İsrail’den İran'ın nükleer bomba üretmeye yakın olduğu uyarısı

Reisi, Viyana’daki müzakerelere devam etmek için şartlarını belirliyor.

İran’daki Natanz Nükleer Tesisi. (EPA)
İran’daki Natanz Nükleer Tesisi. (EPA)
TT

İsrail’den İran'ın nükleer bomba üretmeye yakın olduğu uyarısı

İran’daki Natanz Nükleer Tesisi. (EPA)
İran’daki Natanz Nükleer Tesisi. (EPA)

İsrail, İran’ın yalnızca 10 hafta içerisinde nükleer bomba üretmek için yeterli malzemeleri elde edebileceğine yönelik uyarıda bulundu. İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz bu hafta Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nde İran’ın nükleer stokuna yönelik uyarıda bulunarak dünya liderlerini gerekli önlemleri alma çağrısında bulundu. Gantz şu ifadeleri kullandı:
“İran, nükleer silah geliştirmek için uygun malzeme elde etmeye sadece 10 hafta uzakta. Harekete geçme vakti geldi, sözler yeterli değil. Diplomatik, ekonomik ve hatta askeri alanlarda harekete geçme zamanıdır.”
Gantz’ın bu uyarısı, İran’ın uranyumu yüzde 60 saflık düzeyine kadar zenginleştirmeye başlayacağını açıklamasından 4 ay sonra geldi. İran’ın bu adımı, nükleer silah elde etme yolunda gerekli yüzde 90 saflık seviyesine ulaşmak için önemli bir hamle oldu.
İran, uranyum stokunun saflığını artırmaya başlamadan önce Silah Kontrolü Derneği (Arms Control Association) analistleri, ‘çıkış süresinin’ -bir bomba için yeterli malzemeyi üretmek için gereken sürenin- 12 ay olduğu tahmininde bulunmuştu. Şimdi ise, Gantz, çıkış süresinin iki aydan biraz fazla bir zamana düştüğüne inanıyor. Ancak bu, İran’ın tam bir nükleer bomba elde etmekten 10 hafta kadar uzakta olduğu anlamına gelmiyor.
İran’ın nükleer silah üretebilmesi için, nükleer silah yapımında kullanılan malzemeleri reaktör çekirdeğinde bir araya getirmesi, bu içeriği bir füzenin başlığına yerleştirmesi, ardından da füzeyi fırlatmak ve tam olarak hedefe ulaşıp patlamasını sağlamak için gerekli teknolojiyi edinmesi gerekiyor.
İran’ın nükleer imkanları hakkında kesin olarak bilinenler son derece sınırlı olsa da rejimin bu teknolojinin büyük bir kısmına sahip olmadığı düşünülüyor. Bazı analistler, dış müdahale olmadan çalışabilecek güçte oldukları varsayılırsa, İran’ın çalışabilir bir savaş başlığı üretmesinin iki ila üç yıl alacağı görüşündeler.
Eski silah müfettişi David Albright, daha önce Tahran’ın süreci çok daha hızlı ilerletebileceğini belirtmişti. Ancak yine de rejimin çalışabilir bir nükleer bombaya sahip olmaktan yaklaşık iki yıl uzakta olduğuna inanıyor.
İran’ın Batı’ya nükleer silah fırlatmak için gerekli olan kıtalararası balistik füzelere sahip olduğu düşünülmüyor. Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitüsü tarafından hazırlanan ve nisan ayında yayınlanan, İran’ın füze stokuna yönelik bir analizde ülkenin sahip olduğu en büyük füzelerin menzilinin yaklaşık bin 200 mil olduğu tahmininde bulunuldu. Bu da İran’ın Ukrayna, Hindistan veya Etiyopya’ya kadar füze fırlatmasını mümkün kılıyor. Aynı zamanda bu durum, İran’ın füzelerinin İsrail’e kolaylıkla ulaşılabileceği ancak Batı Avrupa ve ABD’yi vurmayacağı anlamına geliyor.
Bakan Gantz, 1980’lerde rejim karşıtı olanları infaz etmedeki rolü nedeniyle ‘Tahran Kasabı’ adı ile bilinen İbrahim Reisi’nin İran Cumhurbaşkanı olarak yemin etmesinden sadece birkaç saat önce konuştu. Reisi, Batı’nın dostu değil. Büyük oranda rejim tarafından kontrol edilen seçimler sonucunda seçilmesi, İran’ın dış politikasının daha düşmanca olacağına yönelik bir işaret olarak görülüyor.
Reisi dün yaptığı açıklamada, ABD yaptırımlarının kaldırılması şartı ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmayı canlandırmak için müzakerelere devam etmeye hazır olduğunu söyledi. Reisi, Twitter’da yaptığı açıklamada “Yaptırımların kaldırılmasını sağlayacak her türlü diplomatik girişimi memnuniyetle karşılayacağız ve destekleyeceğiz” ifadelerini kullandı. Söz konusu anlaşma, İran’ın nükleer silah geliştirmesini önlemeyi amaçlıyordu. Ancak eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018 yılında anlaşmadan çekilmesinden sonra anlaşma çöktü.
Tahran, anlaşmada yer verilen kısıtlamaları aşamalı olarak ihlal etti ve son zamanlarda uranyum zenginleştirme seviyesini silah yapımında kullanılan yakıtı üretmek için gerekli seviyeye yaklaşacak şekilde artırdı.
Bu yılın başlarında yapılan ve haftalarca süren görüşmelerde herhangi bir ilerleme kaydedilemedi. Perşembe günü anayasal yeminini eden Reisi, ülkesinin nükleer anlaşmazlığı çözmek konusu ile ilgilendiğini ve rasyonel bir diplomatik çizgiyi takip edeceğini vurguladı. Bununla birlikte ulusal çıkarları gerçekleştirmeye çalışacağını ve herhangi bir dış baskıyı görmezden geleceğini söyledi.
Nükleer anlaşmayı canlandırma çabaları, ABD’yi anlaşamaya geri dönmeye ve İran ekonomisini felce uğratan yaptırımları kaldırmaya ikna etmeye odaklandı. Aynı zamanda müzakereciler İran’ı anlaşmada yer verilen şartlara uymaya çağırdı. Müzakereler, haziran ayı ortalarında İran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ve hükümet değişikliği sebebiyle askıya alındı. Sonrasında da söz konusu müzakerelerin yeni bir ekiple devam etmesi kararlaştırıldı. Reisi’nin seçilmesi, aşırılık yanlısı bir cumhurbaşkanını meşru görme konusunda isteksiz olan Batılı hükümetler ile söz konusu anlaşmanın yeniden müzakere edilmesinin önünde büyük bir engel teşkil ediyor.
İngiliz gazetesi The Times, Trump’ın 2018 yılında İran ile nükleer anlaşmadan çekilme kararının, Tahran’a anlaşmanın uranyum zenginleştirme konusundaki tüm kısıtlamalarını zamanla terk etmesi için bahane verdiğini belirtti. İran şu an, az miktarda uranyumu, anlaşmada öngörülen yüzde 3,67’lik oranla değil, yüzde 63’e vatan bir oranda zenginleştirmek için çalışıyor. İran ayrıca anlaşmanın izin verdiğinden daha fazla miktarda ve daha gelişmiş santrifüjler çalıştırıyor. Bu durum uzmanların nükleer silahların yayılmasını önlenmesi konusunda endişelenmesine neden oluyor.
Tahran ise nükleer programının barışçıl olduğu ve enerji üretimini amaçladığı konusunda ısrar ediyor.
Uzun zamandır Dini Lider Ali Hamaney’in yolundan gelen Reisi, ABD ile iletişim kurma sözü verse de sert bir duruş da benimsiyor ve Biden yönetiminin İran’ın füze geliştirme çalışmalarını ve bölgesel milislere desteğini engellemeyi amaçlayan müzakereleri kabul etmiyor. Koronavirüs pandemisi nedeniyle belirli sayıda kişinin katıldığı, perşembe günü düzenlenen yemin töreninde Viyana’da yürütülen son nükleer müzakereleri koordinasyonunu üstlenen Avrupa Birliği yetkilisi Enrique Mora da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanından liderler ve temsilciler de yer aldı.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.