Ahmedinejad’dan Ruhani’ye bölgesel bir savaş çıkmasını engelleme çağrısı

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (sağda) ve selefi Mahmud Ahmedinejad
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (sağda) ve selefi Mahmud Ahmedinejad
TT

Ahmedinejad’dan Ruhani’ye bölgesel bir savaş çıkmasını engelleme çağrısı

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (sağda) ve selefi Mahmud Ahmedinejad
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani (sağda) ve selefi Mahmud Ahmedinejad

İran’ın Kasım Süleymani’nin “intikamını” alacağına dair savurduğu tehditlerin Donald Trump’ın başkanlığının son günlerinde bir savaş çıkma ihtimalini artırmasının ardından Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye bölgede yakın bir savaşı önlemek için derhal müdahale etme çağırısında bulundu.
Ahmedinejad Telegram ağındaki resmi hesabından yaptığı açıklamada bölgede ve Basra Körfezi’nde “patlamaya yakın yıkıcı bir savaşa” karşı uyarıda bulundu.
Ahmedinejad Ruhani’ye seslenerek “Bir savaş çıkmasını önlemek için gerekli ve önemli tedbirleri almak tüm yetkililerin görevi” dedi ve ayrıntı vermeden “her türlü savaşın bölgedeki halklara ve ülkelere zarar vereceğinin” altını çizdi.
Ahmedinejad’ın bu mesajı, İran’ın 2013’teki nükleer müzakerelere döndükten sonra ilk kez Fordo yeraltı tesisinde yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirmeye başladığını duyurmasının ardından geldi.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif Twitter hesabından cumartesi günü yaptığı açıklamada “Irak’tan gelen yeni istihbarat bilgileri İsrailli ajan-provokatörlerin, dönemi sona eren Trump’ı sahte bir savaş nedeniyle karşı karşıya bırakmak için ABD’lilere saldırılar planladıklarını gösteriyor” ifadelerini kullandı.
Zarif “Ey Donald Trump tuzağa dikkat et. Herhangi bir şekilde ateşle oynanması özellikle yakın dostlarınız için ciddi, aksi sonuçları beraberinde getirecek” ifadelerini kullanarak İsrail’e karşı üstü kapalı bir şekilde tehditte bulundu.
Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) liderlerinin geçtiğimiz hafta gösterdiği katı tavırlar, İran’da ABD ile bir çatışma yaşanma olasılığına ilişkin endişeleri artırdı.
ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) tarafından pazar günü yapılan açıklamada USS Nimitz uçak gemisinin İran’dan gelen “son tehditler” ışığında Körfez’de kalacağı bildirildi. Pentagon’un bu açıklaması USS Nimitz uçak gemisinin ABD’deki üssüne geri döneceğine ilişkin haberlerin çıkmasının ve bazılarının bunu tansiyonu düşürme hamlesi olarak değerlendirmesinin ardından geldi.
İran’ın resmi haber ajansı IRNA’ya göre iki gün önce İranlı “bir güvenlik yetkilisi” ülkesinin İsrail’den gelecek herhangi bir harekete “sert bir tepki” ile karşılık vereceğini belirtti.
İranlı yetkilinin açıklamaları, İran’ın bu hafta uranyum zenginleştirme oranını yüzde 20’ye yükseltmeye yönelik çalışmalara yeniden başlamasının ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, İran’da nükleer silahların geliştirilmesini engellemek için uyarıda bulunmasına karşılık geldi.
Yetkili “İsrail, liderlerinin sorumlu olduğu olayların sonuçlarını beklemeli. Netanyahu’nun son tavırları geçtiğimiz aylarda İran’da yapılan kötü niyetli faaliyetlerde İsrail’in parmağının olduğunun bir itirafı niteliğinde” ifadelerini kullanarak Savunma Bakan Yardımcısı Muhsin Fahrizade’nin ölümünden ve Natanz uranyum zenginleştirme tesisinin geçtiğimiz temmuz ayında bombalanmasından İsrail’in sorumlu olduğuna işaret etti.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.