Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Hafız Esed (solda), Beşşar Esed (ortada) ve Abdulhalim Haddam. (1994)
Hafız Esed (solda), Beşşar Esed (ortada) ve Abdulhalim Haddam. (1994)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’

Hafız Esed (solda), Beşşar Esed (ortada) ve Abdulhalim Haddam. (1994)
Hafız Esed (solda), Beşşar Esed (ortada) ve Abdulhalim Haddam. (1994)

Suriye’de uzun yıllar boyunca Dışişleri Bakanı ve Devlet Başkanı Yardımcılığı gibi birçok önemli pozisyonda görev yapan Abdulhalim Haddam’ın günlükleri, ülkeden ayrıldığı 2005’e kadar Ortadoğu’da yaşananlara ve uluslararası arenanın bölgeye nasıl nüfuz ettiğine ışık tutuyor. ABD’nin Irak işgali öncesinde yaşananlar, dönemin İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Dini Lideri Ali Hamaney ve Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed arasında gerçekleşen toplantının ilk elden tanığı olan Haddam’ın aktardığı bilgilerle su yüzüne çıkıyor. İlk gençliğinde Baas Partisi’ne katılan, Hama isyanında şehre vali olarak atanan, Kuneytra işgal edildiğinde de görevde olan bölgenin önemli aktörlerinden Abdulhalim Haddam’ın ardında bıraktığı bilgiler, bölgenin kaderini tayin eden kararların ve kapalı kapılar ardında gerçekleşen görüşmelerin üzerindeki sır perdesini kaldırıyor.
Şarku’l Avsat’ın yayınlamaya başladığımız bu yazı dizisinde Haddam’ın günlükleri ile sadece Suriye değil, tüm Ortadoğu ve uluslararası arenada kurulan ilişkilerin tarihine yönelik önemli bilgilere yer veriliyor.
Abdulhalim Haddam’ın biyografisi ve sahip olunan belgeler, Suriye’nin son yıllardaki hikayesinin büyük bir bölümünü anlatır nitelikte. ‘Ebu Cemal’ olarak bilinen Haddam, Baas Partisi’nin 1963 yılında iktidara gelmesinden 2005 yılında ülkeden ayrıldığını ilan edip ülkeyi terk edene kadar Suriye’nin bölgede oynadığı rolün ve önemli olayların tanığıydı.
Ebu Cemal onlarca yıl içinde, 1960’ların başında İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) ile yaşanan çatışma döneminde Hama Valisi olarak görev yaptı. Söz konusu 10 yılın sonunda, Kuneytra’nın düşüşü sırasında da Şam Kırsalı Valisi’ydi. Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Şam'da merkezi bir pozisyondaydı. Lübnan'daki genişleme sırasında Başkan Yardımcısı’ydı. Hatta ‘Lübnan Hâkimi’ olarak nitelendiriliyordu.
Lübnan dosyası 1998 yılına kadar Haddam’ın gözetimindeydi. Esed dosyayı 1994 yılında ağabeyi Basil’in ölümünden sonra Londra’dan dönen doktor oğlu Beşşar’a teslim ettiğinde durum Haddam ve Lübnan’daki müttefikleri açısından kolay değildi.
Haddam, Şam’daki siyasi rolünün azalmasıyla birlikte 2005 yılının haziran ayında gerçekleştirilen Baas Konferansı’nda tüm siyasi pozisyonlardan ve partideki görevlerinden istifa etti. Yalnızca parti merkezi liderliğinin üyesi konumunu korudu. Ardından geçtiğimiz yıl vefat edene kadar sürgünde kaldığı Paris’e gitti. (2006 yılının başlarında Faruk eş-Şara, Başkan Yardımcısı olarak görevlendirilmişti. Birkaç yıl önce de bu görevden alındı.) Eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikasta uğramasından sonra Şam tecrit edildi. Haddam, 2005 yılının sonunda  görevlerinden ayrıldığını duyurup Suriye rejimini ‘dost’ olan Lübnan Başbakanı’nı öldürmekle suçladı. Ayrıca sürgündeyken Müslüman Kardeşler ile Ali Sadruddin el-Beyanuni liderliğinde rejime muhalif olan Kurtuluş Cephesi’ni kurdu. Ardından vatana ihanetle suçlandı ve mallarına el konuldu.
Haddam, 2011 ayaklanmasından sonra önemli bir siyasi rol oynamadı. Anılarını yazmaya odaklanan Haddam, 2003 yılında ‘en-Nizamu’l Arabi’l Muasır’ (Çağdaş Arap Rejimi) adlı bir kitap yazdı. Kitapta demokrasi ve özgürlük konusundaki siyasi görüşlerine ve duruşuna yer verdi.
Haddam’ın sahip olduğu belgelere ve dosyalara ulaşan Şarku’l Avsat, bugünden itibaren Ebu Cemal’in anılarından bölümlerin yer alığı bir dizi yayınlayacak. Yazı dizisinde Suriye tarihinin temel aşamalarına ve rolüne dair bölümler yer alacak. Elbette bunlar tüm tarihi anlatmıyor. Yalnızca Haddam’ın anlattığı kadarını yansıtıyor:

Irak meselesi
Beşşar Esed, Devlet Başkanı Hafız Esed’in ölümünün ardından iktidara gelmesiyle Irak ile ilişkilere odaklandı. Suriye, ABD’nin Irak’a karşı gerçekleştirdiği saldırgan eylemlere karşı Irak rejimini savunmak için Arap dünyasında ve uluslararası arenada faaliyetler yürüttü. Ayrıca ABD’nin Irak’a savaş açılması yönündeki talimatlarına karşı güçlü bir duruş sergiledi. Bu noktada Beşşar Esed, Ali Hasan el-Mecid ve Taha Yasin Ramazan da dahil olmak üzere çok sayıda Iraklı lideri kabul etti. Bunlar arasında Suriye ve İran rejimlerine düşman olanlar da vardı.
Böylece yönetim, Irak rejimini devirmek için çalışmaktan, Arap ve uluslararası forumlarda onu savunma aşamasına geçti. İran ise Irak muhalefetindeki müttefikleri aracılığıyla Saddam Hüseyin’den ve rejiminden kurtulmaya çalışıyordu.
Iraklı ve Suriyeli heyetler sürekli karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriyor ve iki ülke arasında anlaşmalar imzalamak üzerinde çalışmalar yürütüyordu. Suriye Başbakanı Muhammed Mustafa Miro'nun Irak savaşından kısa bir süre önce Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin ile görüştüğü ve ona bir Şam kılıcı hediye ettiği Bağdat ziyareti belki de bu durumun en anlamlı göstergesiydi. Miro, söz konusu görüşmede şu ifadeleri kullandı:
“Size bu Şam kılıcını hediye etmek istiyorum. Yanınızda olduğumuzu bilin. Irak’a saldırı, Suriye’ye saldırı demektir.”
Bu aşamada, İran ve ABD’nin gözetiminde Londra’da Irak muhalefet konferansı gerçekleştirildi. İran tarafı, üst düzey bir istihbarat yetkilisi beraberindeki heyetle temsil edildi. ABD tarafını temsilen ise Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın (CIA) üç üyesi görevlendirildi. İki heyet, Amerikalıların savaşın üzerini örtmek için kullandığı bir dizi kararı kabul eden konferansın başarısı için çalıştı.
ABD harekatının yoğunlaşması, bölgedeki güçlerin seferberliği ve Washington'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ni Irak'a karşı eylemini destekleyen bir kararı kabul etmeye ikna edememesi ile savaşın kaçınılmaz olduğu ortaya çıktı. Bu durum Şam’ın, Irak yanındaki duruşunun güçlü olması nedeniyle çatışmanın Suriye topraklarına kadar uzanmasından endişelenmesine sebep oldu. Söz konusu dönemde Suriye’de, Irak’ın yanında durma konusunda bir ulusal mutabakat oluştu. 
Devlet Başkanı Beşşar Esad bu gerçeğin ışığında, durumu İran liderliği ile tartışmak ve bölgedeki endişe verici yeni ve artan gerilim karşısında duruşunu birleştirmek için Tahran'a gitti. Ben de ona eşlik ettim.
16 Mart 2003 tarihinde Tahran’a gittik. Ulaştığımızda dönemin İran Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, ardından da ‘Rehber’ Ali Hamaney ile görüşmeler yaptık. İşte iki toplantının kayıtları:

Karşılıklı övgülerin ardından Suriye Devlet Başkanı konuşmaya başladı. Öncelikle şu soruyu yöneltti:
“Savaşa kısa bir süre kalmışken ne yapabiliriz? Uzun süre, belki de yıllar sürecek bir savaş durumunda ne yapacağız?”
Ardından “ABD’nin istikrara kavuşacağını söylemiyorum. Ancak istikrar ve güvenliği sağladığı takdirde Suriye ve İran’a taşınacak” dedi.

Hatemi’nin Esed’e yanıtı ise şöyle oldu:
“Bunlar makul ve zamanında sorulmuş sorular. İran’da da sürekli bunları düşünüyoruz. Temsilcilerim, özellikle de Kemal Kharazi, başta Haddam Bey olmak üzere arkadaşları ile temaslarında bu konu üzerine eğiliyor. Bu durumu size açıklayayım. İki toplantı yaptım; ilki Rusya Dışişleri Bakanı Igor Ivanov, ikincisi de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile gerçekleştirildi. Chirac Bey beni aradı. Görüşme yarım saat sürdü. Her iki yetkili de Irak’ın saldırıya uğramasından endişe duyuyordu. Ancak endişeleri bunun da ötesindeydi. İkisi de yakın zamanda bir savaş başlayacağından bahsettiler.”

Muhammed Hatemi sözlerini şöyle sürdürdü:
“Günlerden ya salı ya da çarşambaydı. Saldırının Irak'ın ötesine taşınmaması için çabalamalıydık. Her ikisi de Irak’a saldırının ilk adım olmasından endişe duyuyordu. Bu endişe herkes için geçerliydi. Dünya kamuoyu tarafından duyulan bu endişe bizim için olumlu bir durumdu. ABD’nin uyguladığı tek taraflılı eylemlere karşı derin ve köklü bir muhalefet olduğunu gösteriyordu. Bu nedenle İslam Zirvesi'ndeki gayri resmi toplantım sırasında temsilcimiz bu desteği küresel bir talep olarak görerek Chirac’la ve diğer herkesle iletişime geçmesini istedi. Her iki yetkili de, yani Chirac ve Ivanov da savaşın farkına vardılar. Chirac, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) veto haklarını kullanmaya hazır olduklarını söyledi. Ancak ABD’nin savaşa hazır olduğunu vurguladı. Bu konudaki tutumu, savaş çıkaran ABD’ye karşıydı. Gerçekleştiği takdirde bunun yasa dışı bir saldırı olacağını söyledi. ‘Bundan sonra harekete geçme hakkına sahibiz’ diyen Chirac, ona daha önce söylediğim bir şeyi hatırladı. Kendisine hava saldırılarının Irak’a ve halkına ağır kayıplar verebileceğini ancak Saddam’ın düşüşüne yol açmayacağını söylemiştim. Bu nedenle nükleer bir savaşa zorlanacaklardı. Irak ordusunun ve muhafızlarının şehirleri savunacağını tahmin ediyordum.”

Hatemi’nin değerlendirmesinin devamında ABD’nin duruma değindi:
“ABD kesin bir zaferi ancak savaş süresini kısaltarak elde edebilir. Ancak eğer süre uzayacak olursa kaybedecektir. ABD kamuoyunun Başkan George W. Bush’a ve politikasına karşı çıkmak için askerlerin  cesetlerinin ülkeye dönmesi yeterli olacaktır. Bu nedenle ABD’nin bu savaşı bitirebileceğini sanmıyorum. Ancak ortada belirsiz bir nokta daha var; Iraklıların direnmeye ne kadar hazır olduklarını bilmiyorum. Savaşın meydana gelmesine izin verelim istemiyorum. Ancak savaş olursa ABD kolayca galip gelmemeli. Üçüncü önemli nokta ise savaş meydana gelirse ne yapacağımızla ilgili. Chirac ile görüştüğüm diğer konu da savaşın dünyadaki şiddet dalgasının yoğunlaşmasına ve artmasına yol açacağıydı. ABD, Afganistan'da eski El Kaide lideri Usame bin Ladin'i ortadan kaldırma hedefine ulaşmadı, aksine onu bir kahraman yaptı. Şimdi ortaya Saddam adında başka bir kahraman çıkarıyor ve aşırılık dalgası artacak. Chirac söylediklerimi destekledi, Amerikalıların bu bölgeden olmadığını söyledi.”

İran Cumhurbaşkanı konuşmasının devamında şu soruları yöneltti:
“Üçüncü aşamaya, yani savaş sonrası döneme girmeden önce şu sorumu tekrarlamak istiyorum: Savaş çıkması özellikle de şehir savaşı meydana gelmesi durumunda Irak halkının kararlılığını nasıl görüyorsunuz? Çünkü süre uzarsa zarar daha da büyük olacaktır.”

Esed’in cevabı ise şöyle oldu:
“Saddam, ABD harici taraflarla savaşıyor olsaydı düşüşü daha hızlı olurdu. Ama Amerikalılara akılsızlık hükmediyor. Savaşı günler veya haftalar içinde bitireceklerini söylediler. Gereksiz yere kendilerini bu zamanla kısıtladılar. Bir Iraklı bize ‘Saddam’dan mı yoksa Amerika’dan mı daha çok nefret ediyorsunuz?’ diye sorsa elbette Saddam diyenler olacaktır. Ancak buna rağmen Irak halkının Saddam’la birlikte savaşacağı hissediliyor. Bence bir grup Iraklı bir tarafa, başka bir grup ise diğer tarafa değer veriyor. Bir diğer konu da şu; Amerikalılar çok sayıda Iraklıyı öldürecek ve o an halk Saddam Hüseyin'in varlığını unutacak. Cumhuriyet Muhafızları ve rejimin etrafında toplanan partizanlara gelirsek; ben Cumhuriyet Muhafızları’na dikkat çekmek istiyorum. Çok sayıda siyasi ve askeri lider var. Bunları iki gruba ayırabiliriz: Birinci grup rejimden yararlananlar, ikinci grup ise suç işleyip infaz gerçekleştirenler. ABD’nin akılsızlığı başlayacak. Hiçbiri için bir çıkış noktası bırakmadı. Irak’a girmesi yasaklanan yaklaşık bin 700 muhalifin listesi yayınlandı. Irak için askeri bir yöneticiden bahsedildi. Bir savaş yaşanacak ancak günler sonra herkes ABD’ye karşı olacak.”
Hatemi de “Bugün, tüm muhalefet ABD’ye karşı duruyor. Şiileri ve Sünnileri anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye doğru itmeliyiz” dedi.
 
Esed bu sözlerin ardından konuşmasına şöyle devam etti:
“Saddam’ın yanında en çok duran ülke biziz. Buna karşılık bizimle en az koordinasyon içindeki ülke de yine Irak. Başka bir dünyada yaşayan garip bir rejim. Daha önce içteki etkileşimi genişletmem gerektiğini söylüyordum. Şimdi Suriye'de belediye seçimlerimiz var. Uçakta bu katılımı nasıl artıracağımızı konuşuyorduk. Saddam Hüseyin ise bunun tam aksini yapıyor. Dün Irak'ı dört bölgeye ayırdı. Bölgelerden birini Kimyager lakaplı Ali Hasan el-Mecid'e teslim etti. Bu, tabloyu Saddam’ın aleyhine çevirecek. Bizler Suriyeliler ve İranlılar olarak muhalefete nasıl yaklaşmalıyız? Yurt dışındaki muhalefeti kontrol altına almak gerekiyor. Bir role sahip olamazlar. Irak içinde daha geniş kapsamlı bir ilişkiye ihtiyacımız var. Suriye'de bizim için ilişkiler iki rejim arasındaki güvensizlik nedeniyle zayıf. Bu konu ayrıntılı bir çalışma gerektiriyor. Çünkü Irak'ı yönetmeye gelen herhangi bir konsey veya kişi de bu insanlardan olacaktır. ABD, bir Arap ülkesinin Saddam'ın yerine İzzet ed-Durri’nin geçmesi teklifini kabul etmedi. Konuya dair düşüncelerim bunlar.”

Hatemi ise bu sözlere karşın şunları söyledi:
“Irak'ta da neler olup bittiğini bilmiyoruz. Saddam ve Amerika'ya karşı çelişkili bir his olduğunu düşünüyorum. Bence savaş uzarsa, insanlar kayıpları görürse ve ordu ve Cumhuriyet Muhafızları direnebilirse zaman ABD’nin aleyhine işleyecektir. Irak'ın geleceği için tehdit oluşturan her türlü eğilimi yok etmek, mezhepçilik ve hiziplerle temsil edilen önemli tehlikeleri ortadan kaldırmak zorunludur. Çünkü bunlar ABD’nin işini kolaylaştırıyor. Sanki Şiiler, Kürtler ve diğerleri gibi pay istiyor. Bu Irak’ın geleceği için zehir niteliğinde. Irak'ın demokratik geleceğini düşünmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Böylece Irak, düşmanı olmasa bile ABD’nin elinde olmaz. Muhalefetin konumu artık pervasızlıkla nitelendirilirken Amerikan davranışı küstahlıkla karakterize ediliyor. Şimdi muhalefetin en büyük iddiası, ABD’nin onlara kötü davrandığı ve herkesin davranışlarından rahatsız olduğu. Bunlar arasında Amerika’ya oldukça yakın olan Ahmed el-Celbi de bulunuyordu. Bu durum, herkesin aklını başına toparlamasına ve mezhep konusundaki çalışmaları azaltmasına yardımcı oldu. Bu aşamada Türkiye büyük bir role sahip. Türkiye'nin Amerika'ya verdiği taahhütlere rağmen yönetiminin bizimle ve İslam dünyasıyla çalışma eğiliminde olduğunun farkındayım. Bir Kürt devletinin kurulmasına karşı dikkatli olmalıyız. İran Kürtlerinin İranlı, Iraklı Kürtlerin Iraklı ve Türkiyeli Kürtlerin Türk olduğu düşüncesinin yerleşmesi gerek. Bu konuda Türklerin endişeleri giderilmeli ve rahatlatılmalılar. Her halükarda bu konularda biz, siz ve Irak muhalefeti arasında koordinasyon sağlanmalıdır.”

Esed ise bu konuya ilişkin şu değelendirmede bulundu:
“Muhalefet içinde iki grup var: İlki olgunluğa ulaştı ve ABD ile ilgilenmeyecek. İkinci grup ise işaret edildiği anda ABD’ye doğru koştu. Bunlar iktidara gelirlerse Suriye ve İran ile birlikte hareket etmeyip ABD tarafında olacaklar. Bu nedenle ilişkileri genişletmek ve başka koordinasyon unsurlarını yaratmak zorunludur. En büyük unsur da Kürtlerdir. Endişeleri var ve bir ülke kurmayı düşünüyorlarEn önemli nokta bu. . Bu en önemli nokta. Bu konuyu Abdullah Gül ile görüştüm. Suriyeli bir güvenlik heyeti birkaç gün önce Türkiye’ye gitti. Şu an Suriye ile Türkiye arasındaki iş birliğinin merkezinde  Kürt devleti meselesi var. Bu durum askerlerin ve diğer grupların Türkiye’de toplanmasına neden oluyor. Çünkü bu konu Türkiye, Suriye, İran ve Irak'ı endişelendiriyor. Koordinasyon içinde olmalıyız.”
 
Muhammed Hatemi de konuya ilişkin şunları söyledi:
“Türkiye savaş öncesi ve savaş sonrası aşamalar için çok önemli. Türkiye talimatları ABD’den alıyor. Bu durum İslami Zirve Konferansı’nda oldukça açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. İstanbul'daki altılı buluşmada kendimizi sınırlamamalıyız. Savaş aşamasında ve ötesinde Suriye, İran ve Türkiye'yi içine alan alanda bölgesel bir güç olabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü Türkiye de bizim gibi etkileniyor. Savaşla ilgili durum nisan ayının sonuna doğru belli olacak. Yeni Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin imajı belirginleşecek. Irak arenasında işler daha da kötüleşebilir. Nelerin başarılabileceğini tartışmak için üçlü bir zirve veya bakanlar düzeyinde bir toplantı yapmayı öneriyorum. Savaş çıksa da çıkmasa da, ABD kazansa da kazanmasa da bakanlar düzeyinde bir toplantı yapıp ardından üçlü bir zirve gerçekleştirmenin büyük bir etkisi olacağı görüşündeyim. Şimdiden bu konu üzerinde düşünmeliyiz. Daha önce 5+6 konusunu, yani Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) beş üyesi ve Irak’ın altı komşu ülkesini kapsayan bir toplantı yapılmasını önermiştik. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri bu fikri memnuniyetle karşıladı. Fakat gerçekleştirilmedi. Bu fikir özellikle de Fransa, Rusya ve Çin'in aldığı pozisyonlardan sonra bugün yeniden gündeme gelebilir mi?”
Bu noktada söze giren Kemal Kharazi “Cumhurbaşkanı Hatemi, ulusal uzlaşma fikrini ortaya attı” dedi. Hatemi ise  “Sorun şu ki, kimse bu fikri beğenmedi” cevabını verdi. Bunun üzerine Kharazi, “Bu fikir, yeniden gündeme gelse bir ışık söz konusu olur mu?” diye sordu. Yanıt Esed’den geldi:
“Öneri, taraflar arasında müzakereler gerçekleştirmekti. Bunun için uygun bir vakit değil. Çünkü teklif, kimin daha çok alacağıyla ilgili olur. Milletler arası rekabet olacak. Dünya konunun bir düşmanlık değil, içsel bir sorun olduğunu anlayacaktır. Biz düşmanlığa odaklanmak istiyoruz. Uygun gördüğüm bir diğer mesele ise gelişme kaydedilmesi. Iraklılarla çok konuştuk. Ne beşli komite ne de başka bir şeyde bizimle koordinasyon içinde değiller. Onlarla muhalefet hakkında konuştuğumuzda, kimseden korkmadıklarını söylüyorlar.”
Hatemi, “Muhalefet, kimseden hoşlanmıyor” derken Esed ise “ABD gibi sahte vaatlerde bulunabiliriz ama yine de konu Irak Dışişleri Bakanı ile gündeme getirilebilir. Savaştaki ilk sorun Saddam'ın kendisidir” şeklinde konuştu. Hatemi, savaşla ilgili meselede ABD’nin agresif davrandığını, proje ve planlarının olabileceğine işaret etti. “Ordunun içeride bir şeyler yapabileceğinden emin misiniz?” sorusunu yönelten Hatemi, ABD’nin hızlı bir zafer elde ettiği takdirde işlerin zorlaşacağını vurguladı. Beşşar Esed ise “Çözüm direnişte.” cevabını verdi. Esed ayrıca, Hatemi’nin savaş çıkması durumunda ne olacağına ilişkin sorusuna “Savaştan önce direnişe hazırlanmalı” yanıtını verdi.

Muhammed Hatemi ise şunları söyledi:
“Birkaç hedef olmalı. Birincisi, savaş çıkması taraftarı değiliz. İkincisi, çıktığı takdirde hızla sona ermesini istemiyoruz. Üçüncüsü, Irak’ın geleceğidir. Bu hedeflere ulaşmak için çalışma ve koordinasyon yapmalı, muhalefetle nasıl başa çıkılacağını tartışmalıyız. Bir diğer nokta da Irak'ta neler olup bittiği ve onu nasıl etkileyeceğini bilmemiz gerektiğidir. Aynı durum Irak’ın geleceği için de geçerlidir. Çabalarımız mezhepçilikten kaçınmaya odaklanmalı. Muhalefetle birlikte hareket etme şartımız, sorun çıkarmama taahhüdünde bulunmaları olmalı. Sünni ve Şii arasında ayrım yapmıyoruz. Böyle bir durum söz konusu olursa, ki beni de bu endişelendiriyor, o zaman muhalefet düşer. Bu da yenilginin sebebi olur.”

Ardından sözü Esed aldı:
“Irak'taki mezhep önerisinin olumsuz sonuçları var. Öncelikle önerinin bir hedefi olmalı: Muhalefete odaklanmak Bu Amerikalıları korkutuyor. Ancak konu aşiretlerle ilişkileri de tartışmayı gerektiriyor. ABD’nin yanında yer alacaklar mı bilmiyorum ama şimdilik verilen paralarla mutlular”
Esed sözlerinin devamında “Aşiretlerle ilişkiniz nasıl?” diye sordu.

Hatemi bu soruya şöyle cevap verdi:
“Aramızda herhangi bir ilişki yok. Ama muhalefetin aşiretlerle temas halinde olduğuna ve başka bağlantıları da bulunduğuna inanıyorum.”
Esed ise ilişki kurmanın oldukça zor olacağına işaret etti.

Bu noktada ben söze girdim ve şunları söyledim:
“Bir önerim var: Suriye ve İran fikir birliği içinde. Bir çalışma yöntemi bulunmalı. ABD’lilerin muhalefette içlerine sızdığı birçok taraf var. Irak muhalefetini incelemek için bir çalışma grubu kurmayı öneriyorum. Amerikan şemsiyesi altında çalışmaya karşı olan birçok muhalif taraf var. Ayrıca savaşın rejime saldırmak için uygun bir fırsat olduğunu düşünenler de mevcut.”
Hatemi bana “Katılmıyorum. Fakat ABD’lilerden muhalefete sızanlar olduğu ve bazılarının karşı çıkmadığı konusunda sizinle hemfikirim”  yanıtını verdi. Bunun üzerine sözlerime şöyle devam ettim:
“Katılımcılardan bazıları onların ABD ve İngiltere istihbaratıyla çalıştıklarını söylüyor. Nitekim konferansa gözlemci olarak CIA üyeleri katıldı. Ayrıca İran istihbarat mensupları da gözlemci olarak yer aldı, katıldı. Bu nedenle Irak muhalefeti incelenmeli ve etkili olabileceğimiz koşullar tespit edilmelidir.”

İran Cumhurbaşkanı da şu değerlendirmede bulundu:
“Şüphe yok ki ABD ile anlaşmayı tercih ettiler. Ancak ABD’nin onlarla kötü ilişkileri muhalefete ABD’ye karşı birleşik bir duruşa sahipmiş gibi bakmalarını sağladı. Bu nedenle muhalefet Erbil'de geri çekildi. ABD yüzde 100 yanında duranlar dışında bu muhalefetten kimseyi kabul etmiyor. ABD elçisi Zalmay Halilzad muhalefete, ‘Muhalefeti kabul etmiyoruz ve Irak'a askeri bir yönetici yerleştireceğiz. Sükûnet sağlandıktan sonra siyasi bir hükümdar getirip bir Irak anayasası oluşturacağız. Sizinle en fazla istişarede bulunabiliriz” diye seslendi. ABD, askeri müdahalede bulunduğunda muhalefetin hiçbir etkinliği olmayacak. ABD, Irak'ta istediğini elde etmek için plan yaptı. Muhalefetteki tüm taraflar bundan rahatsız oldu. Erbil'de ABD'ye karşı bir açıklama yayınlamaya karar verdiler. Bu iyi bir şey. ABD’nin üslubunu değiştirmesinde etkili oldu. Bu nedenle, bir grup muhalifin ABD ile birlikte hareket ettiği ve diğer grubun bağımsız olduğu konusunda size katılmıyorum. Ancak aynı zamanda, ABD ile hareket etmenin çıkarlarına hizmet ettiğini gören herhangi bir muhalif taraf, onunla yakınlaşacaktır. Buna ek olarak başından beri ABD yanlısı taraflar da mevcut. Fakat aynı zamanda muhalefetin dışında daha ciddi ve dirençli olanların da bulunduğu görüşünüzü destekliyorum. Ancak gerçekçi olmalıyız. Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Türkiye ile görüşmemiz yönündeki bu önerisi akıllıcadır. Farklılıkların artmasını önlemek ve muhalefetin ABD'nin kollarına düşmesini engellemek için muhalefete geniş bir çerçevede bakmalıyız. Bir tür varlık göstermekten mutluluk duyacağız. Bir çalışma grubu fikrini onaylıyorum. Fakat insan her zaman iyi ile kötü arasında kalmıyor. Bazen kötünün daha kötüden ayırt edilmesi gerekir.”
Cumhurbaşkanı Hatemi ile görüşmemiz bittikten sonra Yüce Lider Ali Hamaney ile bir araya gelmek üzere yola çıktı. Bizi hoş karşılayan Hamaney, ziyaretin her iki ülkeye de hayırlı olmasını temennisinde bulundu.

Bunun üzerine Esed şunları söyledi:
“İki ülke arasındaki koordinasyon oldukça yüksek. Ziyaretimiz kesinlikle başarıya ulaşacak. Bu ziyaret iki ülke arasındaki koordinasyonda bir düzeltme imkanı verecek. Bugün gerçekleştirdiğimiz görüşme, iki ülke arasındaki fikir uyumunu ortaya koyuyor. Irak konusunu kapsamlı bir şekilde tartıştık ve birçok analiz yapıldı. Bu konudaki görüşler oldukça kasvetli. İttifakımız, pozisyon ve tarihimiz umut vadediyor. Maskeler düştü ve her şey ortaya çıktı. ABD niyetini açıkladı. Irak'ı işgal etmek ve bir askeri hükümdar yerleştirmek istediğini söyledi. Daha sonra Suriye, İran ve hoşlanmadığı herhangi bir ülkeyle savaşacağını duyurdu. ABD’nin askeri gücünün ve Suriye ile İran’ın imkanlarının farkındayız. Ancak biz toprak sahibiyiz. Başlangıçta herkes için zararlı olması nedeniyle savaşın çıkmasını istemediğimizi söyledik. Ama arkamıza yaslanıp sıranın bize gelmesini beklememiz mantıksız. Suriye ve İran dışında Irak’ın hiçbir komşusu karar alma yetkisine sahip değil. Fakat bir savaş meydana gelmesi durumunda yapılacak en önemli şeyin, savaşın ABD, yorulana kadar uzatılması olduğunu düşünüyorum.”

Hamaney de şunları söyledi:
“Bölgede neler olup bittiğine dair yapılan bu iyi analiz için çok teşekkür ederim. Gerçek şu ki biz iki kardeş ülkeyiz. Birçok mesele ve ortak tehlikeler bizi bir araya getiriyor. Bu, tam iş birliğimizi artırmak için başlı başına bir teşvik faktörüdür. Bölge tehlikeli bir durumla karşı karşıya.”

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları oldu

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’



İsrail, Uluslararası Adalet Divanı önünde Güney Afrika'nın ‘soykırım’ suçlamalarına yanıt veriyor

Gazze Şeridi'nin Refah kentindeki durumla ilgili Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılan duruşma sırasında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) yargıçları mahkeme salonuna giriyor, 16 Mayıs 2024. (AFP)
Gazze Şeridi'nin Refah kentindeki durumla ilgili Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılan duruşma sırasında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) yargıçları mahkeme salonuna giriyor, 16 Mayıs 2024. (AFP)
TT

İsrail, Uluslararası Adalet Divanı önünde Güney Afrika'nın ‘soykırım’ suçlamalarına yanıt veriyor

Gazze Şeridi'nin Refah kentindeki durumla ilgili Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılan duruşma sırasında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) yargıçları mahkeme salonuna giriyor, 16 Mayıs 2024. (AFP)
Gazze Şeridi'nin Refah kentindeki durumla ilgili Lahey'deki Barış Sarayı'nda yapılan duruşma sırasında Uluslararası Adalet Divanı (UAD) yargıçları mahkeme salonuna giriyor, 16 Mayıs 2024. (AFP)

İsrail bugün Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önünde, Güney Afrika'nın Refah'taki askeri operasyonla Gazze Şeridi'ndeki ‘soykırımı’ devam ettirdiği yönündeki suçlamalarına cevabını sunacak.

Pretorya, UAD'dan İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırmak için gerekli olduğunu söylediği Refah saldırısını durdurmasını talep etti.

İsrail daha önce uluslararası hukuka bağlılığının ‘sarsılmaz’ olduğunu vurgulamış ve Güney Afrika'nın açtığı davayı ‘tamamen temelsiz’ ve ‘ahlaki açıdan iğrenç’ olarak nitelendirmişti.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Hamas'ın son kalesi olarak gördüğü Refah'ta geniş çaplı bir kara harekâtının Hamas’ı ortadan kaldırmak için gerekli olduğunu söylüyor.

İsrail dün (Perşembe) yaptığı açıklamada, yoğun nüfuslu bu kente yönelik geniş çaplı bir saldırıya karşı uluslararası uyarılara rağmen, Refah'taki kara operasyonlarını ‘yoğunlaştıracağını’ duyurdu. İsrail'in Refah'ta ‘insani bir felaketi’ önlediğini düşünen Netanyahu, ofisi tarafından Arapça olarak yayınlanan açıklamasında “Şu ana kadar Refah'taki yaklaşık yarım milyon insan çatışma bölgelerinden tahliye edildi. Bahsettikleri insani felaket gerçekleşmedi ve gerçekleşmeyecek” ifadelerini kullandı.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant ise Refah'taki askeri operasyonun ‘takviye kuvvetlerin girişiyle devam edeceğini’ duyurdu.


"Hamas, Filistin Devlet Başkanı'nın Arap Zirvesi'nde yaptığı konuşmadan üzüntü duyuyor ve birlik konusundaki kararlılığını teyit ediyor

Gazze Şeridi'ndeki Hamas üyeleri (AFP)
Gazze Şeridi'ndeki Hamas üyeleri (AFP)
TT

"Hamas, Filistin Devlet Başkanı'nın Arap Zirvesi'nde yaptığı konuşmadan üzüntü duyuyor ve birlik konusundaki kararlılığını teyit ediyor

Gazze Şeridi'ndeki Hamas üyeleri (AFP)
Gazze Şeridi'ndeki Hamas üyeleri (AFP)

Hamas hareketi yaptığı açıklamada, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Bahreyn'in başkenti Manama'daki Arap zirvesi öncesinde, 7 Ekim operasyonuna ilişkin konuşmasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi.

Abbas zirvede, Hamas'ın "7 Ekim'deki askeri operasyonu tek taraflı bir kararla gerçekleştirdiğini ve İsrail'e Gazze'ye saldırması için daha fazla bahane sağladığını" söyledi. Hamas ise İsrail'in Filistin halkına karşı işlediği suçlar için "bahane beklemediği" yanıtını verdi.

Abbas konuşmasında, Hamas'ın "bölünmüşlüğe son vermeyi ve Filistin meşruiyet şemsiyesine geri dönmeyi reddeden tutumunun, işgal hükümetinin Gazze Şeridi'nin, Batı Şeria ve Kudüs'ten ayrılmasını pekiştirmek, bir Filistin devletinin kurulmasını engellemek ve Ulusal Otorite ile Filistin Kurtuluş Örgütü'nü zayıflatmak için 7 Ekim'den önce uygulamaya çalıştığı İsrail planına hizmet ettiğini" belirtti.

Ancak Hamas yaptığı açıklamada "ulusal birlik konusundaki kararlılığını defalarca vurguladığını, Filistin iç cephesini güçlendirmek ve ulusal safları birleştirmek için her aşamada gerekli esnekliği gösterdiğini" ısrarla vurguladı.


Heniye: İsrail müzakereleri "bilinmeyen bir kadere" sürükledi

Han Yunus kentindeki yıkılmış binaların ortasında yürüyen yerinden edilmiş Filistinliler (AP)
Han Yunus kentindeki yıkılmış binaların ortasında yürüyen yerinden edilmiş Filistinliler (AP)
TT

Heniye: İsrail müzakereleri "bilinmeyen bir kadere" sürükledi

Han Yunus kentindeki yıkılmış binaların ortasında yürüyen yerinden edilmiş Filistinliler (AP)
Han Yunus kentindeki yıkılmış binaların ortasında yürüyen yerinden edilmiş Filistinliler (AP)

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye dün (Çarşamba) yaptığı açıklamada, İsrail'in Refah sınır kapısını işgal etme ve kente yönelik saldırılarını genişletme konusundaki ısrarının tüm müzakereleri "bilinmeyen bir kadere" sürüklediğini söyledi.

Heniye, Hamas'ın Refah'taki İsrail operasyonuyla ilgili olarak Mısır ile temas halinde olduğunu ve "İsrail'in Refah sınır kapısından derhal çekilmesi gerektiği konusunda" Mısır ile hemfikir olduğunu belirtti.

Nekbe'nin 76. yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada Haniye, savaştan sonra Gazze Şeridi'nin yönetimine hareketin "ulusal toplumla" birlikte karar vereceğini, "(Hamas'ın) saldırıyı durdurmak için hiçbir çabadan kaçınmadığını ve arabulucuların çabalarına olumlu yaklaştığını" ifade etti.

Heniye, ateşkes ve tutukluların serbest bırakılmasına yönelik herhangi bir çaba ya da anlaşmanın, "kalıcı bir ateşkesi ve Gazze Şeridi'nin tamamından kapsamlı bir çekilmeyi" garanti etmesi gerektiğini vurguladı.

fdvbgt
Yerinden edilmiş Filistinliler Refah’tan çıktıktan sonra Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr Belah'ta (AP)

Heniye, İsrail'in ateşkes önerileri karşısındaki tutumunu "Gazze'ye yönelik savaşı sürdürme yönündeki tasarlanmış niyetlerinin doğrulanması" olarak nitelendirdi.

Haniye'nin konuşması, İsrail ordusu ile hükümet arasında, Gazze'deki savaşın bitiminden sonra, yani "savaşın ertesi günü" Gazze Şeridi'nin yönetimi konusunda yaşanan tartışmanın ortasında geldi.

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu konuşmasında, Hamas Gazze'de iktidarda kaldığı sürece "savaşın ertesi günü için yapılacak düzenlemelerden bahsetmenin bir anlamı olmadığını" söyledi. Savunma Bakanı Yoav Galant ise Gazze'de bir İsrail askeri yönetimini kabul etmeyeceğini, savaştan sonra İsrail'in Gazze'de güvenlik varlığının “İsraillilerin gereksiz yere can kaybına” yol açacağını söyledi.


Hizbullah'a ait insansız hava aracı İsrail'i ilk kez vurdu

İsrail'in bölgeyi hedef alan bombardımanının ardından Güney Lübnan'da dumanlar yükseliyor. (AFP)
İsrail'in bölgeyi hedef alan bombardımanının ardından Güney Lübnan'da dumanlar yükseliyor. (AFP)
TT

Hizbullah'a ait insansız hava aracı İsrail'i ilk kez vurdu

İsrail'in bölgeyi hedef alan bombardımanının ardından Güney Lübnan'da dumanlar yükseliyor. (AFP)
İsrail'in bölgeyi hedef alan bombardımanının ardından Güney Lübnan'da dumanlar yükseliyor. (AFP)

Hizbullah’a ait insansız hava aracı (İHA) dün (Perşembe) İsrail'i ilk kez bombalarken, iki taraf arasındaki çatışmalar ilk aylara göre eşi benzeri görülmemiş bir şekilde ve yüksek bir hızla tırmanarak ‘yıpratma savaşına’ dönüştü.

Hizbullah, savaşçılarının Metula bölgesine iki adet S5 füzesiyle donanmış bir İHA’yla saldırdığını duyurdu. Hizbullah ilk kez bu tür güdümsüz konvansiyonel füze kullanmış oldu.

Güney cephesi, askeri uzman emekli Tuğgeneral Halil el-Hilu'nun İsrail'in iki tarafı geniş bir savaşa girmemeye zorlayan gerçekler ışığında ‘tampon bölge’ yaratmaya çalıştığı bir ‘yıpratma savaşı’ olarak tanımladığı, her iki tarafın da ilk kez bölgeleri bombaladığı büyük bir tırmanışa tanık oldu.

Söz konusu gerilim, Çarşamba günü Hizbullah tarafından gerçekleştirilen ve biri Tiberya yakınlarında olmak üzere üç İsrail askeri üssünü hedef alan askeri operasyonların ardından, ‘suikastlara yanıt olarak’ geldi. Hizbullah, iki taraf arasındaki savaşın başlamasından bu yana en şiddetli bombardımanla karşılık vererek Lübnan'ın doğusundaki birçok noktayı hedef aldı.

Batı Tiberya'ya yapılan saldırı savaşın başlangıcından bu yana İsrail içinde gerçekleştirilen en şiddetli saldırı olurken, Hizbullah saldırının ‘bir dizi saldırı uçağı’ tarafından gerçekleştirildiğini ve ‘hava kuvvetlerinin kapsamlı gözetleme ve tespit sisteminin bir bölümünü’ hedef aldığını açıkladı. Hizbullah ayrıca, bu sabah Golan Tepeleri'ndeki İsrail askeri bölgelerine saldırı düzenledi.


ABD Temsilciler Meclisi İsrail'e acil silah desteği tasarısını onayladı

ABD Temsilciler Meclisi binası (Arşiv- Reuters)
ABD Temsilciler Meclisi binası (Arşiv- Reuters)
TT

ABD Temsilciler Meclisi İsrail'e acil silah desteği tasarısını onayladı

ABD Temsilciler Meclisi binası (Arşiv- Reuters)
ABD Temsilciler Meclisi binası (Arşiv- Reuters)

CNN'in haberine göre ABD Temsilciler Meclisi, İsrail'e silah sevkiyatının zorunlu hale getirilmesini öngören bir yasa tasarısını kabul etti. Cumhuriyetçiler, yedi ayı aşkın bir süredir Gazze Şeridi'nde Hamas'la savaşan İsrail'e mühimmat sevkiyatını askıya alma kararı alan Başkan Joe Biden üzerindeki baskıyı arttırmaya çalışıyor.

Şarku’l Avsat’ın CNN’den aktardığına göre tasarı, Biden'ın Kongre tarafından İsrail'e onaylanan herhangi bir silah sevkiyatını engelleme, durdurma veya iptal etme kabiliyetini zayıflatıyor.

Tasarı ayrıca İsrail'in askıya alınan silah sevkiyatlarının yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren 15 gün içinde teslim edilmesini gerektiriyor.

CNN’e göre Demokratların kontrolündeki Senato'nun tasarıyı reddetme olasılığı düşük ve Beyaz Saray'ın, Biden'ın Kongre'den geçen yasayı onaylayacağını söylediği belirtildi.


Bahreyn Zirvesi: İki devletli çözümün sağlanmasına yönelik uluslararası bir zirve

Arap Birliği ülkeleri liderlerinin Manama Zirvesi'ndeki hatıra fotoğrafı (BNA)
Arap Birliği ülkeleri liderlerinin Manama Zirvesi'ndeki hatıra fotoğrafı (BNA)
TT

Bahreyn Zirvesi: İki devletli çözümün sağlanmasına yönelik uluslararası bir zirve

Arap Birliği ülkeleri liderlerinin Manama Zirvesi'ndeki hatıra fotoğrafı (BNA)
Arap Birliği ülkeleri liderlerinin Manama Zirvesi'ndeki hatıra fotoğrafı (BNA)

Arap Birliği Konseyi'nin dün (perşembe) Manama'da düzenlenen zirve düzeyindeki 33. olağan oturumuna katılan Arap liderler, Filistin meselesinin çözümü için Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde uluslararası bir konferans düzenlenmesi yönünde ortak bir çağrı yaparak iki devletli çözüm yolunda ilerleme kaydetmeye çalıştılar.

Bahreyn Zirvesi’nin sonuç bildirisinde, Arap liderlerin ‘siyasi süreç ve müzakereler için bir zaman sınırı belirlenmesi’ ve bu konuda net tedbirler alınması gerektiğini vurguladıkları aktarıldı. Liderler ayrıca, çözümün ‘Arap topraklarındaki İsrail işgalinin sona ermesi ve adil ve kapsamlı bir barışa ulaşmanın yolu olarak İsrail ile birlikte güvenlik ve barış içinde yaşamak üzere uluslararası meşruiyet kararlarına uygun bağımsız, egemen ve yaşayabilir bir Filistin devleti kurulmasıyla’ mümkün olduğunu ifade ettiler.

Zirve, ülkesi Arap Birliği Konseyi'nin bir önceki oturumuna başkanlık eden Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Başbakanı Muhammed bin Selman'ın Suudi Arabistan'ın bir Filistin devletinin kurulmasına ve uluslararası alanda tanınmasına verdiği desteği yinelediği ve uluslararası toplumu Gazze Şeridi'ndeki savaşı sona erdirme çabalarını desteklemeye çağırdığı konuşmasıyla başladı. Suudi Arabistan’ın zirve delegasyonuna başkanlık eden Veliaht Prens konuşmasına İki Kutsal Caminin Hizmetkârı Kral Selman bin Abdulaziz Al Suud'un zirve katılımcılarına selamlarını ve ‘başarı ve muvaffakiyet’ dileklerini ileterek başladı.

Katılımcılara hitap eden Muhammed bin Selman, “32. oturuma başkanlık ettiği süre boyunca Suudi Arabistan, Arap meselelerine ve ortak Arap eyleminin geliştirilmesine büyük önem verdi. İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırganlığını görüşmek üzere olağanüstü ortak Arap Birliği-İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesine ev sahipliği yaptığı için başta Filistin meselesi olmak üzere bölgesel ve uluslararası konularda ortak tutum belirleme konusunda istekli oldu” ifadelerini kullandı. Muhammed bin Selman ayrıca, “Filistin'deki kardeşlerimize yönelik acımasız saldırganlığa karşı ortak eylemin sürdürülmesi gerektiğini” vurguladı.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ise “uluslararası meşruiyeti hiçe sayarak yedi aydan fazla bir süredir ABD'nin desteğiyle devam eden İsrail savaş suçları ve soykırımı sonucunda çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 120 binden fazla Filistinlinin şehit olduğunu ve yaralandığını” söyledi.

Zirvede ayrıca liderler tarafından sonuç bildirisinde ifade edilen ve Arap su güvenliği konusunu ele alan çeşitli hususlara da değinildi. Katılımcılar bunun özellikle Mısır ve Sudan için Arap ulusal güvenliğinin ayrılmaz bir parçası olduğunu yineledi. Katılımcılar, Mısır ve Sudan’ın Nil suları üzerindeki haklarını etkileyecek herhangi bir eylem ya da tedbiri reddetti. Katılımcılar ayrıca, Dicle ve Fırat nehirleri konusunda Suriye ve Irak ile dayanışma içinde olduklarını ve güvenliklerini ve su çıkarlarını korumak için gerekli gördükleri her türlü tedbiri alma konusunda hepsiyle dayanışma içinde olduklarını bir kez daha yinelediler.

Bahreyn Zirvesi'nin nihai bildiri taslağında ayrıca, devletlerin egemenliği dışında faaliyet gösteren ve Arap devletlerinin yüce çıkarlarıyla çelişen yabancı gündemleri takip eden veya uygulayan silahlı gruplara veya milislere verilen her türlü destek tamamen reddedilirken, egemenliklerini ve toprak bütünlüklerini savunan tüm Arap devletleriyle dayanışma içinde olunduğu vurgulandı.


İsrail istihbaratı tarafından hazırlanan raporda ‘İsrail’in son derece zorlu bir eşikte olduğu’ uyarısı

İsrail’e göre karşı karşıya olduğu tehditler tehlikeli bir yükselişte (AFP)
İsrail’e göre karşı karşıya olduğu tehditler tehlikeli bir yükselişte (AFP)
TT

İsrail istihbaratı tarafından hazırlanan raporda ‘İsrail’in son derece zorlu bir eşikte olduğu’ uyarısı

İsrail’e göre karşı karşıya olduğu tehditler tehlikeli bir yükselişte (AFP)
İsrail’e göre karşı karşıya olduğu tehditler tehlikeli bir yükselişte (AFP)

Emel Şehade

Siyasi aktivistler, İsrail'in 76’ncı Bağımsızlık Günü ve kayıplarını anma törenlerindeki görüntüler, 7 Ekim saldırısının üzerinden geçen yedi ayı aşkın bir süredir içinde bulunduğu ve hiçbir hedefine ulaşamadığı durumun bir küçük bir resmini yansıttığını düşünüyorlar.

Etkinlik düzenlemek, konuşma yapmak ve çelenk koymak üzere sahneye çıkan komutanlar ve yetkililer yumruk yumruğa kavgalar edip birbirlerine bağırdılar. Konuşmaların çoğunda ordunun, halkın güvenliğini sağlamakta başarısız olduğu dile getirilirken geriye kalanları sadece 7 Ekim'de değil, saldırıyı takip eden aylarda da yetkililerin başarısızlıklarına değindiler. Savaşın sonlandırılmasının yanında ‘sadece çatışmaları yoğunlaştırmak Hamas'ı teslim olmaya zorlayabilir’ denkleminin yerine ‘Hamas'a bir alternatif bulunması ve bu savaş için bir yol haritası geliştirilmesi’ çağrıları yapıldı.

Ancak savaşın İsrail'in gücü, statüsü ve konumu üzerindeki yansımaları ve sonuçları karşısında kuruluşunun 76’ncı yılında karşı karşıya olduğu tehditlerin tehlikeli bir yükselişe geçtiğini, konumunun, niteliksel askeri üstünlüğünün ve artan zorluklarla başa çıkma kabiliyetinin sarsıldığını ve zayıfladığını düşünenler var. Söz konusu kişilere göre bu durum, tüm bunların yanı sıra İsrail’in dayanıklılığına, bölgesel ve küresel konumuna ve yeni bir yol haritasına ihtiyaç olduğunu düşündükleri caydırıcılık yeteneğine zarar veriyor. Bu görüşler, İsrail Askeri İstihbarat Teşkilatı eski Direktörü (emekli) Tümgeneral Amos Yadlin tarafından stratejik ve siyasi planlama uzmanı (emekli) Albay Udi Evental'ın yardımıyla hazırlanan özel bir raporda dile getirildi.

Yeni dönemi görmezden gelmeyin

İsrail'in 7 Ekim sonrasında içinden geçmekte olduğu ‘riskli sürece’ değinen raporda şu ifadeler yer aldı:

İsrail, kuruluşundan sonraki dördüncü neslinin başlangıcında ve bağımsızlığının yüzüncü yılına yaklaştığı sırada sorumlu, ileri görüşlü, tablonun genişliğini ve içinde bulunduğumuz anın büyüklüğünü anlayan, ulusal çıkarları kaygılarının en ön sırasına koyan ve içinde bulunduğumuz fırtınalı okyanusta güvenle yol almamız gerektiğini hisseden liderlerin seçilmesini gerektiren son derece zorlu bir dönemin eşiğinde.

Raporda, İsrail'in 76’ncı Bağımsızlık Günü'nde, öngörülebilir gelecekte kendisi için henüz bilinmeyen ve anlaşılamayan, ancak derhal bir düzenleme ve değişim gerektiren yeni ve tehlikeli bir dönemin habercisi olan zorlu dönüm noktalarının artık görmezden gelinemeyeceği vurgulandı.

Zorluklar

“İsrail'in Hayatta Kalmasını Sağlayacak Yeni Yol Haritası” başlıklı rapora göre İsrail'in İran ve Ortadoğu'daki çeşitli ülkelerde desteklediği radikal gruplardan kaynaklanan stratejik düzeyde artan meydan okumalar ve tehditlerle Gazze’deki savaşa batmış durumda olmasından dolayı şu an karşı karşıya gelmemesi gerekiyor. Rapora göre İsrail, İran’ın gelişmiş nükleer programının yanı sıra büyüyen füze ve insansız hava aracı (İHA) cephaneliğinin sağladığı güç ve vekillerinden oluşan bir ağı yönetme kabiliyetinin verdiği güçle yakında nükleer silahların ötesine geçme kararı almasına karşı hazırlıklı olmalı.

Raporun devamında şu ifadelere yer verildi:

İsrail’in etrafı, ekonomik, yönetimsel ve güvenlik alanlardaki şartları kötüleşen, başarısızlıkları büyüyen ve İsrail'e karşı düşmanlıkları artan birinci, ikinci ve üçüncü halkadan düşman ülkelerle çevrili.

Raporun yazarı Yadlin, bahsi geçen şartların Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak'ta daha da radikalleşebileceği ve Ürdün ve Mısır'da da bir dereceye kadar gelişebileceğinden duyduğu endişeyi ifade etti.

Filistinlilerle çatışmanın tırmanmasının İsrail'in diğer tüm alanlardaki güvenliğini olumsuz etkilediği konusunda uyaran Yadlin, bunun aynı zamanda İsrail’in Ortadoğu'da ve uluslararası arenada stratejik derinlik yaratmasını zorlaştırdığının ve bir güç olarak imajını, kendini donatma kabiliyetini ve ordusunun hareket özgürlüğünü zayıflatacak şekilde dünyadaki konumuna zarar verdiğinin altını çizdi.

Gazze’deki savaşın bir an önce sona erdirilmesi gerektiğini vurgulayan Yadlin, savaşın İsrail'in statüsü ve prestiji üzerindeki etkilerini ise şöyle özetleyerek “Uluslararası ve bölgesel olarak artan tecritçilik, yaptırımlar ve boykotlar, olası silah ambargoları, ciddi yasal tehditler, kredi notunun düşürülmesi, ticari ilişkilerin zarar görmesi, yatırımların azalması ve havayolu şirketlerinin uçuşlarının askıya alınması, İsrail'in bölgesel arenada entegrasyon süreçlerini güçlendirmesini ve uluslararası arenadaki fırsatları gerçekleştirmesini zorlaştıracaktır” yorumunda bulundu.

Yedi cephede savaş

İsrail'i yedi cephede savaşmak zorunda bırakan Gazze’deki savaşta operasyonel düzeyde İsrail'in bugünkü durumunu ‘uyarı alarmı’ olarak tanımlayan Yadlin, “Bugünkü durum, Tel Aviv'e karşı aynı anda birçok cepheden yoğun saldırıların yapılacağı, ticaret ve tedarik yollarının kesintiye uğrayacağı çok cepheli bir savaşla karşı karşıya gelme olasılığının yüksek olduğuna işaret ediyor” yazdı.

İsrail yönetiminin görmezden geldiği, hatta bazılarını kınadığı askeri ve güvenlik kurumlarınca hazırlanan raporların daha önce teyit ettiği üzere Tel Aviv'in bölgede düşman olarak gördüğü ülkelerin askeri yetenekleriyle ve gelişimleriyle başa çıkmakta zorlandığı vurgulanan raporda, “Roketler, füzeler ve insansız hava araçlarının (İHA) yanı sıra sınır ve temas hattındaki karasal tehditlerdeki operasyonel eğilimler, İsrail'in gücünü ezerek, savunma kabiliyetleri açısından zorlayarak, savaş düzenindeki boşlukları ve envanterindeki eksikliği vurgulayarak üstünlüğünü en üst düzeye çıkarmasını güçleştiriyor. Bu durum özellikle bölgenin ve İsrail'in uzun süreli çatışmalar ve yıpratma dönemine girdiği ve kısa süreli savaşlarda tam bir belirleyici gücün ortaya çıkmadığının kanıtlandığı sırada meydana geldi” denildi.

İsrail’in stratejik sorumluluğu

Raporda ‘Uyum sağlama kabiliyetinin yitirilmesi’ ara başlığı altında mevcut politikanın ve Gazze’deki savaşın devam etmesinin İsrail'in çeşitli zorluklarla başa çıkma kabiliyetini zayıflatacağı uyarısı yapıldı. İsrail'in çeşitli zorluklarla başa çıkma kabiliyetinin zaman içinde aşındığı ve bu bağlamda geleceğe yönelik birtakım olumsuz faktörlerin olduğu belirtilen Raporda, “Büyük güçler arasında artan rekabet çerçevesinde İsrail'in siyasi, ekonomik ve güvenlik çıkarlarının bulunduğu Batı ve ABD kamplarında kalmaktan başka alternatifi yok” ifadeleri yer aldı.

Yadlin, raporunda şu değerlendirmelerde bulundu:

İsrail'in artan zorluklar karşısında Washington'ın desteğine giderek daha fazla bağımlı hale geldiği bir dönemde, ABD'nin gücü, çok taraflı çatışma bölgeleri ve içeride artan bölünme nedeniyle zorlanıyor. Bunun yanında ABD'de İsrail'i bir oluşumdan ziyade stratejik bir yük olarak gören sesler de yükseliyor.

Yadlin, raporda ayrıca İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve aşırılık sağcı partilerden oluşan koalisyon hükümetinin devam eden savaşlarla ilgili olarak ABD'ye karşı izlediği politikanın sürdürülmesinin neden olacağı tehlikeye karşı da uyardı.

Öncelik Filistin sahasındaki düzenlemeler

İsrail'in Gazze’deki savaş sonrasında takındığı tutum nedeniyle bölgedeki herhangi bir çözüm girişimi, Filistin meselesiyle ilgili düzenlemelerin teminat altına alınmasını şart koşuyor.

İsrail'in bugün ‘Avrupa’da ve Arap bölgesinde stratejik derinlik ve entegrasyon yaratmak’ için çeşitli fırsatlara sahip olduğunu savunan Yadlin, ancak bu fırsatların gerçekleşmesinin temelde Filistin sahasında ve ABD ile ilişkilerde ilerleme kaydedilmesine, Washington'ın Ortadoğu'daki varlığını sürdürme konusundaki istekliliğine ve içerideki siyasi zorlukların üstesinden gelirken Arap ülkelerine birtakım tavizler vermesine bağlı olduğu konusunda da uyardı.

Tüm bunları, İsrail'in içeride karşı karşıya olduğu durumun yansımalarının bir sonucu olarak ele alan rapora göre sosyo-ekonomik uçurumlar ve Haredilerin (ultra-Ortodoks Yahudiler/Haredim) işgücü piyasasına entegre edilememesi, önümüzdeki yıllarda İsrail ekonomisinin çökmesi ve ordunun, refah politikasının ve yönetimin ciddi zarar görmesi tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor. Ayrıca bir yandan içeride uyumun zayıflarken ve devlet kurumlarında çalışmaların gerilerken dışarıdan gelen çeşitli tehditler karşısında güvenliği güçlendirmek için gerekli kaynakların tahsis edilmesinin engellenmesi, ABD’nin desteğinin azaltılması İsrail'in bir devlet olarak istikrarına ve özelde Ortadoğu’daki genel olarak ise tüm dünyadaki stratejik konumuna yönelik yeni bir gerçeklik ve zorluk yaratıyor.

Başka bir yönetim ve çok boyutlu karşılık

Raporda bu yeni gerçeklikle başa çıkabilmek için gerekli yol haritasının şartları ortaya koyulurken acil eylem çağrısı yapıldı.

Rapora göre acil eylemde şunlar yer almalı:

  1. İsrail'in güvenlik kavramına ilişkin izlediği politikada çeşitli değişiklikler yapılması ve İsrail'in gelecekte İsrail-Filistin çatışmasında siyasi bir ufuk ve olumlu bir eğilim yaratmasını sağlayacak siyasi düzenlemeler için bir girişim başlatılması gerekiyor.
  2. Siyasi kriz sona erdirilmeli, mümkün olan en kısa sürede seçimler yapılarak halkın kendi hükümetine verdiği yetki tanınmalı ve hukukun üstünlüğüne ve herkesin kanunlar karşısında yeniden eşit olmaları sağlanmalı.
  3. Devlet bütçesinin kullanım şekli, artan tehditler ve zorluklara karşı güvenliği güçlendirecek şekilde değiştirilmeli.
  4. Sivil ve askeri iç cepheyi ve kritik altyapıları daha iyi koruyacak, acil durumlarda ve istihbaratta görev sürekliliğini sağlayacak ve 2023 başarısızlığından çıkarılan dersler çerçevesinde yeniden inşa edilecek bir modern savunma gücü oluşturulmalı. Hava kuvvetleri ve karada manevra sistemleri, birçok alanda kesin kararlar alınmasını sağlayacak şekilde güçlendirilmeli.
  5. Stratejik derinlik güçlendirilmeli ve İran'ın nükleer programını geliştirmesini durdurmak için bölgesel ve uluslararası bir kampanya başlatılmalı. Böylece İsrail'in uluslararası arenadaki konumu istikrara kavuşturulup, tecride ve yaptırımlara engel olunması ve Arap bölgesiyle entegre olması sağlanmalı.
  6. Arap devletleriyle birlikte bölgedeki radikal ekseni dengeleyecek ve bölgede nükleer silahların yayılmasını durduracak şekilde liderlik, dönüşüm ve ABD desteğine dayalı bölgesel bir yapı oluşturulmalı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan  çevrilmiştir.


ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı Gazze kıyısındaki geçici iskelenin kurulduğunu duyurdu

Refah'tan ayrılmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş insanlar, Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Deyr el-Balah'ta sahil boyunca çadırlar kurdu. (AFP)
Refah'tan ayrılmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş insanlar, Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Deyr el-Balah'ta sahil boyunca çadırlar kurdu. (AFP)
TT

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı Gazze kıyısındaki geçici iskelenin kurulduğunu duyurdu

Refah'tan ayrılmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş insanlar, Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Deyr el-Balah'ta sahil boyunca çadırlar kurdu. (AFP)
Refah'tan ayrılmak zorunda kalan yerlerinden edilmiş insanlar, Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Deyr el-Balah'ta sahil boyunca çadırlar kurdu. (AFP)

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), bugün, Gazze Şeridi kıyısındaki geçici iskelenin kurulduğunu ve böylece deniz yoluyla yardım girişinin önünün açıldığını duyurdu.

CENTCOM’dan yapılan açıklamada, tırların önümüzdeki günlerde insani yardım taşımak üzere iskeleye doğru hareket etmeye başlamasının beklendiği belirtilirken, Birleşmiş Milletler'in (BM) iskeleden gelen yardımları teslim alacağı ve Gazze Şeridi'ndeki dağıtımını koordine edeceği kaydedildi.

Şarku’l Avsat’ın Arap Dünyası Haber Ajansı'ndan (AWP) aktardığı habere göre CENTCOM, iskeleyi kurma operasyonu kapsamında Gazze Şeridi'ne hiçbir ABD kuvvetinin girmediğini bildirdi.

İngiliz hükümeti ise dün (Çarşamba) yaptığı açıklamada, ilk parti yardımın Gazze kıyısındaki geçici iskeleye gitmek üzere Kıbrıs'tan ayrıldığını duyurdu.

Yapılan açıklamada, İngiltere'nin 2 milyon sterlinlik yardım paketinin ilk bölümünü oluşturan yaklaşık 100 tonluk yardımın, Kıbrıs'tan yola çıktığı ve en kısa sürede Gazze'ye ulaştırılarak dağıtılacağı belirtildi.


Lübnan: İsrail Baalbek'e şiddetli gece saldırıları düzenlerken, Hizbullah askeri bir mevziyi hedef aldı

İsrail'in Baalbek'e düzenlediği hava saldırısı sonucu yangın çıktı. (sosyal medya)
İsrail'in Baalbek'e düzenlediği hava saldırısı sonucu yangın çıktı. (sosyal medya)
TT

Lübnan: İsrail Baalbek'e şiddetli gece saldırıları düzenlerken, Hizbullah askeri bir mevziyi hedef aldı

İsrail'in Baalbek'e düzenlediği hava saldırısı sonucu yangın çıktı. (sosyal medya)
İsrail'in Baalbek'e düzenlediği hava saldırısı sonucu yangın çıktı. (sosyal medya)

İsrail savaş uçakları bu sabah (Perşembe) Ayta eş-Şaab'ın Ramiye tarafına saldırırken, İsrail keşif uçakları da Sur bölgesindeki köyler ve deniz kıyısı üzerinde yoğun uçuşlar gerçekleştirdi.

Diğer yandan İsrail Ordu Radyosu bugün “İsrail ordusu dün gece Golani Kavşağı bölgesinde bir güvenlik tesisinin Hizbullah'a ait bir insansız hava aracının (İHA) patlaması sonucu hedef alındığını ilk kez doğruladı” şeklinde bir haber geçti.

Şarku’l Avsat’a konuşan bir yetkili, “İsrail ordusunun olay yerine teknik ekipler gönderdiğini ve yaralanmaların boyutunu ve güvenlik tesisindeki hasarı araştırdığını” bildirdi.

Bu arada, İsrail medyasının bildirdiğine göre, Hizbullah'ın dün (Çarşamba) erken saatlerde İsrail'e doğru İHA fırlatmasına karşılık olarak bugün şafak vakti Baalbek çevresindeki köyler bir dizi ağır İsrail hava saldırısıyla vuruldu.

Saldırının ayrıntılarına bakıldığında, İsrail savaş uçaklarının Lübnan'ın iç kesimlerindeki Baalbek kenti civarındaki birçok hedefi vuran 10 şiddetli saldırı düzenlediği ve Bekaa'daki Nebi Şit köyünün eteklerini hedef alan 5 saldırının gerçekleştiği kaydedildi.

Hava saldırıları Brital ve el-Hureybe beldeleri arasındaki doğu sıradağlarını da vurdu ve ambulans ekipleri olay yerine gitti.

Gelen bilgilere göre saldırılar, Hizbullah'ın bir süre önce boşalttığı Nebi Sureyc'deki bir eğitim kampını hedef aldı. İlk bilgilere göre saldırıda ölen ya da yaralanan olmadı.

Dün akşam erken saatlerde Hizbullah, İsrail hava kuvvetlerinin kapsamlı gözetleme ve tespit sisteminin bir bölümünü hedef alarak Tiberya'nın batısındaki bir İsrail üssüne çok sayıda İHA’yla hava saldırısı düzenledi.

Hizbullah, İHA’ların ‘belirlenen hedefleri tam isabetle vurduğunu ve bu sınırlı operasyondan istediklerini elde ettiklerini’ belirterek, söz konusu operasyonun ‘İsrailli düşman tarafından gerçekleştirilen suikastlara yanıt olarak’ yapıldığını kaydetti.

Öte yandan İsrail medyası, hava kuvvetlerinin şu anda Lübnan'ın derinliklerindeki Baalbek bölgesinde bulunan Nebi Şit köyündeki Hizbullah hedeflerini bombaladığını bildirdi.

Hizbullah ve İsrail arasında yedi aydır süren yıpratma savaşında denklem Golan'a karşı Baalbek haline geldi.


Bahreyn Zirvesi’nin nihai bildiri taslağında iki devletli çözüm beklentisiyle BM koruma güçlerinin konuşlandırılması çağrısı yapıldı

Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)
Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)
TT

Bahreyn Zirvesi’nin nihai bildiri taslağında iki devletli çözüm beklentisiyle BM koruma güçlerinin konuşlandırılması çağrısı yapıldı

Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)
Bahreyn'deki Arap Birliği Zirvesi’ne katılan ülkelerin bayraklarının yer aldığı bir pankart  (Reuters)

Şarku’l Avsat, Bahreyn’de bugün yapılması planlanan Arap Birliği Zirvesinin sonuç bildirisinin resmi olmayan taslağının bir kopyasına ulaştı. Bildiri taslağında ‘siyasi süreç ve müzakereler için bir zaman sınırı koyulması’ gerektiği de vurgulandı. İki devletli çözümün uygulanması için net adımlar atılması vurgulanan taslak bildiride iki devletli çözümün hayata geçirilmesini, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) BM Şartı'nın VII. Bölüm’ü kapsamında alacağı kararlarla 4 Haziran 1967 öncesi sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan, yaşayabilir ve toprakları bütün bir Filistin devleti kurulması, Filistin topraklarındaki her türlü işgalin sona ermesi ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki şehirlerin ve sivil altyapının yıkımından sorumlu tutulması şeklindeki adımların takip etmesi gerektiğinin altı çizildi.

Gazze’deki savaşla ilgili taslak bildirinin metni şöyle:

Bölgede son dönemde yaşanan askeri tırmanıştan ve bunun bölgesel güvenlik ve istikrar üzerindeki yansımalarından duyduğumuz ciddi endişeyi ifade ediyor, tüm tarafları itidalli davranmaya, bölgeyi ve halklarını savaşın ve artan gerilimin tehlikelerinden korumaya çağırıyoruz. BM Güvenlik Konseyi'nden (BMGK) uluslararası barışın ve güvenliğin korunmasına yönelik sorumluluğunu üstlenmesini, Gazze'de kalıcı ateşkese ilişkin kararlarını uygulamasını ve Ortadoğu'da krizin şiddetlenmesini ve savaşın yayılmasını önlemesini istiyoruz. Uluslararası topluma, İsrail ile birlikte güvenlik ve barış içinde yaşamak üzere, uluslararası meşru kararları ve kabul edilen referanslar uyarınca 4 Haziran 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngören iki devletli çözüme dayalı adil ve kapsamlı bir barışa ulaşmak amacıyla barış sürecini ilerletme çabalarını takip etmek üzere sorumluluklarını üstlenmesi çağrısında bulunuyoruz. İki devletli çözüm hayata geçirilene kadar işgal altındaki Filistin topraklarında BM barış gücü ve barışı koruma güçlerinin konuşlandırılmasına çağırıyoruz. Bu çerçevede BMGK’nın iki devletli çözümün hayata geçirilmesi için net adımlar atma sorumluluğunun altını çiziyor ve siyasi süreç ve müzakereler için bir zaman sınırı koyulması gerektiğini vurguluyoruz. Bunu BMGK’nın 4 Haziran 1967 öncesi sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan, yaşayabilir ve toprakları bütün bir Filistin devleti kurulması, Filistin topraklarındaki her türlü işgalin sona ermesi ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki şehirlerin ve sivil altyapının yıkımından sorumlu tutulması için BM Şartı'nın VII. Bölüm’ü kapsamında alacağı kararlar takip etmeli.

İsrail'in Gazze'ye saldırısının kınandığı nihai bildiri taslağında saldırının durdurulması, İsrail işgal güçlerinin Gazze Şeridi'nin tüm bölgelerinden çekilmesi, Gazze Şeridi’ne uygulanan ablukanın sonlandırılması, tüm engellerin kaldırılması, Gazze Şeridi'nin tüm bölgelerine yeterli insani yardımın girmesi için tüm sınır kapılarının açılması ve başta BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) olmak üzere ilgili BM kuruluşlarının Gazze’de özgürce ve güvenli bir şekilde faaliyet göstermesi ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiği vurgulandı.

Filistin halkının Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs de dâhil olmak üzere Batı Şeria'daki topraklarından zorla yerinden edilmesine yönelik her türlü girişimin kategorik olarak reddedildiği taslakta Gazze Şeridi'nde derhal ve kalıcı bir ateşkes sağlanması ve saldırganlığın sona erdirilmesi, sivillerin korunması ve rehineler ile tutukluların serbest bırakılması için acil tedbirler alınması çağrısı bir kez daha yapıldı.

Taslakta Arap ülkelerinin Filistin meselesini çözümü için BM himayesinde uluslararası bir konferans düzenlenmesine dair ortak çağrısının yinelendi. Söz konusu konferansta amacın adil ve kapsamlı bir barışa ulaşmak için uluslararası meşru kararlar çerçevesinde bağımsız ve yaşayabilir bir Filistin devletinin kurulmasını somutlaştıracak şekilde iki devletli bir çözümün önünün açılması ve bunun sürdürülebilirliği için gerekli teminatların verilmesi olduğu belirtildi.

Taslakta ayrıca Arap ülkelerinin dışişleri bakanlarını derhal harekete geçmeye, Batılı ülkelerin ve diğer ülkelerin dışişleri bakanlarıyla iletişim kurarak Filistin devletini bir an önce tanımaları için çalışmaya teşvik edildi.

Dışişleri bakanlarının nasıl harekete geçeceklerine dair istişarede bulunmaları ve Arap Birliği Genel Sekreterliğine bununla ilgili rapor vermeleri istenen taslakta Arap ülkelerinin Filistin devletinin BM'de bağımsız ve egemen bir devlet olarak tam üyelik kazanması ve tanınması çabalarının yanı sıra BMGK üyesi tüm ülkelerle ortak çabaların yoğunlaştırmasının desteklendiği vurgulandı.

Terörizm ve radikalizm

Devletlerin egemenliği dışında faaliyet gösteren ve Arap ülkelerinin yüksek menfaatleriyle çelişen yabancı gündemleri takip eden ve onları uygulayan silahlı gruplara ve milislere yönelik her türlü desteğin tam ve güçlü bir şekilde bir kez daha reddedildiği taslakta ülkelerin egemenliklerini ve toprak bütünlüklerini savunmak ve ulusal kurumlarını saldırganlığa, nüfuz dayatmaya, egemenliği zayıflatmaya ve Arap ülkelerinin çıkarlarını tehlikeye atmaya yönelik her türlü dış girişime karşı korumak konusunda tüm Arap ülkeleri arasındaki dayanışma teyit edildi.

Taslakta şu ifadeler yer aldı:

Terörizmin her türlü şekline ve tezahürüne karşı kararlı duruşumuzu ve terörizmin gerekçelerini ve nedenlerini kategorik olarak reddettiğimizi güçlü bir şekilde teyit ediyoruz. Terörün finans kaynaklarını kurutmak, radikal terör örgütleriyle mücadeleye yönelik uluslararası çabaları desteklemek, finansmanlarını önlemek ve terörizmin bölge üzerindeki tehlikeli yansımaları ile uluslararası barışa ve güvenliğe yönelik tehdidiyle mücadele etmeye çalışıyoruz.

Taslakta toplumsal ve uluslararası barışın ve güvenliğin sürdürülebilirliği üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olan, dünya genelinde çatışmaların yayılmasını, tırmanmasını ve tekrarlanmasını sağlayan, güvenliği ve istikrarı bozan radikalizm, nefret söylemi ve provokasyonla mücadele için caydırıcı tedbirler alınması ve bu eylemlerin nerede meydana gelirse gelsin kınanması çağrısında bulunuldu. Bu çağrının Arap Birliği ve BMGK tarafından alınan kararlarla uyumlu olduğu belirtildi.

Tüm ülkelere hoşgörü, barış içinde bir arada yaşama ve insan kardeşliği değerlerini teşvik etme, nefret söylemi, mezhepçilik, hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve radikalizmin her türlüsünü reddetme çağrısı yapılan taslakta “Bölgede son dönemde yaşanan askeri tırmanıştan ve bunun bölgenin güvenliği ve istikrarı üzerindeki olumsuz yansımalarından duyduğumuz derin endişeyi ifade ediyor ve tüm tarafları itidalli davranmaya, bölgeyi ve halklarını savaşın tehlikelerinden ve artan gerginlikten korumaya çağırıyoruz. BMGK’dan uluslararası barışın ve güvenliğin korunmasına yönelik sorumluluğunu üstlenmesini, Gazze'de kalıcı ateşkese ilişkin kararlarını uygulamasını ve krizin daha da kötüleşmesinin yanı sıra savaşın Ortadoğu'daki başka yerlere yayılmasını önlemesini istiyoruz” denildi.

Arap ülkelerindeki sorunlar

Sudan meselesine değinilen bildiri taslağında Sudan’da devletin egemenliğinin ve devlet kurumların korunması, halkın acılarının hafifletilmesi ve bölgedeki barışı ve güvenliği tehdit edecek ve krizin uzamasına yol açacak her türlü dış müdahalenin önlenmesi için acil ve sürdürülebilir bir ateşkes için çağrıda bulunuldu.

Taslak bildiride Suriye kriziyle ilgili olarak ise krizin BMGK’nın 2254 sayılı kararı uyarınca ülkenin güvenliğini, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü koruyacak, halkının isteklerini yerine getirecek, terörden arındıracak ve mültecilerin gönüllü ve güvenli bir şekilde geri dönmelerine elverişli bir ortam sağlayacak şekilde sona erdirilmesi gerektiği vurgulandı. Bununla birlikte taslakta Suriye'nin iç işlerine müdahale edilmesi ve Suriye'de demografik değişikliklere yol açacak her türlü girişim reddedildi.

Taslakta Yemen'deki son duruma ilişkin, Yemen'de güvenliğin ve istikrarın sağlanması amacıyla Yemen hükümetinin halkın tüm kesimleri arasında ulusal uzlaşıya ve tarafların bir araya getirilmesine yönelik çabalarının desteklendiği belirtildi. Bunun yanında Körfez Girişimi ve Yemen Ulusal Diyalog Konferansı’nın sonuçları ve BMGK’nın 2216 sayılı kararı çerçevesindeki uluslararası taraflarca onaylanan referanslar uyarınca BM ve bölge ülkelerinin Yemen krizine kapsamlı bir siyasi çözüm bulunmasını amaçlayan çabalarının da desteklendiği vurgulandı.

Öte yandan Lübnan'a, egemenliğine, istikrarına ve toprak bütünlüğüne verilen desteğin yinelendiği taslakta, Lübnan'daki tüm taraflara cumhurbaşkanı seçimine öncelik vermeleri, anayasal kurumların işleyişini güçlendirmeleri, siyasi ve güvenlik sorunlarını ele almaları, gerekli ekonomik reformları hayata geçirmeleri ve ülkenin güvenliğini ve istikrarını sürdürmek ve sınırlarını korumak için ordu ve emniyet güçlerinin yeteneklerini arttırmaları çağrısı yapıldı.

Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) Büyük Tunb, Küçük Tunb ve Ebu Musa adlı üç ada üzerindeki egemenliğinin teyit edildiği taslakta, “İran İslam Cumhuriyeti'ni, BAE’nin bu meseleye doğrudan müzakerelerde bulunma ya da Uluslararası Adalet Divanı'na (ICJ) başvurma yoluyla uluslararası hukuka ve BM Şartı’na uygun olarak barışçıl bir çözüm bulma ve böylece Arap (Basra) Körfezi bölgesinde güvenin tesis edilmesine ve güvenlik ve istikrarın arttırılmasına katkıda bulunma girişimine karşılık vermeye çağırıyoruz” denildi.

Son olarak Mısır ve Sudan ile su anlaşmazlığına yol açan Etiyopya tarafından Nil Nehri üzerine inşa edilen Rönesans (Nahda) Barajı konusuna değinilen taslakta, Kahire ve Hartum'un su güvenliğinin Arap ülkelerinin ulusal güvenliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu teyit edildi. Mısır ve Sudan’ın Nil Nehri suları üzerindeki haklarını etkileyecek her türlü eylem ya da uygulamanın reddedildiği belirtilen taslakta, iki ülkenin güvenliklerini ve su çıkarlarını korumak için gerekli gördükleri her türlü tedbiri almalarında kendileriyle dayanışma içinde olunduğu vurgulandı.