Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?
TT

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Evangelistler bir kez daha ABD seçimlerini belirler mi?

Ziad al-Faifi
Kamuoyu yoklamalarına göre, Evangelist beyaz Protestanların yüzde 77’si, Trump’ın birinci başkanlık dönemindeki performansından memnun.
Amerika Birleşik Devletleri, seküler demokrasinin dünyadaki en önemli kalelerinden biri gibi görünmüyor. Siyasi geleceğini, resmi kurumlarının ve hükümet sisteminin oluşumunda var olan dini etkiden uzak bir şekilde analiz edecek kadar laik değil. Zira özellikle Evangelist beyaz Protestanlar söz konusu olduğunda siyasal Hristiyanlık, başkanlık yarışının gidişatında ağır basan güçlerden biri olarak ABD seçimlerinde açıkça hazır bulunuyor.
Donald Trump ve Hillary Clinton arasındaki 2016 Başkanlık seçimlerinin seyri üzerinde bu kesimin ana etkisi hakkında çok şey söylendi. Evangelistler, seçimlerin Trump’ın lehine sonuçlanmasına katkıda bulunmuşlardı. Anketler, bu kesime mensup 10 kişiden 8’inin Trump’ı seçtiğini ve hala da popüler tabanını ya da büyük bir bölümünü oluşturduklarını gösteriyor.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre, haberde, ABD Genel Din Araştırmaları Enstitüsü’nün düzenlediği ankete göre, Evangelist Beyaz Protestanların yüzde 77’si, Trump’ın performansından memnun olduklarını, yüzde 98’i ise, birinci başkanlık döneminde Demokratların liderlik ettiği Trump hakkında cezai kovuşturma ve azil sürecini başlatma çabalarına karşı olduklarını belirttiler.
Gözlemciler, radikal Hristiyanların, tıpkı tanınmış Amerikan iş insanını siyasete atılmaya teşvik ederek 2016 sürprizinin yaratılmasına katkıda bulundukları gibi, kendisini ikinci kez iktidara getirecekleri tahmininde bulunuyorlar. Bazıları da daha çok Evangelistlerin bu yılki seçimlerin gidişatını belirlemekteki rollerini takip ederek, bu yılki yarışı ABD tarihinin en sıcağı olarak tanımlıyorlar.

Siyasal Hristiyanlık
Evangelist Protestanlık, geleneksel rakibinin aksine, Amerikan siyasetinde geniş ve etkili bir varlığa sahip. Basında yer alan haberlere göre, kendisine mensup gruplar, yüzlerce dini TV kanalı, binden fazla radyo kanalını, ABD geneline yayılmış sayısız kitabevini yönetiyorlar. Bütün bunlara ayrıca, aile merkezleri, okullar, çocuklar ve aileler için eğlence amaçlı toplantılar şeklindeki  sosyal faaliyetleri de ekleniyor.
Bu dini grubun güçlü ve organize varlığı, seçim yarışının Mesih’in lehine sonuçlanma şansını korumaya katkıda bulunuyor. Kamuoyu araştırmalarına göre, Evangelist sağ, yetmişli yıllardan itibaren, başkanı belirlemekte başarılı oldu. 1976’da Jimmy Carter’ı desteklemeleri ile başlayan bu süreç, 2000 yılında seçimlerin oğul George Bush lehine sonuçlanmasına kadar devam etti. Genel Din Araştırmaları Enstitüsü’nün anketinin gösterdiği gibi, 18-29 yaşları arasındaki Evangelist Beyaz Protestanların yüzde 78’i, Cumhuriyetçi ya da Cumhuriyetçi Parti’yi desteklemeye eğilimli bağımsızlardan oluşuyor. ABD konusunda uzman siyasi analist Yasir el-Gaslan da bunu onaylıyor: Siyasete ilk girdiklerinde Evangelistlerin çoğu, Demokrat Başkan Jimmy Carter’ı desteklemişlerdi. Fakat Ronald Reagan’ın başkan olmasıyla büyük bir çoğunluğu Cumhuriyetçi Parti’ye yöneldi ve parti içindeki muhafazakar sağın bir parçasını oluşturdu.
Gaslan, Evangelistlerin genel siyasi eğilimlerini ise şöyle tanımlıyor: Evangelistler, üniversite eğitimi almamış, geleneksel meslek sahibi ve çiftçi beyaz kesimlerden oluşuyor. Bu kesimler, Demokrat Parti’nin temsil ettiği ve üstten bakma olarak tanımladıkları bakışa karşı çıkıyorlar. Bu nedenle, Evangelistlerin büyük bir bölümü, partinin eğilimleri ile bu dini grubun ilkeleri birleştiği için temelde Cumhuriyetçidirler. Bu da onları, Cumhuriyetçi aday için önemli hale getirmektedir.   
Bu etki, Evangelistlerin ABD nüfusunun yaklaşık dörtte birini ve tüm Amerikan Protestanlarının yaklaşık yüzde 40'ını oluşturmasından kaynaklanmakta. Misyoner topluluğunun bu başarısının kaynağında, kendi şemsiyesi altında organize gruplara sahip olması yer alıyor. Sözgelimi, ABD Hristiyan Kiliseleri Konseyi, Ulusal Evangelist Birliği ve Dünya Kiliseler Konseyi gibi. Bu güçlü Hristiyan grubu, bunlar ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla kendi propagandasını yapıyor ve katılımları medya, sosyal ve dini araçlarını kullanarak organize ediyorlar.

Evangelist kuşak
Seçiciler Kurulu’ndan alınan oyların sayılma şekli göz önüne alındığında, demografik dağılım düzeyinde Hristiyan unsurlar, ülkenin güneyinde seçim sürecine etki etmelerini kolaylaştıran coğrafi bölgelere sahip. Seçim sistemine göre adayın, Seçiciler Kurul’dan alacağı oyları garanti altına alabilmesi için eyaletlerde oylarının çoğunu alması yeterli.
Dolayısıyla, çok sayıda önemli eyalette ve Seçiciler Kurulu’ndaki ağırlığı, coğrafi dağılıma sahip olması da göz önüne alındığında bu, Evangelist Protestan unsuru, başkanının belirlenmesinde baskın bir tarafa dönüştürüyor. Bu nedenle durum “Evangelist Kuşak” olarak adlandırılıyor.
Evangelist Kuşak, ABD’nin güneydoğusundaki Atlantik Okyanusu kıyılarından Teksas'ın batı sınırlarına kadar uzanıyor.
Ayrıca şu eyaletleri kapsıyor; Kuzey Carolina, Güney Carolina, Georgia, Alabama, Louisiana, Mississippi, Tennessee, Kentucky, Arkansas, Missouri, Kansas, Oklahoma ve Teksas.
Toplamda 538 üyeden oluşan Seçiciler Kurulu’nda bu eyaletleri temsil eden üyelerin sayısı 149’dur. Bu üyeler, Evangelistlerin Ronald Reagan zamanında Cumhuriyetçi Parti’ye yönelmelerinden bugüne kadar çoğu zaman, Cumhuriyetçilerin lehine oy kullandılar.
Bu eyaletler, eyaletlerin geri kalanında bilinen dini veya sosyal çeşitliliğe sahip değil. Bununla birlikte, nüfusun yaklaşık yüzde 20'sini kapsayan bir bileşen olarak siyahların varlığı, Cumhuriyetçi Parti’nin söz konusu eyaletler üzerindeki kontrolünü artan bir şekilde güncelleştiren bir unsur teşkil ediyor. Zira dini bağlılıklarına rağmen Afrikalı göçmenlerin çoğu, Demokrat Parti'ye oy vermeyi tercih ediyorlar.
Ancak bu yıl, bu altın kemeri kazanma yarışı daha zorlu geçecek gibi görünüyor, çünkü anketler, Joe Biden’ın bu kuşağın önemli eyaletlerinden biri olan Kuzey Carolina’da, Trump’tan yüzde 1’den daha az oranda önde olduğunu gösteriyor. Oysa 2016’daki seçimlerde Trump bu eyalette, Hillary Clinton’dan 4 puan ilerideydi. Dolayısıyla bahsi geçen anket sonuçları, bu geniş coğrafyada önümüzdeki ayda kıyasıya bir mücadelenin yaşanacağının işaretlerini veriyor.

Kurtarıcı Trump
ABD’de Hristiyan aktivistlerin düzenlediği bir konferansta, Papaz Andrew Brunson elini Başkan Trump’ın omzuna koyarak şöyle demişti: “Ey Babamız, Başkan Trump’a karşı merhametli  bir kalbin olduğunu görüyorum, bu yüzden onu kendine yaklaştır. Kimin güvene layık kimin de olmadığını bilmek için Tanrı’dan sana gaybi ilim vermesini diliyorum. Tanrı, Başkan’ın ve bu ülkenin kötülüğünü isteyenlerin oyunlarını bozsun”. Bu arada Başkan, Türkiye’de birkaç yıl tutuklu kalmasından sonra özgür kalmasını Beyaz Saray yöneticisine borçlu olan Evangelist Papaz Andrew Brunson’ın önünde huşu içinde duruyor gibi görünüyordu.
Başkan'ın korumaya çalıştığı bu Tanrı ve Mesih ile dini ilişkisinden gurur duyan, dindar Protestan Hristiyan imajı, dini çevrelerdeki öncülerinkine benzemeyen kariyeri ile uyuşmuyor. Zira  adı, “komplo” olarak tanımladığı birkaç cinsel skandala karışan, görünüşüne ve bir TV yıldızı olmaya ve bunu korumaya önem veren, birçok kadınla ilişkisi olup birden fazla kez evlenen Trump, görünüşte Evangelist toplumun seçkinleri ile uyumlu görünmüyor.
Ancak bu durum iki taraf arasındaki ilişkiyi çok da etkiliyor gibi görünmüyor. Siyasi analist Gaslan bunu, Trump’ın ahlakı kendilerine sorulduğunda birçok Evangelist liderin seçimlerini destekleyen şu sözlerine bağlıyor: “Tanrı'nın yeryüzünde hakikati gerçekleştirmek için kendi yolları vardır. İnsanlar olarak bizim gözümüzde eksik olanları Tanrı, yaşamlarımızda ve kullarında eksik olanı tamamlamak için kullanır”.
Gaslan buna bir neden daha ekliyor, o da, bu grupların Trump’ı sadece kabul edilebilir bir aday olarak görüyor olmaları. Ardından sözlerini şöyle sürdürüyor: “Evangelistler Trump’ı temsilcileri olarak değil sadece hedefleri için kabul edilebilir bir aday olarak görüyorlar. Zira herkes, Trump’ın Evangelistlerin benimsediği temellere en uzak aday olduğunu biliyor, ancak bu, dogmatik hedeflerini gerçekleştirdiği sürece onlar için önemli değil”. Bu hedefler hakkında ise şunu söylüyor: “Evangelistlerin hedefi, Mesih’in geri dönüşünü hızlandırmak için İsrail’i güçlendirmek. Bu onlar için temel bir inanç ve kehanettir. Trump da bunu gerçekleştirmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra, yaşam hakkını savunurken, kürtaja ve eşcinsel evliliklere karşı çıkıyor”.
Gaslan’a göre, İsrail’i güçlendirme konusundaki karşılıklı bağımlılık, başka her şeyden bağımsız olarak her iki tarafın başarısı için stratejik bir araca dönüşmüş bulunuyor.
Trump, Hristiyan gruplar tarafından düzenlenen etkinliklere ve kilise toplantılarına katılmaya ve kendilerine hitap ederken dini bir dil kullanmaya önem veriyor. Nitekim, birkaç hafta önce ölen Yüksek Mahkeme’nin eski liberal ve kadın hakları savunucusu başkanı Ruth Ginsburg’un yerine muhafazakar Amy Barrett’ı bu nedenle aday gösterdi. Bu adımı, devletin hassas konumlarında liberallerin aleyhine olacak biçimde Hristiyan sağın varlığını takviye etmeye yönelik devam eden çabalarına ilişkin yaygın tartışmalara yol açtı.

Trump, Biden’ı dinsiz ilan etti
Donald Trump, halihazırda yürüttüğü seçim gezilerinin başlangıcında, Oklahama eyaletinde destekçilerine yaptığı miting konuşmasında “Biden’ın kazanmaması gerekiyor, çünkü o Tanrıya karşı” demişti.
ABD Başkanlık yarışındaki dinin varlığının tam bir tezahürü olan şu sözlerini de ekledi: “Silahlarınızı almak istiyor, Anayasa’nın ikinci ek maddesini kaldırmak istiyor. Dini yok, hiçbir şeyi yok. İncil’i ve Tanrı’yı incitecek. O Tanrı’ya karşı, silahlara karşı, bildiğiniz enerjiye karşı, o her şeye karşı’’.  
Dinin bu varlığı sadece Trump tarafından kullanılmıyor, kendisini bir din savaşı içinde bulan Biden da bu oyunu Trump gibi oynamaya çalışıyor ama gözlemcilere göre oyunun kurallarını bilmiyor. Partisinin tabanına hakim olan liberal değerler, bu alanlarda manevra yapma kabiliyetini kontrol ediyor. Laik ve ılımlı gruplar ile diğer dinlerin mensupları onun tabanının bir parçasını oluşturduğu için sağcı Hristiyanlar ile kendi tabanına yönelik söylemlerini dengelemesi gerekiyor. Bir yandan Müslümanların oyunu almak için, “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir” hadis-i şerifini okuyup, yönetiminde Müslümanlara görev vereceğini söylerken, diğer yandan dindar Hristiyanlara kendisini bir muhafazakar olarak sunması zor.
Çekişmeli seçim yarışını yakından takip eden analist Yasir Gaslan da bunu doğruluyor: “Her iki partinin de tabanları farklı. Biden, yasaları ve ilkeleri dinin değil halkın belirlemesi gerektiğine inanan liberal bir referanstan yola çıkıyor. Bu nedenle, partisinin olağan duruşunun dindar Hristiyanların oylarını almasını sağladığı Trump’ın aksine Biden, dini ilkelere uymayan kürtaj ve eşcinsel evliliklerle ilgili yasaları destekledi”.
Ancak şunu da sözlerine ekledi: “Cumhuriyetçi sağın, Biden ve partisini din ve ahlak karşıtı gibi gösterme girişimlerine rağmen rakamlar, Yahudilerin ve Katolik Hristiyanların Biden’e desteğinin daha büyük olduğunu gösteriyor. Trump ise sadece Evangelistik Protestanlardan aldığı desteği muhafaza ediyor”.
Ne var ki, Demokrat adayın önünde bir engel daha var; o da ABD seçim kuralları arasında var olan ve Protestan Hristiyan adayı diğer din veya mezheplerden adaylara tercih eden yazılı olmayan geleneksel bir yasadır. Bu, anayasada yer almasa da geleneksel olarak bağlı kalınmaktadır ve sadece tek istisnası var; John Kennedy. Kennedy ülke tarihindeki tek Katolik başkandı.
Biden de bir istisna ve ülkenin ikinci Katolik başkanı olmayı umuyor. Aynı eski başkan Barack Obama döneminde ilk Katolik başkan yardımcısı görevine getirilerek bundan önce bir istisna oluşturduğu gibi.



HTŞ: Kökenler, ideolojik değişimler ve siyasi ideoloji

Suriye geçiş hükümeti tarafından yayınlanan bir fotoğrafta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara Şam'daki başkanlık sarayında İspanya Dışişleri Bakanının gelişini beklerken, 16 Ocak 2025 (AFP)
Suriye geçiş hükümeti tarafından yayınlanan bir fotoğrafta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara Şam'daki başkanlık sarayında İspanya Dışişleri Bakanının gelişini beklerken, 16 Ocak 2025 (AFP)
TT

HTŞ: Kökenler, ideolojik değişimler ve siyasi ideoloji

Suriye geçiş hükümeti tarafından yayınlanan bir fotoğrafta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara Şam'daki başkanlık sarayında İspanya Dışişleri Bakanının gelişini beklerken, 16 Ocak 2025 (AFP)
Suriye geçiş hükümeti tarafından yayınlanan bir fotoğrafta Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara Şam'daki başkanlık sarayında İspanya Dışişleri Bakanının gelişini beklerken, 16 Ocak 2025 (AFP)

Abbas Şerife

Ahmed eş-Şara tarafından kurulan ve ilk adı Nusra Cephesi olan Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ), 2011 yılı sonlarında Ebubekir el-Bağdadi'nin desteği ve yönlendirmesiyle DEAŞ’ın Suriye devrimindeki bir koluydu. Ancak HTŞ, Suriye'de rejime karşı birkaç üst düzey ve başarılı askeri operasyon gerçekleştirmesinin ardından güçlenmesi ve halk arasında iyi bir itibar kazanmasının sonrası takipçilerinin ve destekçilerinin sayısı arttı ve binlerce yabancı savaşçıyı saflarına çekti.

DEAŞ tamda bu noktada HTŞ’nin kendi aleyhine olacak şekilde büyüdüğünü hissetti ve Suriye'ye girerek Nusra Cephesi'nin DEAŞ’a bağlılığını ilan etmesi ve tüm askeri, insani ve mali kazanımlarını DEAŞ bünyesine katması için “Nusra Cephesi” adı altındaki çalışmaları iptal etme kararı aldı. Ancak Nusra Cephesi’nin lider kadrosu, DEAŞ’ın Irak koluna biat etmenin hatalar ve felaketlerle dolu Irak deneyimini tekrarlayacağını, mezhep savaşına dönüşeceğini ve DEAŞ’a biat etmeyi kabul etmesi halinde devrimin elde ettiği tüm kazanımları yok edeceği düşüncesiyle öne atılmaya ve El Kaide lideri Eymen ez-Zevahiri'ye bağlılığını ilan ederek aralarında dönüşü olmayacak ayrılık hikayesini başlatmaya karar verdi. HTŞ böylece bir yandan İslami referans noktasını korurken diğer yandan uluslararası ve bölgesel koşulları ve Suriye'deki yerel toplumun doğasını dikkate alarak pragmatik ve gerçekçiliğe dayalı farklı bir siyasi çizgi benimsedi.

Bu makalede HTŞ'nin fikri gelişiminin aşamalarını, siyasi ve askeri doktrinini ve lideri Ahmed eş-Şara'nın stratejik düşünce yapısını tartışarak, askeri operasyonların yönetimindeki müttefikleriyle birlikte son derece karmaşık uluslararası ve bölgesel koşullarda 11 günlük bir savaşta Beşşar Esed rejimini devirmeyi başaran bu en organize ve disiplinli grup hakkında bilgi edineceğiz.

I. Ortaya çıkışından HTŞ'ye geçiş aşamaları

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analizde HTŞ’nin  2011 yılı sonlarında Nusra Cephesi olarak ortaya ilk çıktığı günden bugüne geçirdiği dönüşüm ele alındı. İşte HTŞ’nin geçirdiği önemli aşama ve dönüşümler…

İlk aşama ve cihatçıların meşrulaştırılmasındaki değişim

Bu aşama 10 Nisan 2013 tariihnde Nusra Cephesi lideri Ahmed eş-Şara'nın, o zamanki adıyla Ebu Muhammed el-Culani'nin, El Kaide’ye ve lideri Eymen ez-Zevahiri'ye bağlılığını ve DEAŞ'tan ayrıldığını açıklamasıyla başladı. Aynı gün DEAŞ lideri Ebu Bekir el-Bağdadi de Nusra Cephesi’nin DEAŞ’tan ayrıldığını duyurdu. Bu noktada DEAŞ'ın bir koluyken El Kaide'nin bir koluna dönüşen Nusra Cephesi, zayıf iletişim ve genel olarak örgütün zayıflığı nedeniyle resmi bir ilişki içinde olduğu El Kaide'nin Suriye kolu haline geldi.

Bu resmi bağa rağmen Ahmed eş-Şara Suriye sınırları dışında herhangi bir faaliyet yürütmedi ve El Kaide ile olan bağı sadece DEAŞ’ın Suriye'ye nüfuz etmesini engellemek için siyasi zorunlulukların dayattığı bir önlem olarak kaldı. Ahmed eş-Şara, DEAŞ'tan farklı bir cihatçı şemsiye altında inşa ettiği gücü korumak için El Kaide’ye ya da DEAŞ'a biat etmekten ziyade onlardan bağımsız olmak ve herhangi bir katı vesayet olmadan kendi askeri eylem alanını aramakla ilgileniyordu. Bu da El Kaide liderliğinin Suriye'ye taşınmaya ve örgütün Suriye kolunun liderliğini kontrol etmeye çalıştığı sırada ondan ayrılmasını açıklıyor.

Ahmed eş-Şara Suriye sınırları dışında herhangi bir faaliyet yürütmedi ve El Kaide ile olan bağı sadece DEAŞ’ın Suriye'ye nüfuz etmesini engellemek için siyasi zorunlulukların dayattığı bir önlem olarak kaldı.

İkinci aşama ve örgütsel dönüşüm

Nusra Cephesi'nin karşılaştığı zor koşullar, 2016 yılın ağustos ayı başlarında müttefik gruplardan oluşan Ceyş’ul-Fetih'in Halep'i kurtarmak için başlattığı operasyonun örgüt içi anlaşmazlıklar ve El Kaide'nin Nusra Cephesi'nin Suriye kolunun liderliğini kontrol etme girişimi nedeniyle başarısızlığa uğraması, Şara'yı diğer grupları kapsamlı bir projede kendisiyle birleşmeye davet etmesinin bir başlangıcı olarak Nusra Cephesi'nin El Kaide'ye bağlı olduğuna dair grupların korkularını gidermek üzere yeni bir proje önermeye itti. Şara, 14 Aralık 2014 tarihinde Feth’uş-Şam Cephesi'ni kurdu ve kuruluş bildirisinde El Kaide ile olan ilişkisini sona erdirerek yeni oluşuma ulusal ve yerel bir karakter kazandırdı, böylece ulusötesi çerçevede El Kaide ile bağlarını kopardı. El Kaide lideri Zevahiri, bu hamleyi reddetti ve 2018 yılının şubat ayında Hurras ed-Din grubunu kurarak örgütü yeniden canlandırmaya çalıştı, ancak Şara daha sonra bu örgütü dağıttı.

Üçüncü aşama ve ideolojik dönüşüm

Bu aşama 28 Temmuz 2016'da Nureddin Zengi Hareketi, Ceyş’ul--Ahrar, el-Fecr Hareketi ve Liva el-Hak gibi çeşitli grupları içeren HTŞ'nin kurulmasıyla başladı.

HTŞ bu şekilde Selefi cihatçılığa olan entelektüel bağımlılığını sona erdirmiş, Makdisi ve Ebu Katade gibi figürler artık HTŞ'nin yönelimleri ve kararları üzerinde şer'i bir etki oluşturmamıştır. Bu dönemde El Kaide ve Selefi cihatçılığın yaklaşımından koparak şer'i söylemini değiştirmeye başlayan HTŞ, belirli bir akımın kararlarından ziyade fıkhi dört mezhebe dayalı bir otoriteden bahsetmeye başladı ve şer’i ve ilmi üst düzey konumlara sahip Suriyeli isimlere yöneldi.

HTŞ, Selefi cihatçılıkla ideolojik bağını koparırken Makdisi ve Ebu Katade gibi isimlerin HTŞ'nin yönelimleri ve kararları üzerinde meşru bir etkisi kalmadı.

Dördüncü aşama ve siyasi dönüşüm

Bu aşama 2 Kasım 2017 tarihinde Suriye'nin kuzeybatısında HTŞ Kurtuluş Hükümeti'nin kurulmasıyla başladı. Suriye'nin kuzeybatısında hizmet sağlamak için HTŞ dışından bağımsız teknokrat isimlere yer veren ve aynı zamanda halk arasında kabul gören çok sayıda aktivisti ve medya profesyonelini yanına çekmeye çalışan HTŞ, 2017 yılının ekim ayında kontrol ettiği bölgelere Türkiye'nin gözlem noktaları yerleştirmesini kabul etti. HTŞ’nin Esad Hasan eş-Şeybani başkanlığında bir siyasi yönetim kurması, HTŞ ile Türkiye ve kendisiyle iletişim kurmaya başlayan birçok ülke arasında ilişkilerin önünü açtı.

II: Siyasi ve askeri doktrin

Ahmed eş-Şara ABD’li gazeteci Martin Smith'in 2021 yılının haziran ayı başlarında hazırladığı “The Jihadist” adlı belgeselde, El Kaide'nin yaklaşımının yanlış ve sapkın, 11 Eylül 2000 olaylarının kabul edilemez bir suç olduğunu, DEAŞ'ın Suriye'nin kuzeybatısında HTŞ'nin kontrol ettiği bölgelerde yasaklı bir örgüt ve bugün İdlib'de onunla savaşanın HTŞ olduğunu ve HTŞ'nin terör örgütü listelerinde olmasının siyasi bir sınıflandırma ve Batı'nın yeniden gözden geçirmesi gereken haksız bir karar olarak gördüğünü ve bunu ortadan kaldırmaya çalışmanın meşru bir görev olduğunu belirtti. ABD ve Batı ülkeleriyle ortak ve önemli çıkarlardan bahseden ve yabancı gazetecileri dünyaya gerçekleri aktarmak üzere İdlib'e davet eden Şara, gazetecilerinin can güvenliğinin ve basın özgürlüğünün sağlanacağı sözü verdi.

Ahmed eş-Şara, El Kaide'nin yaklaşımının yanlış ve sapkın, 11 Eylül 2000 olaylarının kabul edilemez bir suç ve DEAŞ'ın Suriye'nin kuzeybatısında HTŞ tarafından kontrol edilen bölgelerde yasaklı bir örgüt olduğunu söyledi.

Suriye'de yaşananları cihatçı bir hareketten ziyade katil ve cani bir rejime karşı halk devrimi olarak yeniden tanımlayan Şara, devrim bayrağının, yıllarca yasaklandıktan sonra İdlib’deki gösterilerde göndere çekilen bayrak olduğunun altını çizdi. Adını ve ailesinin durumunu ayrıntılı bir şekilde açıklayarak oldukça şeffaf bir imaj çizen Şara, azınlıkların ve mezheplerin şeriat metni tarafından garanti altına alınan haklarından bahsetti. Şara, Rusya ve Türkiye arasında 2020 yılının mart ayında imzalanan rejimle ateşkes anlaşmasına bağlı olduğunu da vurguladı.

Askeri doktrin gelince Nusra Cephesi'nin bir dönem El Kaide'ye bağlı olmasına rağmen HTŞ Suriye sınırları dışında herhangi bir askeri ya da güvenlik faaliyetinde bulunmadı. Şara, 2016 yılında El Kaide ile bağlar koparıldığında 18 bin Suriyeli ve çoğu Uygur, bir kısmı ise çeşitli Arap ve Müslüman ülkelerden yaklaşık 5 bin yabancı unsura sahip olan HTŞ'nin savaş doktrininin yerel bir ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlandığını vurguladı.

HTŞ’nin ideolojik yaklaşımı ise tüm içtihat ekollerine açık olan ve ‘Selefi cihatçılık’ yaklaşımıyla sınırlı olmayan ılımlı bir İslam anlayışına dayanıyor.

III: HTŞ yönetim kadrosunun stratejik vizyonu

Şara'nın siyasi görüşü ideolojiye ya da hazır teorik reçetelere dayanmıyor, o daha ziyade iyi bir okuyucu olmasına rağmen plan yapmayı bilen, üstün bir stratejik sabır yeteneğine sahip ve hesaplanmamış askeri maceralara asla girmeyen bir adam. Ayrıca fırsatı iyi görüp doğru zamanda değerlendiriyor ve siyasi tanınmanın sadece resmi bir yasal hak olmadığına, sizi zor bir figür haline getiren ayaklarınızın yere sağlam basması gerektiğine inanıyor. Devletlerin hayati çıkarları sizinle kesiştikçe, uluslararası ve bölgesel tarafları sizinle ilgilenmeye ve sizi önemli bir oyuncu olarak tanımaya zorlamanız gerektiğini düşünüyor.

Şara, İdlib'in coğrafi darlığı, kaynak eksikliği, yoğun nüfus ve kalabalık mülteci kampları gibi zorluklarını fırsata çevirdi. Beşşar Esed rejimi, tüm muhaliflerini İdlib'e sürdüğüne, onlardan sonsuza dek kurtulduğuna ve İdlib'deki uzun bekleyişlerinin umutlarını yitirip teslim olmalarına yahut Avrupa'ya göç etmelerine neden olacağına inanıyordu.

İdlib'in nüfusu hem asıl sakinleri hem de Suriye'nin diğer illerinden yerinden edilenlerle birlikte, 1 milyonu çadırlarda yaşayan 4 milyonu aşıyor.

Şara'nın siyasi görüşü ideolojiye ya da hazır teorik reçetelere dayanmıyor, o daha ziyade iyi bir okuyucu olmasına rağmen plan yapmayı bilen, üstün bir stratejik sabır yeteneğine sahip ve hesaplanmamış askeri maceralara asla girmeyen bir adam.

İdlib'de üniversiteler açarak bu insan kaynağına yatırım yapan Şara, çoğu HTŞ üyesi olan 18 bin kız ve erkek öğrencinin eğitime ulaşmasını sağladı. Askeri alanda ise Şara, askeri kışlalar ve bir askeri akademi kurdu. Muhalif gruplarla ittifaklarını artırdı. Tam teçhizatla donatılmış 17 muharip tugay oluşturdu. Yerli yapım Şahin insansız hava araçlarını üreten yerel askeri üretimi destekledi.

Ayrıca, içeriden HTŞ’ye sızma ve örgütü dağıtma girişimlerine karşı koyabilen ve kendisini devirmeye çalışan tüm isyancı hareketleri baskı altına alabilen güçlü bir güvenlik birimi kurdu. Askeri, ekonomik, hizmet ve güvenlik alanlarındaki tüm bu başarılarına rağmen, Suriye’nin ne zaman özgürleştirileceği ve rejimle mücadele, özellikle de rejim tarafından şehirlerinden ve köylerinden sürülen yerinden edilmiş insanlar için her zaman değişmez bir soru işareti olmaya devam etti.

Ukrayna ve Rusya arasında 2022 yılının şubat ayı başlarında savaşın başlaması, Rusya'nın bu savaşta askeri gücünü tüketmesi halinde nereye kadar kendi içine çekilebileceği sorusunu gündeme getirdi. Ardından 7 Ekim 2023 tarihinde Hamas’ın İsrail’e saldırısının ardından  Gazze Şeridi’nde başlayan savaş, savaşın hangi boyutlara ulaşabileceği ve İran'ın Suriye ve Lübnan'daki silahlı uzantılarını kaybedip kaybetmeyeceği şeklindeki başka bir soruyu gündeme getirdi.

Şara, tüm bu gerçekler çerçevesinde hazırlıklara başlasa da İsrail, Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaşı Lübnan'a doğru genişlettikten sonra savaşa girme kararı aldı. Hizbullah'ın 26 Kasım 2024 tarihinde İsrail ile ateşkes anlaşması imzalamasının ardından 27 Kasım 2024 tarihinde savaşa girme kararıyla harekete geçildi. Tam 11 gün içinde büyük bir ilerleme kaydedildi ve 8 Aralık 2024 günü Şam sokaklarında yürüyen Askeri Operasyonlar İdaresi üyeleri Beşşar Esed rejiminin düştüğünü ilan etti.

Devlet düşüncesine geçiş

HTŞ, Esed rejimini devirmesinin ardından Şam'a ulaşması ve Şara'nın Halk Sarayı'na girerek Suriye topraklarının ve devlet kurumlarının büyük bölümünü kontrol etmesi sonrası şimdi en önemli meydan okumayla karşı karşıya. Bir örgüt devlete dönüşebilir mi? Suriye’nin tüm kesimlerine açılım ve Suriyelilerin sahiplendiği ve ortak olduğu sivil, çoğulcu, demokratik bir devlete siyasi bir geçiş olasılığı ne kadar mümkün? HTŞ’nin lider kadrosunun gelinen aşamanın gereklerinin farkında, bu dönüşümü gerçekleştirme arzu ve kabiliyetine sahip ve bu konuda zamana karşı bir yarış içinde olduğu herkes tarafından biliniyor.

HTŞ’nin son 13 yılda aldığı cesur ve beklenmedik kararlar ve geçirdiği değişimler, onun Suriye devletini ve kurumlarını inşa etme lehine olacak şekilde kendinden ödün vermeye devam edeceği konusunda bize iyimser bir tablo sunuyor. Son yıllarda yabancı savaşçıların davranışlarını kontrol etme yeteneği, bu dosyayı yönetme konusunda Şara’ya olan güvenimizi artıyor.