Biden’ın kabine adayları

Jay Inslee Enerji Bakanı (solda) (New York Times), Susan Gordon Ulusal İstihbarat (DNI) Direktörü (AP), William Burns de Dışişleri Bakanı görevleri için aday gösterildiler. (Getty)
Jay Inslee Enerji Bakanı (solda) (New York Times), Susan Gordon Ulusal İstihbarat (DNI) Direktörü (AP), William Burns de Dışişleri Bakanı görevleri için aday gösterildiler. (Getty)
TT

Biden’ın kabine adayları

Jay Inslee Enerji Bakanı (solda) (New York Times), Susan Gordon Ulusal İstihbarat (DNI) Direktörü (AP), William Burns de Dışişleri Bakanı görevleri için aday gösterildiler. (Getty)
Jay Inslee Enerji Bakanı (solda) (New York Times), Susan Gordon Ulusal İstihbarat (DNI) Direktörü (AP), William Burns de Dışişleri Bakanı görevleri için aday gösterildiler. (Getty)

ABD Başkanı Donald Trump ile başkan seçilen Joe Biden arasındaki iktidarın devriyle ilgili yaşanan tartışmalı geçiş süreci sürmesine rağmen Amerikan medyasının bir kısmı Biden'ın kabinesine atamayı düşündüğü adayların isimlerini açıkladı. Medyada çıkan haberlere göre Biden, Trump'ın kurduğu ve neredeyse 40 yıldır çoğunlukla beyaz erkek adaylardan seçilen yönetimin aksine farklı yüzler ve isimler seçmeyi, etnik ve cinsiyet temsilinin tabanını genişletmeyi planlıyor. Biden ayrıca yeni yönetiminin ABD'deki değişiklikleri giderek daha fazla yansıtacağını söylüyor. The New York Times gazetesi, Biden'ın geçen yaz kaleme aldığı bir köşe yazısındaki şu ifadeleri aktardı:
“Okul sıralarından mahkemelere, bakanlıklara kadar her alanda liderliğimizin ve kurumlarımızın ABD’nin gerçek imajını yansıttığından emin olmalıyız.”
Ancak Biden'ın yönetim biçimi, Senato'nun kontrolünü ve partisindeki siyasi akımları, özellikle ilerici olanları elinde tutmaya çalışmaya devam eden Cumhuriyetçilerle çatışabilir. Bu, onu yönetimi için seçtiği isimler üzerinde anlaşmak üzere müzakerelere ve pazarlıklara girmeye zorlayabilir. Biden'ın yönetiminde Cumhuriyetçi isimlere de yer vereceği neredeyse kesinleşirken Delaware eyaletinin eski Senatörü Ted Kaufman, bakanlıkları dolduracak adayların listesini hazırlamakla görevlendirildi.
The New York Times, dün Biden yönetiminde seçilecek muhtemel isimlerin veya Biden yönetiminde pozisyon almakla ilgilendiklerini ifade edenlerin bir listesini yayınladı.

Dışişleri Bakanlığı
Dışişleri Bakanı aday listesinde, Warren Christopher ve Madeleine Albright gibi eski dışişleri bakanları bünyesinde görev yapmış olan eski diplomat ve Carnegie Enstitüsü Başkanı William Burns yer alıyor. Diğer bir isim de Cumhuriyetçilerle de iyi ilişkileri olan Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde görev yapan Chris Coons. Muhtemel diğer isim ise Susan Rice. Kendisi, Obama'nın Ulusal Güvenlik Danışmanı, Dışişleri Bakan Yardımcılığı ve ABD'nin BM Daimi Temsilciliği görevlerinde bulundu. Ancak Cumhuriyetçiler arasında sorunlu bir figür olarak biliniyor.

Savunma Bakanlığı
Savunma Bakan Yardımcılığı görevinde bulunan Michele Flournoy, bu pozisyona getirilme şansı en yüksek olanlar arasında görülüyor. Flournoy, bu yüksek pozisyona getirilen ilk kadın olabilir. Listede ayrıca Illinois Senatörü olan ve Irak'ta 2014'te helikopter kazasında 2 bacağını da kaybeden eski Yarbay Tammy Duckworth de var. Eski İç Güvenlik Bakanı siyahi Jeh Johnson'ın ismi de Savunma Bakanlığı için geçiyor.

Ulusal Güvenlik Danışmanlığı
Antony Blinken, bu pozisyon için neredeyse tek aday olarak görülüyor. Biden'a üst düzey dış politika danışmanlığı yapan ve Senato Dış İlişkiler Komitesi’ndeki yardımcısı olan Antony Blinken, aynı zamanda Obama döneminde Dışişleri Bakan Yardımcısı görevinde bulundu.

Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanlığı
Önceden Barack Obama'nın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Tom Donilon'un adı bu görev için ilk sıralarda gösterildi. Ayrıca Obama yönetiminde eski CIA Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan Avril Haynes ve daha önce yabancı istihbarat yetkilisi ve CIA Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan Mike Morell’in isimleri de listede yer aldı.

Ulusal İstihbarat Direktörü
Sue Gordon, Başkan Trump yönetiminde Ulusal İstihbarat Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Ancak bu görevinden 2019 yılında istifa etti. Pozisyon için yarışan bir diğer isim ise eski başkan Barack Obama'nın baş güvenlik danışmanı olarak görev yapan Lisa Monaco.

Adalet Bakanlığı
Adalet Bakanı adayları arasında, Kamala Harris'in Kaliforniya'da başsavcı olarak yerini alan ve eyalet senatörü olarak da onun yerine geçmesi beklenen Xavier Becerra var. 2017'de şaşırtıcı bir şekilde kazandıktan sonra, Cumhuriyetçi eyaletlerden Alabama'dan Senato koltuğunu kaybeden eski federal savcı Doug Jones’un adı da bu görev için geçiyor.
Aynı zamanda Atlanta eyaletinde eski başsavcı Sally Yates ve Trump döneminin başlarında haftalarca Adalet Bakanı Yardımcısı olarak çalışan ve 7 Müslüman ülkeye vize yasağına karşı çıkmasının ardından kovulan Demokratik Ulusal Komite (DNC) Başkanı Tom Perez de adları geçenler arasında bulunuyor.

Hazine Bakanlığı
Federal Rezerv Bankası'na liderlik eden ve büyük bankacılık ve finans kurumlarında yüksek rütbeli görevlerde bulunan ilk siyah eşcinsel Raphael Bostic, Hazine Bakanlığı pozisyonunda olma olasılığı en yüksek isimler arasında yer alıyor. Bu isimler arasında Federal Rezerv Bankası Yönetim Kurulu üyesi ve eski Hazine Bakanı Yardımcısı Lael Brainard ve aynı şekilde Federal Rezerv yönetim kurulunun eski üyesi ve eski Hazine Bakanı Yardımcısı görevinde bulunan Sarah Bloom Raskin bulunuyor. Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren ve 2014'ten 2018'e kadar Federal Rezerv Yönetim Kurulu üyesi olan Janet Yellen da adaylığı muhtemel isimler arasında görülüyor.

İç Güvenlik Bakanlığı
Florida eyaletinin Orlando kentinde 27 yıl emniyet müdürü olarak çalışan ve Biden’ın adayları arasında yer alan Florida Temsilcisi Val Deming İç Güvenlik Bakanlığı’nın başına geçmek için yarışıyor. Ayrıca listede Obama yönetiminin Vatandaşlık ve Göçmenlik Servisi'nde çalışan Kübalı-Amerikalı Alejandro Mayorkas’ın da adı var.

Tarım Bakanlığı
Tarım Bakanlığı için Kuzey Dakota'dan eski senatör Heidi Heitkamp ve Minnesota'dan Senatör Amy Klobuchar yarışıyor.

Eğitim Bakanlığı
2016'da Hillary Clinton'ın kampanyasına katılan, eski bir profesör ve aynı zamanda Öğretmenler Federasyonu eski başkanı olan Lily Eskelsen Garcia en şanslı isimler arasında görülüyor. Ayrıca bu pozisyon için Amerikan Öğretmenler Federasyonu başkanı Randi Weingarten’in de ismi geçiyor.

Enerji Bakanlığı
Jay Inslee, bu pozisyon için önde gelen adaylar arasında yer alıyor. Eski başkan adayı olan ve Washington eyaletinin üçüncü kez valisi olan Inslee aynı zamanda önde gelen çevre savunucularından biri olarak biliniyor. Eski Başkan Obama döneminde Enerji Bakanı olan Ernest Moniz ve Obama döneminde Enerji Bakanı Yardımcısı olarak çalışan Elizabeth Sherwood-Randall da listedeki isimler arasında.

Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanlığı
Bu pozisyon için 4 isim öne çıktı. Bu isimler Kuzey Carolina Sağlık Bakanı ve Obama yönetiminde görevde bulunan Mandy Cohen, ABD Gıda ve İlaç İdaresi'nde (FDA) eski müfettiş ve doktor olan David Kessler, New Mexico eyaletinin eski Valisi Michelle Lujan Grisham ve Biden tarafından Kovid-19 salgınıyla mücadele ekibi görev gücü başkanı olarak atanan Dr. Vivek Murthy.

İskan ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı 
Bu görev için aday gösterilen Kaliforniya'dan, ünlü siyahi Temsilciler Meclisi üyesi Karen Bass, Biden yardımcılığına aday gösterilenler arasındaydı. Listede ayrıca Florida'nın  Jacksonville bölgesi eski Belediye Başkanı Alvin Brown, Bill Clinton döneminde İskan ve Kentsel Kalkınma Bakanı Yardımcısı Andrew Cuomo, Obama döneminde eski bir kıdemli idari yetkili olan Maurice Jones, Atlanta Belediye Başkanı ve  Biden'ın yardımcı adayları listesinde yer alan Keisha Lance Bottoms ve düşük gelirli grupları savunmak için bir koalisyona liderlik eden ve Trump'ın federal konut yardımını kesme planlarına karşı çıkan Diane Yentel yer alıyor.

İçişleri Bakanlığı
Yakın zamanda Senato yarışını Cumhuriyetçi Steve Dines'e karşı kaybeden Montana Valisi Steve Bullock, İçişleri Bakanlığı için önde gelen adaylar arasında yer alıyor. Ayrıca Temsilciler Meclisi’nden Doğal Kaynaklar Komitesi Başkan Yardımcısı Deb Haaland, New Mexico'dan Senato üyeliğine üçüncü kez katılmamayı seçen  Tom Udall ve Martin Heinrich de listedeki isimler arasında.

Çalışma Bakanlığı
Bu pozisyona adaylar arasında Obama döneminde Çalışma Bakanı Yardımcısı olarak görevde bulunan Seth Harris, önceden Çalışma Bakanlığı’nda görev alan Michigan eyaletinden Andy Levin ve daha önce bu görevde bulunma talebini dile getiren Demokrat Parti İlerleme Hareketi'nin lideri ve Vermont Senatörü Bernie Sanders var. Ayrıca Kaliforniya Çalışma Bakanı Julie Su da listede yer alıyor. 

Ulaştırma Bakanlığı
Los Angeles’ta geliştirme planını yöneten Belediye Başkanı Eric Garcetti, Ulaştırma Bakanlığı'na liderlik edecek önde gelen adaylar arasında yer alıyor.

Gazi İşleri Bakanlığı
Eski başkan adayı ve Afganistan'da görev yapmış olan eski subay Pete Buttigieg aday listesinin başında yer alıyor. Onu, yine eski subaylardan olan ve Obama döneminde Gazi İşleri Bakanı olarak görev alan Robert McDonald takip ediyor.



Küreselleşme neden ABD’nin yükselişiyle ilişkilendirildi? Peki, düşüşüyle birlikte sona erer mi?

Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)
Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)
TT

Küreselleşme neden ABD’nin yükselişiyle ilişkilendirildi? Peki, düşüşüyle birlikte sona erer mi?

Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)
Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyetler Birliği cumhuriyetlerinin dağılmasının başlamasıyla dönemin ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ ifadesini ilk kez kullandı (Pixels)

Independent Arabia

Otuz yıldır, entelektüel ve kültürel söylemlerde küreselleşme veya bazılarının deyimiyle ‘gezegenselcilik’ ile ilgili yeni terimler ortaya çıktı. Bu hareketin ön saflarında, çalışmalarının niteliği nedeniyle tanınmış olanlar ve anonim kalanlar olmak üzere, bu yeni hümanist yaklaşımı ortaya koyan etkili sesler yer aldı.

Dünya, ünlü Amerikalı yazar Thomas Friedman'ı, uluslararası ilişkiler ve ticarette yeni bir çağın habercisi olan ‘Küreselleşmenin Geleceği: Lexus ve Zeytin Ağacı’ adlı kitabıyla tanıdı.

Ancak, duyulmayan muhalif sesler de vardı. Bu kişiler arasında olan Immanuel Wallerstein, dünyayı çekirdek, çevre ve yarı çevre ülkeleri olarak ayıran ve ekonomik küreselleşmenin dinamiklerini anlamaya yardımcı olan ‘dünya sistemi’ teorisinin geliştiricisiydi.

Küreselleşme çalışmaları alanında önde gelen Alman sosyolog Ulrich Beck, küreselleşme bağlamında ‘risk toplumu’ kavramlarına odaklanmasıyla tanınır.

Ronald Robinson ise küreselleşme ve evrensel kültürün sosyal teorisine katkıda bulunan bir tarihçiydi.

Mesele şu ki, biz burada isimleri sıralamak için değil, bu yazının özünde yatan ana sorunun cevabını aramak için bulunuyoruz: Küreselleşmenin bir geleceği var mı? Özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması ve ABD’nin dünya kaynaklarını ve kontrolünü otoriter bir şekilde domine ettiği, yeni tek kutuplu dünya düzeni olarak adlandırılan düzenin ortaya çıkmasıyla 1990'larda başlayan süreci tamamlama şansı hala var mı?

Bu sorular, küreselleşmenin modern bir fenomen olarak sona eriyor olabileceği ya da en azından yön değiştirip farklı bir isim altında yeni bir döneme yol açmak üzere olduğu konusunda hemfikir olan okumalar çerçevesinde gündeme getirildi.

Her halükârda tartıştığımız bu olgunun 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, özellikle de dünya çapında fikir ve ticaret akışında heyecan verici bir rol oynadığını kesin olarak söyleyebiliriz. Bu olgunun dünyayı her zamankinden daha fazla birbirine bağladığını, engelleri ortadan kaldırdığını ve duvarları yıktığını söylemek abartı olmaz.

Öte yandan, dünya özellikle 1960'larda Kanadalı sosyolog Marshall McLuhan'ın ‘küresel köy’ tanımının ötesine geçip akıllı telefonların temsil ettiği bir ‘dünya kutusu’ haline geldikten sonra, benzeri görülmemiş türde tehditler ortaya çıktı.

Ancak, bugün dünyada birçok küreselleşme eğilimi nedeniyle büyük bir endişe hakim. Bunların başında, küresel savaşları tetikleme tehdidi oluşturan silahlı çatışmaların geri dönüşü, eşit kalkınma fırsatlarından yoksun bir gezegen ve ekolojik ve çevresel felaketlerin darbeleri altında inleyen bir dünya geliyor.

Öyleyse kafası karışık insanlık bundan sonra nereye gidebilir? Küreselleşmiş dünya fikri önümüzdeki on yıllar boyunca geçerli olacak mı, yoksa onun ölüm ilanını yazmanın zamanı geldi mi? Elbette, bunu yargılayacak konumda değiliz, ancak en azından felsefi açıdan sorular, cevaplardan daha önemli olmaya devam ediyor. Peki, nereden başlayacağız?

Küreselleşme eski mi, yoksa yeni bir fikir mi? Belki de buradan başlayıp küreselleşme fikrini incelemeliyiz: Bu fikir modern mi, yoksa eski bir insan yapısı mı?

Kısacası, insanlık gelişmiş medeniyetler boyunca birçok bağlantı ve ayrılık biçimi tanıdı. Ancak dünyayı tek bir bütün haline getirecek tek bir sistem fikri, 1940'ların başına kadar hiç duyulmamıştı. 1940 yılında Cumhuriyetçilerin ABD başkan adayı Wendell Willkie'nin ‘tek dünya’ fikrine Amerikalılar hayran kalmıştı.

O dönemde Wendell Willkie, küreselleşmenin eşanlamlısı olan ‘tek dünya’ sloganını ortaya attı ve milliyetçiliğin beslediği ırkçılık ve emperyalist sömürünün olmadığı bir dünya çağrısında bulundu.

Profesör Samuel Zipp, ‘Bir İdealist: Wendell Wilkie'nin Savaş Döneminde Tek Dünya Kurma Arayışı’ (The Idealist: Wendell Willkie’s Wartime Quest to Build One World) adlı kitabında “Tek dünya bize yeter. İnternetin olmadığı günlerde, bu ifadenin, insanlık ve duygusal birlik arzusu gösteren idealist bir ifade olarak nasıl karşılanacağını tahmin etmek zor değil” yazıyor:

Wilkie'nin vizyonu o dönemde naif bulunmuş olsa da bize küreselleşmenin ilk dönemlerindeki görüş hakkında bir fikir veriyor. Burada ‘Bu çağrı o dönemde meyve verebilir miydi?’ sorusu ortaya çıkıyor.

cdfrg
Küreselleşmiş bir dünya fikri önümüzdeki on yıllar boyunca geçerli olacak mı, yoksa artık onun ölüm ilanını yazmanın zamanı geldi mi? (Unsplash)

Bilinen cevap, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından dünyanın bir kez daha yaklaşık kırk yıl sürecek ve ‘Soğuk Savaş’ olarak bilinen başka bir küresel savaşla karşı karşıya kaldığıdır. O dönemde dünya, Atlantik ve Varşova olmak üzere iki kampa bölünmüştü ve bu da birleşik, küreselleşmiş bir dünya fikrini geçmişte kalan bir şey haline getirmişti.

Willkie, ‘tek dünya’ ifadesini kullanan ilk isim değildi; ondan önce de yazarlar ve düşünürler, buharlı gemiler, telgraflar, telefonlar, uçaklar, borsalar ve radyonun mesafeleri kısaltıp zamanı hızlandırarak uzak yerler ve kültürler arasındaki iletişimi artırdığına dair açıklamalarda bulunmuştu.

Willkie'nin bu haykırışı, modern küreselleşmenin yolunun ABD’de başladığını, ancak entelektüel öncülerin ABD’de olmadığını mı ima ediyor?

1990'lardaki küreselleşme ve farklı bir gezegen

Özetle 1945 yılındaki İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden 9 Kasım 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasına kadar geçen yaklaşık kırk yıl, Doğu ile Batı arasındaki ideolojik çatışmalar ve Varşova Paktı ile NATO arasındaki gizli Soğuk Savaş’la damgalandı ve bu da dünya çapında iki kampın oluşmasına neden oldu. Söz konusu dönem, Doğu ile Batı arasındaki ideolojik çatışmalar ve Varşova Paktı ile NATO arasında gizli bir Soğuk Savaş’la damgalandı ve dünya iki kampa bölündü. Bazı ülkelerin attığı küçük adımlar, o dönemde geçerli olan ‘bizimle değilseniz, bize karşısınız’ formülü nedeniyle, tarafsızlık durumunun oluşmasını sağlayamadı.

O zamanlar küreselleşme kavramı henüz ortaya çıkmamıştı ve bazıları McLuhan'ın vizyonunu sorguluyor, bunun özellikle radyo, televizyon ve yazılı medya aracılığıyla bilgi iletişimi kavramıyla sınırlı olduğuna inanıyordu.

Her ne kadar bütün bunlar, Doğu Avrupa halklarında devrim yaratmada bilinçli ve açık bir rol oynayarak onları Sovyet Demir Perdesine karşı ayaklanmaya itmiş olsa da tek bir küreselleşmiş dünya fikrini yaratacak kadar etkili olamadı.

Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Sovyet cumhuriyetlerinin dağılmasının başlaması, tek kutuplu bir güçle sonuçlanan yeni bir kozmik başlangıcı işaret etti. O gün, ABD Başkanı George H. W. Bush ‘yeni dünya düzeni’ veya Amerikan tek kutupluluğu terimini ortaya attı.

O dönemde birçok sosyolog, ABD’ye bağımlılık çağının başladığına ve Washington’daki düşünürler ve planlamacılar ile altı kıtadaki partilerin öncülüğünde küreselleşme çağının ölüm ilanı yazılmaya başlandığına inanıyordu.

Küresel ekonominin yüzünü ve insan toplumlarının koşullarını değiştiren dinamik bir hareketin bundan 35 yıl önce başladığına şüphe yok. Değerli fırsatlar yaratan bu eğilimler, birçok ülke ve bölgede hızlı ekonomik büyümeyi kolaylaştırarak, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) 2000 yılında yaklaşık 5 trilyon ABD dolarından 2016 yılında 75 trilyon ABD dolarına ve 2024 yılında 111 trilyon ABD dolarına yükselmesine katkıda bulunmuştu.

Ancak bugün, üretim ve işgücü piyasalarındaki değişimler, teknolojideki hızlı ilerlemeler ve küresel iklim değişikliği aracılığıyla radikal değişiklikler ortaya çıktı. Bu durum, dünya meselelerini izleyenlerin, özellikle ciddi endişe yaratan dördüncü bir eğilim çerçevesinde küreselleşmenin geleceğini haklı olarak sorgulamasına neden oluyor. Bu eğilim, ulusların sağlığı ve popülizmin geri dönüşüyle ilgilidir ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra faşizm ve Nazizmin çöküşünden bu yana Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde yerleşik olan liberal ve demokratik yolları tehdit ediyor.

Küreselleşmenin peşinde koşmak, sürdürülebilir kalkınma için bir umuttu ve küresel ekonomik büyümenin güçlü bir motoru olarak hizmet etti. Küreselleşme, otuz beş yılı aşkın bir süredir gelişmekte olan ülkelerdeki birçok insanın yaşam koşullarının iyileştirilmesinde önemli ve hatta öncü bir rol oynadı. Ancak bugün, 21’inci yüzyılın üçüncü on yılının ortasında, siyasi ve ekonomik bir tepki var gibi görünüyor. Bu tepki Washington'da başladı ve özellikle de korumacılığın geri dönüşü, gümrük vergilerinin açıklanması ve kaba kuvvet mantığının hakim olmasıyla birlikte serbest ticaret dünyasına inanan diğer ülkelerde de yankı buldu. Bu, insanlığın nihayet tanıdığı küreselleşmeye vurulmuş büyük bir darbe mi?

Küreselleşme: Son mu, yeni bir dönem mi?

Küreselleşmenin hikayesini benzeri görülmemiş bir ciddiyet ve objektiflikle düşünmek için duran en iyi finans ve ekonomi stratejistleri arasında, Credit Suisse'in Uluslararası Varlık Yönetimi Bilgi Departmanı'nın eski başkanı ve birçok önemli uluslararası pozisyonda görev yapmış Michael O'Sullivan da yer alıyor. O'Sullivan, 2022 yılının mayıs ayında küreselleşmenin geleceğini sorgulayarak, bu fenomenin sonuna mı geldiğimizi, yoksa başkalarının dediği gibi yeni bir döneme mi girdiğimizi sordu. O'Sullivan’ın tahminine göre her halükarda yeni bir dünya düzeni geliyor ve bu düzenin 2030 yılına kadar şekillenmesi muhtemel, ancak kimse bunun nasıl bir şekil alacağını bilmiyor. Ancak, bu okumada önemli olan soru, küreselleşmenin gerilemesini ve bu gerilemenin arkasındaki eğilimleri nasıl ölçebileceğimiz sorusu.

Özetle küreselleşme yaygın ve popüler bir olgu olmaya devam etmekle birlikte, özellikle iletişim şeklimiz, çevremizi saran medya, finansal ve diğer kaynaklarımız gibi insan yaşamı üzerindeki geniş kapsamı ve etkisi nedeniyle gizemle sarılı. Küreselleşmeyi nicel olarak ölçmek için ticaretin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı, finansal akışların yoğunluğu, fikir ve veri akışı, internetin ve göçün nasıl değiştiği gibi faktörlere bakıyoruz.

Ancak son zamanlarda dünya daha bölgeselleşmiş ve çok kutuplu hale gelmiş görünüyor. Örneğin, Çin'in Hong Kong'daki eylemleri, Kovid-19 salgını karşısında ülkeler arasında iş birliğinin olmaması, Ukrayna'da yaşananlar, ticaret savaşları ve birçok ülkede kademeli bağımsızlık eğilimi gibi. Bunların hepsi, küreselleşmiş bir dünyada yaşanmayacak veya farklı şekilde yaşanacak olayların birer örneği.

Ancak, son otuz yılda küreselleşmenin etkilerinin farklılık gösterdiği açık ve bugün bu farklılık net olarak görülüyor.

Örneğin, en küreselleşmiş ülkeler İsveç, İsviçre ve İrlanda gibi küçük ülkeler ve bu ülkeler, vergi sistemleri sayesinde küreselleşmenin en kötü sonuçlarından biri olan büyük gelir eşitsizliklerini önleyebildiler.

Ancak İngiltere, Fransa ve İtalya gibi daha büyük ülkelerde durum aynı şekilde olmamıştı. Bu ülkelerde sosyal sınıflar arasındaki uçurum genişlemiş ve en kapitalist sınıflar arasında bile sosyal dengesizlik ortaya çıkmıştı.

Çin gibi kutuplaşmaya aday ülkeler ise küreselleşmeyi ekonomik güçle karşılanması gereken bir ABD’nin önerisi olarak görürken, Rusya gibi bir ülkede askeri seçenek ön plana çıktı.

Bu bağlamda, yine ‘Küreselleşmeye son darbe nihayet ABD’nin içinden mi vuruldu?’ sorusu ortaya çıkıyor.

Kanıtlar, ABD’nin en büyük müttefikinin liderlerinin bunu yaptığını gösteriyor. Peki ya uzak ülkelerin geri kalanı ya da belki de rakipleri ve düşmanları ne olacak? Bu öneri ne olacak?

İngiltere ve küreselleşmenin sonu

ABD Başkanı Donald Trump'ın geçtiğimiz nisan ayında ikinci kez göreve gelmesinden yaklaşık üç ay sonra, İngiltere'de küreselleşmenin bittiğine dair kesin bir görüş olduğu görülüyordu.

İngiltere İşçi Partisi lideri ve Başbakan Keir Starmer, 6 Nisan'da, BBC'ye verdiği röportajda “son yirmi yıldır bildiğimiz küreselleşme sona erdi” dedi. Başbakan Starmer, aynı hafta İngiliz gazetesi The Sunday Telegraph'ta yayınlanan bir makalede aynı görüşü yineleyerek, “Bildiğimiz dünya sona erdi” diye yazdı. Peki, bu en yakın ve en sadık müttefikin ABD’nin sorumlu olduğuna inanmasına neden olan neydi?

Kanıtlar, özellikle Trump yönetiminin İngiltere’ye yüzde 10'luk bir temel gümrük vergisi uygulamasının ardından, suçun Başkan Trump'ta olduğunu gösteriyor. Bu, çeşitli vergi oranlarına sahip bazı ıssız bölgeler de dahil olmak üzere dünyadaki çoğu ülkeyi hedef alan ve ‘Kurtuluş Günü’ olarak adlandırılan bir dizi karşılıklı gümrük vergisinin bir parçasıydı.

Trump’ın tanımları, küreselleşmiş iş birliği fikrini sona erdirdi ve ekonomik açıdan korumacılık ve emperyalist üstünlük yoluyla bireyciliği yeniden ortaya çıkardı. Bu da eski İngiltere Başbakanı Gordon Brown'un (2007-2010) İngiliz gazetesi The Guardian'da acı dolu bir makale yazmasına neden oldu.

Brown, makalesinde 35 yıllık ‘yeni dünya düzeninin’ yasını tutuyor ve bu düzenin şu anda gözlerimizin önünde parçalandığını ve bu yeni ‘Trumpçı’ Amerikan yaklaşımını sürdürmekten başka bir yolun olmadığını savunuyor.

Gordon Brown, 12 Nisan'da, modern tarihin en kötü finansal krizleriyle başlayan ve Çin-ABD çatışmasının şimdiye kadarki en ciddi tırmanışıyla sona eren bir haftanın ardından, radikal dönüşümlerle şoklar arasında ayrım yapmanın zamanının geldiğini yazdı. Eğer bir değişiklik olmazsa, 2020'ler bu yüzyılın şeytani on yılı olarak hatırlanabilir. Bu terim daha önce tarihçiler tarafından 1930'ları tanımlamak için kullanılmıştı.

Brown'un tahminine göre bu on yılın tanımı, Kovid nedeniyle ölen 7 milyon insan ve küresel yoksulluk ve eşitsizliğin artmasıyla sınırlı kalmayacak, aynı zamanda parçalanmış Ukrayna, yanmakta olan Gazze ile Afrika ve Asya'da haberlerde neredeyse hiç yer almayan zulümleri de içerecek. Bunların her biri, kurallara dayalı dünya düzeninin, güce dayalı bir düzenle şiddetli bir şekilde değiştirildiğinin kanıtı.

Okuyucu burada, sadece serbest ticaret değil, hukukun üstünlüğü ve uzun zamandır insan haklarına, demokrasiye, halkların kendi kaderini tayin hakkına ve devletler arası çok taraflı iş birliğine verdiğimiz öncelik de dahil olmak üzere eski düzenin her bir ayağı saldırı altında olduğu şeklindeki kesin bir sonuca varabilir. Buna, bir zamanlar dünya vatandaşları olarak kabul ettiğimiz insani ve çevresel sorumluluklar da dahil.

Öyleyse bu, Friedman'ın savunduğu küreselleşmenin şimdiden sona ermekte olduğu anlamına mı geliyor?

Küreselleşmenin sonu ve anti-Amerikanizm kavramı

Küreselleşmenin birçok karşıtı, bu uluslararası olgunun başarısızlığının ana nedeninin ABD olduğunu savunuyor. Tüm suçu Başkan Trump'a yüklemeden, bu sorun onun Beyaz Saray'a gelmesinden otuz beş yıl önce, bu eğilimin uluslararası bilinçte yer edinmesinden önce ortaya çıkmıştı. Peki, bunun anlamı ne?

Burada protestocular, ABD’nin son 35 yıldaki politikalarının küreselleşme için en önemli fırsatlardan birini heba ettiğini söylüyorlar. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden sonra Washington’ın ulusal kurtuluş, sosyal adalet ve salgın hastalıklar ve endemik hastalıklarla mücadele yoluyla dünyaya liderlik edecek bir ‘Sezar’ haline gelmesi için geniş bir marj alanı vardı. Sürdürülebilir küresel kalkınmaya yardım sağlamanın yanı sıra, dünyayı Sovyetler Birliği döneminde var olan ideolojik kölelikten kurtarmanın da önemi yadsınamaz.

Ancak ne yazık ki, Polonya doğumlu ‘Amerika'nın bilge adamı’ ve eski Başkan Jimmy Carter'ın ulusal güvenlik danışmanı Zbigniew Brzezinski'nin ‘Seçim: Dünyayı Yönetmek mi, Dünyaya Öncülük Etmek mi’ (The Choice: Global Domination or Global Leadership?) adlı kitabında anlattığı gibi, kontrol arzusu ABD dış politikasını ele geçirmiş görünüyor.

Benzer şekilde yazarlar Eric Cazdyn ve Imre Szeman, ‘Küreselleşme Sonrası’ (After Globalization’) adlı önemli eserlerinde, özellikle üçüncü milenyumun başlangıcında Afganistan'ın işgaliyle başlayan ve ardından Irak’ın işgaliyle devam eden, ‘teröre karşı savaş’ olarak bilinen belirsiz kampanya ile birlikte, ABD’ye yönelik uluslararası düşmanlığın durumunu tanımlıyor. Amerikanlaşmanın ikiz ve nesnel karşılığı olan küreselleşme, özellikle 2001 yılında Washington ve New York'ta yaşanan olayların ardından, dünya çapında milyonlarca insanın zihninde yerleşti.

Ancak, 11 Eylül 2001 öncesinde, küreselleşme ve küreselleşme karşıtı hareketlerin artan farkındalığı, ABD’yi ana jeopolitik güç olarak görmeme eğilimindeydi.

ABD, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra en etkili tek aktör olarak önemli ve tanınmış bir oyuncu idi, ancak henüz dünyadaki diğer taraflarla çatışmaya girmemişti.

O dönemde küreselleşmeye karşı yapılan gösteriler, büyük finans kurumlarının, özellikle Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve çokuluslu şirketlerin hakimiyetini reddediyordu.

Amerikalı yazar Michael Hardt, 2000 yılında yayınlanan etkili kitabı ‘İmparatorluk’ta (Empire'da), ülkesini dünyanın kaderini ve geleceğini kontrol eden tek güç kavramıyla ilişkilendiriyor ve aslında sekiz yıl sonra olacakları öngörüyor.

thju
ABD Başkanı Donald Trump ikinci kez göreve başladıktan yaklaşık üç ay sonra, İngiltere’de küreselleşmenin bildiğimiz şekliyle sona erdiği konusunda kesin bir görüş oluşmuş gibi görünüyordu (Unsplash)

ABD’de 2008 yılında, emlak dünyasındaki iç manipülasyonlar ve Lehman Brothers gibi bazı büyük Amerikan bankalarının çöküşünün, büyük bir finansal krize yol açması bunun sebebiydi. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu kriz, herkesin ABD’nin yörüngesinde dönmesinden başka bir suçu olmayan küresel ekonomiyi de derinden etkiledi.

Bundan sonra, ABD’ye yönelik düşmanlık, tüm dünyanın Amerika'nın yeni efendilerinin elinde, dünya meselelerini ABD’nin keyfine göre yönetmek için esnek bir araç olarak gördüğü küreselleşme fikrine yönelik düşmanlığa dönüştü.

Joseph Nye ve Vaclav Klaus arasında küreselleşmenin geleceği

Geçtiğimiz şubat ayında, ölümünden yaklaşık üç ay önce, Amerikalı siyaset teorisyeni Joseph Nye, ‘Project Syndicate’ adlı internet sitesinde karşı karşıya olduğumuz bu olgunun gerçekliğini sorgulayarak ‘Küreselleşmenin bir geleceği var mı?’ sorusunu sordu. Nye, bu soruya, küreselleşmenin geleceğini anlamak için ekonominin ötesine bakmamız gerektiği yanıtını verdi. Çünkü ona göre askeri, çevresel, sosyal, sağlık vb. dahil olmak üzere birçok başka türde küresel karşılıklı bağımlılık söz konusu.

 Nye, bilim adamlarının iklim değişikliğinin korkunç sonuçlar doğuracağını, yüzyılın sonuna kadar küresel buz tabakalarının eriyip kıyı şehirlerinin sular altında kalacağını öngördüklerini söylüyor. Kısa vadede bile iklim değişikliği, kasırgaların ve orman yangınlarının sıklığını ve şiddetini artırıyor. Garip bir ironi olarak, küreselleşmenin yararlı yönlerini sınırlandırırken, maliyetli yönleriyle başa çıkamıyoruz. Trump'ın ikinci başkanlık döneminin ilk adımları arasında Washington’ın Paris İklim Anlaşması ve Dünya Sağlık Örgütü'nden (WHO) çekilmesi olacağı açık.

Peki, merhum Profesör Joseph Nye’ye göre küreselleşmenin geleceği ne olacak?

Nye, sözlerini insanlar hareket kabiliyetine sahip oldukları ve iletişim ve ulaşım teknolojileriyle donatıldıkları sürece uzun mesafeli bağlantıların bir gerçeklik olarak kalacağına dair felsefi bir bakış açısıyla sonlandırıyor. Sonuçta, ekonomik küreselleşme yüzyıllardır devam ediyor ve kökleri, Çin'in küresel altyapı yatırım programı olan Kuşak ve Yol Girişimi'nin sloganı olarak benimsediği İpek Yolu gibi eski ticaret yollarına kadar uzanıyor. Dünya savaşları ekonomik küreselleşmenin seyrini bozmuş, korumacı politikalar onu yavaşlatmış ve uluslararası kurumlar şu anda devam eden birçok değişime ayak uyduramamış olsa da teknolojiye sahip olduğumuz sürece, yararlı olmasa bile küreselleşme devam edecek.

Küresel politika teorisyeni olan eski Çek Cumhurbaşkanı Vaclav Klaus'un görüşleri Joseph Nye'nin görüşlerinden farklı mı?

Klaus, 16 Eylül'de Macaristan'ın başkenti Budapeşte'de düzenlenen jeopolitik zirvede dünya çapında milyonlarca, hatta milyarlarca insanın aklını meşgul eden ‘post-küresel’ boyutu ele aldı.

Klaus'un katıldığı seminer, Danube Enstitüsü ve Heritage Vakfı tarafından düzenlenmişti. Seminerde sorulan soru, hala küreselleşme çağında yaşadığımız ve bu çağın sona ermek üzere olduğu gibi oldukça tartışmalı bir varsayıma dayanıyordu.

Klaus’a göre bu yanlış bir düşünce, hatta tarihin yanlış yorumlanması.

Küreselleşmenin sonu hakkındaki görüşünde, ABD’nin nüfuzu ile küreselleşme kavramı arasındaki yukarıda bahsedilen bağlantıya atıfta bulunan Klaus, bu yüzden bu düşüncenin temelinde, ABD’nin hegemonyasını yavaş yavaş kaybeden ve yeni dünya düzenini kabul etmek istemeyen bir ülke olmasının yattığını söylüyor. Ancak bu değişim, tek kutuplu bir dünyadan çok kutuplu bir dünyaya doğru devam eden geçişin bir parçası.

Klaus, yazılarında asla ‘küreselleşme’ terimini kullanmaz. Ona göre küreselleşme, belirsiz bir kavramdır, gazetecilik terimidir, muğlaklıklarla doludur, çok yüzeyseldir ve ciddi tartışmaların temeli olarak işe yaramaz.

Belki de insan faaliyetlerini daha tarafsız bir şekilde uluslararasılaştırma fikrini tercih ediyordur. Çünkü dünya tarihinin siyasi, ekonomik ve sosyal düzenlemelere bağlı olarak değişen derecelerde açıklık ve yakınlaşma ile karakterize bir süreç olduğunu düşünerek, küresel sahneyi yakınlaşma ve açıklık dereceleri açısından ele almanın daha yararlı ve faydalı olacağına inanıyor.

Bu düzenlemeler, farklı özgürlük derecelerinin yanı sıra siyasi sistemin doğasının da bir sonucu. Bir toplum ve ekonomi ne kadar özgürse, o kadar açıktır ve bunun tersi de geçerlidir. Bundan dolayı Soğuk Savaş'ın sona ermesinden önce kullanılan terminolojiye geri dönülmesini öneriyor.

Peki, bir son var mı?

Elbette, küreselleşmenin sonunu ilan etmek, tarihin akışına aykırı olur. Zira bu, insan iletişimi açısından bir ‘insan diyalektiğidir’ ve geçmiş insan medeniyetleri tarafından binlerce yıldır biliniyor.

Ancak asıl yeni ve belki de en heyecan verici olan ise yapay zeka (AI) devrimi gerçekleştiğinde insanlığın geleceğindeki yansımaları olacak. Bu devrim, insanlığın başlangıcından beri deneyimlediklerinden tamamen farklı özelliklere, niteliklere ve kabiliyetlere sahip yeni bir dünya yaratacak.


Avustralya, çocukların sosyal medya platformlarına erişimini yasakladı

Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)
Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)
TT

Avustralya, çocukların sosyal medya platformlarına erişimini yasakladı

Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)
Albanese'nin 10 Aralık'ta Sidney'de çocuklarının sosyal medya kullanımından etkilenen ebeveynlerle yaptığı görüşmeden, (AFP)

Avustralya dün dünyada bir ilk olarak, 16 yaşın altındaki çocukların sosyal medyaya erişimini yasaklayan bir kararı uygulamaya koydu.

Bu karar, Facebook, Instagram, YouTube, TikTok, Snapchat ve X gibi platformların 16 yaşın altındaki kullanıcılar için hesap açmasını yasaklıyor ve mevcut tüm hesapları kapatmalarını zorunlu kılıyor. Uyumluluğu sağlamak için "makul" önlemler alınmaması durumunda 32,9 milyon dolara kadar para cezası verilebilir.


Rusya, Zelenskiy'nin yeni seçimlerin yapılmasına yönelik kararını memnuniyetle karşıladı

Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP
Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP
TT

Rusya, Zelenskiy'nin yeni seçimlerin yapılmasına yönelik kararını memnuniyetle karşıladı

Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP
Londra'daki "10 Downing Street"te Ukrayna Cumhurbaşkanı ile görüşmelerinin başlamasından önce "Avrupa Troikası" liderleri (AFP

Kremlin, ABD Başkanı Donald Trump'ın bu yöndeki çağrısının ardından Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'nin dün Ukrayna'da yeni seçimler yapılmasına onay vermesini memnuniyetle karşıladı. Rusya Devlet Başkanlığı sözcüsü Dmitry Peskov, bu gelişmeyi "yeni bir şey" olarak nitelendirdi.

Bu arada, ABD Başkanı dün İngiltere, Fransa ve Almanya liderleriyle yaptığı telefon görüşmesinde Ukrayna barış müzakerelerindeki son gelişmeleri ele aldı. 40 dakikalık görüşme, çatışmanın çözümünde "ilerleme kaydetmeye" odaklandı.