Müslüman Kardeşler ve İstanbul güzü

TT

Müslüman Kardeşler ve İstanbul güzü

Ahmed el-Muslimani*
Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan-ı Müslimin) adı artık doğru bir isim değil. ‘İhvan Grupları’ adı daha doğru bir kullanım oldu.
Müslüman Kardeşler’in Londra’da bir, İstanbul'da da iki grubu var. Üçü arasında birbiri ardına içte ve birbirlerine karşı konferanslar düzenleniyor, siyasi bildiriler ve karşıt siyasi bildiriler yayınlanıyor. Her grup diğerini aforoz etmeye, Müslüman Kardeşler ve kurucusu Hasan el-Benna adına konuşmaya çalışıyor.
Mısırlıların gözünde ise hepsi birdir ve bu grubu, ülkede neden olduğu doksan yıllık birikimin ardından yeniden başa dönmeyi istemediklerinden dolayı reddediyorlar. Tarihin tekerrür etmemesi ve Mısır'ın yeniden ideolojik bir boşluğa düşmemesi gerekiyor.
Üçüncü grup olan Türkiye’deki Müslüman Kardeşler tarafından önerilen adem-i merkeziyetçilik, oluşumun gruplara ayrılacağının, bölünmüş olanın daha da bölündüğünün ve parçalanmış olanın önümüzdeki yıllarda daha da parçalanıp dağılacağının bir göstergesidir.

Muhammed Kemal Grubu geri döndü
Müslüman Kardeşler içindeki Seyyid Kutub Grubu’nu tanımlamak için onlarca yıl (Kutubçular) ifadesini kullandıktan sonra şimdi de Muhammed Kemal Grubu (Kemalistler) ifadesi ortaya çıktı. Siyasal İslamcı gruplar üzerine uzman olanlar, Muhammed Kemal’in, Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi iktidarının düşmesinin ardından önemli ölçüde yeniden yapılanan grubun askeri kanadının lideri olduğu konusunda hemfikirler. Bu kanat, Mısır’da 2013 yılındaki devriminin ardından ülkenin toplumunu sarsan birçok terörist eylem gerçekleştirdi.
Mısırlı yetkililer 2016 yılında, Muhammed Kemal'in bir çatışma sırasında öldüğünü duyurdu. 2022 yılına gelindiğinde İhvan gençleri arasında Muhammed Kemal’i destekleyenler, ayrı bir hareket başlatmaya karar verdiler. Yeni Muhammed Kemal Grubu, altı yıl önceki Muhammed Kemal Grubu ile aynı. Ancak siyasi hedeflere ulaşmak için seçenekleri arasında şiddetin de olduğunu alenen vurgulayarak sahneye ses getiren bir dönüş yapmayı tercih ettiler.
Ancak işin ilginç yanı Türkiye'de ‘Kemalistler’ ifadesinin, Mustafa Kemal Atatürk'ün taraftarlarına atfedilmesidir.  Müslüman Kardeşler’deki Kemalistler ise Muhammed Kemal Grubu’ndan olanlardır. Türkiye’deki Kemalistlere ideoloji olarak muhalif olan Mısırlı Kemalistlerin ilk konferanslarını Türkiye’de açıktan ve resmi izinle yapmış olmaları da bir diğer ilginç noktadır.

Wyndham Grand Hotel
Müslüman Kardeşler içindeki iki grup; İstanbul Cephesi ve Londra Cephesi arasında aylardır süren fırtınalı anlaşmazlıkların ve İstanbul Cephesi Lideri Mahmud Hüseyin ile Londra Cephesi Lideri İbrahim Münir’in karşılıklı olarak bir birlerini görevlerinden aldıklarını duyurmalarının ardından seçenekleri arasında şiddetin de olduğunu açıkça ilan eden Kutupçu-Kemalist ideolojide üçüncü bir cephe ortaya çıktı.
Değişim Hareketi adı verilen yeni grup, ilk konferansını önde gelen isimlerinin ve destekçilerinin katılımıyla Wyndham Grand İstanbul Hotel'de gerçekleştirdi. Konferansın ana temasını ‘çözümün devrimci değişimdir’ ve ‘tüm seçenekler güç ve şiddet kullanımına açıktır’ tezleri oluşturuyordu. Konferansta hareketin  ‘iktidar düşene kadar cihada devam edeceğini’ vurgulandı. Değişim Hareketi, son dört yıldır oluşumlarını devrimci adımların gereklerine göre düzenlemeye ve geliştirmeye çalışıyor.
Değişim Hareketi'nin desteklediği kanlı fikirler sadece grubun gençlerine sunulmakla kalmadı, konferansta dinleyicilerin arasında ön saflarda Dr. Muhammed Mursi'nin danışmanı ve iktidarda olduğu dönemde görev yapan Mısır Halk Meclisi'nin iki başkanı da vardı. Bir diğer deyişle; ‘devrim, cihat, şiddet ve silahlı güç’ kavramlarının benimsendiğinin duyurusu, (Mısır’da) Müslüman Kardeşler’in iktidarda olduğu dönemde üst düzey makamlarda görev yapan liderlerinin katılımı ve desteğiyle yapıldı.
Bu da Müslüman Kardeşler üyelerinin, 2011 yılında Mısır’daki devrimlerinin ardından siyasi eyleme geçme eğiliminin gerçek bir uygarlık ve reform inancına dayanmadığını ancak zorunluluk olduğu için böyle davrandığını teyit ediyor. Zorunluluk sona erdiğinde, orijinal projeye yani yeniden iktidara gelene kadar cihada ve silahlı devrime geri dönüldü.

Adem-i merkeziyetçilik ve büyük çatlak
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler gruplarından Mahmud Hüseyin liderliğindeki İstanbul Cephesi kendisini İhvan’ın tek temsilcisi olarak görüyor. Londra'daki rakiplerini izole ettikten sonra Rehberlik Konseyi’ne bağlı olduğunu ve Rehberlik Konseyi’nin de onu desteğini vurguladı. Buna karşın İngiltere’deki Müslüman Kardeşler grubu olan Londra Cephesi, İstanbul Cephesi’ni feshetti ve Müslüman Kardeşler için eksiksiz bir yapı oluşturdu. Londra Cephesi lideri İbrahim Münir’in fiili olarak Genel Rehberi olduğu yapının en üst organı ise Rehberlik Ofisi ve Genel Şura Konseyi haline geldi.
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler gruplarından ikincisi olan Değişim Hareketi, Londra ve İstanbul cephelerini hatta Kahire’deki grubu dahi umursamadan adem-i merkeziyetçilik çağrısı yapmaya başladı. Bu, her zaman son derece merkezi olan ve katı bir organizasyonel çerçeveyi sürdüren bir grup için eşi görülmemiş bir çağrıydı.
Türkiye’deki Müslüman Kardeşler’in (Değişim Hareketi) önerdiği adem-i merkeziyetçilik, İhvan’ın gruplara ayrılacağının, bölünmüş olanın daha da bölüneceğinin ve parçalanmış olanın önümüzdeki yıllarda da parçalanıp dağılacağının bir göstergesidir. Değişim Hareketi’nin Rehberlik Konseyi’nin ya da Rehberlik Konseyi Başkanı’nın adını anmaması ve kendi başına bir grup gibi davranması dikkat çekti.

İngiltere’deki Müslüman Kardeşler
İngiltere’deki Müslüman Kardeşler (Londra Cephesi), Değişim Hareketi'nin siyasi bildiri yayınladığı gün siyasi bir bildiri yayınlaması oldukça dramatikti. Çünkü bildirinin yayınlanmaları arasında sadece birkaç saat vardı.
Londra Cephesi, belirsizlikler dolu ve aldatıcı ifadeler olan bildiriyi yayınlayarak Değişim Hareketi’yle yarışa girdi. Bildiri, her zamanki tekrarlardan ve yapısal ifadelerden oluşuyordu. Sekiz sayfalık oldukça sıkıcı bir bildiriydi. Tekrarlar bir yerden sonra öyle bir boyuta ulaşmıştı ki bildiriyi düzenleyenler eski tarihi değiştirip yeni tarih atmayı unutmuşlardı. Bildirinin tarihi ile yayınlandığı tarih arasında bir aylık bir fark vardı.
Londra Cephesi’nin bildirisinde, birbiriyle çelişen iki satır yer alıyordu. Bu satırlardan ilkinde, “Müslüman Kardeşler’in amacı iktidara ulaşmak değildir” cümlesi yer alırken ikincisinde “Müslüman Kardeşler’in siyasi rolü sabittir ve öyle kalacaktır. Müslüman Kardeşler üyelerinin partilere bağlı olarak siyasi çalışmalarda bulunmalarını sağlamaya çalışacağız” cümlesi vardı.
Partilerin amacı iktidarı kazanmaktır. Londra Cephesi de iktidarı kazanmak için seçimlere girecek partilere katılacak ama grup iktidar istemiyor ve bunun için de çabalamıyor!

İstanbul güzü
Şu an Müslüman Kardeşler’de tablo şöyle görünüyor: Londra Cephesi, Mısır'daki iktidarla flört ederken siyaset ve iktidar hakkında çelişkili mesajlar veriyor. Türkiye’deki Müslüman Kardeşler gruplarından ilki olan Mahmud Hüseyin liderliğindeki İstanbul Cephesi, Londra Cephesi’ni görmezden geliyor ve sadece Kahire Cephesi’ne kur yapıyor. Türkiye’deki ikinci grup olan Kemalistler (Muhammed Kemal Grubu / Değişim Hareketi), Mısır’da iktidarı devirmek için silahlı gücü ve cihadı öne sürüyorlar.
Bu üç grup, protesto gösterileri başlatmak ve çeşitli kaos noktalarına doğru ilerlemek için ekonomik krizden yararlanmaya çalışıyor. Mısırlılar, Müslüman Kardeşler’in ne yaptığının farkında. Ancak grupların liderleri, ne ölçüde reddedildiklerini farkında değiller. 20’inci yüzyılda Kahire'de kurulan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın uzun sonbaharı 21’inci yüzyılda İstanbul'da başladı.
*Ahmed el-Muslimani: Mısırlı yazar ve siyasetçi. Kahire Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı. Kimya alanında Nobel Ödülü sahibi Dr. Ahmed Zevail'in danışmanı olarak çalıştı. Ardından eski Mısır Cumhurbaşkanı Adli Mansur'un danışmanı olarak görev yaptı. Siyasi düşünce üzerine pek çok ünlü kitabı olan Muslimani’nin eserlerinden bazıları ise şunlar: Modernite ve Politika, Cihada Karşı Cihad, Yolsuz Bölgeler, Tehlikedeki Bir Ulus ve Siyaset Mühendisliği.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Asasmedia’dan çevrildi.



İsrail’in Dürzileri koruma bahanesi

Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
TT

İsrail’in Dürzileri koruma bahanesi

Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025
Suriye'nin Suveyda ilindeki es-Savra el-Kubra beldesinde konuşlanan Suriye güvenlik güçleri mensupları, 2 Mayıs 2025

Sobhi Frangieh

Dürzileri korumak, Suriye'yi bölmek, Türkiye'nin nüfuzunu engellemek, radikallerle mücadele etmek… Tüm bu başlıklar İsrail tarafından yetkilileri ve medyası aracılığıyla Suriye’deki Beşşar Esed rejiminin düşmesinden bu yana sona ermeyen, askeri saldırılarla başlayan ve Suriye'nin askeri alt yapısını hedef alan müdahalelerini meşrulaştırmak için kullanılırken Suriye devleti ile Ceramana, Eşrefiye Sahnaya ve Suveyda'daki Suveydalı gruplar arasındaki gerilimin perde arkasında İsrail, 2 Mayıs Cuma sabahı Şam'daki Başkanlık Sarayı yakınlarını ‘uyarı’ amaçlı bombaladı.

İsrail'in bu saldırısından birkaç saat sonra İsrail Kamu Yayın Kuruluşu KAN, İsrail'in Suriye'de yeni hedefler vurmaya hazırladığını bildirdi. İsrail ordusundan yapılan açıklamaya göre saldırılarda Suriye'de bir askeri alan, uçaksavar silahları ve karadan havaya füze altyapısı hedef alındı. Açıklamada ayrıca ‘ordunun ihtiyaç duyulduğunda harekete geçmeye devam edeceği’ belirtildi.

İsrail, Şam kırsalındaki Harasta Askeri Hastanesi ve Tel Menin bölgesi yakınlarındaki 41. Alay Kışlası, Dera kırsalındaki İzraa beldesi yakınlarında bulunan 175. Alay Kışlası ve Dera'da Sanameyn bölgesi yakınlarındaki Musbeyn köyü çevresindeki füze taburunu hedef aldı.

Suriye Savunma Bakanlığı’ndan bir yetkiliye göre İsrail’in hedef aldığı bu mevkiler ‘neredeyse silahsız’ olmasına rağmen, İsrail'in Suriye'deki Dürzileri korumak için bahane olarak kullandığı bu gerilim, Suriye'deki iç barış, birçok ülkenin çatışan çıkarları ve Suriye'nin taşıması gereken geleceğe ilişkin algıları nedeniyle bölgesel ve uluslararası siyasi iklim üzerinde önemli sonuçlar doğuruyor.

İç barış tehlikede

Geçtiğimiz aylarda İsrail, Dürzileri koruma söylemini olası bir müdahale için bahane olarak kullandı. ‘İsrail’in Suriye’deki Dürzileri korumaya kararlı olduğunu’ söyleyen Başbakan Binyamin Netanyahu başta olmak üzere İsrailli yetkililer birçok kez uyarı mesajı gönderirken İsrail, bu söylemi desteklemek için hava saldırıları düzenledi. İsrail'deki Dürzilerin ruhani lideri Muvaffak Tarif de Suriyeli Dürzilerin çoğunun, İsrail'in Suriye'ye müdahalesini meşrulaştırmak için ‘dayanaksız bir bahane’ olarak gördüğü bu söylemi destekledi.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre konuşan Suriye Savunma Bakanlığından yetkili, “Dürzi kardeşlerimiz İsrail'in onları korumak istemediğini, aksine kendi çıkarlarını korumak istediğini biliyor. Bunu Suveydalı grupların liderleriyle yaptığımız birçok görüşmede gördük. Suveyda'daki cemaatin dini aktörleri ve şeyhleri, Dürzileri koruma bahanesiyle İsrail'in müdahalesini reddettiklerini defalarca kez açıkladılar.

Suriye'deki Dürziler arasında İsrail'in Dürzileri koruduğu söylemini destekleyen bazı sesler olsa da bunlar Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin İsrail’in müdahalesini reddeden seslerin çokluğuyla kıyaslanamaz bile. İsrail'in söylemini gerçek dışı ve Suriye Dürzileri tarafından talep edilen bir gereklilik olmaktan çıkarıyor.

Bu yasadışı ve haksız müdahale bir yandan Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin birliğini zora sokarken, diğer yandan Suriye’de Dürziler ile ülkenin diğer kesimleri arasında daha büyük bir gerilim yaratıyor. Bu da Dürzi toplumunun kendi içinde ve Suriye'nin dini dokusunda çatışmanın fitilini ateşleyebilecek bir tehdit oluşturuyor.

Gelen bilgilere göre Suriye hükümeti ve Dürziler, İsrail’in bu söylemine karşı koymak için ellerinden geleni yapıyorlar. Suriye hükümeti ile Dürzi aktivistler arasında yapılan Suveyda Anlaşması, İsrail'in saldırıları ve söylemleriyle körüklediği Suriye-Suriye gerginliğini azaltmaya yönelik bir girişimdi. Suriye hükümeti, Suveyda'da bizzat Suveydalılar tarafından yönetilen yerel bir yönetim gibi görünen bir yapıyı kabul etti. Ancak bu gelişme, Suriye hükümetinin, Suriye'nin birliğine ve merkezileşmesine tehdit olarak gördüğü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile benzer bir anlaşmayı reddetmesi, silahların kendi bölgelerini yönetmek üzere belirli bir kesimin elinde olmasına izin vermeme yaklaşımına aykırıydı.

Suriye'deki Dürziler arasında İsrail'in Dürzileri koruduğu söylemini destekleyen bazı sesler olsa da bunlar Suriye ve Lübnan'daki Dürzilerin İsrail’in müdahalesini reddeden seslerin çokluğuyla kıyaslanamaz bile.

Suriye’de silahların devletle sınırlandırılması çabası

Al Majalla’nın edindiği bilgilere göre Suriye ordusu ve Suriye'nin güneyinde Savunma Bakanlığı'na bağlı olmayan yerel gruplar arasında İsrail'in Suriye'ye yönelik saldırılarına karşı büyük bir öfke hakim. Bu öfke sadece İsrail’in düzenlediği hava saldırılarından değil, aynı zamanda Suriye hükümetinin karşılık vermeme yaklaşımından da kaynaklanıyor.

Suriye Genel Güvenlik İdaresi’nden bir yetkili Al Majalla’ya yaptığı açıklamada, “İsrail’in hava saldırılarının ve karadan müdahalesinin devam etmesi, Suriye hükümetinin askeri güçlerini birleştirmesine ve özellikle güneydeki yerel gruplardan silahlarını çekmesine engel oluyor. Bu grupların pek çok üyesi devletle müzakere sürecinde ellerindeki silahların kendilerini herhangi bir İsrail kara müdahalesinden korumak için olduğunu söylüyor” ifadelerini kullandı.

Al Majalla’ya konuşan Dera'daki yerel bir grubun lideri, bu durumu doğrulayarak “İsrail'in düşman hatlarına yakınız ve bize ne zaman geleceklerini bilmiyoruz, onları beklemeli ve köylerimizde onları izlemeli miyiz? Suriye ordusu hala oluşum sürecinde, hükümetin adımlarına ve politikasına bağlıyız ancak tehlike her an köylerimize girebileceği sürece silahlarımızı teslim etmeyeceğiz” şeklinde konuştu.

Savunma Bakanlığı'na bağlı Dera'daki bir askeri yetkiliye göre bazı yerel grupların İsrail'in Dürzileri desteklediği iddiasına öfkelenmesi, onları toplanmaya ve İsrail'in kendilerini korumak için müdahale ettiğini söyleyenlerle çarpışmak için Suveyda'ya doğru hareket etmeye itti. Bu yüzden ordu ve Genel Güvenlik İdaresi derhal müdahale ederek söz konusu grupların Suveyda’ya ulaşmalarını engelledi ve silahlarını ellerinden aldı. Askeri yetkili, “Ceramana’ya gitmek üzere Suveyda'dan ayrılan silahlı grupları hedef alan Bedeviler koordinasyonsuz bir şekilde hareket ettiler. Bir kez daha aynı şeylerin yaşanmasını önlemek için onlarla çatışmaya girmek zorunda kaldık” dedi.

Suriye ordusu halen oluşum sürecinde, hükümetin adımlarına ve politikasına bağlıyız, ancak tehlike her an köylerimize girebileceği sürece silahlarımızı teslim etmeyeceğiz.

Öte yandan İran'ın İsrail'in müdahalesinin yarattığı kaostan faydalanmaya çalışacağına ve bunu da birkaç adımda gerçekleştireceğine şüphe yok.

Bu adımların başında medyada Suriye hükümetini şeytanlaştırmak ve Suriye hükümetinin İsrail bombardımanını kabul ettiği ve iktidarda kalmak karşılığında bu konuda sessiz kaldığı fikrini yaymak geliyor. İkinci adım ise bombardıman sırasında ortaya çıkan güvenlik dengesizliğini istismar etmek ya da İsrail tarafından körüklenen gerilimi kontrol altına almaya çalışmak olacak. Suriye hükümeti Suveyda ve Dera'nın güvenliğini sağlamak ve buralardaki mezhepsel ve sivil halk arasında çatışmaların patlak vermesini önlemek için Genel Güvenlik İdaresi’nden binlerce personeli bölgeye gönderdi. Bu durum, Suriye ordusu ve kamu güvenliği personelinin yetersizliğini de hesaba katarsak, coğrafi boşluklar olduğu anlamına geliyor. Bu boşluklar, İran'ın kendi çıkarlarına hizmet edecek yerel hücrelerin oluşumunu desteklemek ya da silah transfer etmek için kaçırmayacağı bir fırsat. Bazılarına göre İsrail’in hava saldırıları rejimin kalıntıları ve İranlı milislerin Suriye devletine karşı saldırılar düzenlemesine fırsat verebilir. Zira son iki günde Deyrizor’da bazı Genel Güvenlik İdaresi üyelerine yönelik çok sayıda saldırı düzenlendi.

İran'ın İsrail'in Suriye’ye müdahalesinin yarattığı kaostan, başta Şam hükümetini medyada şeytanlaştırmak olmak üzere çeşitli adımlarla faydalanmaya çalışacağına şüphe yok.

İsrail’in saldırıları, özellikle Şam yönetiminin İsrail’in bombardımanlarından korumak amacıyla personelini askeri alanlardan uzaklaştırması durumunda Suriye’nin askeri gücünün ve Genel Güvenlik İdaresi’nin kırılganlığını da artıracak. Bu da ülkeyi eski rejimin kalıntıları, nüfuzunu ve silahlarını güçlendirmeye çalışan DEAŞ ve İran destekli milislerin kalıntılarının Suriye’deki olası eylemlerine karşı daha savunmasız hale getirecek. Bu durum ise Suriye'de istikrarı desteklemeye yönelik herhangi bir hükümet ya da uluslararası çabayı kaçınılmaz olarak geciktirecek.

İsrail, Suriye'deki rejimin düşmesinden sonra Türkiye'nin Suriye'de artan nüfuzuna, Suriye'ye askeri müdahalede bulunarak karşı koymaya çalışıyor. Bu amaçla İsrail geçtiğimiz ayın başlarında, Türkiye'nin askeri üsse dönüştürmeye çalıştığı söylenen (bu doğrulanmış bir bilgi değil) T4 Hava Üssü de dahil olmak üzere askeri bölgeleri bombaladı ve Washington'ı Türkiye'nin Suriye’de artan nüfuzunun kendi güvenliği için bir tehdit olduğuna ikna etmeye çalıştı. Edinilen bilgilere göre İsrail ayrıca Washington'ı, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu Türkiye'nin nüfuzuna karşı arttırmasına izin vermeye de ikna etmeye çalışıyor. Ancak Washington, bunu kabul etmiş görünmüyor.

sdfrgty
Dürzi köyü es-Savra el-Kubra sakini Selman Aleyvi, Suveyda’daki çatışmaların ardından hasar gören evini incelerken, 2 Mayıs 2025 (Reuters)

İsrail'in Rusya’nın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirme girişimi, Avrupa ve İngiltere'nin engelleriyle karşılaşacak. Çünkü Avrupa’nın önde gelen bazı ülkeleri, Beşşar Esed rejiminin düşmesini Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu sona erdirmek için bir daha yakalanamayacak bir fırsat olarak gördüklerinden Suriye coğrafyasını Moskova'nın hesaplarından çıkarmak amacıyla Suriye hükümetini destekleme yönünde hareket etti. Al Majalla’ya konuşan Avrupalı bir yetkili, AB ve İngiltere'nin Suriye'nin istikrara kavuşmasını ve başta Rusya ve İran olmak üzere dış müdahalelerden korunmasını desteklemeye çalıştığını söyledi. Öte yandan İsrail’in, Suriye devletinin zayıflığını derinleştiren ve iç anlaşmazlıkları çözme adımlarını zorlaştıran müdahalesi, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri başta olmak üzere birçok Arap ülkesi tarafından da hoş karşılanmayacağı gibi, İran'ın İsrail’e karşı direniş bahanesiyle Suriye ve Lübnan'da yeniden nüfuz kazanması için bir fırsat yaratması nedeniyle ABD tarafından da hoş karşılanmayacaktır. Suriye'nin istikrarını desteklemeye çalışan bu ülkelerin hiçbiri böyle bir durumun olmasını istemiyor. Bu da bölgesel ve uluslararası istikrara mutlaka yansıyacaktır.

Kısa ya da muhtemelen uzun vadede İsrail'in Suriye'ye müdahalesini meşrulaştırmak için Dürzileri koruma ve Türkiye'nin nüfuzuna karşı koyma kartını kullanmaya devam etmesi bekleniyor. Sonuç olarak İsrail Suriye'nin zayıf, askeri açıdan kırılgan ve istikrarsız kalmasını istiyor gibi görünüyor. Çünkü bu durum, birçok İsrailli liderin de söylediği gibi ‘İsrail’in ulusal güvenliğini’ koruyor. Ancak bu politika aynı zamanda Ortadoğu'da bölgesel ve uluslararası güvenliği tehdit eden bir infiale sebep olabilir. İsrail'in de bu infialin, korumaya çalıştığı ‘ulusal güvenliği’ üzerindeki yıkıcı yansımalarından kurtulması pek olası görünmüyor.