Uzmanlar, İran’ın nükleer devlete dönüşmesi konusunda uyarıda bulundu

ABD Başkanı Joe Biden’a İran’la nükleer anlaşma yapması çağrısında bulunuldu.

İran’da 18 Nisan Ulusal Ordu Günü kutlandı. (Reuters)
İran’da 18 Nisan Ulusal Ordu Günü kutlandı. (Reuters)
TT

Uzmanlar, İran’ın nükleer devlete dönüşmesi konusunda uyarıda bulundu

İran’da 18 Nisan Ulusal Ordu Günü kutlandı. (Reuters)
İran’da 18 Nisan Ulusal Ordu Günü kutlandı. (Reuters)

ABD’de eski hükümet yetkilileri ve nükleer silahların yayılmasını önleme uzmanlarından oluşan bir grup, ABD Başkanı Joe Biden'a İran’la ‘2015 nükleer anlaşmasının’ canlandırılmasına yönelik düzenlenen müzakereleri başarıyla tamamlaması çağrısında bulundu. Kırk kişinin imzaladığı mektupta, Tahran’ın bir ya da iki hafta içinde nükleer silah üretmek için yeterli olabilecek seviyede uranyum zenginleştirebileceği iddia edildi. Uzmanlar, perşembe günü duyurulması beklenen bildiride eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de ‘nükleer anlaşmadan’ tek taraflı olarak çekilmesinin, sorumsuzca bir tutum olduğunu ve İran’ı nükleer silaha sahip olmaya yaklaştırdığını vurguladı.   
Bildiride, Trump'ın ‘daha iyi bir anlaşma’ ya da ‘daha kapsamlı bir anlaşmaya’ varmayı amaçladığını söylediği İran'ı cezalandırmaya yönelik ‘azami baskı’ politikasının, ‘vaat edilen sonuçları elde edememekle kalmayıp, İran'ın nükleer faaliyetlerini daha da arttırmasına yol açtığı’ belirtildi. İran’ın Kapsamlı Ortak Eylem Planı'ndaki (KOEP) yükümlülüklerini yerine getirmeyi terk ederek nükleer silah yapımında yeterli seviyede uranyum zenginleştirmeye yaklaştığına işaret edilen bildiride şu ifadeler kullanıldı:
“KOEP anlaşmasında, İran’ın nükleer silah üretiminde önemli miktarda (25 kilogram) zenginleştirilmiş uranyum üretmesi için gereken sürenin bir yıl olarak tahmin edilirken şimdilerde bu sürenin bir ya da iki haftaya kadar düştüğü tahmin ediliyor.”  
Bildiriyi imzalayanlar arasında Atom Bilimcileri Bülteni, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Derneği, Endişeli Biliminsanları Birliği, Pulluk Demirleri Fonu üyeleri ile muvazzaf ve eski diplomatlar da yer alıyor.  
Avusturya'nın başkenti Viyana'da sürdürülen ‘2015 nükleer anlaşmasının’ yeniden canlandırılması amacıyla yürütülen müzakerelere katılan taraflar, yeni bir anlaşmaya varılması noktasında karamsarlıklarını dile getiriyor. ABD 2018’de Donald Trump döneminde anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmiş, bunun üzerine İran aşamalı olarak ‘nükleer anlaşmadaki’ yükümlülüklerini terk etmeye başlamıştı. ABD Başkanı Joe Biden, göreve gelmesinin ardından ‘nükleer anlaşma’ müzakerelerine dönme sözü verdi ve küresel güçlerle İran arasındaki müzakereler Nisan 2021’de yeniden başladı. İran ve ABD'nin anlaşmaya katılan Avrupalı taraflar aracılığıyla dolaylı olarak görüştü. İki taraf, bir yıllık görüşmelerden sonra yeni anlaşmanın taslak metni üzerinde anlaştılar. Ancak nükleerle ilgili olmayan bazı hususlarda ihtilafa düştüler. İran, Devrim Muhafızları Ordusu’nun, ABD’nin ‘yabancı terör örgütleri’ listesinden çıkarılmasını talep ediyor. Biden’ın danışmanları ise siyasi olarak böylesi bir taviz veremeyeceklerini vurguluyor. Viyana’daki müzakereler resmi olarak bitirilmemiş olsa da yaklaşık bir aydır duraklatıldı. Avrupa Birliği temsilcilerinin Tahran ve Washington temasları henüz bir sonuç doğurmadı. Avrupalı yetkililer Washington’ı Devrim Muhafızları’na uyguladığı yaptırımları hafifletmesi yönünde ikna etmeye çalışıyor, İran’dan ise ‘bölgesel faaliyetler’ olarak bilinen eylemlerini ve ‘balistik füze programını’ kısıtlamaya davet ediyorlar.
ABD Cumhuriyetçi Parti üyeleri, İran’la ‘nükleer anlaşma’ yapılmasına kati bir biçimde karşı çıkıyor ve yönetime geldiklerinde herhangi bir anlaşmayı yeniden iptal edeceklerini söylüyor. ABD yönetimi içinde anlaşmayı yenilememenin riskleri konusunda geniş bir mutabakat var. Biden yönetiminin, Devrim Muhafızları’nı terör listesinden kaldırmayı düşündüğü ancak kamuoyu baskısından çekindiği için bundan vazgeçtiği belirtiliyor. Demokrat Senatör Joe Manchin geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Joe Biden'ı, Tahran ABD'yi ve vatandaşlarını hedef alan terörizmi finanse etmeye devam ettiği sürece İran'a uygulanan yaptırımları sürdürmeye çağırdı. Kongre'nin kıdemli Demokrat üyesi Manchin, ABD Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği mektupta, İran'la yeni bir nükleer anlaşmaya varma noktasında yürütülen müzakerelerin şeffaf bir şekilde açıklanmasını istedi. Ayrıca nükleer programını durdurması karşılığında İran'a yönelik yaptırımların kaldırılacak olmasından duyduğu endişeleri dile getirdi. Başkan Biden'in İran hükümetini yeniden diplomasiye dahil etme çabalarını desteklediğini belirten Manchin ancak Washington'ın, Tahran'ın nükleer hırsları da dahil olmak üzere habis etkisini tamamen azalttığından emin olana kadar İran'ı yaptırımları hafifleterek ödüllendirmemesi gerektiğini vurguladı.  
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price da perşembe günü yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
"Açık bir şekilde müzakere etmeyeceğiz. Ancak İran, Ortak Kapsamlı Eylem Planı’nda belirtilen yaptrıımlardan daha fazlasının kaldırılmasını istiyorsa, anlaşmanın ötesinde olan endişelerimizi dikkate almalıdır. Müzakereleri diğer ikincil konuların çözümünde kullanmak istemiyorlarsa anlaşmayı çabucak yeniden uygulamaya başlayabileceğimize eminiz. İran bir karar vermeli.”



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.