Elysee gazetecisi 3 Fransız cumhurbaşkanının sırlarını yayınladı

Giesbert ‘Beşinci Cumhuriyetin Mahrem Tarihi’nin ikinci cildinde; Mitterrand bir çapkındı, Chirac her şeye karşı açgözlüydü, Giscard d'Estaing çok cimriydi diyor

François Mitterrand (en solda), Jacques Chirac (orta) ve Valéry Giscard d'Estaing, 1986 yılının Aralık ayında Paris'te iken (Getty Images)
François Mitterrand (en solda), Jacques Chirac (orta) ve Valéry Giscard d'Estaing, 1986 yılının Aralık ayında Paris'te iken (Getty Images)
TT

Elysee gazetecisi 3 Fransız cumhurbaşkanının sırlarını yayınladı

François Mitterrand (en solda), Jacques Chirac (orta) ve Valéry Giscard d'Estaing, 1986 yılının Aralık ayında Paris'te iken (Getty Images)
François Mitterrand (en solda), Jacques Chirac (orta) ve Valéry Giscard d'Estaing, 1986 yılının Aralık ayında Paris'te iken (Getty Images)

Fransız gazeteci Franz Olivier Giesbert, onlarca yıldır Paris medyasında sıradan bir figür değil. ABD-Fransa’dan çifte vatandaşlığına sahip olan gazetecinin uzun bir geçmişi var. Sahip olduğu pozisyonlar ve yönettiği medya organları sayesinde olağanüstü bir deneyim yaşıyor. Sol görüşten sağ görüşe geçiş yapan Giesbert, şu anda Le Point dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yapıyor. Giesbert, bir gazeteci ve Fransa'daki siyasi hayatın dikkatli bir gözlemcisi olmakla yetinmedi, aynı zamanda yapımcılarından biri olmak istedi. Bu nedenle, çok ciddiye alınan başyazıları ve analizlerinde, Özgür Fransa'nın kahramanı General Charles de Gaulle'den siyasi farklılığa rağmen hayranlığını değil, ona duyduğu sevgisini gizlemediği Sosyalist Cumhurbaşkanı François Mitterrand'a kadar Fransız cumhurbaşkanlarının hikayelerini anlatan birçok biyografik kitaptan alıntılara yer verdi. Ancak Giesbert, yalnızca siyaset ve kamusal yaşamda kalmayıp Beşinci Cumhuriyet'in başlangıcından bu yana Fransa'yı Başkan de Gaulle'ün sonra art arda yöneten cumhurbaşkanlarının özelliklerini araştırmak istedi.
‘Beşinci Cumhuriyetin Mahrem Tarihi’ isimli kitabının (Histoire intime de la Ve République) ikinci cildinde, birinci ciltte olduğu gibi genelle özeli harmanlayıp tamamı hayatını kaybetmiş olan üç Fransız Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d'Estaing, François Mitterrand ve Jacques Chirac’ın sırlarını ortaya çıkarıyor.


Eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing (Arşiv-AFP)

Giesbert, söz konusu üç kişiden, özellikle de Mitterrand’a karşı duyduğu derin sevgiyi dile getirmekten çekinmiyor. Kitabında, “Mitterrand hayatımda en çok sevgi duyduğum insanlardan biriydi. 1980'lerde onun en sert eleştirmeniyken bile benim için ikinci bir baba gibiydi. Bir politikacının ötesinde gördüğüm adamı her zaman seveceğim. Onu bize hayatı, sevgiyi ve yaşamayı öğreten bir öğretmenini sevdiğimiz gibi sevdim” ifadelerine yer verdi.
Le Figaro gazetesi, Giesbert'in kitabının dağıtımından önce, 1970’li yıllardan bu yana Fransa'daki siyasi yaşam gözlemcisinin kulaklarına ulaşmayan sırlar içermeyen alıntılar yayınladı. Ama Giesbert, olayları içeriden biliyor çünkü o, bunları yaşadı, deneyimledi ve hakkında yazdığı insanları tanıdı. Dostlarıydı. Onlarla konuştu, tartıştı, onlarla çelişti ve onları eleştirdi. Özellikle de son iki Cumhurbaşkanı’nın Mitterrand ve Chirac'ın sadık bir dostuydu.
Giesbert, Mitterrad’ın tam bir çapkın olduğunu, Chirac’ın da her şeye karşı açgözlü olduğunu düşünüyor. Giscard d'Estaing'e gelince, onda aşırı zeki bir aristokrat adam görüyor. General De Gaulle'ün, oğlu Amidral Philip'e hitaben yazdığı bir mektuptan bahseden Giesbert, bu mektupta, “Giscard herkesin çok önünde. Ancak dezavantajı, bunu göstermesidir. Gerçek şu ki, bu kadar önemli olduğumuzda, insanları her zaman onların da akıllı olduklarına inandırmalıyız” ifadelerinin yer aldığını ifade etti. Zekâ, Giscard'ın kusuru değil. Zekası sayesinde meclise, bakanlığa ve cumhurbaşkanlığına ulaşan en genç siyasetçi oldu. (Mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron hariç). Ama onun kusuru, çok cimri olmasıydı. Giesbert, bu konuda, “Giscard, Elysee Sarayı'nın yönetimi de dahil olmak üzere en yüksek mevkilerdeyken bile oldukça cimriydi. Bu, yardımcıları arasında alay konusu olmuştu. Avlanma tutkusu dışında elini cebine nadiren atardı. O zaman tüm hesaplar ortadan kalkardı” dedi.
Giesbert, Fransız gazeteci Jean Coe'nun Some Memories, (Bazı Anılar) kitabından aktardığı bir pasajda, “Giscard mükemmeldi, onun kadar temiz bir adamla hiç tanışmadım. Her konuda. Elleri, tırnakları, gömlekleri, kafası, kulakları, çenesi: her şeyiyle mükemmeldi” ifadelerine yer verdi. Giscard aristokrat bir aileden geldiği için bu sürpriz değil. En iyi Fransız kolejlerine ve üniversitelerine gitti. Ailesinden bir isim, bir saray ve bir seçmen kitlesi miras aldı. Her konuda güncel ve gelişmişti. 1970’li yıllardan bu yana kadınlar için kürtaj hakkının kabul edilmesi de dahil olmak üzere her şeyde güncellendi ve geliştirildi. Öte yandan bu konu, ABD toplumu içinde taraftarlar ve muhalifler arasında dikey bir bölünmeye neden oluyor. Ancak Elysee Sarayı'nda yedi yıllık yeni bir dönem isteyen Giscard, bu konuda başarısızlığa uğradı. Başarısızlığının nedenleri sadece ekonomik gerçeklik, yüksek işsizlik rakamları ve sosyal politikası değil, aynı zamanda ilk Fransız eşi Anemon'un Orta Afrika İmparatoru Jean Badil Bokassa'dan aldığı elmaslarla ilgili skandaldı. Bokassa, Giscard’ın hem arkadaşı hem de sık sık ağırladığı misafiriydi. Ormanlarda birlikte fil avlarlardı.
Mitterrand, Elysee Sarayı'ndayken, kamuoyunun görmemesi ve duymaması için aldığı önlem ve prosedürlerle, olaylar açığa çıkana kadar uzun yıllar hayatının gizemli kısmını gizledi.
Sosyalist Cumhurbaşkanı gerçek bir çapkındı. Onu diğerlerinden ayıran, sadece onları cezbetme yeteneği değil, aynı zamanda Fransa'da özgürlükleri ve ülkede Irak Kürtleri de dahil olmak üzere ülkede yoksun bırakılan ve işkence görenleri savunmasıyla tanınan Danielle Mitterrand adında yasal bir eşinin olmasıydı.


Eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand (Arşiv - AFP)

Danielle ona Pascal, Jean-Christophe ve Gilbert olmak üzere üç oğul verdi. Bunun yanı sıra Mitterrand'ın ikinci bir ‘eşi’ vardı: Anne Bisingou. Mitterand, evinde ya da Elysee Sarayı'nda değil, onunla birlikte devlete ait bir apartman dairesinde yaşıyordu. Daha da önemlisi, Mitterrand ve Anne Bingoon’un Mazarin isminde gayri meşru bir kızları bulunuyordu. Mazarin yıllar önce yetenekli ve saygın bir yazar oldu. Daniel ve Anne Bingon'un yanı sıra Mitterrand'ın çevresinde toplanmış bir grup kadın vardı.
Giesbert, Mitterrand hakkında şöyle diyor: "Bütün bu kadınların Mitterrand'ı bu kırıcı davranışından dolayı bağışlaması ne kadar şaşırtıcı. Onlarla anlaşmazlıktan kaçınmasını, daha sonra onları yardımcıya dönüştürmesini ve başarısını elde etmek için onlara güvenmesini sağlayan sırrı nedir? Etrafı hep kadınlarla çevriliydi. Tedbirli ve sağduyuluydu, yalan söylerdi, hatta kendi yalanlarına bile inanabilirdi. Hiç kimse (tanıdığı) kadın asistanların, bakanların ve gazetecilerin sayısını bilmiyor: tesadüfen, sokakta ya da trende tanıştığı her türden kadın. Yıldızlarla yaşadı. Bir noktada onu Şanzelize'de bir sinemanın önünde yoldan geçenlerin gözleri önünde öpen şarkıcı Dalida ile skandal bir aşk yaşadı. Ancak romantik maceraları onu yasal karısından koparmadı. Daniel yanındayken onu sinirlendiriyordu. Ancak ondan uzaktayken yokluğunu hissediyordu. Cumhurbaşkanlığına ulaştıktan sonra Mitterrand, postalarını kontrol etme bahanesiyle günlük olarak Daniel ile paylaştığı evine gitme hikayesini çıkardı. Aslında Daniel ile geceyi birlikte geçirdikleri Anne Bingon'ın evine gitmeden önce biraz sohbet etmek için gidiyordu.”
Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre yazar, Mitterrand'ın iki kadın için yeterli olmadığı ve ömrünün sonuna kadar hepsini bir arada istediği sonucuna vardı.


Eski Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac (Arşiv - AFP)

Chirac da az obur değildi. Giesbert, Fransızların alay konusu olan “Chirac’ın kadınlarla ilişkisi beş dakikayı geçmezdi” ifadesine dikkat çekiyor. Chirac hakkında, “Chirac'ın her zaman doldurması gereken açık bir ağzı vardı. Dudağının kenarındaki sigarası, yakası açık gömleği ile bir Yunan tanrısı kadar güzeldi. Hiç kimsenin olmadığı kadar zindeydi, insanları severdi, sağdan soldan engelleri aşardı, içmeyi severdi, her zaman aceleci, kötü niyetli bakışları vardı. Kendi bölgesindeki La Courez (orta Fransa) bölgesindeki Gaullistleri, sosyalistleri, merkezcileri ve hatta komünistleri arkasına çekmeyi başardı. Bu seçim bölgesindeki seçmenlerin şöyle dediğini duyardım: ‘Ben fanatik bir komünistim ama Chirac'a oy veriyorum’” ifadelerine yer veriyor.
Giesbert’in kitabı zihinlerdeki imajları yıkıp yerine yenilerini inşa eder. Ayrıntılar, haberler ve analizlerle dolu. Kahramanlarının özel hayatlarının ayrıntılarına dalmak isteyen bir kitap. Yukarıdaki satırlar buzdağının sadece görünen kısmıdır.



ABD’nin Gazze’deki savaşı sona erdirmeye yönelik mesajları yeterli değil

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşurken, 17 Ocak 2024 (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşurken, 17 Ocak 2024 (AFP)
TT

ABD’nin Gazze’deki savaşı sona erdirmeye yönelik mesajları yeterli değil

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşurken, 17 Ocak 2024 (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda konuşurken, 17 Ocak 2024 (AFP)

Nebil Fehmi

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçtiğimiz günlerde Türkiye ve Yunanistan ile ilgili olarak Akdeniz, Levant Bölgesi ve Libya'nın güvenliği de dahil olmak üzere çeşitli konuların ele alınması amacıyla Türkiye ve Yunanistan’ı ziyaret etti. Bu iki ülkede gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından ABD’nin önceliği olan Gazze’deki savaşın diğer alanlara, özellikle Mısır ve Ürdün gibi İsrail'e komşu ülkelere sıçramasını ya da Lübnan ve Suriye'de İran'la gerilimin tırmanmasını önlenmesi amacıyla Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar, Mısır, Batı Şeria ve İsrail'i ziyaret etti. Ayrıca Kızıldeniz'in güvenliği de son dönemde İran'la ilişkilerini yeniden kuran ve Arap Birliği’nin dönem başkanlığını yapan Suudi Arabistan için büyük bir endişe kaynağı haline geldi.

ABD’nin, Mısır ve Ürdün'ün İsrail'le yapılan barış anlaşmalarına bağlı kalacaklarına dair inancı ve güveni tam olsa da İsrail hükümetinin bazı üyelerinin aşırılıkçı tutumlarının ve Filistinlilerin zorla yerinden edilmesi yönündeki çağrılarının, Mısır ve Ürdün ile İsrail arasındaki anlaşmaları tehlikeye sokacağından endişe ediyor. Zira Mısır ve Ürdün, ulusal güvenliklerinden taviz vermenin kendileri için bir dönüm noktası ve kırmızı çizgi olduğunu açıkladılar. Öyle ki Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safadi, böyle bir tavizin barış anlaşmasının içeriğini boşaltacağını ifade etti. Bu yüzden ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Ortadoğu turu sırasında ülkesinin Filistinlilerin zorla yerinden edilmesine karşı olduğunu bir kez daha yineledi ve güvenli koşullar oluştuğunda Gazze'deki Filistinlilerin evlerine dönmeleri gerektiğini vurguladı.

Öte yandan zorla yerinden edilenlerin (Mısır ile Gazze Şeridi arasındaki) Refah Sınır Kapısı yakınlarına yığılması ve İsrail ordusunun Philadelphia (Selahaddin) Ekseni’nde askeri operasyonlar düzenlemesinin Mısır için özel bir endişe kaynağı oluşturduğunu söylemeye gerek yok. Mısır, sınır güvenliğiyle ilgili prosedürlerin herhangi bir şekilde ihlal edilmesinin ulusal güvenliğine karşı tehdit oluşturacağı konusunda bir kez daha uyarıda bulundu.

ABD’nin İsrail'le önceliklerinin ikinci sırasında İsrail'in askeri operasyonlarının kapsamını genişletme yöntemi konusunda bir anlaşmaya varmaya çalışmak yer alıyordu. Böylece bir yandan Hamas Hareketi üzerinde etkili olmaya ve baskı yapmaya devam ederken, diğer yandan dünyanın çeşitli yerlerinde kamuoyunu meşgul eden Filistinli siviller arasındaki insani ve maddi kayıp oranlarını da azaltmayı planlıyordu. İsrail, 7 Ekim’deki olaylardan sonra dostlarının kendisine olan sempatisini kaybetti. Ayrıca Tel Aviv ve Washington'a yönelik ciddi eleştirilere yol açtı. Genel olarak İsrail'i destekleyen Batılı ülkeler arasındaki fikir birliği bozuldu.

Arap ülkeleriyle olan temaslarda ikinci öncelik olarak ise İsrail'in rehineler serbest bırakılmadan siyasi olarak hareket etmeyeceği, askeri operasyonlarını durdurmayacağı ya da bu operasyonları radikal bir şekilde azaltmayacağı göz önüne alındığında Gazze'deki İsrailli rehinelerin ve bununla bağlantılı olarak İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutsakların serbest bırakılması konusunda bir anlaşmaya varılması konusu geliyor. Son olayların başlangıcından bu yana aktif arabuluculuk yapan Mısır ve Katar ile yapılan görüşmelerde bu konuya özel bir ilgi gösterilmesi gayet doğal bir durum.

ABD, bir yandan rehinelerin serbest bırakılması için çabalarken diğer yandan İsrail'den gelen artan talepler çerçevesinde olduğu kadar tanık olduğumuz ölüm ve yıkımların ardından yarı normal koşullara dönmeye çalışmak için idari, insani ve mali konularda bazılarının ileride Gazze Şeridi’nin yönetimine katılması umuduyla ateşkes sonrası Gazze’nin yönetimi ve Hamas’a nasıl muamele edileceğiyle ilgili Arap ülkeleriyle uzlaşmaya ve onların nabzını ölçmeye çalışıyor.

Geçtiğimiz haftalarda araştırma merkezleri aracılığıyla ABD ve Batı ülkelerinde İsrail'in askeri operasyonlarının sona ermesi sonrasına ilişkin çeşitli önerilerin tartışıldığı resmi ve gayri resmi konferanslar düzenlendi. Bazılarına davet edildim. Ancak önceliğin ateşkes olması gerektiği ve sorunun kökeninin işgal olduğu göz ardı edildiği için uygun görmediğimden katılım göstermedim. Bu tür davetler almaya devam ediyorum.

Öte yandan İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant, İsrail'in Gazze Şeridi üzerindeki güvenlik kontrolünün devam etmesini öngören, gerektiğinde tek taraflı müdahale hakkını güvence altına alan ve Filistinlilerin Gazze Şeridi’nin yönetimine sınırlı katılımının yanı sıra doğrudan komşu ülke olarak Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerine yönelik önemli sorumluluklara işaret edilen fikirlerini açıkladı. Bu fikirler, aşırı sağcı hareketlerin tepkisini çekti. Çünkü söz konusu fikirleri, İsrail hükümetinin güvenliği sağlamadığı tavizleri olarak gördüler. Diğer taraftan İsrail'in Gazze'de kontrolü yeniden ele geçirmesini reddeden Araplar da fikirlerden duydukları memnuniyetsizliği dile getirdiler.

İsrail, ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in ziyaretinden birkaç gün önce, Beyrut'un Hizbullah’ın kontrolündeki bir banliyösünde Hamas’ın önde gelen liderlerinden Salih el-Aruri'ye suikast düzenledi. Bunun yanından Blinken, Ortadoğu turu sırasında Hizbullah liderlerinden birinin öldürüldüğünü duyurdu. Bu gelişmeler, bölgesel gerilimi artırırken ABD Dışişleri Bakanı'nın görevini zorlaştırdı. Bu da Mısır ve Katar ile Gazze’deki İsrailli rehinelerin ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutsakların serbest bırakılmasıyla ilgili arabuluculuk çabalarının geçici olarak sekteye uğramasına neden oldu.

İsrail'in bu suikastları öncelikle içerideki siyasi kaygılarla İsrail kamuoyuna kendini kanıtlamak ve özellikle Gazze Şeridi'ndeki durum henüz kendi lehine çözülmediğinden 7 Ekim şokundan sonra bölgesel olarak güçlerin ve İsrail'in demir yumruğunun prestijini yeniden tesis etmek amacıyla gerçekleştirdiğine inanıyorum.

Ayrıca İsrail'in bu gerilimi tırmandıran adımı, gerekirse bölgedeki tarafların tepkisinin kontrol altına alınabileceği ve buna tahammül edebileceği inancıyla attığına ve bu kontrollü tırmanışın kendisine hizmet ettiğine inanıyorum. Aynı şekilde bu da bölgeyi tehdit ettiğini gösteriyor. Böylece ABD’den aldığı maddi, askeri ve siyasi desteğin sürmesini garanti altına alınmasının yanı sıra Gazze Şeridi'nde tam bir ateşkes sağlanması yönünde artan uluslararası baskıya karşı koymak için bazı Batılı ülkelerin desteğini almaya devam etmesini kolaylaştırıyor.

Nüfusun yüzde 65'ini gençlerin oluşturduğu bölge halklarının meşru özlemlerine, adalete, hukuka saygıya, üretim ve dağıtımda ekonomik sistemlerin etkinliğine dayalı bir barışa ve refaha ulaşmak için bölgenin insani ve maddi kaynaklarının beklediği daha iyi ve güvenli bir gelecek inşa etme çabalarını kolaylaştıracak tam ve kapsamlı bir Arap-İsrail barışına ulaşmanın önemli olduğuna inanıyorum. Güçlünün ihlalleri ve bunların yansımaları yerine yasanın gücüne ve onun felsefesine saygı gösterilmeden hiçbir şey başarılamaz ve istikrara kavuşturulamaz.

Bunu vurguluyorum çünkü ABD’nin şu anki çabalarının, siyasi gerçekçiliğin Arapları yalnızca 7 Ekim olaylarından kaynaklanan İsrail güvenlik ihtiyaçlarını kabul etmeye zorlaması gerektiği yönündeki zayıf ve yetersiz argümana dayandığını hissediyorum. Filistinlilerin 70 yılı aşkın süredir çalınan hakları göz ardı edilirken İsrail, Gazze halkının maruz kaldığı trajik olaylardaki sorumluluklarından muaf tutuluyor. Bundan dolayı ABD’nin tüm önerileri, İsrail’in güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik teknik ve operasyonel düzenlemelere odaklandı ve İsrail'in siyasi yapısını dikkate aldı. Filistin'in durumu yalnızca insani açıdan ele alınsa da bu en azından kısmi bir iyileştirmeye yardımcı olabilecek önemli bir açı, fakat yine de yaranın tamamen yahut geçici olarak iyileşmesini sağlamayacak. Karşılıklı şiddet olaylarının yeniden başlaması kaçınılmaz olacak.

İsrail'in güvenliğinin ve istikrarının güç kullanımına değil, siyasi sorunların çözümüne bağlı olduğuna inanması, mevcut krizden çıkmanın ilk adımı. Şiddetin hem savaşanlara hem de sivillere karşı şiddeti doğurduğuna şüphe yok. Bu durum, 7 Ekim öncesinde de 7 Ekim sırasında da sonrasında da böyleydi.

Arap ülkeleri, İsrail’in ateşkes çağrılarını her seferinde kulak arkası etmesi ve masum insanları öldürüp kalanların hayatlarını mahvetmeye devam etmesi karşısında Riyad Zirvesi’nden çıkan nihai bildirisini somut adımlar ve uygulamalarla takip etmeli. Filistinliler de yalnızca kendi ulusal kimlikleri etrafında toplanmalı ve düşmanlarının eliyle ya da dostlarının kaygısıyla çözülmeyecek olan yürüyüşlerine öncülük etmek için inisiyatif almalılar. ABD ise politikalarının ve çifte standartlarının genel olarak uluslararası güvenilirliğine ve bölgedeki rolü ve statüsüne yansımalarını dikkatle değerlendirmeli.

Arap ülkeleri olarak adalete ve hukuka bağlı kalarak, çağrıları eyleme dönüştürerek, ateşkes için destek toplayarak, İsrail'i uluslararası ve insancıl hukuku ihlal eden eylemlerinden sorumlu tutmak için siyasi, hukuki ve toplumsal çabalarımızı yeniden başlatarak tüm taraflara, hatta birbirimize açık ve net bir şekilde hitap etmeliyiz.

Bu krizden çıkmanın ve yeniden yaşanmasını önlemenin en iyi yolunun, meseleye siyasi bir çözüm bulmayı amaçlayan kapsamlı bir plan çerçevesinde krizin ciddiyetini hafifletmeye yönelik acil adımlar atılması yani, aşağıdaki çözüm önerileriyle sorunun yalnızca semptomlarının değil, kökeninin de ele alındığı bir anlaşmanın benimsenmesi olduğuna inanıyorum.

Söz konusu prosedürleri şöyle sıralayabiliriz:

1- Gazze'de derhal tam ve kapsamlı bir ateşkes ilan edilmeli ve İsrail güçleri Gazze Şeridi'nden çekilmeli.

2- Filistinli tutsaklar karşılığında İsrailli rehineler serbest bırakılmalı.

3- Filistinli nitelikli kadrolar yetiştirilene kadar uluslararası bir güç tarafından denetlenmek şartıyla, iki taraf arasında şiddet kullanılmasını önleyecek Filistin-İsrail prosedürleri üzerinde anlaşmaya varılmalı.

4- Geçiş aşamasında Gazze Şeridi ve Batı Şeria'yı koordineli olarak yönetecek yetki ve yeteneklere sahip nitelikli bir teknik bakanlık kurulması için bir Filistin-Filistin uzlaşısı yapılmalı.

5- Gazze'yi Marshall Planı çerçevesinde uluslararası toplumun ve Arap ülkelerinin desteğiyle yeniden inşa etmek için kapsamlı bir plan geliştirilmeli.

6- 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletini tanıyan uluslararası bir deklarasyon yayınlanmalı.

7- Hem İsrail’de hem de Filistin’de 2024 yılı bitmeden ulusal seçimler düzenlenmeli.

8- Egemenlik ve bağımsız kimliğe sahip iki devlet temelinde meseleye barışçıl bir çözüm getirilmeli.

9- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), tüm maddelerinin 18 ila 24 ayı aşmayacak şekilde belirli bir takvime göre uygulanacağı bu çözüm planını bir anlaşma olarak kabul etmeli.

Filistin halkının kendi devletinde ulusal haklarına kavuşabilmesinin tek yolu ve İsrail'e Ortadoğu'da istediği güvenliği ve kabulü sağlamanın meşru ve pratik yolu budur.

*Independent Arabia’da yer alan bu makalenin çevirisi Şarku’l Avsat’a aittir.