Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri (solda) ve eski Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud (Ekim, 2004) (AFP)
Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri (solda) ve eski Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud (Ekim, 2004) (AFP)
TT

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 2: ‘Esed fikrini değiştirdi, Lahud’a verdiği süreyi uzattı. Suriye uluslararası iradeyle çarpıştı’

Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri (solda) ve eski Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud (Ekim, 2004) (AFP)
Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri (solda) ve eski Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud (Ekim, 2004) (AFP)

Suriye’nin eski Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlüklerinde Lübnan siyasi tarihine ilişkin de önemli ayrıntılara yer veriliyor. Haddam, eski Lübnan Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresini uzatmaya karar vermesinin ve dönemin Lübnan Başbakanı merhum Refik Hariri ile söz konusu meseleye dair yapılan görüşmeleri su yüzüne çıkarıyor.
Haddam, Lahud’un görev süresinin uzatılması sorununun 2004 yılında yaşandığını söylüyor:
“Lübnan kamuoyu, görev süresinin uzatılmasına karşı çıkan ezici bir çoğunluk ile destekleyen bir azınlık arasında bölünmüş durumdaydı. Buna ek olarak ABD’nin Fransa’yı Nazizmden kurtarmak için Normandiya sahiline çıkışının yıl dönümü münasebetiyle iki lider, ABD Başkanı George W. Bush ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac 2004 yılının haziran ayında bir araya geldi. Ardından gittikçe güçlenen, kapsamlı bir uluslararası karşı duruş yaşandı. Her iki lider de Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresinin uzatılmasına kesinlikle karşı olduklarını bildirdi ve Suriye’nin Lübnan’ın içişlerine karışmasını kınadı.”
Abdulhalim Haddam, görev süresinin uzatılması konusunda Lübnan’dan, Arap ülkelerinden ve uluslararası toplumdan yapılan itirazların artmasıyla birlikte Suriye’nin Lübnan’a müdahalesini durdurma ve Suriyeli güçlerin geri çekilmesi ile ilgili çağrıların arttığına işaret ediyor. Suriye rejimi tarafından takınılacak herhangi bir mantıksız tutumun ülkeye büyük bir zarar vereceğini belirten Haddam “Dr. Beşşar Esed ile yaptığım tüm görüşmelerimde onu görev süresini uzatmanın tehlikeli olduğuna ikna etmeye çalışıyordum” diyor.
Haddam, görev süresini uzatmama, Lahud’un istifasını talep etme ve Lübnan Ulusal Diyalogu’nun Suriye’nin gözetiminde gerçekleştirilmesi konusunda Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile yaptığı görüşmelerin ayrıntılarından da bahsediyor. Haddam, anılarında 22 Eylül 2004 tarihinde Esed ve Hariri arasında gerçekleştirilen toplantı üzerinde de duruyor:
“Esed toplantıda Suriye’nin Hariri’ye verdiği önemi dile getirip Şam’la iş birliğinde bulunmasına, özellikle de görev süresini uzatmayı kabul etmesine övgüde bulundu. Esed, Hariri’ye ‘Hiçbir yandan sizinle ilgili söylenenleri kabul etmiyorum. Hakkınızda söylenenleri çöpe atıyorum’ dedi. Beşşar Esed görüşmede en az ayda bir kez Lübnan Başbakanı Hariri ile bir araya geleceğini vurguladı. Hariri’nin kuracağı hükümeti destekleyeceğini ifade eden Esed, Süleyman Franjiye’den başka bir adayı olmadığını söyledi.”
Hariri’nin görüşmeden ‘içi rahatlamış’ bir şekilde ayrıldığına işaret eden Haddam, Eski Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara’nın parti toplantısında Hariri’nin hükümeti kurmasının ‘olanaksız’ olduğunu çünkü Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Suriye'ye karşı bir komplo içinde olduğunu söylemesinin bir sürpriz olduğunu ifade etti.  Haddam anılarının ikinci bölümünde sürece dair şunları aktarıyor:
Lübnan kamuoyu, görev süresinin uzatılmasına karşı çıkan ezici bir çoğunluk ile destekleyen azınlık arasında bölünmüş durumdaydı. Buna ek olarak ABD’nin Fransa’yı Nazizmden kurtarmak için Normandiya sahiline inmesinin yıl dönümü münasebetiyle iki lider, ABD Başkanı George W. Bush ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, 2004 yılının Haziran ayında bir araya geldi. Ardından güçlenen kapsamlı uluslararası bir karşı duruş sergilendi. Her iki lider de Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresinin uzatılmasına kesinlikle karşı olduğunu bildirdi ve Suriye’nin Lübnan’ın iç işlerine karışmasını kınadı.
Lahud’un görev süresinin uzatılması konusunda Lübnan’dan, Arap ülkelerinden ve uluslararası toplumdan yapılan itirazların artmasıyla birlikte Suriye’nin Lübnan’a müdahalesini durdurma ve Suriyeli güçlerin geri çekilmesi konusundaki çağrılar da hız kazandı.
Suriye rejimi tarafından sergilenecek herhangi bir mantıksız tutumun, ülkeye büyük zarar vereceğini açıkça görebiliyordum. Bu nedenle Dr. Beşşar Esed ile yaptığım tüm görüşmelerimde kendisini görev süresini uzatmanın tehlikeli olduğuna ikna etmeye çalışıyordum. Lübnan Başbakanı Refik Hariri'ye büyük baskı uyguluyordu. Esed, Hariri’yi temmuz ayında Tümgeneral Gazi Kenan, Tuğgeneral Rüstem Gazale ve Albay Muhammed Halluf’un da hazır bulunduğu bir görüşmeye çağırdı. Esed’in sözlerinin ağırlığından Hariri’nin tansiyonu yükseldi ve burnu kanadı.
O günün sabahında Dr. Beşşar Esed ile bir görüşmem vardı. Yanına gittiğimde gergin ve heyecanlıydı. Bana şuları söyledi:
“Refik Hariri buradaydı. Sabah saat 7.30’ta geldi. Subayların huzurunda onunla açık ve net bir şekilde konuştum. Kendisine cumhurbaşkanının seçilmesi konusunda çalışma yetkisi olmadığını bildirdim. Onu seçecek olan benim. Bana karşı çıkanın kemiklerini kıracağım.”
Söyledikleri karşısında şok oldum. Ardından kendisine şunları söyledim:
“Ne yaptınız? Siz Lübnan’da Müslümanları temsil eden Lübnan Başbakanı ile konuşuyorsunuz. Sözleriniz dışarıya sızacak olsa sonuçlarının ne olacağını düşündünüz mü? Bu sözlerin sonuçlarını hesapladınız mı? Uzun yıllar boyunca Başbakan ve Parlamento Başkanı’nın temel bir rol oynaması için çalıştık. Siz Emil Lahud için bu rolü zayıflatmaya çalışıyorsunuz. Bu konuda herhangi bir çıkarınız yok. O subayların huzurunda bir başbakana nasıl böyle hitap edersiniz? Başbakan ve Parlamento Başkanı’nı kısıtlamaktan ülkenin ve sizin menfaatiniz nedir?”
Esed sözlerimin ardından sakinleşti ve “Başbakan Hariri'yi sizi ziyaret etmeye davet edin. Benimle görüşmesinin etkilerini silmek için çalışın” dedi. Bunu yapacağımı söyledim.
Ardından Başbakan Hariri ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdim. Şam’a gelip benimle iletişime geçmediği için sitem edip, “Birkaç gün içinde Şam’a gelmenizi bekliyorum” dedim. Bana, “Durumum gerçekten kötüydü. Bu nedenle sizi aramadım. O ziyaretten sonra bir daha asla Şam’a gelmem” cevabını verdi.  
Kendisiyle uzun uzun konuştum. Konuşmanın sonunda Şam’a yakın bir bölge olan Bloudan’a gelmeyi kabul etti. Perşembe günü geldi ve kendisiyle görüştük. Bana olanları anlattı. Kırgındı. “Hayatta olduğum sürece Beşşar Esed'le o görüşmemi unutmayacağım” dedi. Sözünü keserek şunları söyledim:
“Sen bir politikacısın. Meselelere bu şekilde yaklaşmaman gerek. Adam senle konuşurken heyecanlıydı. Görüştüğü gün biz de onunla buluştuk, olanları anlattı. Söylediklerinden üzgün olduğunu hissettim. Sen de boş ver.”
Nitekim o görüşmede Dr. Beşşar Esed ile Hariri arasındaki gerilimi azaltmaya çalıştım.  
18 Ağustos 2004 tarihinde yıllık sağlık kontrollerim için Fransa’ya seyahatim vesilesiyle vedalaşmak için Esed ile görüştüm. O görüşmede Albay Lahud’un görev süresinin uzatılması meselesini ele aldık. Esed’e “Durum nedir?” diye sordum. Bana uzatmama kararını aldığını söyledi. Ardından sözlerini şöyle sürdürdü:
“Uluslararası düzeyde kimse onaylamıyor. Arap ülkeleri de razı değil. Lübnanlıların büyük çoğunluğu itiraz ediyor. Cumhurbaşkanı Lahud’a süreyi uzatma niyetimiz olmadığını bildirdim. Lahud, bu konudaki tavrımızın ne olduğunu net bir şekilde öğrendi.”
Bunun üzerine “Umarım kimse sizi tavrınızı değiştirmeye zorlamaz. Görev süresini uzatmanın sonuçlarına katlanamazsınız. Suriye uzatma nedeniyle olabilecekleri kaldıramaz” dedim. Bana “Cumhurbaşkanı Lahud ile bu konuda net konuştum” yanıtını verdi. Ben de vedalaşıp ayrıldım.
Birkaç gün sonra ben Fransa’dayken Başbakan Hariri’den telefon aldım. Dr. Beşşar Esed’in uzatma konusundaki fikrini değiştirdiğini, kendisini Şam’a davet ettiğini söyledi. Görüşmenin kısa sürdüğünü ve Esed’in gergin olduğunu ifade etti. Esed’in kendisine Albay Lahud’un görev süresini uzatmaya karar verdiğini aktardı. Kendisine pozisyonunu belirlemesi gerektiğini söyleyen Esed’in Suriye’nin yanında mı karşısında mı olduğunu sorduğunu belirtti. Hariri’nin söylediğine göre Esed kendisine “Gidin ve bu konuyu düşünüp olumlu ya da olumsuz kararınızı bize bildirin” dedi. Hariri benden kendisine fikir vermemi istedi. Ona “Velid Canbolat ile bir araya geldiniz mi? Bu konuda ne düşünüyor?” diye sordum. Görüştüğünü ve uzatmayı kabul edip ardından da istifa etmesini tavsiye ettiğini söyledi.  Benim değerlendirmem ise şöyle oldu:
“Reddetmenin sonuçlarına katlanamazsınız. Velid’in verdiği tavsiye sizin için en uygun olanı. En iyisi onay vermeniz. Sonra Lübnan'ı terk edersiniz ve yurt dışında da istifa ettiğinizi açıklarsınız.”
Başbakan Hariri, Albay Rüstem el-Gazali’ye kabul ettiğini söyledi. Ardından ailesiyle buluşmak üzere Sardinya Adası'na gitti.  Birkaç gün sonra beni aradığında hala Fransa’daydım. Bana “Lübnan’a gidersem benim için bir hayati tehlike söz konusu olur mu?” diye sordu. Benim cevabım şu şekilde oldu:
“Dr. Beşşar Esed’in senden istediği her şeyi kabul ettin. Halen sana ihtiyacı var. Çünkü anayasa henüz değiştirilmedi. Ancak söylediğim gibi işlemleri tamamladıktan sonra derhal Lübnan’dan ayrılın ve hemen istifa edin.”
O dönemde Avrupa ülkeleri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) toplantısı düzenleme, ayrıca Lübnan ve ülkedeki Suriye varlığı hakkında kararlar alma konusunda çalışmalar yürüttü. Bu ülkeler, projenin formülü üzerinde anlaştılar ve BMGK’daki durumu düzenlediler. Bir BMGK oturumu düzenlemek için tarih belirlendi.
Esed, Dışişleri Bakanı Faruk Şara’dan İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Morationos ile temasa geçip BMGK oturumunu iptal etmek için Batılı ülkelerin Suriye ile hareket etmesini sağlama konusunda yardım talep etmesini istedi. Ayrıca Suriye’nin, Cumhurbaşkanı Lahud’un görev süresini uzatmaktan vazgeçip yeni cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleştirmek için çalışacağını bildirmesini söyledi.
Şara, İspanyol mevkidaşıyla temasa geçti ve meseleyi onunla görüştü. İspanyol Bakan, Şara’dan Cumhurbaşkanı’ndan İspanya Başbakanı José Luis Rodriguez Zapatero ile temasa geçmesini talep etmesini istedi. Nitekim Esed, Zapatero’yu arayıp BMGK oturumunun iptal edilmesine yardım etmesi talebinde bulundu. Ayrıca Suriye’nin yeni cumhurbaşkanlığı seçimleri düzenlemeye ve Lahud’un görev süresini uzatmaktan vazgeçmeye hazır olduğunu bildirdi.
İspanya Başbakanı, ABD Başkanı George W. Bush, İngiltere Başbakanı Tony Blair ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile görüştü. Beş saat süren görüşmelerin ardından Suriye tarafının taahhüdünü yerine getirmesi halinde BMGK oturumunun iptal edilmesi kararlaştırıldı.
Morationos, Şara’yı aradı ve Batılı devletlerin Suriye’nin önerisini kabul ettiğini bildirdi. Suriye tarafının anayasayı değiştirmek için düzenlenen parlamento oturumunu iptal etmek için Meclis Başkanı Nebih Berri ile temasa geçmesini umduklarını dile getirdi. Şara kendisine “Lübnan bağımsız bir ülke. Konuyla ilgilenmiyoruz. Nebih Berri ile siz görüşün” cevabını verdi.
İspanyol Bakan bu yanıt dolayısıyla şoka uğradı. Ardından Morationos, Parlamento Başkanı Nebih Berri’yi aradı ve ona olan biteni anlattı. Berri’nin cevabı “Lübnan, bağımsız ve egemen bir devlettir. Suriye'nin bu konuyla herhangi bir ilgisi yok” oldu.
BMGK 2 Eylül’de toplandı ve 1559 sayılı kararı aldı. Karar, Suriye’ye güçlerini Lübnan’dan çekme ve iç işlerine karışmama çağrısında bulunuyordu. Aynı zamanda Lübnan’a dış müdahale olmaksızın cumhurbaşkanlığı seçimini gerçekleştirme çağrısı da yapılıyordu. Kararda Lübnan’ın bağımsızlığı ve egemenliği vurgulandı. Bunun yanı sıra silahlı militanların ortadan kaldırılmasının gerekliliğine işaret edildi. Karar, Birleşmiş Milletler Anlaşması’nın Yedinci Bölümü’ne uygun olarak verildi. Böylece Suriye rejimi BMGK'nın denetimine geçti.
Birçok sorum vardı: Dr. Beşşar Esed, Albay Lahud'un görev süresinin uzatılmasını destekleme kararında neden değişikliğe gitti? Peki, kararını neden Lahud’un görev süresini uzatmama ve İspanya’nın arabuluculuğuna başvurma yönünde değiştirdi? Beş saat sonra kararından vazgeçip Albay Lahud’un görev süresini uzatma fikrine geri mi döndü? Lübnan’da menfaatleri olan yakınlarının baskısı mı etkili oldu? Yoksa güvenlik sistemine ortak olan Lübnan’daki güvenlik hizmetleriyle ilgili sorunlardan mı kaynaklanıyor? Ya da kararlarını kontrol altına alan endişe ve tereddüt durumlarından kaynaklanan kişisel reaksiyonlar mı?
5 Eylül 2004 tarihinde Fransa’dan döndüm. Ertesi gün Devlet Başkanı Esed’le görüştüm. Sağlık kontrollerim hakkında kısa bir muhabbetin ardından ABD Kongre Üyesi Darrell Issa ile görüşmesi ile ilgili konuştuk. Issa’nın görüşmede Suriye-ABD ilişkilerinin iyileştirilmesi için çaba sarf etmek istediğini ilettiğini ifade etti. Ardından ABD Başkanı Bill Clinton'ın Eski Güvenlik Danışmanı Martin Indyk ile görüşmesinden bahsetti. Indyk, George Bush’un politikasını şiddetle eleştirdiğini söyledi.
Bunun üzerine “İkisinin de ABD’de politika üretme konusunda herhangi bir rolü yok” dedim. Esed, “Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burns başkanlığında büyük bir ABD heyeti gelecek. ABD Lübnan’ı değil Irak’ı önemsiyor” cevabını verdi. Esed’in söyledikleri üzerine bu heyetin, Suriye’den Irak’a müdahale etmeyi bırakmasını, Saddam Hüseyin grubunu teslim etmesini ve Irak fonlarını Bağdat hükümetine iade etmesini talep edeceğini söyledim.
Bana, haberleri takip edip etmediğimi sordu. Cevabım şöyle oldu:
“Evet, takip ediyorum. Durum hakkında düşünce ve kanaatim; Suriye’nin tehlike çukurunun kenarında durduğu yönündeydi. Şimdi tam da merkezine düştü. Başbakan Refik Hariri, bana görüşmeniz hakkında bilgi verdi. Albay Lahud’un görev süresini uzatma kararırınızı bildirdiğinizi söylediğinde şoke oldum. Siz bana uzatmayacağınızı söylemiştiniz.”
Bunun üzerine Esed, “ABD ve Fransa'nın Suriye'yi Lübnan'dan çıkarma konusunda anlaştığı ve Hariri’nin bu anlaşmada büyük bir rol oynadığı bilgisini aldık” dedi. Ben de şunları söyledim:
“Bu, bana tuhaf geliyor. Hariri’nin ABD ve Fransa’nın Ortadoğu’daki politikasını belirlemede rolü olması düşünülebilir mi? Hariri, onunla görüşmenizin ardından bana süreyi uzatmama konusunda ikna olmamasına rağmen destekleyeceğini söyledi. Lübnan'da Suriye'nin yenilgisine yol açacak bir tavır almak istemiyor. Bir yandan Irak’la ilgili sebepler, diğer yandan Arap-İsrail çatışmasıyla ilgili meseleler nedeniyle ABD’nin böyle bir tutum sergilemesini bekliyordum. Fransa'ya gelince, Suriye'yi her zaman destekledi. Ancak gaz sözleşmesi sorununu ve son Fransa ziyaretim sırasında olanlar ile Başkan Chirac’ın sorunu kontrol altına alma girişimini hatırlıyorsunuzdur. Beni Fransa’ya davet etmişlerdi ve siz karşı çıkıp kabul etmemiştiniz. Bunun üzerine Büyükelçimiz Siba Nasır’a, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın Cumhurbaşkanı Chirac’ın davetini kabul etmesini engelleyenin Esed olduğu bildirildi. Fransa’nın tutumu, Fransız şirketinin uzaklaştırılıp büyük bir AB menşeili petrol şirketinin sahiplerinden biri olan Kanadalı şirketle anlaşma yapılmasının ardından değişti.”
Esed, “Hangisi daha iyi? ABD-Suriye ilişkilerine mi yoksa Suriye-Avrupa ilişkilerine mi odaklanmalıyız?” diye sordu. Cevabım şöyle oldu:
“ABD, dünyadaki en etkili güçtür ve teoride onunla ilişkilere odaklanmak daha iyidir. Ancak en büyük engel İsrail’in ABD politikasındaki konumu. Avrupa'ya gelince; etkisi sınırlı. Ancak onlarla çalışmak Amerikalılarla çalışmaktan çok daha kolay.”
Esed, Şara’dan birkaç Avrupa ülkesini ziyaret etmesini ve konularla ilgili düşüncelerimizi anlatmasını istediğini söyledi. Ayrıca ziyaretlerin düzenlenmesi konusunda İspanya Dışişleri Bakanı’ndan yardım talep etmesini istediğini ifade etti. Ben de şu değerlendirmede bulundum:
“İspanya, politikasında Avrupa Birliği'nden ayrılamaz. 1559 sayılı kararı kabul edildiğinde BMGK’ya, İspanya'nın Birleşmiş Milletler (BM) Büyükelçisi, başkanlık ediyordu. Benim tavsiyem bunu ve diğer ziyaretleri yapmayın. Çünkü Avrupa bize karşı bıkkınlık içinde. Şara, Enformasyon Bakanı Ahmed el-Hasan ve Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Direktörü Büşra Kinfani, 1559 sayılı kararın Suriye için bir zafer teşkil ettiğini ilan ettikten sonra bu ekip bizim bakış açımızı nasıl açıklayabilir?”
Esed, “Bu ne zaman oldu?” diye sordu. “1559 sayılı karar çıktıktan sonra” cevabını verdim. “Vatandaş kime inanır? Bunlara mı yoksa 1559 sayılı Kararı Suriye ve Lübnan'a karşı bir komplo olarak gören Suriye'nin Lübnan'daki müttefiklerine mi inanır?” diye sordum. Aslında Dr. Beşşar Esed bu ifadelere şaşırdı ve kızgınlığını dile getirdi.
Bu kararın yansımaları ve konuyla nasıl başa çıkılacağına dair görüşlerim üzerine konuştuk. Kendisine mantıklı olanın Cumhurbaşkanı Lahud’un istifasını sunması ve yeni bir Cumhurbaşkanı seçilmesi olduğunu söyledim. Ancak bu konunun kendisi ve Cumhurbaşkanı Lahud için zor olabileceğini ifade ettim. Ardından gelişmelerin hızlanacağını söyledi. Bu nedenle kayıpları azaltan bir diğer çözümün Hıristiyan tarafı ile uzlaşmayı, ayrıca aralarında Fares Souaid, Boutros Harb ve Nesib Lahud  gibi isimlerin bulunduğu bir grubu davet ederek Patrik Sufeyr ve Cornet Chahwan ile diyalog gerçekleştirmek için taviz vermeyi gerektirdiğini bildirdim. Bunun yanı sıra Fransa’da bulunan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’e güvence mesajı göndermek gerektiğine işaret ettim. “Diyalog sürecini bizzat yönetmelisiniz” dedim.
Esed bana şu soruyu yöneltti: “Diğerleri davet edilebilir de Patrik ile diyalog nasıl olacak?” Cevabım şöyle oldu:
“Cumhurbaşkanı Nebih Berri, Başbakan Refik Hariri, Sayın Hasan Nasrallah ve uzlaştıktan sonra Sayın Velid Canbolat’ı davet etmenizi öneriyorum. İslami tarafın iki taraf arasında eşit düzeyde ulusal bir birlik hükümeti kurmayı kabul etmesi şartıyla Patrik Sufeyr liderliğindeki Hristiyan tarafı ile diyalogu onlara havale ederiz. Bu hükümetin tek bir görevi olacak; Hristiyan tarafı tatmin eden bir seçim yasası oluşturmak, ardından ülkede seçimler yapmak ve sonra da meşruiyetine kimsenin itiraz edemeyeceği bir konsey kurmak. Bildiğim kadarıyla Hıristiyan tarafı Suriye ile ilişkileri bozmaya çalışmıyor. Aksine Lübnan’daki dengeli ilişkiler, Suriye güvenlik birimlerinin uygulamalarına son verir. Birimlerin Lübnanlılara muamelesi, geçmişte Lübnan’ı yöneten yabancıların ilişkilerinden daha kötü. Güvenlik Şubesi Başkanı, Parlamento ve Başbakan’a hakaret etmeye cesaret ediyorsa -kaldı ki ikisi de Suriye’nin dostu- diğerlerine nasıl davranır siz düşünün.”
Esed, “Hristiyan tarafı yargıya dayalı bir seçim yasası istiyor. Ben bunu onaylıyorum” dedi. Bunun üzerine, “Bu yolu izlemek, Suriye’nin çıkarlarını güvence altına alıyor. Aynı zamanda tüm Lübnan taraflarla gerçek ilişkiler kurulmasına yardımcı olur” ifadesini kullandım.
Konu, Canbolat’ın durumuna gelince Dr. Beşşar Esed, Albay Lahud’un görev süresinin uzatılması konusundaki tutumundan dolayı onu şiddetle eleştirdi. Eleştirilerine şöyle cevap verdim:
“Canbolat, tutumunu ifade etmede diğerlerinden daha cesurdu. Milletvekillerinin kendi tercihlerine bırakılsaydı, anayasa değiştirilemezdi. Canbolat’ın geçmişini ve bizim yanımızda yer alışını unutmamalıyız. Onun kaybı Suriye’nin çıkarına değil.”
Esed de daha müsamahakâr olmayı ve onunla görüşmeyi kabul etti.
Dr. Beşşar’ın uzlaşma yolunda etkili adımlar atacağını umarak toplantıdan ayrıldım.
21 Eylül 2004 tarihinde Refik Hariri ile bir araya geldim. Cumhurbaşkanı Lahud, Beyrut'taki arazilerin okul inşa etmek için tahsis edilmesi de dahil olmak üzere daha önce üzerinde anlaşmaya varılan bir dizi konuyu onaylama anlaşmasına uymadığı için gerçekleştirilen Lübnan’daki kabine oturumu nedeniyle gergindi. Kendisi ile Suriye hükümeti arasındaki iş birliği aşamalarını gözden geçirdikten sonra ikna olmamasına rağmen anayasada düzenleme kararını onayladığını bildirdi. Düzenlemeye halk, Arap toplumu ve uluslararası arena karşı çıkıyordu. Lahud ile iş birliği yapma imkanı olmadığını vurguladı. Hükümet kurması Suriye’nin çıkarına değildi. Çünkü durum kötüydü ve daha da kötüleşecekti. Lübnan içinde ve dışında da Suriye ile kalacağını, kendisinin Sayda’nın Müslüman ve Arap evladı olduğunu söyledi. Suriye’ye zarar verecek ya da Lübnan’daki gücünü kıracak hiçbir adım atmasının mümkün olmadığını vurguladı. Suriyeli ve Lübnanlı güvenlik servislerinin uygulamalarının kötülüğünden şikayet etti. Halkın karşı çıkışının bu uygulamalardan kaynaklandığını söyledi.
Düşüncelerini anlattıktan sonra sözü ben aldım ve “Hükümete ilişkin önceki uygulama koşulları, diğerlerinde olduğu gibi devam ederse hükümeti kurmamanız konusunda sizinle hemfikirim” dedim. Ardından “Lübnan'daki durum nasıl aşılabilir?” diye sordum. Ülkedeki genel durum hakkındaki karamsarlığı ve Cumhurbaşkanı Lahud’a duyduğu güvensizliği dile getirdi. Ben de kendisine “Koşullar karşılanırsa, durumun üstesinden gelmek kolaylaşmaz mı?” diye sordum. “Mümkün ancak zor” yanıtını verdi. “Nasıl?” diye sordum. Hariri’nin cevabı şöyle oldu:
“Halk tarafından inanılan ve bir programa sahip bir hükümet olmalı. Yeni bir seçim yasası koymalı. Yanlış uygulamaları durdurmalı ve Taif Anlaşması’nı uygulamalı.”
Kendisine şu cevabı verdim:
“Tamamen katılıyorum. Öncelikle Patrik Sufeyr başkanlığındaki Hristiyan muhalefet ile diyalog yapılmalı. Boutros Harb, Nesib Lahud ve Faris Souaid gibi Hıristiyan muhalefet temsilcilerinin yer aldığı ulusal bir birlik hükümeti kurulmalı ve muhalefetin temsilcilerini seçmesine izin verilmeli. Bu hükümetin görevidir. Adil bir seçim yasası oluşturmalı ve seçimlerin yürütülmesini denetlemelidir.”
Hariri’ye “Seçim yasasını nasıl görüyorsunuz?” diye sordum. Hristiyan muhalefetin küçük çemberi istediğini, Canbolat’ın da bunu desteklediğini söyledi. Küçük çemberin aşırılık getireceğini ifade ettim. Anayasaya göre her ilin bir seçim bölgesi olarak kabul edildiğini söyledim. Hariri, “Bu doğru ancak Hıristiyan muhalefetinin talebini anayasa ile bağdaştıran bir formül olmalı” cevabını verdi.
İdari paylaşımları yeniden gözden geçirip Taif’te belirtilenlere uyma konusunda anlaştık. Kuzey, Güney ve Bekaa iki valiliğe bölündüğünden, Cebel Lübnan da iki valiliğe bölünebilir. Birincisi; Kuzey Metn, Keservan ve Cubeyl'i içerir. İkincisi Güney Metni, Aliye ve eş-Şuf’u kapsar. Ancak Beyrut ise tek bir valilik olarak kalacaktı.
Hariri konuşmamız sırasında Canbolat ve Hristiyan muhalefetinin temsil edilmesinin gerekliliğini vugruladı. Ayrıca böyle bir katılımın olmadığı bir ortamda bir hükümet kurmanın zorluğunun altını çizdi. Bunun yanı sıra bu hükümetin birkaç ay içinde gerçekleşecek olan seçimler nedeniyle geçici bir geçiş hükümeti olması gerektiğini, ardından da seçim sonuçları ışığında hükümetin geleceği konusunda onunla aynı fikirde olduğunu ifade etti. Buna ek olarak ulusal bir birlik hükümetin seçimlere güvenilirlik katacağını söyledi.
Hariri'nin vurguladığı konular arasında, Cumhurbaşkanı’nın kabine oturumlarına başkanlık etmek konusundaki ısrarı ile Anayasa ve Taif Anlaşması'nı ihlal etmesi vardı. Bunu uygun olmadığı konusunda kendisine katıldığımıı söyledim. Kendisine görüşmemizden Esed’e bahsedeceğimi bildirdim. Daha sonra yanından ayrılıp başka bir odaya geçtim ve görüştüklerimizi Esed’e aktardım. Olumlu bir görüşme gerçekleştirdik. Devlet Başkanı Esed, konuya ilişkin düşünceleri söyledi.
Öncelikle Hristiyan muhalefet ve Canbolat’ın katılımı ile ulusal birlik hükümeti kurulmasını onayladı.
İkinci olarak, özellikle de seçim yasası konusunda Taif’e bağlılık konusundaki görüşümüzü destekledi.
Son olarak da Taif Anlaşması’nda ve anayasada belirtilen haller, yani ülkeyle ilgili önemli konuların tartışıldığı durumlar dışında Cumhurbaşkanı’na yetki verilmediğini vurguladı.
Bana, “Başbakan Hariri de bu konuda kararlı mı?” diye sordu. Öyle olduğunu bildirdim.
Daha sonra bana Bakanlar Kurulu’nun son oturumu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı Lahud'un eylemlerinden memnuniyetsizliğini dile getirdi. Ayrıca bu konuda kendisine bir mesaj gönderdiğini bildirdi.
Esed, 22 Eylül 2004 tarihinde Hariri’yi Şam’da kabul etti. Yukarıda bahsi geçen tüm konular ele alınıp onaylandı. Esed, Hariri’ye Suriye’nin kendisini önemsediğini söyledi. Suriye ile iş birliğine, özellikle de Cumhurbaşkanı Lahud'un görev süresinin uzatılmasını kabul etmesine övgüde bulundu. Başbakan Hariri bana Suriye konusundaki tutumu hakkında söylediklerini orada da tekrarladı. Esed bu konuda: “Sizle ilgili söylenenleri kabul etmiyorum. Hakkınızda söylenenleri çöpe atıyorum” dedi. Başbakan Hariri ile ayda en az bir kez görüşeceğini söyledi.  Ayrıca Hariri’nin kuracağı hükümeti destekleyeceğini belirterek Süleyman Franjiye’den başka bir adayı olmadığını vurguladı.
Hariri, görüşmeden ‘içi rahatlamış’ bir şekilde ayrıldı. Yanıma geldiğinde Esed’le görüşmekten memnun olduğu yüzünden okunuyordu. Görüşme öncesinde dile getirdiklerinden farklı şeyler söylüyordu.
Başbakan Hariri'nin hükümeti kurmak için görevlendirilmesin günler sonra Suriye'de ‘Ulusal İlerici Cephe’ (Baas liderliğindeki yetkili partileri içeren bir koalisyon) bir toplantı gerçekleştirdi. Söz konusu toplantıda Dışişleri Bakanı Faruk Şara, bölge ve Lübnan’daki durum hakkında siyasi bir sunum yaptı. Bir parti üyesi kendisine Hariri’nin hükümeti kurup kurmayacağını sordu. O da şu cevabı verdi:
“Bu söz konusu değil. Refik Hariri'den para alan Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile Suriye'ye karşı bir komplo içinde.”
Cephe üyelerinin çoğu, Başbakan Hariri’nin Suriye Cumhurbaşkanı ile görüşmeler gerçekleştirmesi nedeniyle, bu söylenenler karşısında şoka uğradı. ‘Ulusal İlerici Cephe’ Koalisyonu’nun bir üyesi bana bu konuşmayı bildirdi. Dışişleri Bakanı’nın sözleri karşısında şaşkın olduğunu ifade etti. Bunun üzerinde Esed’i arayıp, “Hariri'nin hükümeti kurmayacağını ve Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a para ödeyeceğini söylemesi için Şara'ya bir talimat verdiniz mi? Bu sözlerin Fransızlara ulaşacağını ve bunun durumu daha da karmaşıklaştıracağını biliyor musunuz?” diye sordum.
Bana “Kimseye bir talimat vermedim. Lübnan hakkında konuşmasını ondan kim istedi? Lübnan’dan ona ne. Bu adam anlamıyor” cevabını verdi. Sonra daha sert ifadeler de kullandı. Benden Hariri’yi aramamı ve Lübnan’da kendisinden başka bir Başbakan olmadığını bildirmemi istedi. Ayrıca bunun dışında kendisine ulaşan hiçbir sözün doğru olmadığını, bizim de bunun arkasında olduğumuzu söylememi talep etti.
Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 6: Saddam ile Rafsancani arasında gizli barış mektuplaşmaları oldu

Eski Suriye Dışişleri Bakanı Haddam’ın günlükleri 5: Bush, Avn’ın ‘engel’ olduğunu bildirdiği bir mektup gönderdi… Esed bunu isyanı sonlandırmak için bir ‘yeşil ışık’ olarak nitelendirdi

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 4: ‘Güçlerimiz Hizbullah’ın kışlasına saldırdı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 3: ‘Hariri, Canbolat’ın teklifi üzerine bizimle bir araya geldi. Hafız Esed kendisini sınadı’

Eski Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam’ın günlükleri 1: ‘Esed, Irak muhalefetine sahte vaatlerde bulunmayı önerirken Hatemi bir Kürt devletine karşı uyarı yaptı’



Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
TT

Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)

ABD kaynaklı sızıntılar, Gazze Şeridi’nin bir bölümünün yeniden inşasına yönelik Güneşin Doğuşu Projesi adlı bir planın hazırlandığına işaret etti. Planın, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’ın liderliğindeki bir ekip ile ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu gelişme, Gazze’de ateşkes anlaşmasının şu aşamada tıkanan ikinci safhasının en önemli unsurlarından biri olan ‘kapsamlı Arap planının’ hayata geçirilmesinde yaşanan aksaklıklar sürerken gündeme geldi.

Söz konusu ABD planı, Mısır’ın Washington ile ortaklaşa Gazze Şeridi’nin tamamının yeniden inşasının finansmanı için bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Kasım ayı sonunda ertelenen bu girişime ilişkin olarak Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, bunun ‘Mısır ve Arap dünyasının reddine rağmen Filistinlilerin yeniden yerinden edilmesine yönelik planların geri dönüşü’ anlamına geldiğini savunuyor. Uzmanlara göre bu durum üç olası senaryoyu gündeme getiriyor: ABD’nin kısmi planının Filistin’in Refah bölgesinde uygulanması ve Arap planının ertelenmesi; iki planın yerinden etme olmaksızın birleştirilmesi; ya da ateşkes anlaşmasının tamamlanamaması nedeniyle her iki planın da askıya alınması.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesi cuma günü yayımladığı haberinde, Kushner ve Witkoff tarafından hazırlanan ve Güneşin Doğuşu Projesi olarak adlandırılan planın, yabancı hükümetler ve yatırımcıların iş birliğiyle Gazze’nin enkazını gelecekte bir sahil destinasyonuna dönüştürmeyi hedeflediğini yazdı. Planda, Gazze halkının ‘çadırlardan lüks dairelere’ ve ‘yoksulluktan refaha’ taşınmasından söz edilirken, yeniden inşa süresince yerinden edilmiş yaklaşık iki milyon Filistinlinin nerede yaşayacağına dair net bir bilgi yer almadı.

Taslak metne göre projenin toplam maliyetinin on yıl içinde 112,1 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. ABD’nin bu süre zarfında ‘önerilen tüm çalışma alanları’ için hibe ve borç garantileri sağlamayı taahhüt edeceği ifade ediliyor. Ancak gazeteye göre, yeniden inşa sürecinin Hamas’ın silahsızlandırılması ve tüm tünellerin imha edilmesi şartına bağlanması, projenin önündeki en büyük zorluklardan biri olarak öne çıkıyor.

Yeniden imarın dört aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyor. Çalışmaların güneyde Refah ve Han Yunus’tan başlaması, ardından orta kesimdeki mülteci kamplarına ve son olarak Gazze kentine doğru ilerlemesi öngörülüyor. ‘Yeni Refah’ başlığını taşıyan bölümlerden birinde, bu bölgenin Gazze’de ‘yönetim merkezi’ haline getirilmesi ve 500 binden fazla kişiye ev sahipliği yapması tasarlanıyor. Söz konusu şehirde 100 binden fazla konut, 200’ü aşkın okul, 75’ten fazla sağlık tesisi ile 180 cami ve kültür merkezinin yer alması planlanıyor.

Bu sızıntılar, Yediot Aharonot gazetesinin internet sitesinin yaklaşık sekiz gün önce bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı açıklamaların ardından geldi. Haberde, Tel Aviv’in ABD’nin talebi üzerine Gazze Şeridi’ndeki enkazın kaldırılmasının maliyetini üstlenmeyi ve bu büyük mühendislik operasyonunun sorumluluğunu almayı prensipte kabul ettiği, yeniden imar amacıyla da Gazze’nin güneyindeki Refah’ta bir bölgenin tahliyesine başlanacağı aktarılmıştı.

fr
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinin önünde yemek almak için kabıyla birlikte bekleyen yerinden edilmiş bir Filistinli çocuk (AFP)

21 Ekim’de İsrail’de düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Jared Kushner, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgelerde Gazze’nin yeniden inşasının ‘titizlikle planlandığını’ söyledi. Kushner, “İsrail ordusunun kontrolündeki alanlarda, güvenliğin sağlanması hâlinde inşaata başlanması için şu anda değerlendirmeler yapılıyor. Bu bölgeler, Filistinlilere gidecekleri, çalışacakları ve yaşayacakları bir yer sunmak amacıyla ‘Yeni Gazze’ olarak tasarlanıyor” dedi. Kushner, Hamas’ın kontrolü altındaki bölgelere ise yeniden imar için herhangi bir fon ayrılmayacağını vurguladı.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Reha Ahmed Hasan, Trump’ın barış planının en başından itibaren ABD ve İsrail’e daha geniş bir hareket alanı tanıdığını belirterek, Washington’ın gündeme getirdiği yeniden imar planının ‘Filistinlilerin bir kez daha yerinden edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik bir girişim’ olduğunu savundu.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava, Güneşin Doğuşu Projesi’nin, ABD’nin Gazze nüfusunun kısmen yerinden edilmesi fikrinden vazgeçmediğini gösterdiğini ifade ederek, planın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve gayrimenkul yatırımlarına dayanan bir yaklaşım içerdiğini dile getirdi.

Wall Street Journal’a göre, Güneşin Doğuşu Projesi’ni inceleyen bazı ABD’li yetkililer, planın uygulanabilirliği konusunda ciddi şüpheler taşıyor. Yetkililer, Hamas’ın silahsızlanmayı kabul etmesinin zor olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde bile ABD’nin, savaş sonrası bir bölgenin yüksek teknolojiye sahip kentsel bir alana dönüştürülmesinin maliyetini üstlenecek zengin ülkeleri ikna edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu kaydediyor.

Bu şüphelere paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, cuma günü yaptığı açıklamada, “İki ya da üç yıl içinde yeni bir savaş çıkacağına inanılıyorsa, kimseyi Gazze’ye yatırım yapmaya ikna edemezsiniz” dedi. Rubio, uzun vadeli yeniden imar ve insani destek için bağışçıların bulunacağına dair güçlü bir güven taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Reha Ahmed Hasan ise Rubio’nun, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda İsrail’in söylemini tekrar ettiğini belirterek, ‘istikrar güçlerinin konuşlandırılması ve Hamas’ın silahsızlandırılması gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmenin zor olduğunu’ ifade etti.

ABD kaynaklı bu sızıntılar, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, yaklaşık 17 gün önce Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından geldi. Abdulati, “Yeniden imar konferansı için ABD ile ortak bir başkanlık oluşturulması konusunda istişarelerde bulunuyoruz ve ortaklarla iş birliği içinde bu konferansın en kısa sürede yapılması için uygun bir tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” demişti.

dfgt
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinden sıcak yemek almak için toplanan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Bunun ardından Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, kısa süre önce Doha Forumu’nda düzenlenen bir oturumda, “Filistin halkını desteklemeyi sürdüreceğiz, ancak başkalarının yıktığını yeniden inşa etmeyi finanse etmeyeceğiz” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, söz konusu Katar açıklamalarını, ‘Washington’a İsrail’i çekilmeye zorlaması ve yeniden imar sürecini başlatması yönünde bir baskı’ olarak değerlendirdi.

Kahire’nin kasım ayı sonunda düzenlemesi planlanan Gazze Şeridi’nin yeniden imarına ilişkin konferans ise gerekçe açıklanmaksızın ertelenmişti. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf, geçtiğimiz ayın sonunda Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, konferansın ertelenme nedenine ilişkin bir soruya yanıt olarak, Kahire’nin ‘Gazze Şeridi’nde erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarılı olması için bölgesel ve uluslararası ortaklarla uygun ortamı hazırlamak üzere çalıştığını’ ifade etmişti.

Reha Ahmed Hasan, ABD tarafından gündeme getirilen planların ‘kapsamlı Arap yeniden imar planı’ çerçevesindeki süreci geciktirebileceği görüşünü dile getirerek, yeniden imar konferansının aksamasını birinci aşamanın tamamlanmaması ve İsrail’in çekilmemesiyle ilişkilendirdi. Yeni yeniden imar planına ilişkin olası senaryoları değerlendiren Hasan, Filistinlilerin yerinden edilmemesi şartıyla Arap ve ABD planlarının birleştirilebileceğini söyledi.

Abdulmehdi Mutava ise yeniden imarın geleceğine dair üç ihtimal üzerinde durdu. Mutava’ya göre, ABD planının tek başına hayata geçirilmesi ve kapsamlı Arap planının ertelenmesi, ya da birinci aşamanın tamamlanmaması nedeniyle sürecin tıkanıklığının sürmesi ve her iki planın da uygulamaya geçememesi olasılıklar arasında yer alıyor.


İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
TT

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)

Gazze Şeridi’nin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde İsrail ordusunun bugün (pazar) sabah saatlerinde düzenlediği hava saldırısında üç Filistinli yaşamını yitirdi. Batı Şeria’da ise iki Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldü.

Filistin resmi ajansı WAFA’nın sağlık kaynaklarına dayandırdığı habere göre Şucaiyye’de İsrail insansız hava aracının sivillerin bulunduğu bir topluluğu hedef alması sonucu bir kişi hayatını kaybetti.

Aynı kaynaklar, İsrail savaş uçaklarının Mansura Caddesi üzerindeki Şeva akaryakıt istasyonu yakınında iki sivili öldürdüğünü bildirdi.

Bu ölümlerle birlikte, 11 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana can kaybı 404’e, yaralı sayısı ise 1108’e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen operasyonlarda iki Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

Kuzeydeki Kabatiya bölgesinde bir Filistinli gencin askerlere taş attığını belirten ordu, askerlerin ateş açtığını ve gencin öldüğünü açıkladı. Ramallah’taki Filistin Sağlık Bakanlığı, hayatını kaybeden kişinin 16 yaşında olduğunu belirtti.

Diğer yandan Silat el-Harithiya bölgesinde bir Filistinlinin askerlere el yapımı patlayıcı attığı gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi. Filistin Sağlık Bakanlığı, 22 yaşındaki gencin göğsünden vurularak öldüğünü açıkladı.

Gazze Savaşı’nın Ekim 2023’te başlamasının ardından Batı Şeria’daki gerilim belirgin şekilde yükseldi. İsrail ordusu bu süreçte, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplara karşı operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda Batı Şeria’da 1030 Filistinli öldürüldü; bunların 235’i yalnızca bu yıl içinde gerçekleşti.


Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
TT

Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)

Iraklı milis gruplarının liderleri son günlerde silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısı yapmaya başladı. Bu gelişme, yerel düzeyde sürpriz, soru işaretleri ve eleştirileri beraberinde getirdi. Zira söz konusu isimler, kısa süre öncesine kadar direniş eksenine mensup oldukları gerekçesiyle silahlarını açıkça sergiliyor, devlete meydan okuyor; ABD karşıtlığını vurgulayarak Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini talep ediyordu.

Yerel analizlerde bu olgu, Irak’taki Amerikan baskıları, olası bölgesel dönüşümler ve bu grupların yeni parlamentoda sandalye kazanmalarının ardından siyasi alana yönelme arayışlarıyla ilişkilendiriliyor.

Diğer yandan Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim’in çağrısına ek olarak, son iki gün içinde ABD’nin yaptırım ve terör listesinde yer alan, fraksiyonlarla bağlantılı üç tanınmış isimden de silahların devletin elinde sınırlandırılması yönünde çağrılar geldi.

Üç grup

Bu isimlerin başında, yaklaşık 27 sandalyeyle parlamentoda güçlü bir varlık elde eden Asaib Ehli’l Hak Hareketi Genel Sekreteri Kays el-Hazali geliyor. Hazali cuma günü yaptığı açıklamada, “Silahların devletin elinde sınırlandırılmasına inanıyoruz ve bunu gerçekçi adımlarla hayata geçirmek için çalışacağız” dedi. Aynı yönde açıklamalar, Ensarullah el-Evfiya Hareketi Genel Sekreteri Haydar el-Garavi ile İmam Ali Tugayları lideri Şibl ez-Zeydi’den de geldi.

Üç grubun liderlerini ortak paydada buluşturan unsurlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçleri çatısı altında yer almaları ve ABD’nin terör listesinde bulunmaları olarak öne çıkıyor. Bu durum, söz konusu isimlerin, silahlı gruplara mensup unsurların yeni kurulacak hükümette yer almasına karşı çıkan Washington’a yönelik siyasi manevra arayışında oldukları yorumlarını güçlendiriyor.

Irak’ta en yüksek yargı organının başkanı dün yaptığı açıklamada, silahların devletin elinde sınırlandırılması konusunda silahlı grupların liderlerinin iş birliğine onay verdiğini duyurdu.

Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yayımladığı açıklamada, ‘hukukun üstünlüğünün sağlanması, silahların devletin elinde sınırlandırılması ve askeri çalışmaya duyulan ulusal ihtiyacın ortadan kalkmasının ardından siyasi faaliyete geçilmesi’ yönündeki tavsiyesine olumlu yanıt verdikleri için ‘kardeş fraksiyon liderlerine’ teşekkür etti.

Washington'ın ciddiyeti

İslamcı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Nizar Haydar, fraksiyon liderlerinin silahların devletin elinde sınırlandırılmasına yönelik çağrılarının, ‘Şii güçler ve tüm fraksiyonların, fraksiyonları içeren yeni bir hükümetle anlaşmayı reddeden Amerikan tutumunun ciddiyetini hissetmeye başlamasından’ kaynaklandığına inanıyor.

Haydar, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Fraksiyonlar, ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’a gelmesinden önce Washington’a iyi niyetlerini kanıtlamak için şu sıralar zamanla yarışıyor” ifadesini kullandı.

Haydar, silahlı fraksiyonları iki gruba ayırıyor. İlk grup, siyasi ve seçim sürecine çeşitli aşamalarda dahil olan, son olarak da son parlamento seçimlerine katılan ve geçmiş hükümetlerde bir ya da daha fazla bakanla temsil edilen fraksiyonlardan oluşuyor. Bu gruplar, devlet otoritesi dışında silahlı bir güç olmaktan çıkarak, güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlarının bir parçası haline gelmeyi hedefliyor.

Haydar’a göre bu ilk grup, ‘uluslararası ve bölgesel toplum nezdinde, özellikle de ABD’de kabul görmek amacıyla bugün silahların devlet elinde sınırlandırılmasını savunan kesim’ olarak öne çıkıyor.

İkinci grup ise son parlamento seçimlerine katılmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ siyasi sürecin içinde görmeyen, ‘direniş’ söylemini kullanmaya devam eden ve devlete tam entegrasyonunu ilan etmeden önce mümkün olan en büyük siyasi, mali ve güvenlik kazanımlarını elde etmeye çalışan fraksiyonlardan oluşuyor.

Aşamalı taktik

Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan eş-Şemmeri de ABD’nin fraksiyonlar üzerindeki baskısının önem ve etkisi konusunda aynı görüşü paylaşıyor ve bu baskının, söz konusu grupları devlet çerçevesi dışında silah taşımaktan vazgeçtiklerini açıklamaya zorladığını belirtiyor.

Şemmeri, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Silahsızlanma çağrıları; ABD’nin silahların dağıtılması ve devlet ile silahlı kuvvetler başkomutanının denetimi altında toplanması yönündeki şartlarıyla ve Savaya’nın Irak’a gelişinin yaklaşmasıyla eşzamanlı olması bakımından ele alınmalı” dedi.

Bu çağrıların aynı zamanda yeni hükümetin kurulmasına yönelik müzakerelerin zamanlamasıyla da bağlantılı olduğunu ifade eden Şemmeri, “Bu gruplar, ABD’nin bu yöndeki itirazlarının boyutunu bilerek yeni hükümete dahil olmayı hedefliyor” değerlendirmesinde bulundu.

defrt
Ketaib Hizbullah üyeleri, Eylül 2024'te Bağdat'ta düzenlenen bir geçit töreninde (Reuters)

Şemmeri, söz konusu çıkışların, ‘ABD’nin bu tür çağrılara vereceği tepkiyi ölçmeyi amaçlayan geçici ve taktiksel bir bağlamda’ gündeme gelmiş olabileceğini, aynı zamanda bu fraksiyonların Washington ile doğrudan müzakerelere girmesi için bir kapı aralayabileceğini de dile getirdi.

Iraklı fraksiyonların çağrılarının, Hizbullah’ın söyleminden bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Şemmeri, bu tutumun Hizbullah’ın silahsızlanmaya ilişkin şartlarıyla örtüştüğünü belirterek, “Amaç, silahsızlanma sürecinin ABD ve dış baskıların sonucu değil, yerel ve iç düzenlemelerin bir parçası gibi görünmesini sağlamak” dedi.