İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne kabulünün anlam ve sonuçları

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (AFP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (AFP)
TT

İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne kabulünün anlam ve sonuçları

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (AFP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi (AFP)

Hüda Rauf
İran'ın üyeliğini kabul etme kararı, Tacikistan'ın Duşanbe kentinde düzenlenen Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) 21. Devlet Başkanları Zirvesi'nde açıklanmıştı. Üyeliğin onaylanmasından önce İran'a örgütte gözlemci statüsü verilmişti. Daha önce örgüt üyeliğinin onaylanması için nükleer anlaşmaya uyması, Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın (UAEA) da ABD ve BM yaptırımlarının kaldırılmasıyla anlaşmaya uygunluğunu onaylaması şart koşulmuştu.
Tacikistan'daki zirvede Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, İran'ın bundan böyle ŞİÖ'nün daimi üyesi olacağını vurguladı. Bu açıklama, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin yabancı bir ülkeye ilk resmi ziyareti sırasında gerçekleştirildi.
Üyeliğin kabul edildiğinin duyurulmasının ışığında, İran’ın 2008 yılından beri örgüte katılmak için başvuruyor olmasına rağmen, üyeliğe şimdi kabul edilmesi ne anlama geliyor? Kuruluşa üyeliğinin kabulü nasıl sonuçlara yol açar?
Başlangıçta, Şanghay İşbirliği Örgütü 2001 yılında Rusya, Çin ve dört Orta Asya ülkesi Tacikistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan tarafından kuruldu. 2017 yılında ise Hindistan ve Pakistan ŞİÖ’ne katıldı.
Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 44'ünü, dört nükleer gücü, dünya nükleer güçlerinin yarısını ve dünya GSYİH oranının yaklaşık yüzde 25'ini üyelerinin elinde bulundurması, ŞİÖ’nün stratejik önemine işaret ediyor.

İran’ın ŞİÖ’ye kabulünün anlamları
Daha önce ŞİÖ’de gözlemci statüsüne sahip bulunan İran, 2008 yılında ise tam üyelik başvurusunda bulunmuştu. Ancak başvurusu, nükleer programına uygulanan Birleşmiş Milletler (BM) ve ABD yaptırımları ve ŞİÖ'nün birçok üyesinin, saflarında uluslararası yaptırımlara tabi bir ülke istememesi nedeniyle yavaşladı.
Ancak örgütün son zirvesinde, nükleer dosya hala zorluklarla karşı karşıya olmasına rağmen, İran'ın üyeliğe kabul edildiği açıklandı. Kararın ve örgütün Rusya ve Çin'in de içinde bulunduğu ülkelerin böyle onay vermesi, bir yanda örgütün ülkeleri uluslararası ve ABD kısıtlamalarına tabi ülkelerle ekonomik işlem yapamayacakları için nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılacağına ve ABD yaptırımlarının kaldırılacağına dair bir inancın mevcut olduğu anlamına geliyor.
Dolayısıyla İran, ABD ile müzakere sürecinde olduğunu teyit etmiş olabilir. Diğer yandan Moskova ve Pekin, Afganistan’dan çekilmeye başlayan Washington ile Soğuk Savaş çerçevesinde Tahran'ın üyeliğini kabul etmiş olabilirler. Taliban’ın yeniden egemen olması, sonra Hint-Pasifik bölgesinde işbirliği için ABD, İngiltere ve Avustralya arasındaki ‘AUKUS’ güvenlik ortaklığı bu konuda etkili olmuş olabilir.

İran’ın ŞİÖ üyeliğinin sonuçları
1-İran, ŞİÖ üyeliğini bir ittifak ve dünya düzeni ile ABD’nin rolü konusunda birleşik bir vizyona sahip bir blok olarak pazarlamaya çalışıyor. Ayrıca üyeliğini Batı hegemonyasını kırma ve yaptırımları kaldırma bağlamında yeni cumhurbaşkanı ile hesaba katılması gereken bir başarı olarak sunuyor. Reisi zirvede yaptığı konuşmada, yaptırımları ‘ekonomik terörizm’ ve ‘egemen güçlerin isteklerini başkalarına dayatmak için en önemli araç’ olarak nitelendirdi. Bu tür ekonomik yaptırımların ‘bölgesel entegrasyonu teşvik etmenin önündeki büyük bir engel’ olduğunu da sözlerine ekledi. ŞİÖ’nün yaptırımlara toplu bir yanıt vermek için yapılar ve mekanizmalar tasarlaması gerektiğine dikkat çeken Reisi, bunun, ABD sonrası bir dönemin kapısını açan Batılı olmayan güçlerin işbirliğinin ana sembollerinden biri olduğunu da ifade etti. İran konuyu, uluslararası sistemin çoğulculuğa ve gücün yeniden dağılımına yönelik eğiliminin bir göstergesi olarak pazarlıyor.
2-Siyasi düzeyde bu, İran’ın Reisi’nin gölgesi altında doğuya yönelmeye dayalı politikasının ilk uygulamasıdır. Tahran, bu üyeliği ABD’nin tecrit projesine son vermek gibi pazarlıyor. Raisi, Şanghay İşbirliği Örgütü üyelerinin, ülkesiyle ekonomik ilişkileri genişletmeye hazır olduğunu vurguladı. Tahran hükümeti de buna hazırlıklı olması gerektiğine işaret eden Reisi, en önemli işbirliği alanlarının, Asya'ya ve dünyaya açılan bir kapı olmayı hedefleyen Umman Körfezi'ndeki ve İran'ın güneydoğusundaki Çabahar limanı olduğunu vurguladı.
3-Ekonomik düzeyde ise Doğu'ya doğru bir yöneliş, ana küresel pazarlara erişim kapısını açıyor. Bu durum, İran'ın dünya nüfusunun büyük bir bölümünü temsil eden dolayısıyla Tahran için büyük potansiyele sahip ‘pazarlara ulaşmasına’ izin vereceği için, Batı'nın engelleyici yaptırımlarıyla çelişiyor.
Tahran, örgüte üyeliğin ABD yaptırımlarını sona erdireceğini vurgulamaya çalışıyor. Fakat gerçekte, İran'ın bankacılık işlemlerini yürütme ve petrolünü satma kabiliyetini sınırlayan ABD yaptırımlarıyla ilgili sorunlar var. Üyelik ayrıca, onu Palermo Sözleşmesi ve FATF (Finansal Eylem Grubu) standartlarına uygun olarak kara para aklamanın önlenmesi gibi uluslararası ekonomik anlaşmalara uymaya zorlayacaktır. Ancak İran hala Hindistan ile ticari ilişkilerini geliştirmeyi ve kötüleşen ekonomisini canlandırmak için Çin ve Rusya ile ekonomik bağlarını genişletmeyi umuyor.

 


İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.