Şanghay İşbirliği Örgütü hakkında neler biliyoruz?

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant Zirvesi için hazırlanan katılımcı ülkelerin bayrakları (EPA)
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant Zirvesi için hazırlanan katılımcı ülkelerin bayrakları (EPA)
TT

Şanghay İşbirliği Örgütü hakkında neler biliyoruz?

Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant Zirvesi için hazırlanan katılımcı ülkelerin bayrakları (EPA)
Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant Zirvesi için hazırlanan katılımcı ülkelerin bayrakları (EPA)

Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) zirvesi, üye ülkelerin liderlerinin katılımıyla bugün Özbekistan’ın Semerkant şehrinde yapılacak.
Bir önceki zirve, 2019’da Kırgızistan’da yapılmış, yeni tip koronavirüs salgını nedeniyle ara verilmişti.
Özbekistan, 17 Eylül 2021’de ŞİÖ başkanlığını Tacikistan’dan devraldı.
İran’a ŞİÖ’de tam üyelik verilmesine ilişkin mutabakat zaptı imzalanırken, Tahran’ın bu yıl zirveye dokuzuncu üye olarak katılması planlanıyor.
Hükümetler arası bir kuruluş olan ŞİÖ, 15 Haziran 2001 tarihinde Şanghay’da başlangıçta Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan tarafından kuruldu.
Özbekistan hariç bu ülkeler, 26 Nisan 1996’da kurulan Şangay Beşlisi’nin üyeleriydi.
9 Haziran 2017’de ise, Hindistan ve Pakistan Astana Zirvesi’nde örgüte tam üye olarak katıldı.
Örgütün gözlemci ülkeleri arasında Afganistan, Belarus ve Moğolistan yer alıyor.
Örgütün diyalog ortakları arasında ise, tümü ŞİÖ’ye tam üye olmaya aday ülkeler olan Ermenistan, Azerbaycan, Kamboçya, Nepal, Sri Lanka ve Türkiye de yer alıyor.
17 Eylül 2021’de Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de düzenlenen zirvede, üyelerin gözlemci üyelikten tam üyeliğe geçişi kabul etmesi üzerine, İran’ın dokuzuncu üye olarak alınmasına karar verildi.
Geçen yıl ayrıca Suudi Arabistan, Mısır ve Katar’a diyalog ortağı statüsü verilmesi memnuniyetle karşılandı.
ŞİÖ ülkeleri, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 50’sinin yaşadığı Avrasya bölgesinin yaklaşık yüzde 60’ını temsil ediyor ve ekonomik çıktısının yüzde 20’sinden fazlasını oluşturuyor. Bu da ŞİÖ’yu dünyanın en büyük bölgesel siyasi ittifakı yapıyor.
ŞİÖ’nün amaçları arasında üye devletler arasında karşılıklı güven ve iyi komşuluk politikalarını güçlendirme, terörle mücadele, suç ve uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele, ayrılıkçı hareketler ve dini veya etnik radikalizmle mücadele, siyasi, ticari, ekonomik, bilimsel, teknik ve kültürel alanlarda işbirliği, enerji, turizm ve çevre koruma ve bölgede barış, güvenlik ve istikrarı sağlama yer alıyor.
Örgüt ayrıca, üye devletler için öncelikle Orta Asya ile ilgili güvenlik endişelerine odaklanıyor ve sıklıkla karşılaştığı ana tehditleri ‘terör’, ‘bölücülük’ ve ‘radikalizm’ olarak tanımlıyor.
Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, örgütün faaliyetleri genişledi ve Temmuz 2004’te bölgesel terörle mücadele yapısı kuruldu.
ŞİÖ, 21 Nisan 2006’da terörle mücadele başlığı altında sınır ötesi uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele planlarını açıkladı.
Örgüt, terörizm ve diğer dış tehditlere karşı işbirliği ve koordinasyonu geliştirmek ve bölgesel barış ve istikrarı korumak için üyeler arasında düzenli olarak askeri tatbikatlar yürüttüğünü vurguluyor.
ŞİÖ, Aralık 2004’te Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda gözlemci statüsü elde etti.
Nisan 2010’da ise, BM ve ŞİÖ işbirliği konusunda ortak bir bildirge imzaladı.
ŞİÖ ayrıca, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC), BM Asya ve Pasifik Ekonomik ve Sosyal Komisyonu (ESCAP), BM Terörle Mücadele Ofisi (UNOCT) ile devam eden işbirliğine ek olarak, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), BM Dünya Turizm Örgütü (UNWTO) ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ile ortaklıklar kurdu.
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, zirve öncesinde yazdığı bir makalede, “Şanghay İşbirliği Örgütü’nün Semerkant’ta yapılacak zirvesi, güvenlik ve refah için karşılıklı saygı, güven ve yapıcı işbirliği ilkelerine dayalı yeni bir kapsayıcı diyaloğun nasıl kurulacağını gösterecek” ifadelerini kullandı.
Örgütün ve tüm üye devletlerin refahını artırmayı amaçlayan yeni teklifler ve girişimler sunulacağını vurgulayan Mirziyoyev, zirvenin örgütün başarı öyküsünde yeni bir sayfa açacağına dair umudunu belirtti.



İran-İsrail Savaşı’nın kaybedenleri ve kazananları

Analistlere göre İran halkı protesto gösterilerinden saldırgan yabancı güçlerle iş birliği yapmayı reddettiği için uzak duruyor (AFP)
Analistlere göre İran halkı protesto gösterilerinden saldırgan yabancı güçlerle iş birliği yapmayı reddettiği için uzak duruyor (AFP)
TT

İran-İsrail Savaşı’nın kaybedenleri ve kazananları

Analistlere göre İran halkı protesto gösterilerinden saldırgan yabancı güçlerle iş birliği yapmayı reddettiği için uzak duruyor (AFP)
Analistlere göre İran halkı protesto gösterilerinden saldırgan yabancı güçlerle iş birliği yapmayı reddettiği için uzak duruyor (AFP)

Yusuf Azizi

İsrail Hava Kuvvetleri, 13 Haziran'da İran’a geniş çaplı bir saldırı düzenledi ve Tahran buna füzeler ve insansız hava araçlarıyla (İHA) karşılık verdi. Çatışmalar, 23 Haziran'a kadar devam etti ve ABD, 21 Haziran cumartesi günü B-2 bombardıman uçaklarıyla İran’ın Fordo, Natanz ve İsfahan'daki nükleer tesislerini bombaladıktan sonra arabuluculuk yapmaya başladı.

Bu makalede İran ve İsrail'deki başlıca aktörlere odaklanarak bölgeyi sarsan bu savaşta şimdiye kadar kaybedenleri ve kazananları tespit etmeye çalıştım. Bu aktörlere, savaşın sonucunda ya da daha sonraki bir aşamada İsrail'in desteğiyle mevcut rejimin devrilmesi durumunda onun yerine geçebilecek İranlı muhalefet güçleri de dahil.

Zafer mi, yenilgi mi?

Tahran'dan başlayalım. İran rejimi özellikle 7 Ekim 2023'te Hamas ve müttefiklerinin İsrail'e düzenlediği saldırının ardından Lübnan, Suriye ve Irak'taki müttefiklerinin aldığı darbelerden sonra böyle bir çatışmaya hazırdı. İran ve İsrail, her biri kendi perspektifinden zaferin onda olduğunu iddia etti. İsrail, 1948'deki kuruluşundan bu yana eşi ve benzeri görülmemiş füzeli saldırılara uğrarken söz konusu saldırılarda, konutlar, hükümet binaları ve hassas araştırma ve güvenlik merkezleri vuruldu. Saldırının yol açtığı hasarın ayrıntıları halen gizli tutuluyor. Ayrıca Ben Gurion Havaalanı tamamen felç oldu. İsrail ağır ekonomik kayıplar yaşadı. Onlarca asker ve sivil öldürüldü.

Ancak İsrail’in ağır yaptırımların uygulandığı İran'ın aksine, başta ABD olmak üzere Batılı müttefiklerinden doğrudan destek görecek ve bu da hızlı bir şekilde toparlanmasını sağlayacağına şüphe yok. İran ise çok ağır darbeler aldı. İran çok sayıda askeri komutanının ve güvenlik yetkilisini kaybetti, önde gelen nükleer bilim adamları suikasta kurban gitti, askeri üsler, nükleer tesisler ve ekonomik merkezler yakın vadede telafi edilemeyecek şekilde zarar gördü. Bu durum, İsrail istihbaratının İran’daki kurumlara derinlemesine sızması ve ülkenin hava sahasına daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir şekilde girmesinin bir sonucuydu.

Buna rağmen İsrail, İran rejimini devirmeyi veya liderlerini tamamen ortadan kaldırmayı başaramadı. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney saldırının ilk günlerinde ortadan kayboldu. Bu yüzden İran'ın zafer iddiası sadece propagandadan ibaret gibi görünüyor. Çünkü durum, İsrail'in saldırıları sonrasında Lübnan'daki Hizbullah'ın başına gelenlere benziyor. Bu saldırılar, İsrail'in istediği zaman bombardıman yapabildiğini, İran'ın da füze saldırılarıyla karşılık vereceğini hesaba kattığını gösterdi. Bu yüzden orta ve uzun vadede İran rejimi bu savaşın başlıca kaybedeni olarak nitelendirilebilir.

Kaçırılan fırsatlar

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’a karşı başlayan saldırının ilk saatlerinde İran halkını rejime karşı ayaklanmaya çağırdı. Eski İran Şahı’nın oğlu Rıza Pehlevi de bu çağrıları tekrarladı. Ancak bu çağrılar ne başkent Tahran'da ne de diğer şehirlerde kayda değer bir yanıt buldu, aksine başkentin nüfusunun yaklaşık yarısı hava saldırılarından kaçmak için ülkenin kuzeyine kaçtı. Analistlere göre İran halkı gösterilere katılmaktan, saldırgan bir yabancı güçle iş birliği yapmayı reddetmeleri ve Afganistan, Irak ve Libya'daki trajik senaryoların tekrarlanmasından korkmaları nedeniyle kaçındı.

Entelektüeller, yazarlar ve sanatçılar bu reddi dile getirdiler. İran'da, özellikle Tahran ve Fars bölgelerinde rejimin popülaritesinin keskin bir şekilde düşmesine rağmen, milliyetçi, ulusalcı ve mezhepçi duygular, 2022 yılında Mehsa Amini’nin kıyafet uygulamasına riayet etmediği için polis tarafından gözaltına alındığı sırada hayatını kaybetmesinin ardından başlayan protesto gösterilerinde olduğu gibi ayaklanmaların çıkmasını engelledi. Azerbaycan ve Ahvaz (Huzistan) eyaletlerinde de Rıza Pehlevi'nin iktidara geri dönme endişelerinin arttığı bir ortamda, İsrail saldırısını desteklemek kabul edilebilir bir seçenek değildi.

Sınırlı bir kazanım ve beklenen bir yenilgi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre İran ve İsrail rejimlerinin açıkça ifade ettikleri coşkuya rağmen, Tahran için durum geçici bir zaferden öteye geçmiyor. Vatandaşların evlerine dönmeleri, otoritenin zayıflığı, yaşam krizinin derinleşmesi ve enflasyonun yükselmesi nedeniyle hissettikleri güvensizliği ortadan kaldırmadı. Bu durum, özellikle Fars olmayan etnik grupların yaşadığı bölgelerde yeni ayaklanmaların patlak vermesine ve hatta Devrim Muhafızları tarafından bir iç darbeye yol açma tehlikesi yaratıyor.

Bir uydu kanalı, Netanyahu’nun saldırıdan üç gün önce Rıza Pehlevi ile görüştüğünü ve İran halkını harekete geçirme konusunda anlaştıklarını bildirdi. Ancak halkı harekete geçiremediler. Çünkü iki tarafın ilişkileri, merhum İran Şahı ve Tel Aviv arasında tarihi bir yakınlığa dayanıyor. Pehlevi, 2023 nisanında İsrail'i ziyaret etmiş ve bu ziyaret İran’da yaygın tartışmalara yol açmıştı.

Gerçek kaybedenler ve kazananlar

İlk kaybedenler, açıkça İsrail'in tarafını tutarak İran halkının güvenini kaybeden Rıza Pehlevi'dir. Pehlevi, daha önceki tutumlarıyla diğer milletlerin haklarını inkar ettiği için onların desteğini de kazanamamıştı. İkinci kaybedenler ise İran'daki, özellikle de Ahvaz’daki ekonomik merkezlerin bombalanmasından memnun olanlar oldu. Bu tesisler Ahvazlılara aittir. Bu kişiler, saldırının rejimi yıkacağını sansalar da halk bu çağrılara yanıt vermedi.

Ayrıca, İran rejiminin ve monarşi akımının ezeli düşmanı olan Halkın Mücahitleri Örgütü’nün (HMÖ) tutumu da dikkat çekiciydi. Örgüt, daha önce Amerikan sağıyla ilişkileri olmasına rağmen İsrail saldırısını desteklemekten kaçınıp‘ne uzlaşı ne savaş’ sloganını benimsedi. Üçüncü çözümün halkın elinde demokratik değişim ve organize direniş olduğunu söyledi. Böylece, Irak-İran Savaşı sırasında Saddam Hüseyin ile ittifak kurarak güvenilirliğini büyük ölçüde yitirdiği tarihi hatasını tekrarlamaktan kaçınmaya çalıştı.

Görünüşe göre İran rejimi, güvenlik durumunu yeni bir baskı kampanyası başlatmak için kullanacak ve bu kampanya, Mossad ile iş birliği yaptığı gerekçesiyle idamların uygulanmasını da içerebilir. Ancak gerçek casusluk ağları, derin bir yolsuzluk sistemiyle yönetilen devletin iç yapısında halen korunaklı halde olabilir. Öte yandan bu çatışmanın en büyük kazananı ABD Başkanı Donald Trump olabilir. Washington, askeri operasyona katıldı ve savaşı sona erdiren arabuluculuk sürecini yönetti, bu da onu en etkili aktör ve siyasi açıdan en büyük kazanan yaptı.