Afrika Boynuzu, krizlerin odak noktası mı?

Afrika Boynuzu bölgesi, ekonomik faaliyetlerde bulunma hareketi nedeniyle ülkeler arasındaki etnik çeşitlilik ve ırklararası etkileşimden derinden etkilendi.

Somali Ulusal Ordusu askerleri, cumhurbaşkanının görev süresi konusunda çıkan çatışmaların ardından Başbakan ile uzlaşı sağlanması sonrasında kışlalarına dönmeye hazırlanıyor (Reuters)
Somali Ulusal Ordusu askerleri, cumhurbaşkanının görev süresi konusunda çıkan çatışmaların ardından Başbakan ile uzlaşı sağlanması sonrasında kışlalarına dönmeye hazırlanıyor (Reuters)
TT

Afrika Boynuzu, krizlerin odak noktası mı?

Somali Ulusal Ordusu askerleri, cumhurbaşkanının görev süresi konusunda çıkan çatışmaların ardından Başbakan ile uzlaşı sağlanması sonrasında kışlalarına dönmeye hazırlanıyor (Reuters)
Somali Ulusal Ordusu askerleri, cumhurbaşkanının görev süresi konusunda çıkan çatışmaların ardından Başbakan ile uzlaşı sağlanması sonrasında kışlalarına dönmeye hazırlanıyor (Reuters)

Mana Abdulfettah
Son yıllarda Afrika Boynuzu olarak adlandırılan Somali, Eritre, Cibuti, Etiyopya, Güney Sudan, Sudan ve Kenya’yı kapsayan bölge, siyasi reform ve seçimlerin düzenlenmesine ilişkin fikir birliği yoluyla yönetim düzeyinde bir dönüşüm geçirerek, birçok ülkede demokratik dönüşüm sürecine doğru yeni bir sayfanın açıldığını gösterdi. Öyle ki bu ülkelerde terör sıklığı ve terör örgütlerinin gerçekleştirdiği operasyonlar azaldı. Nihayetinde ise ABD stratejisinin ve Doğu Asya’ya odaklanma arzusunun değişmesiyle uluslararası varlık da azaldı.
Ancak Afrika’daki varlığını tamamen azaltmak politik olarak maliyetli görünürken, yavaş ve biraz dağınık bir geri dönüş başladı. Savaşlardan ve kıtlıklardan doğan Somali gibi Afrika Boynuzu ülkeleri de kalkınma ve kaynaklar için rekabetin yanı sıra Etiyopya’da kalkınma açısından büyük adımlar atıldığının işaretlerine tanık oldu. Ancak son dönemde bu durum tersine dönerek, her şeyin eski haline döneceğinin habercisi oldu. Böylece Somali’deki koşullar Etiyopya’daki savaşla birleşerek bölgenin geri kalanını da etkiledi. Bu durum, uluslararası toplumun dikkatini de çekerken, kıtlık ve uzayan savaşlara dair uyarılar gelmeye başladı. Bu çerçevede Somali’deki durumun, Afrika Boynuzu’nu kriz odağı haline getirmesi ve krizi varoluşsal bir kriz olarak sınıflandırması mümkün. Afrika Boynuzu’nun neredeyse tüm ülkelerinde bu döngüsel kriz dizisini kırmak, bölge ülkelerinin hükümetlerinin ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözme mekanizmalarının eksikliği ve bölgesel oluşumların zayıflığı göz önüne alındığında krizi çözmeye yönelik çabaları baltalıyor.

Savaş mirası
Afrika Boynuzu bölgesi, başarısız devletlerin doğduğu yenilenmiş bir iç çekişme mirasından doğdu. Öyle ki uzun askeri rejimler ve kısa demokrasiler arasındaki ardışık hükümetler, güvenliğin sağlanmasında, hukukun üstünlüğünün güçlendirilmesinde ve devletin sağlık, eğitim ve diğer haklar gibi doğal görev ve yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde, temel görevlerini yerine getiremedi.
Durum, Afrika Boynuzu’nun üç ana ülkesi olan Eritre, Cibuti ve Somali ile sınırlı değildi. Jeostratejik özelliğine göre Afrika kıtasının doğu kıyılarının bu bölgesinde Etiyopya ve Sudan’ı da kapsayacak şekilde genişledi, jeopolitik değişimler ve uluslararası güçlerin strateji ve çıkarları uyarınca tanım açısından esneklik kazandı.
Sömürge sonrası dönemde bölgesel sistemin ortaya çıkması ve bölgedeki ülkelerin çoğunun bağımsız hale gelmesi, bu duruma katkı sağladı. Ayrıntılar, bu ülkelerin uluslararası alanda etkili ve başa çıkmanın kolay olduğu bazı avantajlar taşıyordu. Ayrıca bölgenin bir bütün olarak iç ve bölgesel çatışmaların ve uluslararası müdahalelerin odak noktası olduğu yönünde de olumsuzluklar taşıyordu.
Antropolojik faktör de kahverengi, Arap ve Afrika kökenli unsurun bir karışımını içeren bölgeyi karakterize etmede rol oynuyor. Bu durum, dinlerin çoğulluğuna dayalı diğer tanımlamalara üstün gelmiş olabilir. Ancak Arapların bölgeye göçü, Hıristiyan ve İslam fetihlerinden daha önce olmuştur. Bu nedende dini çeşitlilik, manevi ibadet ve doğa dışındaki inançlara inanma gibi bölgeye özgü inançları içeriyor. Bu bölge aynı zamanda tarım, hayvancılık ve ticaret gibi ekonomik faaliyetlerde bulunma hareketi nedeniyle ülkeler arasındaki etnik çeşitlilik ve etnik gruplar arası etkileşimden de derinden etkilenmiştir. Bu durum ise sınır anlaşmazlıklarına neden olmuştur. Batının stratejik vizyonuna göre birincil çıkar alanı olarak ele alınmakta ve bu, bu alanın uluslararası politikada önemli bir mertebeye ulaşmasını açıklamaktadır.
Bölgedeki çatışmalar, Afrika Boynuzu’nun siyasi tarihine dayanan yönleriyle zihinsel imajının ortaya çıkmasına neden oldu. Bu imajı derinleştiren, uluslararası vesayeti kendine çeken ve çıkarlarını korumak için bölgesel ve uluslararası ittifakların etkileşimi üzerinden takip edilen bir deneyim yaratan terimlerle ifade edildi.

Devletlerin kırılganlığı
Afrika Boynuzu devletlerinin kırılgan ve istikrarsız doğası, kronik çatışmaların tırmanmasında önemli bir faktördür. Cibuti’nin stratejik konumu, ‘bir dizi askeri üssün merkezi olması ve istikrarına katkıda bulunan büyük ekonomik getiriler elde etmesi’ için uluslararası güçlerle kapsamlı siyasi, ekonomik, askeri ve güvenlik ilişkilerine sahip olmasına izin verdiyse de Eritre, bu avantajdan yararlanmadı. Ancak hayati alanındaki değişiklikler, dünyaya açılmasını mümkün kılabilir. Somali’ye gelince, bölgedeki istikrarsızlığın bariz bir örneği. Hala siyasi çatışma ve iç savaş yörüngesinde dönüyor. Koşulları tek bir hızla devam etmiyor. Cumhurbaşkanı Muhammed Abdullah Fermacu’nun geçen Şubat ayında resmi olarak sona eren görev süresini iki yıl daha uzatan bir karar yayınlamasının ardından hükümette tekrar istikrarsızlık baş gösterdi. Fermacu ayrıca, kendisine yönelik yolsuzluk suçlamalarıyla ilgili soruşturmalar nedeniyle Başbakan Muhammed Hüseyin Roble’nin yetkilerini de askıya alma kararı almıştı. Uluslararası baskının ardından Fermacu, görev süresini uzatma kararını geri aldı ve Başbakan Hüseyin Roble’yi de parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlık görevlerini üstlenmekle görevlendirdi. Roble’nin geçen Mayıs ayından bu yana sorumlu olduğu ordu ve güvenlik güçlerine ‘görevden ayrılan cumhurbaşkanı yerine kendisinden talimat almaları’ emri vermesi sonrasında çatışma genişledi.
Birçok taraf, Fermacu üzerindeki uluslararası baskıların ve Roble’yi yetkilendirmenin, ‘bir istikrarsızlık halinin oluşmasına, hükümetin istikrarsızlaşmasına, hükümet kurumları ile muhalefet güçlerinden ayrılanlar arasında çatışmaların ortaya çıkmasına’ yol açtığına inanıyor. Somalili Eş-Şebab ve diğer silahlı gruplardan gelen tehditlerin ortaya çıkmasıyla silahlı bir çatışmaya sürüklenme beklentileri de mevcut.

Krizler tırmanıyor
Afrika Boynuzu’ndaki çatışmaların tırmanmasına birkaç faktör neden oldu. İlk faktör, iç çatışma tetikleyicilerinin devam etmesiyle ilgili. Somali’de bir sürelik sakinliğin ardından güvenlik sorunlarını ateşleyen Eş-Şebab Hareketi, aktif bir durumda. Hareket, son olarak geçen salı günü cumhurbaşkanı, başbakan ve muhalefet arasındaki siyasi çekişmenin ardından ayrı ayrı olaylarla geri döndü. Öyle ki 2017 yılından itibaren kademeli olarak geri çekilecek olan Afrika Birliği Somali Misyonu (AMISOM) güçlerine ait bir askeri üs yakınında intihar eylemi düzenlendi. Ancak Güvenlik Konseyi (BMGK), misyonunu genişletmeye karar verdi. Daha önce ise silahlı çatışmaların yeniden alevlenme ihtimali ortasında Somali güçlerine karşı çeşitli operasyonlar gerçekleştirildi. Somali Cumhurbaşkanı ve Başbakanı arasındaki anlaşmazlığa ek olarak ABD ve Afrika’nın Somali’ye verdiği askeri desteğin azalması, Somali güçlerini bu hareketle tek başına karşı karşıya bıraktı.
Yalnızca Somali ile sınırlı olmayan, ancak bölgenin tüm ülkelerinde bir saatli bomba olmaya devam eden etnik etkiye ve ulusal veya siyasi aidiyet pahasına büyüyen kabile fanatizmine ek olarak, Somali’deki Somaliland bölgesi ve Etiyopya’daki Tigray bölgesi gibi ayrılıkçı hareketler, Sudan gibi komşu ülkelerden faaliyet gösteren Eritre muhalefet hareketleri ve Sudan’da bölünme çağrısı yapan silahlı isyancı hareketler genişlemeye başladı.
İkinci faktör, bölgesel güçler dengesinde ve bu ülkeler arasındaki savaşlar, barışlar, ittifaklar ve bloklar arasındaki ilişkilerde ortaya çıkıyor. Bölgedeki siyasi değişimlerin ardından bölgedeki siyasi hareketin etkisiyle temsil edilen diğer karmaşıklıklar da eklendi. Afrika Boynuzu, ayaklanmalar, devrimler veya askeri darbeler yoluyla bu karmaşanın bir uzantısı haline geldi. Ayrıca çatışmaların şiddetlenmesi, silahlanma eğilimine yol açtı ve buna bağlı olarak bölge ülkeleri arasında silah ticareti ve kaçakçılığı aktif hale geldi.
Üçüncü faktör ise uluslararası çıkarlarla ilgili. Siyasi gerginlik durumunun ardından olası yansımalarla birlikte BM, ‘ülkenin önceki yıllarda meydana gelenlere benzer bir kuraklık ve kıtlıkla karşı karşıya kalabileceğine dair raporların yayınlanmasından sonra’ Somali’ye insani yardım çağrısında bulundu. Bu sorunlar, bölgedeki çalkantılı siyasi tarihin önemli bir yansımasıdır. Bu bozulmaya neden olan faktörlerin köklü ve ortadan kaldırılmasının zor olduğu göz önüne alındığında sorunlar, zaman zaman hala yenileniyor.

Yeni ayrımlar
Öyle görünüyor ki ilerleyen dönemde iç çatışmalar, bölgesel ve uluslararası etkileşimler açısından yeni ayrımlar ortaya çıkacak ve bu kırılgan siyasi ve güvenlik durumuna karşı büyük bir tehdit oluşturacaktır. Afrika Boynuzu bölgesine, sözde işbirliği ile kuşatılmış çatışma ilişkileri hakimdir. Bu varsayıma dayanarak Afrika Birliği ve Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi (IGAD) gibi bölgesel örgütler ve diğerleri kurulmuştur. Ancak bu örgütler, siyasi ya da ekonomik krizleri çözmeyi başaramadılar. Siyasi, ekonomik ve askeri yollarla, gerek iç gerekse bölge ülkeleri arasında çatışma tarafları üzerinde etki ve baskı uygulamak için her zaman en büyük ve en köklü uluslararası kuruluşların şemsiyesine ihtiyaç duyulmuştur.
Afrika Boynuzu, henüz uluslararası müdahaleler olmaksızın bir iç çözüme ulaşmak için çatışmalarını yönetecek başka mekanizmalar geliştirmekten uzak görünüyor. Aksine bu çatışmalar, uluslararası rekabet ağının etrafında döndüğü bir ortam haline geldi. Durum, bu ülkelerin ‘bölünmeleri ve bölge ülkelerinin hükümetleri ve halkları arasındaki ilişkilerde mevcut dengesizliği önleyememeleri’ nedeniyle uzun süre devam edebilir.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analiz habere göre Afrika Boynuzu’ndaki kriz, bölgesel güvenlik dengesinin şekillenmesinde çok önemli bir rol oynayan karmaşık iç çelişkiler içeriyor. Bu da bölgenin kriz yuvasına dönüşünün birdenbire ortaya çıkmadığını, daha çok iç çatışmaları sona erdirmek için az sayıdaki olası çözümlere dayandığını gösteriyor.



Hindistan'ın stratejik bağımsızlığı ve Moskova ile Washington arasında denge kurma çabası

Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
TT

Hindistan'ın stratejik bağımsızlığı ve Moskova ile Washington arasında denge kurma çabası

Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)
Yeni Delhi'de Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in fotoğraflarının önünde bisiklet süren bir adam, 4 Aralık 2025 (Reuters)

Samir İlyas

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Hindistan ziyareti, Yeni Delhi'nin çok kutuplu dünyada ‘Önce Hindistan’ çerçevesinde süper güçlerle ilişkilerinde ‘stratejik bağımsızlık’ ilkesini ısrarla sürdürdüğünü bir kez daha gösterdi.

Putin, Ukrayna'daki savaşın başlamasından bu yana Yeni Delhi'ye gerçekleştirdiği bu ilk ziyaretinde sıcak bir şekilde karşılandı. Havaalanında kendisini bekleyen Hindistan Başbakanı Narendra Modi tarafından gayri resmi bir toplantı için konutuna götürüldü. Ertesi gün, iki lider ikili bir toplantı ve her iki ülkenin heyetleriyle başka görüşme gerçekleştirdi. Rus ve Hint iş adamları için bir ekonomi forumuna katıldı.

Ziyaretin sonunda yayınlanan ortak bildiride, atom enerjisi ve silahlanma dahil olmak üzere ekonomi, ticaret ve enerji alanlarında ilişkilerin geliştirilmesine odaklanıldı. İki ülke, Sovyet döneminden beri güçlü olan ikili ilişkilerini güçlendirmek için 29 anlaşma ve iş birliği mutabakatı imzaladı.

Putin ve Modi'nin açıklamalarında ekonomik iş birliği ve ticaretin mümkün olan en kısa sürede 100 milyar dolara çıkarılmasının planlandığı öğrenilirken, savunma ve güvenlik konuları da müzakere masasındaydı. Ziyaret öncesinde ve sırasında bazı önemli anlaşmaların imzalandığı duyuruldu. Putin, ülkesinin güvenilir bir enerji kaynağı olduğunu ve Hindistan'ın tüm ihtiyaçlarını karşılamaya devam edeceğini vurguladı. Hindistan'ın Rusya'ya ihracatını artırmayı ve ticaretteki dengesizliği azaltmayı istediklerine işaret eden Modi, ülkesinin dünyanın önde gelen ilaç üreticilerinden biri olduğunu belirtirken, ülkesinin diğer birçok sektördeki ilerlemesini övdü.

Trump, Hindistan'ı Rusya'dan petrol satın aldığı için cezalandırmak amacıyla gümrük vergilerini yüzde 50'ye çıkardı ve Yeni Delhi'ye daha fazla Amerikan silahı satın alması için baskı yaptı.

Bu ziyaret, Rusya’nın Batı’nın izolasyon iddialarını çürütmesine olanak sağlarken, Hindistan'a da ABD ile devam eden ticaret anlaşması müzakerelerinde ilave bir koz verdi.

Öte yandan Putin'in Hindistan’da sıcak bir şekilde karşılanması ve tüm alanlarda Rusya ile daha derin bir iş birliği yapılacağına dair yapılan açıklamalar, Hindistan'ın dünya güçleriyle ilişkilerinde ‘stratejik bağımsızlık’ ilkesini sürdüreceği yönünde Donald Trump yönetimine güçlü bir mesaj gönderdi. Ziyaretin sonuçları, Yeni Delhi’den Trump yönetimine yeni bir meydan okumayı temsil ediyordu. Bu durum, daha önce Rusya-Hindistan askeri iş birliği ve Rusya'nın Hindistan'a petrol ihracatının artmasından duyduğu memnuniyetsizliği açıkça gösteren Trump yönetimi ile Yeni Delhi arasındaki gerilimi tırmandırabilir.

Geçen mayıs ayında Hindistan ve Pakistan arasında yaşanan kısa süreli savaşın ardından Trump yönetimi ile Yeni Delhi arasındaki ilişkilerin tarihinin en düşük noktasına ulaştı. Bununla birlikte Washington İslamabad ile yakınlaştı ve Trump, Hindistan'ın Rusya'dan petrol almasını cezalandırmak için Hindistan'a uygulanan gümrük vergilerini yüzde 50'ye çıkararak, Yeni Delhi'ye daha fazla ABD silahı satın alması için baskı yaptı. Washington, Hindistan'ı Rus petrolü alımlarını artırarak Rusya’nın Ukrayna'ya karşı savaşını desteklemekle suçluyor.

Ancak Hindistan, Ukrayna'daki savaşa karşı temkinli bir tutum sergileyerek, müzakere yoluyla savaşın sona erdirilmesi çağrısında bulunurken, Moskova'yı kınamayı reddediyor ve onunla ilişkilerini güçlendirmeye istekli davranıyor. Hatta Hindistan, Birleşmiş Milletler'de (BM) savaşı kınayan kararların oylamasında çekimser kaldı.

frg
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Delhi'deki resmi karşılama töreninde Hindistan Cumhurbaşkanı Droupadi Murmu ile Başbakan Narendra Modi arasında, 5 Aralık 2025 (Sputnik/Reuters)

Rusya, ucuz ham petrol fiyatlarından yararlanan Hindistan ile petrol ticaretini sürdüreceğini düşünürken, Hindistan ucuz ham petrol ihtiyacını ABD'nin gümrük vergileri ve yaptırımlarından kaçınma çabasıyla dengelemek zorunda kalıyor.

Hindistan, tarihsel olarak Rus petrolünün önemli bir ithalatçısı olmamıştır ve Rusya'nın Ukrayna'daki savaşından önce Rus petrol ihracatındaki payı %2,5'i geçmemiştir. 2022'de savaşın başlamasının ardından Hindistan, Rusya’dan deniz yoluyla taşınan petrolün en büyük alıcısı haline geldi.

Enerji ve Temiz Hava Araştırmaları Merkezi'nin (CREA) 13 Aralık tarihli raporuna göre geçtiğimiz ay Rusya'nın petrol ihracatında Çin yüzde 47 ile ilk sırada yer alırken, onu yüzde 38 ile Hindistan izledi. Türkiye ve Avrupa Birliği (AB) ise yüzde 6 ile üçüncü sırayı paylaştı.

İki ülkenin enerji ve silah alanlarının ötesinde iş birliğini artırmak için bu ziyareti kullanma isteğinin bir göstergesi olarak, Modi ve Putin geçtiğimiz cuma günü özel şirketleri çekmek için bir iş forumuna katıldı. Putin ve Modi, ikili ticaretin hacmini yıllık 68 milyar dolardan 2030 yılına kadar 100 milyar dolara çıkarmayı ve yerel para birimleriyle ödeme sistemlerini iyileştirmeyi hedeflediklerini açıkladılar. Putin, iki ülke arasındaki ikili ticaretin yüzde 96’sının yerel para birimleriyle yapıldığını belirtti.

Yerel para birimleriyle ticaret hacminin artırılması, Moskova'ya Hindistan şirketlerine petrol satışlarından elde ettiği gelirle Hindistan rupisi cinsinden Hindistan ürünleri satın alma fırsatı veriyor. Rusya'nın en büyük ikinci bankası VTB, ziyaretin yan etkinliği olarak Yeni Delhi'de bir şube açtı ve Ruslar, banka şubesinin açılmasının SWIFT sistemine alternatif transfer sistemleri aracılığıyla iki ülke arasındaki ikili ticareti ve şirketler arasındaki hesapları artırmaya katkıda bulunacağını umuyor.

Savaşın başlamasından bu yana ticarette istikrarlı bir büyüme olmasına rağmen, ticaret dengesi büyük ölçüde Rusya'nın lehine. Geçen yılın mali tablosuna göre Rusya Hindistan'a yaklaşık 60,8 milyar dolarlık ürün ihraç ederken, Hindistan'dan 4,2 milyar dolarlık ilaç, pirinç, çay ve diğer malları ithal etti.

Moskova'nın Hindistan'a gerekli silahları tedarik etmeye açık olmasına rağmen, yeni anlaşmaların tamamlanması gecikebilir. İki ülke arasındaki ikili ticaret, 2020'de sadece 8,1 milyar ABD doları iken, bu yılın mart ayı sonlarında 68 milyar ABD dolarına yükseldi. Bu keskin artış, Hindistan'ın indirimli Rus petrolü alımlarındaki yükselişten kaynaklanıyor.

Bu durum, dengeleri önemli ölçüde Rusya'nın lehine çevirdi. Bu durumu düzeltmeye çalışan Modi, ABD’nin gümrük vergilerinden etkilenen Hint ihracatçıların, Rusya pazarına erişimini artırmak amacıyla Hindistan’ın deniz ürünleri ve gıda ürünlerinin yanı sıra teknoloji, giyim ve diğer malların ihracatını artırmayı umuyor. Hindistan’ın umutlarına rağmen, Rusya pazarına erişim kolay olmayacak. Yerli ürünler ve Çin malları rekabetçi fiyatlarla piyasada yaygın olarak bulunuyor ve Hint ihracatçılar için pazarlanabilir ürünlerin listesi oldukça daralıyor.

Savunma

Silah alımı, geçtiğimiz yüzyıldan bu yana iki ülke arasındaki geleneksel iş birliğinin en önemli alanlarından biri olsa da son yıllarda bu alanda bir düşüş görülüyor. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI) raporuna göre Rusya'nın Hindistan'ın savunma alımlarındaki payı, 2010 ile 2015 yılları arasında zirveye ulaşarak savunma alım portföyünün yüzde 72'sini oluşturduktan sonra düşmeye devam etti. SIPRI’ye göre Hindistan'ın Rusya'dan silah ithalatı 2020 ile 2024 yılları arasında toplam alımların yüzde 36'sına geriledi.

Hindistan, silahlanma konusunda ABD, Fransa ve İsrail'e olan bağımlılığını artırdı ve son yıllarda Rusya ile önemli bir silah anlaşması imzalamadı.

Bu düşüş, büyük ölçüde Hindistan'ın savunma portföyünü çeşitlendirme ve yerel üretimi teşvik etme çabasının bir sonucu olsa da Hindistan savunması büyük ölçüde Rus yapımı S-400 savunma sistemlerine bağımlı. Hindistan Hava Kuvvetleri'nin birçok filosu MiG-29 ve Suhoy Su-30 uçaklarını kullanıyor. Hindistan'ın, güncellenmiş S-500 savunma sistemleri ve beşinci nesil Su-57 savaş uçağı satın almakla ilgilendiği bildiriliyor. Geçtiğimiz bahar Pakistan ile yaşanan kısa süreli çatışmadan alınan dersler, Hindistan'ı Rusya ile askeri iş birliğini artırmaya itmiş olabilir.

Moskova, Hindistan'a ihtiyaç duyduğu silahları tedarik etmeye açık olsa da yeni anlaşmaların tamamlanması gecikebilir. Rusya, Batı'nın yaptırımları ve Ukrayna’daki savaş nedeniyle hava savunma sistemleri ve uçakların üretimi için gerekli olan önemli bileşenlerde sıkıntı yaşıyor. Raporlara göre bazı S-400 savunma sistemi birimlerinin teslimatı için verilen son tarih 2026'ya ertelendi.

2022 yılında 300 bin yedek askerin kısmi seferberliği, askere alınmaktan korkan gençlerin kitlesel göçüne yol açtı ve bu da krizi daha da şiddetlendirdi.

İki ülke, havacılık ve hava savunma alanındaki iş birliğinin yanında denizcilik alanında da iş birliğini geliştirmeye çalışıyor. Bloomberg, geçtiğimiz perşembe günü bilgili kaynaklardan aktardığı haberde, Hindistan'ın Rusya’dan nükleer enerjili bir denizaltıyı kiralamak için 2 milyar dolar ödemeyi kabul ettiğini ve Hindistan'ın denizaltıyı 2028 yılında teslim alacağını bildirdi. Bloomberg'in bilgili olarak nitelendirdiği kaynaklar, Rusya'dan saldırı denizaltısını kiralamak için yapılan görüşmelerin fiyat müzakereleri nedeniyle yıllardır durma noktasına geldiğini söyledi. Hindistan hükümeti daha sonra sözleşmenin 2019 mayısında imzalandığını, ancak teslimatın ertelendiğini ve geminin artık 2028'de teslim edilmesinin planlandığını açıkladı. Bloomberg’in kaynaklarına göre Rusya, Rus saldırı denizaltısının savaşta kullanılmamasını şart koştu.

sdfg
Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Yeni Delhi'deki görüşmeleri öncesinde kameralara poz verirken, 5 Aralık 2025 (Sputnik/Reuters)

Rusya ve Hindistan arasındaki askeri iş birliğinin artmasına ABD ile Avrupa'nın tepkisinin yanı sıra, Hindistan'a gelişmiş silahlar sağlanması Çin'i kışkırtıyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Rusya ve Hindistan'ın belirli türdeki gelişmiş silahları ortaklaşa geliştirmesi halinde, Rusya-Çin ilişkileri zarar görebilir.

Hindistan’ın işgücü

İki lider, yasadışı göçle mücadele etmek ve her iki ülkenin vatandaşları için diğer ülkede istihdam fırsatlarını teşvik etmek amacıyla bir anlaşma imzaladı.

Modi, ziyaretin sonunda yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Hindistan, sanayi ve diğer alanlarda yüksek vasıflı insan kaynağı ihraç etme potansiyeline sahip. Rusya’daki demografik önceliklerden bahsederken, vatandaşlarımızın Rusça öğrenmesine izin verebilir ve her iki ülkenin refahına katkıda bulunabiliriz.”

Anlaşmanın öncelikle daha fazla Hint işçiyi Rusya'ya çekmeyi amaçladığı açık. Anlaşma çerçevesinde bazı Rus şirketleri, 2024 ilkbaharında Moskova'daki Crocus City Hall'da meydana gelen terör saldırısı ve ardından çoğunluğu Müslüman ülkelerin vatandaşlarına yönelik uygulanan baskılar nedeniyle, Orta Asya'dan gelen işgücündeki azalmayı telafi etmek için belirli alanlarda Hint işçiler ve iş profesyonellerini istihdam etmeye başladı.

Rusya’nın Hint işçilere kapılarını açması, ciddi bir işgücü eksikliğinden kaynaklanıyor. 2022 yılında 300 bin yedek askerin kısmi seferberliği, askere alınmaktan korkan gençlerin kitlesel göçüne yol açtı ve bu da krizi daha da şiddetlendirdi. Rusya Çalışma Bakanlığı'nın tahminlerine göre ülkenin 2030 yılına kadar 3,1 milyon işçi açığı ile karşı karşıya kalması bekleniyor.

Rus şirketleri teknik eğitimli işçiler arıyor. Orta Asya vatandaşlarının aksine, Hintler tek bir bölgedeki tek bir işverenle sözleşme yaparlar ve daha yüksek ücretler için sık sık iş değiştirme özgürlüğüne sahip olmazlar.

Hindistan iş gücünün artması, Rusya'dan Hindistan'a para transferleri için yeni bir kanal açarak, yurt içi işsizlik baskısını hafifleterek ve Hindistan'ın Rusya’nın Uzak Doğu ve Arktik bölgelerindeki projelere katılımını genişleterek, ikili ticaret dengesizliğini düzeltmeye yardımcı olabilir.

Rus ve Hint yetkililerin açıklamalarında, ABD'nin Hindistan'a, özellikle enerji ve savunma sektörlerinde Rusya ile iş birliğini azaltması için yaptığı baskıdan bahsetmemeleri dikkati çekti.

Ancak ziyaretin sonuçları, Modi'nin ülkesinin Rusya ve ABD ile ilişkilerini dengeleme çabalarını baltalayabilir. Hindistan, Rusya’nın petrol fiyatlarındaki büyük indirimlerden yararlanırken, Rusya Hindistan'a yeni bir pazar sağlıyor ve Pakistan ile kısa süreli çatışmanın ardından savunmasını güçlendirmesine yardımcı oluyor. Yeni Delhi, Moskova ile ‘özel ve ayrıcalıklı stratejik ortaklığını’ sürdürmeye çalışıyor.

Bunun yanında ABD ile gergin olan ilişkileri düzeltmek, bir ticaret anlaşması imzalamak ve mallarına uygulanan yüzde 50'lik yüksek gümrük vergilerinden muafiyet elde etmek için çalışıyor. Hindistan ayrıca Çin'e baskı uygulamak isteyen ABD'nin politikalarına da uyum sağlıyor.

Putin'in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ve oluşan olumlu atmosfere rağmen, pratik sonuçlar büyük ölçüde Trump yönetiminin tepkisinin niteliğine bağlı olmaya devam ediyor.

Putin'in ziyareti sırasında imzalanan anlaşmalar ve oluşan olumlu atmosfere rağmen, pratik sonuçlar büyük ölçüde Trump yönetiminin tepkisinin niteliğine bağlı olmaya devam ediyor. Beyaz Saray'ın Hindistan ile ticaret müzakerelerinde sergilediği katı tutum ve Hindistan-Rusya yakınlaşmasının hızını frenlemek için verdiği tavizler, Modi'yi pragmatik yaklaşımla çözülemeyecek zor bir duruma sokabilir. Zira bu durumda ikisi arasında yapılacak olan seçim karmaşık jeopolitik ve ekonomik hesaplamalara tabi olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.


Trump'ın ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi üzerine bir okuma

2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi daha hoş veya daha merhametli bir Ortadoğu vaat etmiyor (AFP)
2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi daha hoş veya daha merhametli bir Ortadoğu vaat etmiyor (AFP)
TT

Trump'ın ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi üzerine bir okuma

2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi daha hoş veya daha merhametli bir Ortadoğu vaat etmiyor (AFP)
2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi daha hoş veya daha merhametli bir Ortadoğu vaat etmiyor (AFP)

Nebil Fehmi

Kasım 2025'te yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi, yalnızca siyasi bir belge değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'ni liberal bir dünya düzeninin vazgeçilmez garantörü olarak gören 1991 sonrası vizyonu açıkça reddeden yeni bir stratejinin zihinsel tüzüğüdür. Her dış taahhüdü tek bir teste tabi tutan disiplinli bir ulusal gerçekçilik sunuyor. O test de şu: Amerikan ulusunun temel hayati çıkarlarına -güvenliği, refahı, sınırları ve yaşam tarzı- doğrudan hizmet ediyor mu yoksa etmiyor mu?

 

Küresel ölçekte bunun sonuçları sarsıcı. Asya'da strateji, “entegre caydırıcılık”tan vazgeçerek sert ve katı bir önceliklendirmeye yöneliyor: Çin, ABD’ye denk tek rakiptir. Tayvan, Güney Çin Denizi, Kuzey Kore gibi diğer tüm konular, yalnızca Pekin'in Hint-Pasifik hakimiyetini engelleme temel hedefine yardımcı mı, yoksa engel mi olduğu perspektifinden değerlendirilecektir. Müttefiklere açıkça şu söyleniyor: Ya savunmaya önemli ölçüde daha fazla harcama yaparsınız ya da Amerikan korumasını kaybedersiniz. Buna göre Japonya ve Hindistan ağır silahlarla donatılacak, daha az kritik öneme sahip ortaklar ise kaderlerine terk edilecek.

Avrupa, NATO tarihindeki en sert uyarıyla karşı karşıya: Savunma harcamalarını beş yıl içinde GSYİH'nın yüzde üç ila beşi arasına çıkarın (belgede mevcut yüzde iki rakamı gülünç olarak nitelendiriliyor), aksi takdirde Amerikan güvenlik garantisi ortadan kalkacak. Örtük mesaj ise şu: Avrupa'nın ciddi bir stratejik aktör olmayı yeniden öğrenmesi gerekiyor, aksi takdirde yorgun bir Rusya ile “Önce ABD” ABD’si arasında tarafsız bir bölge haline gelme ve medeniyet kimliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalacaktır.

Batı Yarımküre'de strateji, Monroe Doktrini'ni yeniden canlandırıp “Trump Eki” adıyla güncelleyerek, Latin Amerika ve Karayipler'i münhasır Amerikan nüfuz alanı ilan ediyor. Herhangi bir düşman yabancı gücün (Çin, Rusya ve İran) ekonomik baskı, yaptırımlar veya gerekirse doğrudan müdahale yoluyla buradan kovulacağını belirtiyor. Afrika’ya gelince, Çin'in madenler veya kitlesel göç yolları üzerindeki hakimiyetinin temel çıkarları tehdit ettiği durumlar dışında, neredeyse ikincil bir bölge olarak kabul ediliyor. Stratejiye göre Afrika’da büyük çaplı Amerikan kalkınma yardımları ve barışı koruma dönemi sona erdi.

Strateji üç devrim niteliğinde aracı kullanıyor:

Birincisi, Amerikan enerji hakimiyetini, rakiplerin gelir kaynaklarını sınırlamak için silah olarak kullanmak.

İkincisi, düşman ekonomiler üzerinde bir baskı unsuru olarak dolar temelli finans sistemi.

Üçüncüsü, Amerikan çıkarlarına açıkça ve hemen hizmet etmeyen her türlü taahhütten geri adım atmaya hazırlanmak.

Bu küresel dönüşümler, ABD'nin son 30 yılda diğerlerinden daha fazla kan, para ve itibar kaybettiği Ortadoğu'da hiçbir yerde olmadığı kadar belirgin olacak.

Yeni stratejik düzende Ortadoğu

Strateji, ABD'nin Ortadoğu'daki emellerini 27. sayfadaki tek ve net bir cümlede özetliyor: “Ortadoğu'ya, petrol ve doğalgaz kaynaklarına ve bunların geçtiği darboğazlara herhangi bir düşman gücün hakim olmasını engellemek istiyoruz. Aynı zamanda, bize bölgede büyük maliyetler yaşatan, bitmek bilmeyen savaşlardan da kaçınacağız.” Demokrasiyi yaymaktan, insan haklarından, ulus inşasından ve hatta “iki devletli çözüm”den hiç bahsedilmiyor. Filistin davası “stratejik bir zorunluluk” olmaktan çıkıp insani bir kaygıya indirgeniyor. ABD, 1945'ten bu yana ilk kez, özünde “güç dengesi” olan bir Ortadoğu politikası ilan ediyor: Bölgesel vekiller, ekonomik nüfuz ve ezici askeri gücün seçici kullanımı yoluyla düşük maliyetle belirleyici ve kesin etkiyi korumak.

Stratejinin sonuçları, birbiriyle bağlantılı altı alanda ortaya çıkıyor.

Birincisi: İran’da tam bir ambargo ve rejimin çöküşü kabul edilebilir sonuçlardır.

Strateji, Trump’ın ikinci döneminin ilk aylarında Natanz ve Fordow tesislerini ve bunlarla bağlantılı nükleer altyapıyı yok eden büyük hava saldırılarını içeren Gece Yarısı Çekici Operasyonu'nu yeni stratejik temel olarak ele alıyor. Nükleer tehdit önümüzdeki en az on yıl boyunca gerilediğinden, Washington, 2018-2020'de gerçekten ezici bir harekâtı engelleyen siyasi kısıtlamalardan da kurtuldu.

Maksimum Baskı 2.0: Yaptırımlar, 2019'daki “petrol ihracatını sıfırlama” politikasının yanında ılımlı kalacağı seviyelere yükseltilecek. Avrupa, Hindistan ve Çin bankaları zor bir seçimle karşı karşıya kalacak; ABD finans sistemine erişim veya İran ile ticaret. Aynı zamanda ABD'nin sıvılaştırılmış doğal gaz ve ham petrol ihracatı piyasaları dolduracak ve Tahran'ı daha yüksek fiyatlara ulaşma umudundan mahrum bırakacak.

Belgede “rejimi değiştirmek”ten bahsedilmiyor, ancak açık bir işgal dışında her türlü araç (gizli operasyonlar, iç protestolara destek, siber operasyonlar, İsrail ve diğer ülkelerle sessiz koordinasyon) İran'ın içeriden çöküşünü hızlandırmak için kullanılacak. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre belgede, İran'ın zaten zayıflamış ve çökmüş olduğu, artık bir tehdit oluşturmadığı, aksine bölgeyi Amerikan şartlarına göre istikrara kavuşturmanın en hızlı yolu olduğu belirtiliyor.

İkincisi: Yeni bir bölgesel düzen için verilmiş mutlak Amerikan yetkisi; İsrail ve Sünni olarak tanımlanan eksen

Kudüs, İran'a karşı yeni bir ittifakın açıkça doğu ayağı sayılıyor. Gazze veya Lübnan'da aleni itidal çağrıları, yerleşim yerlerine baskı, silah satışlarını Filistin devleti yolunda ilerlemeye bağlama gibi önceki tüm Amerikan kısıtlamaları ortadan kaldırıldı. İbrahim Anlaşmaları, İsrail ile tam bir normalleşme, Atlantik'ten Körfez'e ve Tel Aviv'e kadar uzanan ortak bir askeri komutanlığın kurulması karşılığında, büyük miktarda gelişmiş silah ve güvenlik desteğiyle büyük ölçüde güçlendirilecek. ABD’nin, sattığı silahların İran'a veya vekillerine yönelik olduğu sürece kullanımı hakkında yorum yapmayacağı biliniyor.

Filistin meselesi stratejik bir mesele olarak fiilen kapanmış durumda ve Gazze, tamamen silahsızlandırma koşuluyla yeniden inşa edilecek. Batı Şeria ise ABD'nin itirazı olmaksızın fiili ilhak yönünde ilerleyecek. 1967'den beri ilk kez İsrail, tartışmasız Amerikan desteğiyle sınırsız stratejik özgürlüğe sahip.

Üçüncüsü: Bir güvenlik zafiyeti olarak değil, bir silah olarak enerji

ABD'nin enerji hakimiyeti, petrol jeopolitiğini dönüştürüyor. ABD artık OPEC'in öğrencisi değil, başlıca engelleyicisi haline geldi. OPEC+ fiyatları yükseltmek için her üretimi azaltmaya çalıştığında, Washington muslukları açacak ve piyasaya daha fazla petrol sürecek. Petrol üreticisi ülkeler varoluşsal bir seçimle karşı karşıyalar: Ya tamamen Amerikan-İsrail bloğunun safını tutacaklar ve 50 ila 60 dolar arasındaki petrol fiyatlarını yeni normal olarak kabul edecekler ya da direnip ekonomilerinin Amerikan kaya gazı ve sıvılaştırılmış doğalgazının ağırlığı altında çökmesini izleyecekler.

Bu politika, İran ve Rusya'yı petro-dolarlardan mahrum bırakmayı, ayrıca Çin'in küresel enerji piyasaları üzerindeki tüm etkisini ortadan kaldırmayı ve ABD'ye Almanya'dan Hindistan'a kadar her petrol ithal eden ülkeler üzerinde benzeri görülmemiş bir baskı gücü sağlamayı amaçlıyor.

Dördüncüsü: Zayıf, ölümcül ve yerel terörle mücadele.

Geniş çaplı karşı ayaklanma operasyonları, Suriye ve Irak'ta kalan sınırlı ABD güçlerini etkili bir şekilde gömdü. Bundan sonra hava gücüne, insansız hava araçlarına, özel kuvvetlere ve yerel ortaklara güvenerek son derece esnek angajman kuralları altında faaliyet gösterilecek. Suriye'de SDG, güneyde İsrail, Sünni aşiretler sahada kontrol yükünü taşıyacak.

DEAŞ ve el-Kaide amansızca hedef alınacak, ancak başarısız devletleri yeniden inşa etmeye hiçbir şekilde ilgi gösterilmeyecek. DEAŞ ve El Kaide’yi bölgesel olarak ezen 2014-2017 harekâtı bir model görevi görecek: Yerle bir et, ayrıl, gerektiğinde tekrarla.

Beşincisi: Ortadoğu’da Rusya ve Çin

Rusya'nın Suriye'deki konumu katlanılamaz hale geldi. Moskova yaptırımlar ve düşük enerji fiyatları nedeniyle fonlardan mahrum bırakılıp, (belgenin NATO üyesi olarak yeniden tamamen kazanmayı amaçladığı) Türkiye'ye kuzeyde serbest hareket hakkı tanınırken, Doğu Akdeniz Batı'nın kontrolüne geri dönecek. Çin'in Pakistan, Irak ve Körfez'deki Kuşak ve Yol Girişimi kapsamındaki yatırımları, ciddi ikincil yaptırımlar ve Fas'tan Umman'a uzanan ABD destekli bir ekonomik bölgeden gelen rekabetle karşı karşıya kalacak.

Altıncısı: Büyük bir savaşın riskleri; kısa vadede daha yüksek, uzun vadede daha düşük

İronik bir şekilde, büyük bir bölgesel savaşın taşıdığı en büyük tehlike, İran'ın Hürmüz Boğazı'nı kapatmasının yanı sıra, Körfez enerji altyapısına yönelik kitlesel saldırıların düzenlenmesi veya İran ile İsrail arasında bilhassa 2026-2028'de doruğa ulaşabilecek doğrudan bir çatışmadır. Bunun nedeni, Tahran'ın kuşatma altında, çaresiz ve varoluşsal bir çöküşle karşı karşıya olmasıdır. Ancak, ABD ve müttefikleri bu fırtınayı atlatırsa, bunun uzun vadeli sonucu, hiçbir düşman gücün hayati deniz yollarını veya enerji kaynaklarını tehdit edemeyeceği ve Amerikan taahhütlerinin asgari düzeyde olduğu bir Ortadoğu olacaktır. Kısacası, daha soğuk, daha net ve daha Amerikanlaşmış bir Ortadoğu olacaktır.

2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi, daha hoş veya daha merhametli bir Ortadoğu vaat etmiyor. Aksine, Washington'un bakış açısına göre çok daha değerli bir şey vaat ediyor; temel Amerikan çıkarlarının güvence altına alındığı, düşman bir gücün enerji darboğazlarına hakim olmasının engellendiği, 1979'dan bu yana herhangi bir dönemden çok daha az kan, para ve diplomatik enerji harcanan bir bölge.

Bunu yaparken, ezici ekonomik baskı (yaptırımlar ve enerji ihracatı) yoluyla neredeyse tüm askeri yükleri bölgesel müttefiklere (İsrail ve bazı Arap devletlerine) yüklüyor. “Sonsuz savaşlardan” kaçınmanın bedeli olarak daha yüksek düzeyde bölgesel şiddet ve otoriterliği kabul ediyor. Sonuç muhtemelen daha soğuk, daha sert ama daha şeffaf bir bölgesel düzen olacak. ABD, onlarca yıldır ilk kez, Ortadoğu'ya gerçekçi teorinin her zaman büyük güçlerin yapması gerektiğini savunduğu gibi yaklaşıyor; önemli ama varoluşsal olmayan bir bölge. İstikrarı, genel olarak daha barışçıl bir bölge yaratıp yaratmayacağına bakılmaksızın, yalnızca temel Amerikan çıkarlarını etkilediği ölçüde ve Amerikan öncelikleriyle daha tutarlı, uyumlu kaldığı sürece önemlidir. Bu strateji sayısız meydan okuma ile yüzleşecek ve birçok sonucu, Trump'ın ikinci döneminde ve sonrasında tüm dünyada ortaya çıkacak neticeleri ve yankıları olacaktır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


Trump, olağanüstü yetkilerin kullanımını savundu: Hız ve güç, ulusal güvenlik açısından hayati önem taşıyor

ABD Başkanı Donald Trump, 2025 Kennedy Center Onur Ödülleri töreninde kırmızı halıda duruyor. (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, 2025 Kennedy Center Onur Ödülleri töreninde kırmızı halıda duruyor. (Reuters)
TT

Trump, olağanüstü yetkilerin kullanımını savundu: Hız ve güç, ulusal güvenlik açısından hayati önem taşıyor

ABD Başkanı Donald Trump, 2025 Kennedy Center Onur Ödülleri töreninde kırmızı halıda duruyor. (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, 2025 Kennedy Center Onur Ödülleri töreninde kırmızı halıda duruyor. (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump, ticaret ortaklarına yönelik gümrük tarifelerini uygulamak için olağanüstü yetkilerini kullanmasını savundu. Bu açıklama, Yüksek Mahkeme’nin söz konusu uygulamaların yasallığını değerlendirdiği bir dönemde geldi.

Trump, sosyal medya platformu Truth Social’de yaptığı paylaşımda, tarifeleri uygulamak için başka araçların da bulunduğunu kabul etti, ancak Yüksek Mahkeme’nin gözden geçirdiği Uluslararası Acil Ekonomik Yetkiler Yasası (IEEPA) kapsamında uygulamanın ‘çok daha doğrudan, daha az rahatsız edici ve çok daha hızlı’ olduğunu belirterek, bunun ulusal güvenlik için kritik olduğunu vurguladı. Trump, “Hız, güç ve kesinlik her zaman görevin kalıcı ve başarılı bir şekilde tamamlanmasında önemli faktörlerdir” ifadesini kullandı.

Bu savunmalar, Yüksek Mahkeme’nin Trump’ın Kongre onayı olmadan tek taraflı gümrük tarifesi koyup koyamayacağını değerlendirdiği bir dönemde yapıldı. Alt mahkemeler, Costco gibi büyük şirketler ve bazı eyaletlerin şikayetleri üzerine bu politikayı engellemişti.

Trump, bu yasa uyarınca, çok sayıda ülkeden gelen mallara geniş çaplı gümrük tarifeleri uyguladı. Bu karar, güvenlik kaygılarıyla ilişkili konuları kapsıyor; örneğin uyuşturucu, yasadışı göç ve ticaret açığı gibi. Alınan karar, Avrupa Birliği (AB) üzerinde de doğrudan etkili oldu; mevcut yüzde 15’lik gümrük tarifeleri aynı yasa kapsamında çoğu AB malına uygulanıyor.

Yasal zorluklar ve ‘trilyonlarca dolar’ vaadi

Hukuki süreçte, Yüksek Mahkeme yargıçları sözlü savunmaları dinledikten sonra Trump’ın gerekçelerine şüpheyle yaklaştı. Mahkeme, IEEPA kapsamında verilen yetkinin sınırsız vergi koyma yetkisini kapsamayabileceği yönünde sorular yöneltti.

Trump’ın bu tarifelerle ‘iki bin dolarlık teşvik çekleri için trilyonlarca dolar’ sağlayacağı vaadi, hukuki açıdan ciddi engellerle karşı karşıya.

Mahkeme kararına bakılmaksızın ABD yönetimi, ‘yedek plan’ uygulamaya hazır olduğunu belirtti. Uzmanlar, Trump’ın bu durumda diğer yasaları kullanarak daha fazla yetki elde edebileceğini öngörüyor. Bunlar arasında, haksız ticaret uygulamalarına misilleme yapılmasını sağlayan Madde 301 ve ulusal güvenlik gerekçesiyle tarifelere izin veren Madde 232 öne çıkıyor. Bu yasalar çerçevesinde gelecekteki tarifeler ‘daha dar kapsamlı’ ve belirli sektörler ya da ülkelere yönelik olacak.

Mahkemenin kararını ne zaman açıklayacağı belirsizliğini koruyor, ancak sonuçları geniş çaplı etkiler yaratabilir. Tarifelerin iptali, ticaret politikasında belirsizliği artırabilir; ticaret ortakları misillemeye gidebilir veya ikili anlaşmalardan geri çekilebilir, bu da mevcut ticaret düzeninin parçalanmasına yol açabilir.