenle ilgili değil, daha çok ithalat faturasını azaltmak ve bölge ötesinde ‘müzakere kağıtlarını’ güçlendirmekle ilgili…
Bu arka plan uyarınca Doğu Akdeniz’de doğalgaz konusunda yaşanan gelişmeler, büyük güçlerin öncelikli konularından biri haline geldi. Aynı zamanda Ortadoğu’da birçok ‘alanda’ meydana gelen çok sayıda gelişmeyi, ittifakı, siyasi ve askeri çatışmayı yorumlamanın bir anahtarı olarak kabul ediliyor. Çıkarların örtüşmesi, birbirleriyle çakışması, çeşitli yollar, oluşumlar ve ittifaklar oluşturma çabası çatışmanın tırmanmasına katkıda bulunabilir, bazı durumlarda ise askeri bir çatışmanın eşiğine bile ulaşabilir.
Doğu Akdeniz’deki gaz kaynakları, farklı karşıtlıklar aracılığıyla bu ülkelerin her birinde ticari ve diplomatik çıkarların zengin bir karışımını oluşturuyor. İlk bakışta gaz çatışmasının büyük şirketler ve arkalarındaki ülkeler arasındaki rekabetle bağlantılı olduğu görülse de rekabetin yoğunlaşması, bu meselenin son yıllarda gündeme gelen diğer konularla ne kadar bağlantılı olduğunu ortaya çıkardı. Günümüzde ise bunlara cevap arayışı arttı. Gazın kontrolü, Avrupa ve Rusya arasındaki ilişkiyi etkiledi. Aynı zamanda devletlerin, Türkiye’den Almanya’nın müzakere yaklaşımı ve Fransa’nın çatışmacı yaklaşımı arasında farklı tavırlar almış olması dolayısıyla Avrupa Birliği (AB) içerisindeki ilişkiye de etki etti.
Bu mesele ayrıca, Türkiye ve ‘Libya’da, Suriye’de ve ılık sularda NATO’nun tarihi düşmanı’ arasında işbirliğinin arttığı bir dönemde, iki üye devlet olan Türkiye ve Yunanistan’ın Akdeniz dalgalarıyla mücadele etmek üzere olduğu göz önüne alındığında, NATO’nun geleceğini de ilgilendiriyor. Tüm bunlar ise ABD’nin bölgeden geri çekilmesi veya iç işlerle olası meşguliyeti hakkındaki konuşmalar ortasında gelişiyor.

Doğu Akdeniz gazı: Uluslararası çatışmalar için bir arena (2)

Lübnan ve Filistin’in arzuları, İsrail’in engelleri

Mısır, bölgesel bir doğalgaz merkezi olmaya çalışıyor​​​​​​​

Bölgesel bir mücadele alanı: Doğalgaz
 



Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
TT

Emperyal proje uğruna ulus devletlerin içeriden işgali

Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)
Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı? (Reuters)

Refik Huri
Irak'ta ulus devlet projesi dışında bir çözüm yok. Bu projenin karşısında büyük engeller duruyor. Geleneksel yapı ve bunun devlet seviyesinin altında projelerde istihdam edilmesi, Irak’ı emperyal projesinin bir parçası haline getirmek isteyen bölgesel planla bağlantılı engeller.
Ulus devlete inanan ve onun için çalışan Başbakan Mustafa el-Kazimi'nin zorlanmadan, zaman ve emek vermeden, yeni nesle, “Ekim Devrimi” nesline güvenmeden bu engelleri aşması kolay değil.
Durum epey kompleksli ve yargı üzerinde bile baskı var. Nitekim Haşdi Şabi’nin askeri geçit törenleri ortasında yargı, Kerbela’da aktivistlere suikast düzenlemekle itham edilen Haşdi Şabi’nin Enbar Operasyonlar Komutanı Kasım Muslih’i serbest bıraktı. Kazimi’nin dediği gibi, Musul’un DEAŞ’ın eline düşmesinin arkasında nasıl ki “yanlış gidişat” yer alıyorsa, DEAŞ’ın coğrafi kontrolü sonrası evreyi organize eden negatif gidişat da Irak’ın çöküşüne yol açabilir.
Devlete meydan okuyan ve devletin güvenliğine karşı tehlikeli uygulamaları olan Haşdi Şabi ile mücadelede Kazimi'nin sonuna kadar gitmesini neyin engellediği kimsenin meçhulü değil. Yine Başbakan'ın, Şii dini mercii Ayetullah Ali es-Sistani'nin Musul'dan Bağdat'a yönelmeye hazırlanan DEAŞ'a karşı koymak için verdiği "Cihad Fetvası”nın 7’inci yıldönümünde yaptığı konuşmada, resmin tamamını çizmesi beklenmiyordu.
Kazimi, Haşdi Şabi’nin “canavarı durdurmak” için harcadığı çabaları övdü ve dini merciinin; “Fetvanın ulusal olmayan projeler çıkarına siyasi ve ekonomik olarak istismar edilmesine” yönelik uyarılarını tekrar etmekle yetindi. Kazimi’nin; “Silahlı kuvvetleri destekleyerek ve performansını ulusal askeri kurallara göre kontrol ederek yanlış gidişatı düzeltmeye ve ülkeyi doğru çizgiye getirmeye” çalışmanın altını çizmesi de doğaldı.
DEAŞ Hilafeti’ne karşı mücadelede bir “gereklilik” olan Haşdi Şabi, DEAŞ’a karşı zaferin  ardından Irak için “zararlı” olmaya başladı.
Bağdat’taki Yeşil Bölge ve havalimanlarının yanı sıra ABD kuvvetlerini içeren askeri üslere roketler ve insansız hava araçları ile saldırılar düzenlemeye devam ediyor. Son olarak Asaib Ehli'l Hak örgütünün lideri, roket saldırıları ortasında ABD kuvvetlerine karşı savaş kararının alındığını deklare etti.
Bu, elbette eğitim ve bilgi alanları başta olmak üzere ihtiyaç duyulan hizmetlerin yanı sıra kuvvetlerin çekilmesi konularını ABD ile müzakere eden hükümetin kararı değil. ABD’nin nükleer dosyayla ilgili müzakereler sırasında kendisinden bölgesel etkisini sınırlama ve “istikrar bozucu davranışlarını” durdurma talebine karşılık, ABD'yi güçlerini “Batı Asya”dan çekmeye zorlayarak denklemi tersine çevirmek isteyen İran'ın kararı.
Bu karar, Arap ülkelerini kontrol etmek, ulus devlet projelerini fıkhi bir ad taşıyan emperyal bir proje lehine sona erdirmek amacıyla bu ülkelerin ordularına alternatif askeri kuvvetler oluşturmaya dönük geniş stratejinin bir parçası.
Gerçekler konuşuyor; Cihad Fetvası’ndan 7 yıl sonraki sahne, Haşdi Şabi’nin Necef'e bağlı "dini mercii Haşdi Şabisi" ve Velayet-i Fakih'e bağlı "Velayet Haşdi Şabisi" olarak ikiye bölünmüş olduğunu gösteriyor.
Velayet-i Fakih’e bağlı Haşdi Şabi, Hizbullah Tugaylarının öldürülen lideri Mehdi Mühendis’in belirttiği gibi bir “ümmet ve mercii projesi”.
Bir diğer lider de; “Biz Velayet-i Fakih’e bağlıyız ve onun dışında hiç kimseden emir almayız” demişti.
Haşdi Şabi’nin meşru ve kanunen silahlı kuvvetler başkomutanlığına, bir komuta zincirine bağlı olması, kadrolu ve maaşlı olması durumu değiştirmiyor. Bu durum, Lübnan’daki Hizbullah ve Suriye’deki birçok milis grubu gibi İran’ın tesis ettiği, finanse ettiği ve silahlandırdığı milisler, Yemen’de desteklediği ve silahlandırdığı Husi Ensarullah örgütü için de geçerli.
Bu grupların tamamı bulundukları ülkelerde iktidarı kontrol ediyor ve sadece Devrim Muhafızlarının direktiflerine uyuyorlar. Yemen’de Husilerin yaptığı gibi meşruiyete karşı darbeler gerçekleştiriyorlar. Bunlar her şeyden önce, bir dini grubun tamamını arkasında toplamaya çalışan mezhepçi milis gruplar.
Uluslararası ve bölgesel güçler arasında, Mollalar Cumhuriyeti gibi projesi için savaşacak ve onu savunacak milis grupları olan kimse yok. ABD, Rusya, Türkiye ve İsrail işgal için ordularını, içeriden ve dışarıdan paralı askerler kullanıyorlar. İran’a gelince, Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'ı bu ülkelerin evlatlarından oluşan milis gruplarla "işgal ediyor".
Milisler Velayet-i Fakih’e inanıyor ve bunu ümmetin kaderi olarak görüyorlar. Ancak bu emperyal proje birçok zorluk ve engelle karşı karşıya. Bunlar bir kısmıyla, İran'ın jeopolitik çatışmadaki emellerini sınırlayan bölgesel ve uluslararası güçlerin çıkarlarıyla çatışmasından kaynaklanıyor. Bir kısmını da çok mezhepli ülkeler üzerinde tek bir mezhep veya dini grubun hegemonyasını reddeden yerel güçlerle mücadele oluşturuyor.
Bu noktada şu basit soruyu sormalıyız; Irak’ın 1 buçuk milyondan oluşan eğitimli bir askeri kuvveti varken Haşdi Şabi’ye ihtiyacı var mı?
Cevap daha da basit; katiyen yok.
Gelgelelim, Haşdi Şabi ve milisleri yaratan emperyal proje hala bunu empoze etme gücüne sahip, ama nihayetinde gelecek yalnızca ulus devletlerindir.