Nükleer müzakereciler İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından belirleniyor

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (ortada), 19 Eylül'de Tahran'da toplantı düzenledi. (İran Dışişleri Bakanlığı)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (ortada), 19 Eylül'de Tahran'da toplantı düzenledi. (İran Dışişleri Bakanlığı)
TT

Nükleer müzakereciler İran Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından belirleniyor

İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (ortada), 19 Eylül'de Tahran'da toplantı düzenledi. (İran Dışişleri Bakanlığı)
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan (ortada), 19 Eylül'de Tahran'da toplantı düzenledi. (İran Dışişleri Bakanlığı)

İran Dini Lideri Ali Hamaney’in kontrolündeki Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi, 2021 nükleer anlaşmasını canlandırmayı amaçlayan Viyana'daki diyalog masasına dönülmesi beklentisiyle nükleer müzakerecileri belirlemeye çalışıyor. Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Komitesi üyesi Milletvekili Fada-Hossein Maleki, İran'ın Entekhab haber sitesine yaptığı açıklamada nükleer anlaşmanın ‘artık rejimin önceliklerinin başında gelmediğini’ söyledi. Nükleer müzakerelere katılacak ekip üyelerinin Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından belirleneceğini bildirdi.
Milletvekili Maleki, 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmaya dair açıklamasında “Dışişleri Bakanlığı'nın tek görevi bu değil. Daha önemli görevler var” ifadelerini kullandı. Komşular, bölge ve Asya ülkeleriyle diplomasiye dikkat edilmesi gerektiğine dikkat çeken Maleki sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu alanda bir zayıflığımız var ve bunu düzeltmeliyiz. Siyasi ve ekonomik bir perspektiften dikkate değer bir İslam Cumhuriyeti varlığını görmeliyiz.”
Nükleer dosya ve dış politika konusunda son söz Dini Lider Ali Hamaney'e ait olmasına rağmen son haftalarda diğer organlarda, nükleer müzakerelere kimlerin dahil olacağı konusunda tartışmalar arttı.
Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi, eski İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 2013 yılında göreve başlamasından önce dahi müzakerelere katılımda yetkili organdı. Ruhani, müzakere dosyasını Dışişleri Bakanlığı’na devretmek için Hamaney’in onayını almıştı. Konsey Genel Sekreteri’ni ise gözlemci olarak görevlendirmişti.
Fada Maleki konuya dair açıklamasında bu hafta başlarında İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü tarafından Dışişleri Bakanlığı ile Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi arasında ortak bir ekip oluşturma olasılığı hakkında çıkan haberleri doğruladı.
Maleki, Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ve Siyasi Yardımcısı Ali Bakıri'nin baş müzakereci olacağını düşünüyor. Söz konusu görüş doğru çıkarsa; nükleer anlaşmaya karşı çıkan Bakıri, müzakere ekibinin başkanı olarak selefi Abbas Arakçi’nin yerini alacak.
Milletvekili, Rusya’nın Viyana’daki uluslararası kuruluşlar nezdindeki daimi temsilcisi Mihail Ulyanov’un son altı turdaki ilerleme hakkında söylediklerinin yüzde 90’ının önemsiz olduğunu söyledi. İslam Cumhuriyeti'nin yeni hükümetle birlikte izleyeceği yeni bir stratejiyle hareket edeceğini vurguladı.
Fada Maleki açıklamalarını şöyle sürdürdü:
“Rus arkadaşların söyledikleri kendilerinin görüşüdür. Ancak İslam Cumhuriyeti müzakerelere kaldığı yerden devam edecek. Ama zaman kaybetmek için; yani kendi çıkarımıza hizmete yönelik bir müzakere görmüyoruz. Tartışma, İran'ın tüm yaptırımları kaldırma şartı etrafında dönüyor. Önceki hükümette de bunu istiyorduk ama nükleer müzakere ekibi bunu siyasi duraklamanın nedeni olarak görüyordu. Fakat mevcut hükümetteki arkadaşlar bunu kabul etmiyor. Müzakere etmek için belirli bir hedef istiyorlar.”
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada seçilmesinden bu yana nihai hedef tüm yaptırımların kaldırılmasıysa, ülkesinin, durdurulan nükleer programıyla ilgili anlaşmayı kurtarmak için müzakerelerin başlatılmasını desteklediğine dikkat çekti. ABD’yi sert bir dille eleştiren Reisi şu ifadeleri kullandı:
“Donald Trump döneminde bu anlaşmadan çekilen ve Joe Biden döneminde geri dönmek isteyen ABD yönetiminin vaatlerine güvenmiyoruz. Artık güvenilirliklerini kaybettiler.”
ArmanMeli gazetesi de İran Cumhurbaşkanı’nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'ndaki konuşmasını eleştirenler safına dahil oldu. Gazete konuşmanın çeşitli yönlerine atıfta bulunduğu haberinde nükleer anlaşmanın diğer taraflarda 'olumlu bir izlenim bırakmadığını ve iyi tepkiler gözlemlenmediğini’ belirtti. Gazetenin haberinde “Batılılar, Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının gerilimi azaltma içermediğini ve bunun önünü açmadığını düşünüyor” ifadelerine yer verildi.
Gazete, İranlı yetkililerin nükleer anlaşmayı yeniden canlandırma koşullarına dair şaşkınlığını şu cümlelerle aktardı:
“Bir yetkili, tüm yaptırımların kaldırılması gerektiğini söyledi. Bu pratik değil. İki taraf da nükleer anlaşma hakkında yeni bir şey söylemedi. Anlaşmanın kaderini belirlemek için yedinci tura kadar beklememiz gerektiği açık görünüyor.”



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.