Bunca krize rağmen ‘Kamuoyu’ neden ortadan kayboldu?

Popülistler sandıklarda çarpıcı başarılar elde ederken, demokratik normlar bozuluyor, sivil özgürlükler geriliyor, karamsarlık hüküm sürüyor.

Siyaset ve sosyal bilimciler, dünya çapında birçok komplikasyon olmasına rağmen, dünya kamuoyunun zayıflamasının ve gösterilerin azalmasının nedenleriyle meşgul (AFP)
Siyaset ve sosyal bilimciler, dünya çapında birçok komplikasyon olmasına rağmen, dünya kamuoyunun zayıflamasının ve gösterilerin azalmasının nedenleriyle meşgul (AFP)
TT

Bunca krize rağmen ‘Kamuoyu’ neden ortadan kayboldu?

Siyaset ve sosyal bilimciler, dünya çapında birçok komplikasyon olmasına rağmen, dünya kamuoyunun zayıflamasının ve gösterilerin azalmasının nedenleriyle meşgul (AFP)
Siyaset ve sosyal bilimciler, dünya çapında birçok komplikasyon olmasına rağmen, dünya kamuoyunun zayıflamasının ve gösterilerin azalmasının nedenleriyle meşgul (AFP)

Fidel Sbeity*
Hem sosyal bilimciler hem de siyaset bilimciler arasında, dünya kamuoyunun durumuyla ilgili hayati bir soru tartışılıyor. Dünyada barışçıl veya şiddet içeren gösteriler yapılsa da politik, çevresel, ekonomik sorunlar, kadın, çocuk ve hayvan hakları, futbol, ​​eşcinsel hakları ve  diğer konularla ilgili olsa bile dünyadaki herhangi bir krize karşı kitlelerin televizyon ekranlarında görünen sahnelerinin ortadan kaybolması neden kaynaklanıyor?

Dünya kamuoyunu ilgilendiren sorunlar
Kamuoyunu, temsil ettikleri sosyal gruplar adına küresel veya yerel düzeyde kazanımlar elde etmek için muhalefet yapan bağımsız bireyler, sivil toplum kuruluşları ve partiler halinde örgütlenmiş kesimler olarak nitelendirebiliriz. Belirli bir ülkedeki kamuoyu, küresel ısınmadaki rolüyle ilgili olarak hükümetine karşı gösteri yapabilir. Ayrıca tüm ülkelerin bir araya gelmesinden kaynaklanan küresel ısınmaya itiraz eden bir gösteri gerçekleştirebilir. Dünya liderlerini meşgul eden çok sayıda sorun olmasına rağmen ve küresel gıda kıtlığı, petrol ve enerji fiyatlarının yükselişi gibi ilk net sonuçlarını göstermeye başlayan Ukrayna savaşı başta olmak üzere bunların çoğunun çözümü karmaşık olmasına rağmen kamuoyunun zayıflaması dikkati çekiyor.
Dünya sistemi, Koronavirüs (Kovid-19) salgınının ekonomiler, sosyal ilişkiler, emeğin doğası ve eğitim üzerindeki sonuçları ile karmaşık hale geldi. İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden günlerden bu yana görülmemiş bir fiyat artışına yol açan küresel enflasyona neden oldu. Latin Amerika'da yaşam koşullarının bozulmasına karşı çıkan kitlesel halk hareketleriyle başlayan, ancak ortak çıkarlarla  uyuşmayan her bir ülkede ayrı itirazlar şeklinde ortaya çıkan dünya çapındaki gerilimlerin ardından İran'ın nükleer silah geliştirme çabalarıyla ilgili Ortadoğu'da bitmeyen gerilimlerden, İran ve halkına yönelik abluka ve yaptırımlar, siyasi bir çözümü olmayan Suriye savaşı ve Irak'taki demokratik sürecin tıkanmasından bahsetmiyorum bile.
Karmaşık sorunlar arasında, yerel seçimler sırasında bir dizi Avrupa ülkesinde aşırı sağın güçlenmesi, ABD’deki içe kapanmacılar ile küresel egemenlikte ısrar edenler arasındaki siyasi parçalanma yer alıyor.
Sonra sürpriz bir şekilde nükleer savaş korkusu geliyor. Bu konu hakkında konuşmak başlangıçta bir varsayım iken, bu konudaki tartışma şimdi tüm siyasi analistlerin masasında.
Dünya kamuoyunun ele alabileceği sorunlar arasında olumlu yönleri olduğu kadar olumsuz yönleri de olan iletişim dünyasındaki süper devrim ve ardından zaman zaman insanları toplu ölümlerle tehdit eden virüsler sorunu da yer alıyor. Her türlü radikalizm, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı çeteleri de krizler arasında bulunuyor.

Dünya kamuoyunun resmi tanımı
Britannica Ansiklopedisi, kamuoyunu belirli bir konu üzerinde hemfikir olan birkaç kişinin bir araya gelmesi olarak tanımlar. Kamuoyunun gelişmesinde ve şekillenmesinde kanaatler, tutumlar ve değerler çok önemli bir rol oynamaktadır. Londra merkezli MORI anket şirketi Market & Opinion'un kurucusu olan ABD’de dünyaya gelen siyasi analist Robert Worcester, kamuoyunu, ‘kamuoyunun derin ruh hali dalgaları, değişmesi yavaş ama güçlü toparlanmalar’ olan ‘değerlerin’ varlığıyla bağlantılı görüyor.
Görüşler yani ‘Opinions’ ise tam tersidir. Çünkü ‘halkın bilincinin yüzeyindeki dalgalanmalar, sığ ve kolayca değiştirilebilirler.’ ‘Tutumlar’ ise yüzeyin altında var olan ve değerler ile görüşler arasında bir ara aralığı temsil eden akımlardır.
Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, tutumlar, onları benimseyen bireyler önceki düşüncelerine meydan okuyan yeni gerçekler veya bakış açılarını öğrenirlerse değişebilir. Bu, özellikle insanların, fikirlerine geniş bir grup insan tarafından güvenilen bir kamu görevlisi tarafından alınan muhalif bir tutumdan haberdar olmaları durumunda geçerlidir. ‘Kanaat önderliği’ olarak bilinen bu etki yolu, genellikle propaganda yetkilileri tarafından, insanların kendi bakış açılarını yeniden gözden geçirmelerini veya değiştirmelerini sağlamak için kullanılır.
Tutumların oluşumuna gelince bir konuyu öğrendikten sonra, bazı insanlar bunun etrafında pozisyonlar oluşturmaya başlar. Bu tutum yeterli sayıda kişi tarafından ifade edilir ve başkalarına iletilirse, konuyla ilgili kamuoyu oluşmaya başlayacak ve en yaygın tutum türü, aile, arkadaşlar, mahalle, iş yeri, dini cemaat veya okul gibi bir sosyal çevrenin etkisinin sonucu olacaktır. İnsanlar genellikle tutumlarını ait oldukları sosyal gruplarda hüküm sürenlere uyacak şekilde belirlerler. Kitle iletişim araçları ve sosyal medya, gizil tutumları onaylayabilir ve etkinleştirebilir. Bu da insanları bir konunun belirli bir tarafı için pratik eylemlerde bulunmaya veya net konumlar almaya yönlendirebilir.
Medyanın yeterince yaygın olmadığı veya sosyal medyaya erişimin sınırlı olduğu ülkelerde veya siyasi rejimlerde, gelişmekte olan ülkelerde veya basılı ve dijital medyanın sıkı bir şekilde sansürlendiği ülkelerde olduğu gibi, ağızdan ağza iletişim bazen gazetecilik ve radyo ile aynı işlevleri yerine getirebilir ve çok sayıda bilgi fısıltı gazeteciliği ile iletilir.
Ancak psikolojik yapı, kişisel koşullar ve dış etkiler de dahil olmak üzere kamuoyunu şekillendirmenin karmaşık etkileri nedeniyle, kamuoyunun herhangi bir konuda nasıl şekilleneceğini tahmin etmek zordur.

Demokratik kaygı dönemi
Pew Araştırma Merkezi, 2021 yılının aralık ayında Richard Wike ve Janell Fetterolf tarafından yayınlanan ‘Demokratik Kaygı Çağında Küresel Kamuoyu’ başlıklı bir makale yayınladı. Makalenin girişinde “Popülistler, sandıkta baş döndürücü bir başarı elde ederken ve demokratik sosyal sistemlerin dokusunda uzun süredir devam eden zayıflıklar ortaya çıkarken, dünya genelinde demokratik normlar ve sivil özgürlükler bozuldu” ifadeleri yer aldı.
Vatandaşların demokrasi ve alternatifleri hakkında ne düşündüklerini ölçen anket sorularında, dört ana vizyonu ortaya koyuldu. Birçokları için demokrasinin siyasi istikrar gibi istenen sonuçları elde etmediğini gösterdi. İtalya, İspanya, ABD, Güney Kore, Yunanistan, Fransa, Belçika ve Japonya'da yaklaşık üçte ikisi veya daha fazlası bu görüşü ifade etmektedir. Mevcut siyasi durumla ilgili bu hoşnutsuzluk ve hayal kırıklığı, ekonomik performans, hükümet verimliliği ayrıca siyasi ve ekonomik sistemin genel adaleti ile bağlantılıdır.
Pew’in araştırması, zaman içinde, halklar, hükümetlerinin bu boyutlarda kötü performans gösterdiğine inandıklarında, demokrasiye olan güvenin genellikle azaldığını gösterdi. 
Bu küresel anketin sonuçlarından, son 15 yılda dünyanın her yerindeki insanların küresel bir mali kriz ve son zamanlardaki salgın nedeniyle küresel bir gerileme yaşadığı ortaya çıktı. Birçoğu uzun vadeli ekonomik gelecek konusunda karamsar hale geldi.
Veriler, ekonomik karamsarlığın demokrasinin işleyişiyle ilgili memnuniyetsizliği nasıl körüklediğini ve örneğin, demokrasi hakkındaki görüşü doğrulamak için değerlerine bağlılığı nasıl zayıflattığını gösterdi. Pew Araştırma Merkezi, demokrasiye geçen eski sosyalist rejimlerin halklarının bu dönüşümden memnuniyetlerini ölçmek için bir referandum düzenledi.Bulgar ve Ukraynalı çoğu insan, ekonomik durumun Komünizm döneminde daha iyi olduğunu söyledi. Demokrasi ve kapitalizme geçiş konusunda çok daha olumlu değerlendirmelere sahip ülkelerde, bu geçişin bazı sonuçları hakkında endişeler var. Bu ülkelerdeki 10 veya daha fazla ülkeden yaklaşık dördü, komünizmin çöküşünden bu yana meydana gelen değişikliklerin sağlık hizmetleri, hukuk ve düzen ile aile değerleri üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu söylüyor. Birçoğu, ülkeleri çok partili sisteme ve piyasa ekonomisine geçtiğinde politikacıların ve iş adamlarının sıradan insanlardan daha fazla fayda sağladığına inanıyor.

Çin'deki sessiz liberal çoğunluk
Çin'deki kamuoyu hakkında, Ilaria Mazzocco ve Scott Kennedy, 2022 yılının Şubat ayında ‘Big Data China (Büyük Veri Çin)’ başlıklı bir makale yazdılar. Bu makale, CSIS Çin İşletme ve Ekonomisi Mütevelli Heyeti ile Stanford Ekonomi ve Çin Girişimleri Merkezi (SCCEI) arasında bir iş birliğiydi. Son teknoloji nicel akademik araştırmalar ile Washington politika topluluğu arasındaki boşluğu kapatmayı amaçlamakta.
ABD'li politika yapıcılar Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Çin Komünist Partisi'nin bazı aşırı milliyetçi gruplar dışında iç kamuoyundan hiçbir zorlukla karşılaşmadığına inansa da anket, Çinli kent sakinlerinin beklenenden ve hükümetlerinin resmi tutumlarından daha liberal olduğunu ortaya koydu. Ancak Çin kamuoyu, parti çizgisinden farklı olabilir ve beklendiğinden daha çeşitli ve liberaldir. Pek çok milliyetçi var, bununla birlikte ekonomik reform ve siyasi liberalizmden yana sessiz bir çoğunluk da söz konusu.
Çin'deki kamuoyu araştırmalarına, odak gruplarına ve görüşmelere dayanan çeşitli araştırmalar, özellikle orta sınıf ve iş insanları arasında rejime verilen desteğin ve memnuniyetin nispeten yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Şarku'l Avsat Independent Arabia’dan aktardığı habere göre analistler, halk ile parti-devlet arasındaki bu görüş birliği, rejimin istikrarına katkıda bulunduğu görüşünde. Hükümet politikalarından ekonomik olarak yararlananların ve iktidarın merkezine daha yakın olanların rejimi destekleme ve siyasi liberalizme karşı çıkmalarına yardımcı oldu.
*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



İsrail ‘güvenlik doktrinini’ kaybederken Hamas şehir savaşını kazanıyor

Gazze’deki İsrail bombardımanının etkileri (AFP)
Gazze’deki İsrail bombardımanının etkileri (AFP)
TT

İsrail ‘güvenlik doktrinini’ kaybederken Hamas şehir savaşını kazanıyor

Gazze’deki İsrail bombardımanının etkileri (AFP)
Gazze’deki İsrail bombardımanının etkileri (AFP)

Refik Huri

Gazze savaşında kaydedilen şey, sonuçları ne olursa olsun, İsrail gücünün kibri ile Filistin ulusal halk ve İslami ideoloji mislilerinin yani Hamas’ın kararlılığı arasında eşi benzeri görülmemiş belirleyici bir çarpışmadan başka bir şey değildir.

İsrail ordusunun bütün vahşetiyle Gazze’ye yönelik savaşı 100 günü aşarken, İsrail ne Hamas’ı parçalayabildi ne İsrailli rehineleri bulabildi ne de hiç olmazsa Kuzey Gazze’den Tel Aviv’e doğru atılan füzeleri durdurabildi. Hamas’ın iç liderliği hala savaşı yönetirken, Katar ve Mısırlı arabulucular aracılığıyla herhangi bir rehine-tutuklu takası anlaşması için şartlarını dayatıyor ve Batı Şeria’da ve diasporada popülaritesini artırıyor.

Ancak Netanyahu hükümeti, şimdiye kadar ulaşamadığı hedeflere ulaşmak için ne kadar uzun sürerse sürsün savaşı devam ettirmeye kararlı. Bu noktada, Başkan Joe Biden ve onun siyasi, güvenlik ve askeri yardımcılarının çoğunun Tel Aviv’e geldiği ve uçak gemileri gönderip silah taşımak için hava köprüleri oluşturan ABD ile bile görüş ayrılığı yaşanıyor. Gazze’de ‘soykırım’ yapan radikal bir hükümete körü körüne verdiği destek nedeniyle ABD’nin Ortadoğu ve dünyada itibarı ciddi şekilde zedelendi.

Artık her şeyin üzerini kapatamayan Washington, sivillerin korunmasını talep etmek, onlara yardım göndermek ve İsrail’in onları Gazze’den tehcir etme arzusuna karşı çıkmak zorunda kalıyor. Arap ve İslam kamuoyu, Hamas’ın ideolojisine karşı tutumlarından bağımsız olarak Filistin meselesine tekrar dikkat kesildi. Avrupa ve ABD şehirlerindeki gençler, Filistin davasını destekleyip İsrail savaşına karşı olduklarını göstermek için her gün protesto gösterisi düzenliyor.

Gazze’nin kaybettiği şey evler, altyapı ve on binlerce ölü, yaralı ve kayıpsa, İsrail’in kaybettiği şey, öldürülen, yaralanan, sakat kalan veya psikolojik travma geçiren binlerce askerin ve Gazze Şeridi çevresindeki yerleşim birimleri ve Lübnan’ın karşısındaki Yukarı Celile’deki yerleşimcilerin yerlerinden olmasının ötesinde, daha derin bir noktaya uzanıyor. Bu, İsrail’in eski Askeri İstihbarat Dairesi (AMAN) Başkanı Amos Yadlin ve emekli Albay Udi Evental’in “Why Israel Slept?” (İsrail neden uyudu?) başlıklı yazısında söylediği gibi, “sağlam İsrail güvenlik doktrininin çöküşünü” temsil ediyor.

Peki nedir bu güvenlik doktrini? İsrail’in kurucusu David Ben-Gurion tarafından formüle edilmiş olup aşamalara ve koşullara göre geliştirilen bu yöntem dört temel sütuna dayanıyor; ‘caydırıcılık, erken uyarı, savunma ve kesin zafer’. Gelgelelim, Aksa Tufanı operasyonu tüm bu sütunları kırıp geçirdi. Orduda deneyimli olan iki ismin görüşüne göre başarısızlık geneldi:

“Caydırıcılık başarısız oldu. Erken uyarı başarısız oldu. Ordu, tünellere karşı yeraltında inşa ettiği duvara güvendiği için hazırlıklı değildi. İsrail yerin üzerinden bir saldırı geleceğini hesap etmedi, savunmayı güçlendirmek için çalışmadı ve Yom Kippur’dan alınan şu dersi görmezden geldi: Savunmanızı düşmanın azmine ve kararlılığına göre değil, yeteneklerine göre ayarlayın. İsrail sınırları korumak için yalnızca teknolojiye güvenerek başarısız oldu.”

Dördüncü sütun hakkındaki tartışmalara gelince, ‘kesin zaferin’ ne olduğu konusunda net bir sonuca ulaşılamadı. İki yazara göre “milislerle ve devlet dışı aktörlerle olan çatışmada İsrail, örgütün askeri yeteneklerini yok etmelidir”. Gazze’de amaç “Hamas’ın tamamen bitirilmesi ya da Gazze’yi tamamen etkisiz hale getirmek değil, İsrail toplumuna yönelik doğrudan tehdidi ortadan kaldırmak”.

Bu anlamda, Netanyahu hükümetinin ‘Hamas’ın ortadan kaldırılması’ yönünde belirlediği hedefler gerçekçi değildi. Nitekim saldırılar bunun hayali bir hedef olduğunu ortaya çıkardı. Bugün sayıları azımsanmayacak kadar İsrailli uzman, gerçekçi olmayan hedeflerin çıtasından, ulaşılabilecek hedeflerin çıtasına inilmesi çağrısında bulunuyor.

Hamas’ın direnme ve İsrail ordusunun sınırlı hedeflerini bile engelleme konusundaki yeteneği ve azmi de azımsanacak bir şey değil. Hamas, askeri güçle sona erdirilmesinin mümkün olmadığını, şehirlerdeki gerilla savaşında düzenli orduya göre avantajlı olduğunu ve diğer ülkeler gibi teknolojiden ve bilgi devriminden faydalandığını somut olarak ortaya koydu. Güçlü ile zayıf arasındaki savaşta kutsal sayılan prensip, Hamas için olduğu kadar Ukrayna için de geçerlidir. Güçlü olan kazanmazsa kaybeder, zayıf olan ise kaybetmezse kazanır.

* Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.