Güney Sudan lideri Mayardit, Şarku’l Avsat’a konuştu: Cuba Anlaşması başarısız olmadı, ancak finansmanı yok

Güney Sudan Devlet Başkanı Mayardit, ülkesinin Riyad ile ilişkisinin ‘stratejik’ olduğunu ve ‘Abyei meselesi’ konusundaki görüşmelerin yakın olduğunu söyledi

Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit (Şarku’l Avsat)
Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit (Şarku’l Avsat)
TT

Güney Sudan lideri Mayardit, Şarku’l Avsat’a konuştu: Cuba Anlaşması başarısız olmadı, ancak finansmanı yok

Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit (Şarku’l Avsat)
Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit (Şarku’l Avsat)

Salva Kiir Mayardit Güney Sudan Devlet Başkanı olmasından bu yana bir Arap gazetesine ilk kez röportaj verdi.
9 Temmuz 2011 tarihinde Güney Sudan devletinin Sudan Cumhuriyeti’nden bağımsızlığıyla sonuçlanan referandumun ardından devlet başkanı olarak ilk röportajında Mayardit, Sudan’daki Cuba Barış Anlaşması’nı savundu.
Mayardit, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada anlaşmanın başarısız olduğu iddialarını da yalanladı. Anlaşmanın bölgesel ve uluslararası finansmana ve desteğe ihtiyacı olduğunu söyleyen Mayardit, “Sudan barışı için Cuba Anlaşması’nın barışı sağlamadığına inananlarla hiçbir şekilde aynı fikirde değiliz. Barış anlaşmalarının imzalanmasının amacı savaşı durdurmaktır, olan da buydu” dedi. Salva Kiir Mayardit, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda “Şu anda çabamız, barış anlaşmasını uygulamaya devam etmektir. Çünkü anlaşmanın uygulanması güvenlik ve istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacak, toplumsal, siyasi ve ekonomik güvenliği artıracaktır” ifadelerini kullandı.
Güney Sudan Devlet Başkanı, ülkesinin bir strateji olarak nitelendirdiği Suudi Arabistan ile ilişkilerinin gelişimini överken, bu ilişkilerin ‘sürekli gelişme içinde olduğunu ve farklı alanlarda iş birliği için daha geniş ufuklara doğru ilerlediğini’ dile getirdi. Mayardit, bu yılın başlarında Riyad’da gerçekleştirilen uluslararası forumlarda ortak öneme sahip konulara ilişkin yatırım, eğitim, sağlık, diplomatik ilişkiler, koordinasyon ve istişare gibi farklı alanları içeren Riyad ve Cuba arasında ortak iş birliği protokolünün imzalanmasına da değindi.
Güney Sudan Devlet Başkanı, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan’ın Cuba’ya yönelik ziyaretini memnuniyetle karşılarken, “Suudi Arabistan ile birçok iş birliği alanımız oldu. Özellikle petrol ve gaz, madencilik, tarım, inşaat, yol, turizm ve diğer sektörlerde umut verici yatırım fırsatlarımız oldu. Suudi Arabistan’ın petrol ve gaz alanındaki potansiyelinden yararlanmak istiyoruz. Çünkü Suudi şirketlerinin harika bir deneyimi var ve buna umutsuzca ihtiyacımız var” dedi. Devlet Başkanı, “Şarku’l Avsat gazetesi aracılığıyla kardeşimiz Suudi Arabistan’ı, Güney Sudan’da çeşitli alanlardaki olanakları ve bunlardan her iki ülkenin yararına nasıl yararlanabileceklerini öğrenmek için Güney Sudan’ı ziyaret etmeye davet ediyorum” ifadelerini kullandı.
İşte Güney Sudan Devlet Başkanı Salva Kiir Mayardit’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;
-Sayın Devlet Başkanı, başlangıçta, iki ülke arasında geçen Aralık ayında imzalanan protokol anlaşmasının ardından Riyad ve Cuba arasındaki ilişkilerde istikrarlı bir büyüme var. Bu ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Ayrıca iki ülke arasındaki en önemli iş birliği alanları nelerdir?
Bu soruyu yanıtlamadan önce Güney Sudan Cumhuriyeti’nin başkenti Cuba şehrinden size hoş geldiniz demek istiyorum. Bu soruyu cevaplamak için iki ülke arasındaki ilişkilerin sürekli gelişim içinde olduğunu söylüyor ve daha geniş ufuklara doğru gelişeceğini umuyoruz. Biz bu ilişkileri iki ülkenin her alanda yararlanabileceği bir strateji ve dışişleri bakanımızın geçen Aralık ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ziyarette iki ülke dışişleri bakanları arasında ortak öneme sahip alanlarda imzalanan bir protokol olarak tanımlıyoruz. İş birliği alanlarına gelince, herkes biliyor ki Güney Sudan, başta petrol ve gaz, madencilik, tarım, inşaat, yol, turizm ve diğerleri olmak üzere çeşitli alanlarda umut verici fırsatlara sahip. Gazeteniz aracılığıyla Suudi Arabistan’daki yatırımcı kardeşleri, çeşitli alanlardaki bu olanakları ve bunlardan iki ülkedeki iki halk yararına nasıl yararlanılacağını öğrenmek için Güney Sudan’ı ziyaret etmeye davet ediyorum.
-İki ülke arasında mevcut veya yakın gelecekte iş birliği projeleri var mı ve bunların niteliği nedir?
İki ülke arasındaki iş birliği protokolünün imzalanmasının ardından artık projeleri sahaya koymaya çalışıyoruz. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Farhan’ın Güney Sudan’a yapacağı ziyarette bazı önemli konular ele alınacak. Daha sonra üzerinde anlaşmaya varılan noktaları uygulamak için her iki ülkedeki yetkililer arasında her biri kendi uzmanlık alanında toplantılar yapılacak. Özellikle petrol, gaz ve tarım alanında birçok toplantı yapılacak. Çünkü Suudi şirketlerin büyük tecrübesi nedeniyle Suudi Arabistan’ın petrol ve gaz alanındaki kabiliyetinden gerçekten yararlanmak istiyoruz. Buna çok ihtiyacımız var. İki ülke arasındaki iş birliğinin çevremizdeki ülkelere fayda sağlayacağını ve gelecekte bu ülkelere tecrübemizi aktarabileceğimizi tahmin ediyoruz. Bu konuda eklemek istediğimiz şey, Güney Sudan’ın özellikle tarımsal ürünler Sudan üzerinden Suudi Arabistan’a aktarılabildiği ve yem ve diğer şeyler üretmek için kullanabileceği verimli ve geniş tarım arazilerine sahip olmasıdır. Süt ve türevlerini üreten Suudi şirketlerinin Latin Amerika ülkelerinde yem yetiştirdiği, bunları gemilerle Suudi Arabistan’a naklettiği ve bunun da üretim maliyetini ikiye katladığı biliniyor. Bu nedenle Suudi şirketlerin Yukarı Nil’in Sudan sınırındaki kuzey bölgelerinde yem üretip Sudan üzerinden taşıyabileceklerine inanıyoruz. Bu durum maliyeti düşürür, nakliye süresini azaltır ve üretimi artırır.
-Ancak ister hizmetlerde ister temel altyapıda olsun, Güney Sudan'ın karşılaştığı zorluklarla nasıl başa çıkılmakta?
Güney Sudan’ı bağımsızlığa iten sebepler arasında temel hizmetlerin bozulması ve yeterli altyapının olmaması sayılabilir. Ancak bağımsızlıktan sonra hükümet, kalkınma projelerini gerçekleştirmek için gerekli olan temel hizmetleri ve altyapı projelerini sağlamaya devam etti. Farklı devlet kurumları tarafından desteklenen birçok proje var. Ama bazı silahlı grupların hükümete karşı yürüttüğü savaş sonucunda bazı bölgelerde güvenlik eksikliği ile temsil edilen, bu temel projeleri gerçekleştirmenin önünde bazı zorluklar bulunmaktadır. Ancak barış anlaşmasını imzaladıktan sonra şu an bu alanlardaki kalkınma çabalarını sürdürmeye çalışıyoruz. Diğer bir zorluk, tamamlanması için büyük fonlara ihtiyaç duyan bazı projelerin finansman eksikliğidir. Bu durum devlet bütçesi üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Ancak bu projelerin finansmanı için bazı bölgesel ve uluslararası kuruluşlarla anlaşmalar yapmak istiyoruz.
-Sizi ilgilendiren ve sosyal, politik veya ekonomik güvenliği artırma düzeyinde ele almaya çalıştığınız en önemli sorunlar nelerdir?
Şu anda üzerinde çalıştığımız şey, hükümet ile farklı taraflar arasında imzalanan barış anlaşmasını uygulamaya devam etmektir. Çünkü anlaşmanın uygulanması, ülkede güvenlik ve istikrarın sağlanmasına etkin bir şekilde katkıda bulunacak ve ülkedeki sosyal, siyasi ve ekonomik güvenliği artıracaktır. Bu nedenle, şimdi tüm çabalarımız barış ve huzuru yaymak için anlaşmanın uygulanmasına odaklanmıştır.
-Ancak başta eğitim ve sağlık olmak üzere Güney Sudan’ın karşı karşıya olduğu başka zorluklar da var mı?
Sağlık ve eğitim sektörleri, gelişme ve ilerlemenin temeli olarak her düzeyde dikkat ettiğimiz önemli sektörler arasındadır. Bununla birlikte bu iki önemli sektör, eğitimli kadro eksikliği ve gerekli kaynakların eksikliği ile temsil edilen bazı zorluklardan mustariptir. Tüm bu koşullara rağmen biz bu iki önemli sektörü ileri taşıma kararı aldık. Meclis tarafından onaylanan son bütçe sağlık ve eğitim sektörlerine odaklandı. İleride bu bütçelerin sağlık ve eğitim hizmetleri konusundaki ihtiyacımızı karşılamak için iki katına çıkacağını umuyoruz. Ayrıca sağlık ve eğitim sektörlerine bu zorluğun üstesinden gelmek için eğitimli kadrolar sağlayarak yeterli sayıda kadro yetiştirmeyi amaçlıyoruz.
-Güney Sudan devletinin dini azınlıkların haklarına saygı göstermediğini iddia edenlere nasıl cevap vermektesiniz?
Öncelikle Güney Sudan, laik ve demokratik bir devlettir. Bu devlette vatandaşlık hak ve görevlerin temelidir. Ülke vatandaşları arasında din veya etnik köken temelinde ayrım yapılmamaktadır. Devletin laikliğine rağmen Müslümanların dini işlerini yürütmek için bir İslam konseyi ve Hristiyanların işlerini yürütmek için de bir kilise konseyi kuruldu. Ama genel görevleri üstlenme meselesine gelince bu, farklı siyasi güçlerin, çalışanlarını genel görev ve pozisyonları üstlenecek şekilde seçmeleri ile ilgilidir.
Daha ayrıntılı olarak Müslümanların katılımına bakarsanız, onları ulusal ve diğer düzeylerdeki tüm farklı hükümet düzeylerinde göreceksiniz. Ulusal düzeyde başkan yardımcılarından birinin Müslüman olduğunu görüyorsunuz. Kendisi Hizmetler Sektöründen Sorumlu Devlet Başkanı Yardımcısı Sayın Hüseyin Abdul Baki Akol’dur. Ayrıca çok sayıda Müslüman bakanımız ve danışmanımız vardır. Bu noktada Güney Sudan’da vatandaşlığın hak ve görevlerin temeli olduğunu ve ülkemizin vatandaşları arasında hiçbir şekilde ayrımcılık yapmadığımızı vurguluyorum.
-Sayın Başkan, bazı bölgelerde yerinden edilme durumu var. Peki bu durum nasıl kontrol altına alınabilir? Bu sorun için size yardım sağlayan uluslararası kuruluşlar var mı?
Evet. Bazı bölgelerde sel, kuraklık gibi doğal koşullar sonucunda vatandaşlarımız için ülke içinde yerinden olma ve dış göç durumu söz konusu. Ayrıca bazı muhalif grupların uyguladığı şiddet nedeniyle bazı bölgelerde güvenliğin sağlanamaması da bu yerinden edilmenin bir nedeni. Yerinden edilmiş insanlar, diğer bölgelerde güvenlik arayışı içinde köylerini terk etmektedir.
Hükümet, İnsani İşler ve Afetlerle Mücadele Bakanlığı aracılığıyla, yerinden edilmiş kişilerin karşı karşıya olduğu zorlukların üstesinden gelmek için ciddi ve güçlü bir şekilde çalışıyor. Normal hayata dönülmesi için kendi asli bölgelerine dönmelerini ve geçimlerini sağlamak üzere tarım ve diğer sektörlerde çalışmalarını sağlayacak koşulları oluşturmayı amaçlıyor. Ama mültecilere gelince, başta Sudan, Kongo ve Orta Afrika Cumhuriyeti olmak üzere komşu ülkelerden gelen mülteciler var. Bu ülkelere Güney Sudan’dan giden mülteciler de var ve onların insani ve yaşamsal koşullarını ele almak için ilgili uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla ortak çalışıyoruz. Özellikle Birleşmiş Milletler kuruluşları olmak üzere uluslararası ve bölgesel örgütlerin iç yerinden edilmelere ve mültecilere yönelik iyi bir iş çıkardıkları bir gerçek. Bu kuruluşlar bu gruplara karşı görevlerini yapıyorlar.
-Güney Sudan’daki barış anlaşması, özellikle güvenlik ve istikrar açısından hedeflerine ne ölçüde ulaştı?
Hükümet ile çeşitli taraflar arasında 2018 yılında imzalanan barış anlaşması, ülkemiz için çok önemli bir şeyi başardı ve aynı ülkenin halkları arasındaki savaşı ve iç çatışmaları durdurdu. Bu anlaşmayı imzalamayan bazı gruplar olmasına rağmen şu anda Roma forumu aracılığıyla müzakereler yoluyla onları barış çabalarına dahil etmek için ciddi bir şekilde çalışıyoruz.
Aslında bu anlaşmayı uygulamak için tüm gruplardan ve her düzeydeki farklı siyasi güçlerden oluşan geniş tabanlı bir hükümet kuruldu. Ayrıca güçleri birleştirmeye ve askeri doktrini birleştirmek için onları birleşik kamplarda eğitmeye devam ettik. Kabile çatışmasını önlemek için vatandaşların ellerindeki silahları toplamak için çalışacağız.
Size şunu söylememe izin verin; yakın zamanda, barış anlaşmasının tarafları arasında, ‘önümüzdeki iki yıl boyunca geriye kalan uygulama programlarını tamamlayıcı ve üzerinde uzlaşı sağlanan bir yol haritası aracılığıyla geçiş döneminin uzatılması için’ anlaşmaya varıldı. Geçiş döneminin sonunda seçimlerin yapılması için uygun ortamın sağlanması amacıyla geçiş dönemi uzatıldı. Hükümet, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi gerekli kanunları değiştirerek ve daimî anayasa taslağını tamamlayarak seçimlerin yapılması için uygun koşulları sağlayacaktır. Ayrıca ülkede kapsamlı bir nüfus sayımı gerçekleştirerek nüfusu tespit edeceğiz. Aynı şekilde yerinden edilmişlerin ve mültecilerin gönüllü olarak kendi bölgelerine geri gönderilmesinin yanı sıra farklı verileri, coğrafi bölgeleri ve seçim merkezlerini belirlemek için kullanacağız. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra geçiş döneminin sonunda seçimlere hazır olacağımızı temin ederiz.
-Güney Sudan’ın bağımsızlığından sonra özellikle güvenlik, siyasi ve ekonomik açıdan Hartum ile iş birliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından Hartum ile referandum sonrası sorunlar konuşuldu. Bunlar, iki ülke arasında iş birliği protokollerinin imzalanmasıyla sonuçlanan ve uzun tartışmalara yol açan birçok dosyayla ilgili konulardır. Ele alınan en önemli konular arasında iki ülke vatandaşlarının dört özgürlüğü (mülk sahibi olma hakkı, hareket özgürlüğü, çalışma hakkı ve ikamet hakkı) ve Güney Sudan petrolünün Sudan limanlarından taşınması ve Güney Sudan’ın bağımsızlığından sonra Sudan’ın sahip olduğu bazı petrol tesislerinin kullanımı yer aldı. İki ülke arasında imzalanan bu protokoller, ortak iş birliğinin temelini oluşturdu. Şu an iş birliği beklentilerini daha geniş ufuklara taşımak için ciddi bir şekilde çalışıyoruz. Şu anda üzerinde çalıştığımız projeler arasında, Sudan’ın bazı yeni petrol sahalarının geliştirilmesi konusunda bazı yeteneklerinden nasıl yararlanılacağı yer alıyor. Ayrıca iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğini geliştirmeye çalışıyoruz. Böylece her iki ülkenin toprakları da iki ülkenin hükümetlerine karşı çıkan silahlı gruplara bir kuluçka merkezi olarak kullanılamayacak.
-Hartum’daki mevcut durumu takip ediyorsunuz. Ayrıca Sudan’ın karşı karşıya olduğu sorunların çözümünde taraf ve arabulucu oldunuz. Sudan’daki krizi çözmek için ortaya koyacağınız girişimler var mı?
Güney Sudan Cumhuriyeti Hükümeti, Sudan Cumhuriyeti Geçici Hükümeti ile ilişkileri ayırmıştır. Çünkü Sudan bizim için stratejik boyutu olan bir ülkedir. Sudan geçiş hükümeti ile diğer Sudan partileri arasında arabulucu olduğumuz için askeri ve sivil bileşenler arasında dengeli ilişkiler sürdürüyoruz. Sudan’daki mevcut durumu değerlendirmek için, Sudan’da geçiş zorlukları olarak adlandırdığımız geçiş hükümetinin karşı karşıya olduğu bazı zorluklar olduğuna inanıyoruz. Tüm Sudanlıların ve farklı gruplarının ortak çabalarıyla bunların üstesinden gelinebilir. Şimdi başbakan atamak ve Sudan’ın rızasıyla bir geçiş hükümeti kurmak için bu zorlukların üstesinden gelmek amacıyla geçiş hükümeti ve farklı Sudanlı taraflarla birlikte çalışıyoruz.
-Cuba Barış Anlaşması’nın Sudan’ın barış ve istikrarında hedeflerine ulaşamadığını iddia edenlere nasıl cevap verirsiniz?
Öncelikle 3 Ekim 2020’de Sudan barışı için Cuba Anlaşması’nın imzalanmasının ikinci yıl dönümü vesilesiyle Sudan halkını tebrik etmeme izin verin. Sudan barışı için Cuba Anlaşması’nın hedeflerine ulaşmadığına inananlarla aynı fikirde değiliz. Çünkü barış anlaşmalarının imzalanmasının amacı savaşı durdurmak, savaşlara yol açan sebepleri ele almak ve yeniden kalkınma üzerinde çalışmaktır. Sormak istediğimiz soru şu: Savaş durdu mu? Biz ‘evet, Sudan’daki geçiş hükümeti ile barış anlaşmasının tarafları arasında Cuba Barış Anlaşması’nın imzalanmasından bu yana savaş durdu’ diyoruz. Şarku’l Avsat gazetesi aracılığıyla Abdulaziz Adem el-Hillu liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi- Kuzey (SPLM-N) ve Abdulvahid Muhammed Nur liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) de dahil olmak üzere barış anlaşmasını imzalamayan tarafları, ‘barış konusu tamamlanana ve silah taşıyan herkes barış yoluna dahil edilene kadar’ Sudan geçiş hükümeti ile müzakere etmeye davet etmeme izin verin.
Ayrıca size şunu söyleyebilirim ki barış anlaşması, başta Darfur’daki ve iki bölgedeki (Nubia Dağları ve Mavi Nil) güvenlik düzenlemeleri olmak üzere bazı maddelerin uygulanması için yeterli finansmanın olmaması çerçevesinde tek bir zorlukla karşı karşıya. Bu nedenle uluslararası ve bölgesel toplumu, barış anlaşmasını uygulayabilmeleri ve yerinden edilmişlerin ve mültecilerin geri dönüşüne yardımcı olacak kalkınmayı gerçekleştirebilmeleri için Sudan’daki kardeşlere destek sağlamaya çağırıyoruz.
-SPLM-N ve SLM arasında hala bir bağlantı var mı ve bu hareketlerin Sudan sahnesindeki etkilerinin boyutu nedir? Yaser Arman ve Malik Akkar’ın ayrılması ve bunun Sudan’daki barış çabaları üzerindeki etkisi nedir?
Güney Sudan’da referandum sonuçlarının açıklanmasının ardından Sudan Halk Kurtuluş Hareketi, Cuba’da önemli bir toplantı yaptı ve iki hareketin birbirinden ayrılmasına karar verildi. Sonuç olarak Malik Akkar liderliğinde Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey kuruldu. Abdulaziz Adem el-Hillu ve Yaser Arman, hareketin Genel Sekreteri olarak ona vekalet etti. O günden bu yana iki hareketin artık hiçbir bağlantısı yok, ancak her kurum diğerinden bağımsız çalışıyor. Dünün yoldaşları arasındaki örgütsel anlaşmazlıklara gelince, aralarındaki anlaşmazlığın bir iç mesele olduğunu söylüyoruz. Ancak bu anlaşmazlıkları Sudan’da istikrar ve barışı garanti edecek şekilde ele almaları konusunda onlara tavsiyelerde bulunabiliriz.
-Siz sayın Devlet Başkanı, Sudan’da istikrar ve barışı teşvik etmek için Hillu ve Akkar liderliğindeki bölünmüş kanatlarıyla hareketin sembollerini ileri taşımaya çalışıyor musunuz?
Çabalarımız artık Sudan’daki krizin genel çerçevede çözülmesine odaklanmış durumda ve SPLM-N ile sınırlı değil. Güney Sudan, ülke olarak Cuba Barış Anlaşması’nın uygulanmasında arabuluculuk ve garantörlük yapıyor. Sudan’da güvenlik ve istikrarın sağlanması için tüm taraflarla birlikte çalışıyoruz.
-Sudan ile Güney Sudan arasında Abyei meselesi hala muallakta. Bu meseleyi çözecek bir adım atıldı mı?
2005 yılında Kapsamlı Barış Anlaşması imzalandığında Güney Sudan halkının referandumuyla birlikte Abyei bölgesi halkının kendi kaderini tayin hakkını kullanma hakkı kararlaştırıldı. Ancak iki taraf arasındaki bazı zorluklar ve anlaşmazlıklar nedeniyle Abyei halkı kendi kaderini tayin hakkını kullanamadı ve bu nedenle Abyei meselesi iki ülke arasında askıda bekleyen meseleler arasına girdi. Güney Sudan’ın bağımsızlığından bu yana ve hala bu konuya yönelik çabalar devam ediyor. Son olarak Abyei sorununa nihai bir çözüm bulmak için Sudan tarafıyla görüşmek üzere Güney Sudan’daki bir dizi yetkiliyi içeren bir komite kuruldu. Önümüzdeki günlerde iki ülke arasında görüşmeler başlayacak, kesin çözüme ulaşmak için Cuba ve Hartum’da ortak görüşmeler yapılacak.
-Nahda (Hedasi) Barajı meselesi, hala aşağı havza ve kaynak ülkeler arasında tartışma konusu. Güney Sudan, bu anlaşmazlığı çözmek için herhangi bir girişimde bulunuyor mu?
Bu ikilemin en iyi çözümünün, Etiyopya ve Sudan gibi iyi komşuluk ilişkilerine ve Mısır gibi iyi ilişkilere sahip olduğumuz bu ülkeler arasında barışçıl ve uzlaşmacı bir çözüm olduğuna inanıyoruz. Bu ülkelerle toplu olarak iyi ilişkileri nedeniyle Güney Sudan, bu ülkelerin Nil sularından tüm tarafları tatmin edecek şekilde yararlanmalarını ve aradığımız iş birliğini gerçekleştirmelerini sağlayarak, bu konunun ele alınmasına önemli ve etkili bir katkı sağlayabilir.
-Son olarak Sayın Devlet Başkanı, Rusya- Ukrayna krizini, Güney Sudan ve dünyaya etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette Rusya ile Ukrayna arasındaki mevcut kriz, sizin de belirttiğiniz gibi sadece Güney Sudan’ı değil, tüm dünyadaki siyasi ve ekonomik sahneyi etkiliyor. Rusya, başta buğday olmak üzere en büyük petrol, gaz ve gıda tahıl üreticilerinden biridir. Ukrayna ise buğday ve diğer gıda tahıllarının en büyük üreticilerinden biridir. İki ülke arasındaki savaş, fiyatların yükselmesine ve savaşın varlığı ve ihracatın yokluğu sonucunda bu iki ülkeden gelen ürünlerin kıtlığına neden oldu. Savaşın ülkelerin ilerlemesini engelleyen sonuçlarından kaçınmak için bu tür sorunları barışçıl yollarla çözme çabalarını destekliyoruz. Rusya ve Ukrayna’yı, her iki tarafı da tatmin edecek çözümler bulmak ve uluslararası barış ve güvenliği korumak için müzakereleri sürdürmeye çağırıyoruz.



Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.