Entelektüellikten zorbalığa: Ali Hamaney

İran rejiminin 1 numarasının kişiliğini siyasi, fikri ve psikolojik boyutlarını incelemeden anlamak mümkün değil

İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney (AFP)
İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney (AFP)
TT

Entelektüellikten zorbalığa: Ali Hamaney

İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney (AFP)
İran rejiminin lideri “Rehber” Ali Hamaney (AFP)

Yusuf Azizi
İran’ı 1989 yılından beri yöneten Ali Hamaney’in (Hamaneî) kişiliğini tüm siyasi, fikri ve psikolojik boyutlarıyla incelemeden İran’da olup bitenleri ve halk ayaklanmalarının başarısız olmasının nedenlerini anlamanın mümkün olmadığını düşünüyorum.
Ali Hüseyin Hamaney, 1939 yılında, İsfahan ve Tahran ile birlikte İran'ın çağdaş siyasi tarihinde önemli bir rol oynayan Horasan eyaletinin yönetim merkezi Meşhed'de doğdu. Horasan, Farsçanın doğduğu yerdir. Farsça eserler ortaya koyan çok sayıda şair ve yazarı yetiştiren bir merkezdir.
Ali Hamaney Meşhed'de doğsa da ailesinin kökleri İran'ın Doğu Azerbaycan eyaletinin Hamene şehrine uzanıyor. Babası Cevad Hüseyni Hamaney, Tebriz'den Meşhed'e göç eden bir Güney Azerbaycan Türkü idi. Bu nedenle Ali Hamaney, Türkçeyi çok iyi biliyor. Hatta Kerbela kurbanları için Türkçe şiir ve mersiyeler okuduğu görüntüler var.
Türk şairlerden biri bana Hamaney’in Azerbaycan Türk halk şiirinin ölçülerini ve vezinlerini bildiğini söylemişti.
Hamaney, Meşhed’de siyaset ve Fars edebiyatının hakim olduğu bir ortamda büyüdü. İran devriminin öncülerinden Dr. Ali Şeriati’nin Meşhed’de faal olduğu zamanlara denk gelen gençlik döneminde şairler ve laik aydınlarla kaynaştı, pipo içti, keman çaldı. Sekizinci sınıftayken okulu bıraktı ve Meşhed, Necef ve Kum'daki medreselerde eğitim gördü. Buralardaki eğitimleri sonucunda Arapçasını geliştirdi. Arap edebiyatıyla tanıştı. 1992 yılında karısını Meşhed'deki sekizinci Şii imamının türbesinin yanına gömmek için Tahran'ı ziyaret eden ve burada Hamaney ile tanışan Iraklı şair Muhammed Mehdi el-Cevahiri'nin şiirlerini tutkuyla okumaya başladı. Cevahiri’ye hayatının geri kalanını İran’da geçirmesi için kendisine Hazar Denizi kıyısında bir villa verilmek istendiyse de o Şam'a geri dönmeyi istedi.
Hamaney, birkaç kez hapse atıldı. Bu hapis dönemlerinden birinde, sol görüşlü siyasi bir tutuklu, bir diğerinde sosyalist Tudeh Partisi üyesi Ermeni bir komünist eylemci ve bir başkasında ise bağımsızlık isteyen Ahvazlı mahkumlarla kaldı. Hamaney, kaleme aldığı anılarında, 1960’lı yıllarında başlarında tutuklu olduğu sırada Muhyiddin Al-i Nasır’ın Tahran'daki Ghezel Hesar Cezaevi'nde kendisine İngilizce öğrettiğini söylüyor. Ahvaz halk şiirini ise bir başka hükümlü olan Seyyid Bakir en-Nezari'den öğrendi. Şah dönemi yetkilileri, Ahvaz'ın Kurtuluşu İçin Arap Mücadelesi Hareketi adıyla bilinen grubu kurma suçlamasıyla hapse atılan Muhyiddin Al-i Nasır, İsa el-Mezhur ve Dehrab Eşmil‘i ölüm cezasına çarptırdı. Hamaney’le birlikte hapse atılan bu üç isim, 1964 yılında Ahvaz şehrinde infaz edildi.
Ali Hamaney, 1969 yılında Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) Hareketi'nin liderlerinden Mısırlı Seyyid Kutub'un ‘Fizilâl-i Kur’ân’ (Kur’an’ın Gölgesinde) adlı tefsirini Farsçaya çevirerek o dönemde yayımlamıştı. Kitap, 2019 yılında Tahran'da yeniden basıldı. Hamaney, 1977 yılının sonlarında ağırlıklı olarak Sünnilerin yaşadığı Belucistan eyaletine sürgün edildi. Hamaney’in adına yayın yapan internet sitesinde yer alan anılarına göre Hamaney, kendisini duygusal ve manevi olarak kucaklayan ve destekleyen Beluci halkı tarafından ağırlanmaktan keyif aldı.
Şah döneminde Hamaney ile birlikte aynı hücrede kalan gazeteci ve film eleştirmeni Huşeng Esedi şöyle yazıyor:
“Cılız, neşeli ve konuşkandı. Yazdıklarını saçma bulduğu bazı İranlı romancılardan hoşlanmazdı. Horasanlı şairler İhvan Salis ve Şefii Kedkeni'yi severdi. Hamaney dünya edebiyatından ise Victor Hugo, Leon Tolstoy ve Mihail Şolohov okur, roman okumadaki profesyonelliği ile tanınan, sol görüşlü romancı Ahmed Mahmud'u diğer İranlı romancılara tercih ederdi”.
Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin de edebiyata düşkün olduğunu, hatta kendi roman ve hikâyelerini yazdıkları biliniyor.
Huşeng Esedi anılarında, Hameney’in kendisine bir keresinde hücredeyken İslami bir yönetimin iktidara gelmesi durumunda mazlumların gözlerinden yaş akmayacağını söylediğini aktarıyor.
Hamaney'in cumhurbaşkanlığı döneminde, İstihbarat Bakanı yardımcısı olan reformist bir hareket olan İslami İran Katılım Cephesi’nin teorisyenlerinden Said Haccariyan, bana bir keresinde cumhurbaşkanlığı ofisine girdiğinde Hamaney’i Ebu’l-Ferec el-İsfahani'nin ‘Arapça Şarkılar’ adlı kitabını okurken gördüğünü söylemişti.
Yukarıdaki örneklerin tümü Ali Hamaney'in kültürel ve dini geçmişini gözler önüne seriyor. Şah dönemindeki sıkıntılı zamanlarda Ahvazlar, Beluciler ve Sosyalistler tarafından kendisine yapılan her katkı ve destek İran İslam Devrimi'nden sonra önemli görevler üstlenen Hamaney'in ‘ütopyasında’, yani İslam Cumhuriyeti'nde unutulmuş gibi görünüyor.
Sadece Sosyalistlerin değil, Şah'a karşı Hamaney'in ve İslamcıların yanında mücadele edenlerin kanlarından nehirler aktı, gözleri yaşlarla dolup taştı. Otoriteye karşı çıkan İslamcılar, Fars olmayan azınlıkların milliyetçileri ve farklı görüşte olan herkes, 1988 yazında İran hapishanelerinde Şah döneminde tutuklanan Halkın Mücahitleri Örgütü ve sol partilerden en az 5 bin mahkumun infazıyla bir katliam gerçekleştirildi. Şah döneminde Hamaney ve din adamları sınıfı mollalar tarafından ortaya atılan tüm iddialar çürüdü. Bu katliam, Hamaney’in cumhurbaşkanlığı görevine geldiği dönemde yaşandı.
Almanya'da bir mahkeme, 1992 yılında Hamaney ve İranlı diğer yetkilileri, İran Kürdistan Demokrat Partisi (İPDK) Genel Sekreteri Dr. Sadık Şerefkendi ve partinin önde gelen iki ismi, Humayun Ardalan ve Fettah Abdoli suikastına karışmakla suçladı. New York Times (NYT) gazetesi, İran İstihbarat Bakanlığı'ndan kaçan Abdulkasım Misbahi'nin Hamaney'i 1994 yılında Arjantin İsrailli Karşılıklı Derneği (AMIA) binasının bombalanması ve Yahudi kökenli 85 Arjantinlinin öldürülmesi olayının başı olmakla suçladığını yazdı.
Son otuz yıldır İran’ın içinde ve dışında gerçekleşen siyasi suikastların yanı sıra halk ayaklanmaları ve barışçıl protestoların bastırılması emirleri vermesi, Hamaney'in ‘neşeli ve konuşkan’ bir entelektüelden ‘eli kanlı bir tirana’ dönüşümünü gözler önüne seriyor.
Gazetecileri Koruma Komitesi, 2000 yılında, Hamaney’i ‘ifade özgürlüğünün 10 düşmanından biri’ olarak niteledi. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) organizasyonu ise 2021'de, onu ‘dünyada basın özgürlüğünü kısıtlayanlar’ arasında sıraladı.

Safevi Şiası: Hamaney
Hamaney'e yakınlığıyla bilinen Hemşehri gazetesinden bir meslektaşım yıllar önce bana, Hamaney’in Ali Şeriati'nin “Ali Şiası Safevi Şiası” adlı kitabında Ali Şiasını övmesini ve Safevi Şiasını eleştirmesini reddettiğini söylemişti. Hamaney, gerçekten de, Safevi Hanedanı’nın İran'da Şiiliği istikrara kavuşturmadaki rolünden övgüyle bahseder.
Safevi Hanedanı’nın, Hameney için komşu ülkelere yönelik yayılmacı emellerinde ve başta 2009, 2017 ve 2019 yıllarında yapılanlar olmak üzere birçok gösteri ve protestoyu kanlı bir şekilde bastırmasında ilham kaynağı olduğunu düşünüyorum.
Hamaney, İranlılara, ülkeyi kasıp kavuran ve 1979 yılında çöküşüne yol açan gösteriler karşısında teslim olan Şah gibi olmadığını göstermek istiyor. İran siyaset felsefesiyle ilgilenen bazı uzmanlar, Velayet-i Fakih teorisinin İran İslam Cumhuriyeti anayasasında yer aldığına ve Hamaney tarafından katı bir şekilde uygulandığına inanıyorlar. Velayet-i Fakih, birkaç yüzyıl boyunca hüküm süren zalim Şehinşahlar düzeninin bir devamıdır. Şubat 1979'daki gibi büyük bir halk devrimi bile onun yerine demokratik bir ilke koyulmasını sağlayamadı.
Sürgündeki İranlı yönetmen Muhsin Mahmelbaf imzalı “Hamaney’in Gizli Hayatı” adlı belgesel filminde Hamaney'in yaşadığı lüks hayat anlatılıyor. Filme göre Hamaney İran basınında anlatılanların aksine en güzel yiyecekleri yiyor, atlar ve değerli taşlarla süslenmiş her türlü yüzükler için milyonlar harcıyor ve insanlar karşısında ruhani bir havaya bürünmek için çilekeş ve alçakgönüllü gösteriliyor.

Sarıklı Sakallı Yeni Şah: Hamaney
Yönetmen Mahmelbaf, belgeselde şunları söylüyor:
“Velayet-i Fakih, sıradan olmayan bir farkla Şah yönetiminden başka bir şey değil. Yani tahttan indirilen Şah için hırsızlık iddiasında bulunurken şimdilerde kendisi yolsuzlukla anılmaya başladı. Yeme, içme ve değerli eşya biriktirme, kişisel hobiler ve ailenin, akrabaların ve çevrenin refahı için yapılan harcamalarla mirasçısı olarak tahttan indirilenin peşinden gidiyor”.
Hamaney döneminde, İran'da totaliter olan dini otoritenin değişmesi için gerekli olan devrim koşulları sağlansa da, rejime alternatif muhalif bir söylemin bastırılması ve en önemlisi Hamaney’in stratejik kararları düzenin devamlılığını sağlamakta.

*Şarku’l Avsat okurları için Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.