Biden'ın Ortadoğu ziyareti için yapılan düzenlemelerin önemi

Çıkarlarımızı korumak ve ABD’nin eskisinden farklı bir rol üstlenmesine hazırlanmak için Arap ülkeleri arasında önceden koordinasyon kurulması gerekiyor

ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)
ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)
TT

Biden'ın Ortadoğu ziyareti için yapılan düzenlemelerin önemi

ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)
ABD yönetimi, hem Arap ülkelerinin ve hem de İsrail’in yer aldığı toplantılar düzenlemeye çalışıyor (AFP)

Nebil Fehmi
Arap dünyasının Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirmede inisiyatif almasının önemi hakkında uzun zamandır birçok makale kaleme aldım. Bu doğrultuda atılacak ilk adımın Araplar arasında tartışmaya açık fikirler ortaya koymak olduğunu ve ardından bu fikirlerle ilgili görüşlerin yakınlaştırılması, sonra bölgedeki Arap olmayan ülkelerle ve daha sonra da bize yakın bölge ülkeleriyle bu fikirlerin müzakere edilmesi gerektiğini vurguladım.
Ayrıca, bölgedeki Arap ve Arap olmayan ülkeler arasında, hatta yasadışı olduklarını düşündüğümüz ve Arap topraklarını işgal etmeye devam eden politikaları olan ülkelerle bile diyalogu ve müzakereyi desteklediğimi daha önce açık bir şekilde ifade etmiştim. Çünkü mevcut durumun devam etmesinin kimseye yararı yok. Diyalogun bir amaç değil, bir hataya yol açılmaması ya da bir oldu-bitti dayatmak amacıyla kötüye kullanılmaması için çok ciddi, dürüst ve doğru hesaplarla kullanılması gereken bir araç olduğunu da üstüne basa basa tekrarladım.
İsrail'in Filistin ve Arap topraklarını, Türkiye'nin Levant bölgesini, İran'ın Körfez’i müdahalesi gibi başka ülkelerin topraklarının işgal edilmesi başta olmak üzere özel bir bakış açısıyla ve dikkatli hesaplamalarla ele alınması gereken egemenlik meseleleri ve bölgesel konular olduğunu belirttim.
Arap ülkelerinin vizyonları ya da önceliklerinde birtakım farklılıklar olması durumunda, aralarında anlaşmazlığa düşmemeleri konusunda uyardım. Çünkü beyhude olan boykot, çekişme ve tartışmalar, halklarımızın hakları ve çıkarlarına karşı olan taraflara hizmet ediyor.
Bu yüzden her diyalog çağrısına, mevcut her fırsatı değerlendirme çabasıyla, diyalog çağrısını Arapların haklarını etkilememesi için dikkatli bir şekilde gözden geçirirken, sorunlarımıza çözüm bulabileceğimiz bir diyalog ya da müzakere süreci başlatmak konusunda anlaşmaya varmak için aynı anda hem açıklık hem de etkili bir perspektiften bakmanın önemine dikkat çektim.
İsrailli kaynaklar kısa süre önce ABD Başkanı Joe Biden'ın yakında Tel Aviv'i ziyaret edeceğini duyurdular. Birkaç gün sonra, Biden’ın bu ziyaret sırasında İsrail'de  bir ABD-İsrail-Arap ülkeleri arasında görüşme çağrısında bulunabileceğine dair başka bilgiler sızdırıldı. Daha sonra toplantı için başka bir yer arandığı bildirildi. Ardından bu fikirden vazgeçildi ve ABD’nin İsrail’le ayrı, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi olan Arap ülkeleri ve İsrail'e komşu olan Arap ülkeleriyle ayrı toplantılar yapması fikri ortaya atıldı.
Bu bilgiler şu ana kadar resmi kaynaklar tarafından onaylanmadı. Ancak, İsrail'in buna ev sahipliği yapmak istemesi doğal. Çünkü bunun olması, ABD’nin İran ile 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşmayı canlandırmasını engelleme çabalarında ona yardımcı olacaktır. Arap ülkeleriyle açıkça bir yakınlaşma, dağılmanın eşiğindeki İsrail hükümetinin yerini de sağlamlaştıracaktır.
ABD yönetiminin, Arap ülkelerini ve İsrail'i ya da eğer bu mümkün değilse grup olarak Arap ülkelerinin bir kısmının katıldığı toplantılar düzenlemeye çalışması gayet tabii. Çünkü böylece, ABD Kongresi'nin önümüzdeki Kasım ayında yapacağı ara seçimler öncesinde, Ukrayna’daki savaşın başlamasından sonra daha da önem kazanan ABD'nin Rusya'nın aleyhine bölgedeki nüfuzunu yeniden kazandığı düşünülerek Biden yönetiminin ve Demokrat Parti'nin kendi içindeki konumunu güçlendirmesini sağlayacak. Ayrıca Biden, nükleer anlaşmanın canlandırılmasını desteklemesi ve İsrail Başbakanı Naftali Bennett'in açıkça karşı çıktığı iki devletli çözüm nedeniyle sorun yaşanan ABD-İsrail ilişkilerini düzenlemek için de bir fırsat yakalamış olacak. Ayrıca yerleşim birimlerinin ve İsrail’in genişlemesi, Ramazan ayında Kudüs'te meydana gelen çatışmalar ve son olarak gazeteci Şirin Ebu Akile’nin İsrail askerleri tarafından öldürülmesi ve cenaze töreninde İsrail polisinin müdahale ederek uyguladığı şiddet, mevcut durumu daha da zor ve kararsız bir hale getirdi.
Toplantıların nasıl olacağı ya da hangi Arap ülkelerinin katılacağı henüz netlik kazanmazken, ziyaretin hazırlıkları Başkan Biden'ın Ürdün Kralı 2. Abdullah ile yaptığı görüşme, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın Mısır ziyareti ve ABD'nin, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE )ve Suudi Arabistan ile çeşitli düzeylerde gerçekleştirdiği, içeriklerinin bir kısmı açıklanan, bir kısmı ise resmi çerçevede kalan çok sayıdaki toplantı ve temaslarla istikrarı yeniden sağlamaya yönelik devam eden çabaları ile başladı.
Arap ülkelerinin öncelikleri, hesapları ve hassasiyetleri yapılacak toplantılarda farklılıklar gösterebilir. Başkan Biden ve ABD yönetimi ile ilişkileri geliştirmek için Arap ülkeleri arasında ortak talep ve İran politikalarına karşı değişen düzeylerde ilgi ya da endişe olduğunu düşünüyorum. Arap ülkeleri Filistin davasına genel olarak destek verseler de Ürdün'ün Kudüs'e karşı sorumluluklarından dolayı bu konuya özel bir hassasiyeti var. Aynı şekilde Mısır da bu noktadaki geleneksel rolüyle Filistin davasıyla özel bir bağa sahip.
Kapsamlı bir toplantıya karar verilirse, Arap ülkelerinin liderleri ilk kez İsrail'e gidecekler. Ayrıca eğer Filistin görmezden gelinmeye devam edilirse, toplantının İsrail'e, Arap-İsrail çatışması dışında kalan Ortadoğu meselelerine çözüm bulmak için gösterdiği amansız çabada ek bir başarı getireceğini düşünüyorum.
Bu, İsrail ile bir araya gelme konusunun değerlendirilmesi ya da diyalog için uygun bir çerçeve sağlayan diğer alternatiflerin ve yolların dikkatli bir şekilde gözden geçirilmesiyle yetkilileri diyalog kanallarını sürdürmek için Arap-İsrail çatışmasında Arapların hakları çiğnenmeden en iyi yöntemi düşünmeye zorlayacaktır. Bu alternatifler ve yollar arasında, ABD, İsrail ve Arap ülkelerinin katılacağı olası toplantının bir Arap ülkesinde yapılması, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın da toplantıya katılması ve başta 242 ve 339 sayılı kararları olmak üzere BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK)  ilgili kararları çerçevesinde iki devletli çözüme destek ve bölgesel meseleler hakkında önceden hazırlanmış bir bildiri yayınlanması yer alıyor.
Diğer bir alternatif ise, toplantının Doğu Kudüs'ün ilhakının ABD ve Arap ülkeleri tarafından tanınmadığını yansıtması ve Mahmud Abbas’ın katılması şartıyla şu anda kapalı olan ve ABD toprakları olarak kabul edilen Doğu Kudüs'teki ABD Konsolosluğu binasında yapılması ve iki devletli çözüme destek de dahil olmak üzere genel olarak bölgedeki son durum ve diğer ortak endişe konuları hakkında bir bildiri yayınlanması.
Biden'ın İsrail ziyareti çerçevesi dışında, ABD ile ilişkileri ve Körfez'e ilişkin ortak konuları KİK ülkeleri ya da diğer ülkelerin katıldığı bir toplantı yapılması da başka bir alternatif. Her halükarda çıkarlarımızı korumak ve ABD’nin eskisinden farklı bir rol üstlenmesine hazırlanmak için özellikle bölgedeki aktif Arap ülkeleri arasında önceden koordinasyonun kurulmasını tavsiye ediyorum. Bunu yaparken de İsrail’in doğrudan böyle bir toplantıya katılabileceği ya da aksi olabileceği ve eğer zirveye ev sahipliği yaparsa, şu an Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki temasları genişletmek mümkün olmasa bile Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde büyük bir rol oynamaya olan ilgisi ve ısrarından dolayı bunun karşılığını talep edeceği akılda tutulmalı.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
TT

Sudan ve Çad: Geçmişten gelen düşmanlık ve kırılgan ittifak

Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)
Sudan'daki savaştan kaçan 930 binden fazla insan, ülkenin doğu komşusu Çad'a sığındı (UNHCR)

Mina Abdulfettah

Sudan ve Çad'ı coğrafi olarak ayıran ortak sınırlara ve etnik yakınlıklarına rağmen, iki ülke istikrarlı ilişkiler üzerinde anlaşamadı. Her iki ülke de bağımsızlıklarını kazanmalarından bu yana rejimlerinin birbirlerinin muhalefetini desteklediği yönündeki suçlamalarla boğuşuyor. Darfur savaşı ve Çad rejiminin eski Cumhurbaşkanı İdris Deby İtno’nun 20 Nisan 2021 tarihinde ölümünden bu yana muhalefetle mücadelesinin yanı sıra Sudan’da Nisan 2023'ten bu yana devam eden savaş gibi her iki ülkenin kendi içlerindeki çatışmalar kaosu daha da artırıyor. Tüm bu gerilimler, suçlamalar arttıkça, uçurum genişledikçe ve yakınlaşma ve anlaşma noktaları daraldıkça yenileniyor.

Çad-Sudan ilişkileri, Çad’ın geçtiğimiz kasım ayında Sudan'ı kendisine saldırı düzenlemek üzere Çad muhalefetinden Sudan sınır kasabası Tine'ye askeri takviyeler yapılmasını kolaylaştırmakla ve Sudan'ın Çad'ı Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) desteklemekle suçlamasına karşılık olarak Orgeneral Abdulfettah el-Burhan komutasındaki Sudan ordusunu eski Cumhurbaşkanı Idris Deby İtno’nun öldürülmesine karışmakla suçlaması gibi inişler ve çıkışlarla dolu.

Tüm bu iniş ve çıkışlar, özellikle büyük güvenlik sorunları ve insani zorluklar yaratan mevcut savaş başta olmak üzere çeşitli çatışmalar sırasında mültecilerin akınıyla ikili ilişkileri etkileyen faktörler olarak hararetli kabile çekişmeleri ve alevlenen sınır noktalarında gerçekleşiyor. Bununla birlikte hem Sudan hem de Çad, çatışmaların çözümünde arabuluculuk yapma, birbirlerinin mültecilerine kapılarını açma ve insan kaçakçılığı ve insan ticareti gibi sınır ötesi tehditlerle mücadele çabalarını koordine etme konularında üzerlerine düşeni yaptı.

Geçmişi olan gerilimler

Çad'ın 1960 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler birçok gerilime ve luzeyden gelen Arap Müslüman liderler ile Sahra altı çölünden gelen güneyli Hıristiyan gruplar arasındaki çalkantılara sahne oldu. Her rejim değişikliğini bir karşı devrim takip etti. Bunun etkileri Sudan'a da yansırken 1982 yılında dönemin Çad Devlet Başkanı Goukouni Oueddei’ye karşı askeri bir darbe gerçekleştirdikten sonra 1980'lerde Çad'ı yöneten eski Çad Devlet Başkanı Hissene Habre’nin iktidarda kaldığı sonraki üç dönemde de siyasi ittifaklar ve dengeler açısından sorunlara sebep oldu. Sudan ve Çad arasındaki ilişkiler, özellikle Albay Muammer Kaddafi'nin Çad'ın kuzeyindeki Aouzou sınır şeridini kontrol etmeye çalıştığı Libya ile savaşının yansıması da dahil olmak üzere bölgedeki iç savaşlar ve değişen ittifaklar çerçevesinde siyasi, güvenlik ve bölgesel faktörlerden etkilenerek gerginlikler ve sert dalgalanmalar yaşadı. Libya ile Çad arasındaki bu savaşta Fransa ve ABD, bölgeyi geri almak için Libya'ya karşı savaşında Habre'yi destekledi.

ewfrgthy
Sudan'da savaş patlak verir vermez Çad, Darfur'a yakınlığı nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmaların yol açtığı insani krizin merkezinde buldu (UNHCR)

Habre’yi devirdikten sonra 1990 yılında Çad’da iktidara gelen Çad Devlet Başkan İdris Deby İtro döneminde, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir rejiminin muhalif güçlerine sığınacak liman sağlamasıyla ilişkiler yakınlaşma ve iş birliği ile başladı. Ancak Çad’ın Sudan ile ilişkileri iş birliği ve çatışma arasında ve her iki ülkedeki iç çatışmaları dengelemeye çalıştı. 2003 yılında Darfur'daki savaşın patlak vermesiyle Déby İtno rejimiyle olan gerilim daha da tırmandı ve Çad, Sudan'ı sınır kasabası Tine'ye saldırı düzenlemekle suçladı. Sudan ise Çad'ı Darfur’daki savaşa katılmak ve başta Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) olmak üzere silahlı hareketleri desteklemekle suçladı. Buna karşın Çad da Sudan'ı 2006 ve 2008 yıllarında Çad'ın başkenti Encemine'ye saldırılar düzenleyen Birleşik Değişim Cephesi (FUC) liderliğindeki Çad muhalefetini desteklemekle suçladı. Bu durum, JEM’in 10 Mayıs 2008 tarihinde Sudan’ın Omdurman şehrine saldırmasıyla dramatik bir hal aldı. Hartum, Encemine’yi JEM saldırısını desteklemekle suçlarken Çad, buna Sudan'ı Çadlı isyancıların kendi topraklarından saldırı düzenlemesine izin vermekle suçlayarak karşılık verdi.

İki ülke arasında 2007'de Mekke Anlaşması, 2008'de Dakar Anlaşması ve 2009'da Doha Anlaşması başta olmak üzere çeşitli anlaşmalar imzalanmış, ilişkiler gelişmiş ve 2010 yılında itibaren Beşir rejiminin düşmesinden sonra güvenlik ve istihbarat alanında iş birliği Deby İtno’nun 2021 yılında ölümüne kadar devam etmiştir.

Tarihin miras bıraktığı bir ittifak

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan çevirdiği analize göre Çad Devlet Başkanı İdris Deby İtno’nun ölümüyle birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler oğlu Muhammed İdris Deby İtno (Kaka) liderliğinde yeni bir döneme girdi. İki ülke arasındaki iş birliği, siyasi ve güvenlik olaylardan etkilense de ortak sınırların izlenmesi ve silahlı gruplarla mücadele başta olmak üzere çeşitli güvenlik konularında devam etti.

Sudan ordusu ile HDK arasındaki silahlı çatışma patlak verdiğinde, Çad daha temkinli ve tarafsız bir duruş sergiledi. Ancak daha sonra Sudan hükümeti Çad'ı soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar da dahil olmak üzere suçların işlenmesinde HDK'yı desteklemekle suçladı.

Çad ise bu iddiaları şiddetle reddederek bunların temelsiz olduğunu ve barış çabalarını engellediğini vurguladı. Sudan'ı isyancı grupları destekleyerek Çad'ı istikrarsızlaştırmakla suçlayan Encemine, Sudan ordusunu Çad muhalefetini finanse etmek ve silahlandırmak suretiyle İdris Deby İtno’nun öldürülmesi kilit rol oynamakla itham etti.

Ayrıca Sudan yönetimini 600 kişilik isyancı bir güç oluşturmak ve silahlandırmakla suçladı. Bu güç, ülkede siyasi değişim çağrısında bulunan isyancı bir grup olan Çad için Halk Hareketi (MPT) lideri Abdülbaki Hamad'ın komutasına verildi. Hamad, Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Burhan’ın yanı sıra başta JEM lideri Cibril İbrahim ve Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) lideri Minni Arko Minawi olmak üzere Darfur'daki silahlı hareketlerin liderleriyle görüştü.

Diplomatik öncelikler

Çad'ın iç siyaseti, iktidardaki rejimin yaklaşımını ve hükümetin bir sonraki hamlelerinin neler olabileceğini yansıtıyor. Çad Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno, Başbakan Allamaye Halina’nın ‘cumhurbaşkanının hükümeti yeni siyasi dengeler doğrultusunda yeniden şekillendirmesine izin vermeyi amaçladığını’ söyleyerek istifa etmesinin ardından onu yeniden başbakan olarak atadı. Bu gelişme, Sudan'a yönelik aynı politikanın devam edeceğini gösterdi.

Eski Dışişleri Bakanı Abderaman Koulamallah’ın yerine, özellikle Encemine’nin Paris ile ilişkilerinde stratejik bir değişimi temsil eden Fransa ile askeri anlaşmaların sona erdirilmesi konusunda önemli diplomatik kararların kilit isimlerinden biri olan Abdallah Sabir Fadıl getirildi. Gözlemciler, Koulamallah’ın görevden alınmasının dış politikada, belki de Fransa'ya karşı daha esnek bir duruşa ya da diplomatik önceliklerin yeniden sıralanmasına yönelik bir değişimin işaretçisi olabileceğini düşünüyor. Koulamallah, ayrıca geçtiğimiz ocak ayında başkanlık sarayına yapılan saldırı sırasında iletişimi kötü idare etmekle de suçlandı. Bu da onun görevinden alınmasını hızlandırdı. Abdallah Sabir Fadıl ise önceki tecrübelerinden ve Cumhurbaşkanı Muhammed Deby İtno ile birlikte mevcut rejime yaptığı hizmetlerden yararlanarak bu göreve geldi. Rejimde bazı önemli değişiklikler yapıldı ve bildirildiğine göre bu değişiklikler iktidar partisinin Çad'ın yönetimindeki hakimiyetini yansıtıyor. İktidar partisinin üyeleri birçok önemli makama getirildi.

Deby İtno’nun dengeyi sağlama çabalarına rağmen, etnik gerilimler ordu içinde firarlar ve Arap subaylar ile Zaghawa kabilesinden subaylar arasındaki anlaşmazlıklar gibi bazı olaylara yol açtı. Bu olaylar, Muhammed Deby İtno döneminde de tekrarlanarak Sudan'daki müttefiklere sıçrayabilecek bir sürtüşme ortamı yarattı.

Etnik gruplara gelince özellikle Çad ordusu ve güvenlik teşkilatlarındaki Zaghawa etnik grubu, çatışmaların Darfur'daki akrabaları için doğuracağı sonuçlar karşısında oldukça endişeli. Baba Deby İtno’nun kendi rejimine çektiği ve oğlunun yanında yer almaya devam eden Arap aşiretler ise HDK'ya sempati duyuyor. Dolayısıyla Sudan'daki savaştan etkilenen Çad siyasi sahnesinde bölünme yaşanıyor.

Bölgesel istikrarsızlık

Sudan'da savaşın patlak vermesinden hemen sonra Çad, Darfur'a yakınlığı ve sınırın her iki tarafındaki topluluk ve aile bağları nedeniyle kendisini Sudan'daki çatışmanın neden olduğu insani krizin ortasında buldu. Çad, mültecilerin geçişini düzenlemek ve silah taşınmasını önlemek için savaşın başında Sudan ile olan bin 400 kilometrelik sınırını geçici olarak kapattı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), 2024 yılına kadar 930 bin fazla insanın Sudan’dan Çad'a geçtiğini tahmin ediyor. Bu rakam, savaştan kaçan toplam insan sayısının yaklaşık yüzde 40'ına denk geliyor. Bunların üçte ikisinden fazlasını Çad’a geri dönenlerin yanı sıra Sudanlı mülteciler oluşturuyor.

csdvfgbhtyju
Çad'daki savaştan kaçan Sudanlı bir aile (UNHCR)

Çatışmayı körükleyen yerel, bölgesel ve uluslararası faktörlerin değişken bir karışımına dayanan Sudan ve Çad arasındaki karşılıklı suçlamalar, iki ülke arasındaki bağların çatışmalar sırasında fitili tutuşturan kıvılcım olarak kullanılıyor. Bu durum, Afrika’nın doğusunu, batısını ve kuzeyini birbirine bağlayan bölgesel ve Afrika kıtasını Akdeniz üzerinden Avrupa'ya bağlayan uluslararası bir koridor olan bu önemli bölgede istikrarsızlığı besleyen verimli bir ortam yaratıyor. Bu aynı zamanda risklerin yalnızca Sudan ya da Çad'ın mevcut koşullarıyla sınırlı olmadığını jeopolitik tehditlere karşı savunmasız hale gelen toplumların siyasi tarihiyle de ilgili olduğunu gösteriyor. Bu unsurların en bilindik etkisi, Sudan krizi patlak verdiğinde, Afrika kökenli hareketlerin çoğunun, özellikle de Minni Arko Minawi liderliğindeki SLM ve Cibril İbrahim liderliğindeki JEM gibi 2020 Juba Barış Anlaşmasını imzalayan tarafların ilk başta tereddütlü bir duruş sergilemesi, ancak daha sonra, etnik kökenleri nedeniyle değil, eski rejim döneminden bu yana silahlı hareketlerin kendi deneyimleri çerçevesinde iktidarda kaldıkları süreye bağlı geçici ittifaklar olan siyasi kotalar nedeniyle Sudan ordusu saflarına katılmaları oldu.

Muhtemel senaryolar

Sudan ve Çad arasındaki gerginliğin tırmanması çerçevesinde olaylara ilişkin birkaç muhtemel senaryo söz konusu. İlk senaryoya göre bu gerginlik askeri bir çatışmaya yol açabilir, ancak başında diplomatik arabuluculuğun devreye girmesiyle kontrol altına alınabilir. Yoksulluk vakaları ve etnik gruplar arasındaki gerilimlerden mustarip olan iki ülke arasındaki bölge, uluslararası örgütlerin mültecilerin ihtiyaçlarına cevap vermeye çalıştığı ve Darfur'daki durum kötüleştikçe faaliyetlerinin arttığı ve geniş bir uluslararası ilginin gösterildiği insani bir faaliyet alanı olarak sınıflandırılıyor.

İkinci senaryoda, Sudan'da kötüleşen savaş, iç siyasi ve güvenlik krizleri yaşayan Çad'daki rejimi zayıflatabilir ve Afrikalı ve Arap etnik gruplar arasındaki düşmanca duyguları artırarak Muhammed Deby İtno hükümetini hedef alma olasılığını artırabilir.

Çad'daki Zaghawa kabilesi ile bölünmelerle birlikte, Sudan ordusuyla müttefik olan silahlı hareketler tarafından temsil edilen Darfur'daki Zaghawa güçlerinin bir araya gelmesi Çad rejimiyle daha geniş bir çatışmaya girebilecek silahlı muhalif grupların ortaya çıkmasına yol açabilir.

Üçüncü senaryo ise Sudan'ın Çadlı isyancılara destek vermesi. Bu durum, Çad'ın doğrudan karşılık vermesini gerektirebilir ve Sudan'daki çatışmada yeni bir cephe açılmasına ve Fransa gibi dış tarafların Çad ve bölgedeki stratejik çıkarlarını korumak için çatışmaya müdahil olmasına neden olabilir. Aynı zamanda Batılı ülkelerden destek talep edilmesiyle durum daha da karmaşık hale getirebilir ve Sudan’ın başka güçlerden destek istemesiyle yeni bir jeopolitik kutuplaşma ortaya çıkabilir.