SDG lideri Mazlum Abdi Şarku’l Avsat’a konuştu: Ankara'nın İHA’ları DEAŞ’a karşı mücadele eden SDG’nin en iyi liderlerini öldürdü

SDG lideri Mazlum Abdi: Şam ile diyalog turları olumlu sonuç vermedi. SDG dağıtılamaz. Suriye-Türkiye normalleşmesine karşı uyarıyoruz.

Haseke kırsalındaki SDG üyeleri, 7 Eylül (AFP) SDG lideri Mazlum Abdi (küçük resim)
Haseke kırsalındaki SDG üyeleri, 7 Eylül (AFP) SDG lideri Mazlum Abdi (küçük resim)
TT

SDG lideri Mazlum Abdi Şarku’l Avsat’a konuştu: Ankara'nın İHA’ları DEAŞ’a karşı mücadele eden SDG’nin en iyi liderlerini öldürdü

Haseke kırsalındaki SDG üyeleri, 7 Eylül (AFP) SDG lideri Mazlum Abdi (küçük resim)
Haseke kırsalındaki SDG üyeleri, 7 Eylül (AFP) SDG lideri Mazlum Abdi (küçük resim)

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Ankara ile Şam arasındaki kapsamlı normalleşmeye karşı uyardı. Bu yaklaşımın Ankara’nın çıkarlarını yansıttığını ve Suriyelilerin geleceği ve iradesi için büyük riskler taşıdığını söyleyen Abdi, ‘(normalleşmenin) ciddi bir siyasi çözüm üretmekten uzak olacağını’ öne sürdü. Abdi, “Şam ile Ankara arasındaki böyle bir normalleşmeye karşı durulması gerektiği konusunda tüm kesimleriyle Suriye halkını uyarmalıyız” ifadelerini kullandı.
Suriye meselelerine dahil olan ülkelerin çoğunun, Türkiye’nin ülkenin kuzeyinde olası bir askeri operasyonunun ‘Suriye halkına sıkıntı vereceğine’ ikna olduğunu söyleyen Abdi, Türk ordusunun insansız hava araçları (İHA) ile son iki yılda DEAŞ’a karşı mücadele eden SDG’nin en iyi askeri liderlerini hedef alan 70 hava saldırısı düzenlediğine işaret etti.
Kendisine yönelten bir soruya verdiği yanıtta, Şam ile SDG arasında birkaç diyalog turu gerçekleştiğini, ancak somut sonuçlara ulaşılamadığını açıklayan Abdi, “SDG’yi şu ya da bu şekilde dağıtmak askeri açıdan mümkün değil. Bu güçler, Suriye topraklarını savunmak için sürekli sahada görev yapıyorlar. Ayrıca farklı bir örgütsel yapıya da sahipler. Bu güçleri ve mahremiyetlerini korumamız ve desteklememiz halkımızın ve topraklarımızın çıkarınadır” şeklinde konuştu.
Adem-i merkeziyetin ‘siyasi bir çözüme giriş’ olduğunu söyleyen SDG lideri, Suriye rejiminin çöküş tehdidiyle karşı karşıya kaldığında fiili olarak adem-i merkeziyete göre hareket ettiğine dikkati çekti. Siyasi çözüm bulunamadığı sürece mantıken ne ABD’nin ne de Rusya’nın Suriye’deki varlığının sonsuza kadar devam edebileceğini kaydeden Abdi, “Söz konusu tarafları, müzakere edilmiş bir siyasi çözümün garantörü olmaya ve topraklarımızdaki dış müdahaleye ve işgallere son verilmesi için baskı yapmaya çağırmalıyız” dedi.
İşte SDG lideri Mazlum Abdi ile e-posta aracılığıyla yapılan röportajın tam metni:

-Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile normalleşme olasılığına dair birçok sinyal verdi. Bu normalleşmeye yönelik beklentileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında iki taraf arasındaki güvenlik ilişkileri yıllardır sürüyor. Şimdi de aralarında kapsamlı bir normalleşmeden bahsediliyor. Ankara için normalleşme, Suriyeli mültecilerin sınır dışı edilmesi ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki demokratik özerk yönetim formülünün baltalanması şartına bağlı. Türk ordusunun sancağı altında faaliyet gösteren askeri grupların geleceğini belirlemeye yönelik bir uzlaşı modelinden bahsedenler var.
Bu yaklaşımın Ankara’nın çıkarlarını yansıttığına ve Suriyelilerin geleceği ve iradesine yönelik önemli riskler taşıdığına inanıyoruz. Ayrıca,  bu uzlaşı modeli, örneğin Dera'da gördüğümüz gibi kısa sürede yeniden sorunların patlamasına yol açacak geçici bir taktikten ibarettir. Genel olarak bahsettikleri normalleşme, ciddi bir siyasi çözüm üretmekten uzak. Suriyelilerin özellikle de bunca yıl süren yıkıcı savaştan sonra çektikleri sıkıntılar bu şekilde ele alınamaz.

-Şam ile Ankara arasında Moskova'nın arabuluculuğunda bir anlaşmaya varılması konusunda endişeli misiniz?
Bunu çok ciddiye alıyoruz ve bununla ilgili bir takım tedbirler alıyoruz. Böyle bir anlaşma, yıllardır terörle mücadele eden ve topraklarını cesurca savunan halkımızın iradesini hedef alır. Anlaşmanın içeriğinin Suriyeli mültecileri siyasi nedenlerle kullandığından bahsetmiyorum bile.
Türkiye’nin iç işlerimize müdahale etme politikasını kemikleştirdiğinden ve bunu kalıcı bir ağırlık unsuru haline getirmesinden ötürü tüm kesimleriyle halkımızı bu anlaşmaya karşı durmaları konusunda uyarmalıyız. Eğer bir anlaşma olacaksa bu, siyasi partiler arasında açık bir siyasi diyalog başlatarak ve yalnızca Suriyelilerin iradesini yansıtan bir anlaşma olmalı. Tüm zorluklara rağmen ülkemizin geleceği hala bizim elimizde. Acılı ve fedakâr halkımızın pahasına yapılan anlaşmalarla değil, Suriyeliler olarak kendimize yakışan bir formülle hareket edeceğiz.

-MİT Başkanı Hakan Fidan ile Suriye İstihbarat Başkanı Ali Memluk ile bir araya geldi. Görüşmede SDG'ye karşı güvenlik alanında iş birliği konuşuldu. Bu, sizi endişelendiriyor mu?
Dediğimiz gibi, aralarında devam eden güvenlik ilişkileri vardı. Şimdi de Türkiye'de seçimlerin yaklaşmasıyla Türk tarafı kamuoyu önünde adımlar atmaya başladı. Suriye rejimi, Suriyeliler pahasına bu tür pazarlıklara girmemeli. Öte yandan Suriye'nin egemenliğini korumak amacıyla dış müdahaleleri püskürtmek için ülkenin birliğini yıllardır savunan SDG, DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu (DMUK) ile birlikte terör örgütlerinin kalıntılarının izini sürmeye devam ediyor. Mücadele ettiğimiz terörizm, Suriye’nin tamamını tehdit ediyor. Güçlerimiz terörle mücadele ederek Şam, Halep, Dera, Lazkiye ve diğer şehirlerde tüm Suriyelileri koruyor. SDG'nin varlığı, ülkenin küresel terörizme ve dış müdahaleye karşı birliğinin güvencesidir. Şam, ulusal çıkarlara öncelik vermeli ve dar siyasi hesaplara çekilmeyi reddetmeli.

-Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'nin kuzeyinde askeri bir operasyon başlatma tehditlerinde bulundu ve ‘güvenli bir bölge’ kurulmasından söz etti, ancak böyle bir operasyon gerçekleşmedi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Türkiye’nin tehditleri hiçbir zaman son bulmadı. Bu tehditler halen Türkiye'nin gündeminde. Herkes böyle bir askeri operasyonun, Suriye halkına, ülkenin birliğine ve egemenliğine felaketler getireceğinin farkında.
Suriye meselesine dahil olan ülkelerin çoğunun da böyle düşündüğüne inanıyoruz. Ancak tehlikenin geçtiği söylenemez. Meşru müdafaa hakkı kesinlikle meşru bir haktır. Bu çerçevede çalışıyoruz ve olası bir gelişmeye karşı önlemler alıyoruz.

-Türkler, 2019 yılı sonlarında yapılan anlaşmalara ve uzlaşılara uymadığınızı ve Kürtlerin çoğunluğunu oluşturduğu Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) Türkiye sınırlarından 32 kilometre kadar içeriye çekilmediğini söylüyorlar. Bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?
Bu tür açıklamalar, savaşı sürdürmek ve vatandaşlarına karşı savaşı sürdürmelerinin gerekçelerini savunmak amacıyla açıkça yapılan bir propaganda kategorisine giriyor. Biz anlaşmalara bağlı kaldık ve halen kalmaya devam ediyoruz. Asıl karşı taraf bu anlaşmaları ihlal ediyor. Garantör ülkelere Türkiye’nin devam eden ihlallerinden caydırılması gerektiği konusunda her zaman çağrıda bulunuyoruz. Türkiye işgalci bir güç ve bizim topraklarımızı terk etmeye hiç niyeti yok. Her gün DEAŞ hücrelerine karşı operasyonları yöneten en iyi askeri liderleri İHA’lar ve suç ortaklarıyla birlikte hedef alıyor.

-İHA’lı saldırılar devam ediyor mu?
Evet. Ankara, son iki yılda 70'in üzerinde İHA’lı bombardıman gerçekleştirdi. Sadece bu yıl içinde bölgelerimizi ve güçlerimizi hedef alan 59 İHA saldırısı düzenlendi. Türkiye'de seçimler yaklaşırken Erdoğan, Türk kamuoyunu kendi politikalarının yol açtığı ağır krizlerden uzaklaştırmaya, sorunlarını daha çok savaşa girerek ve radikal gruplarla yakınlaşarak ülke dışına yönlendirmeye çalışıyor.

-Washington size ne gibi güvenceler verdi?
ABD, askeri operasyonlara karşı olduğunu resmen açıkladı. Ancak bu açıklamanın, Türkiye’yi ihlallerinden caydırmak için yeterli olmadığına inanıyoruz. Çünkü Ankara savaşa başka yönlerden yaklaşmaya devam ediyor. Bu yüzden hem Moskova'yı hem de Washington'ı Ankara’yı aralarında imzalanan mutabakatlara, gerginliği azaltma mekanizmasına ve angajman kurallarına uymaya sağlam bir şekilde zorlamaya çağırıyoruz.
Suriye'nin kuzeydoğusunda ve Afrin'den Serekaniye’ye  (Resulayn) kadar tüm işgal altındaki bölgelerde savaş suçları işleyenlerin hesap vermesi için kanunlar ve yasal mekanizmalar harekete geçirilmeli.

-Rusya’nın arabuluculuğunda Şam ile diyaloglarınız hangi aşamada?
Şam ile temas halindeyiz. Birkaç diyalog turu gerçekleşse de olumlu sonuçlara ulaştığımızı söyleyemeyiz.
Ülkemizi kurtarmanın tek yolunun diyalog olduğuna inanıyoruz. Şam dahil olmak üzere Suriye'deki taraflarla diyaloga ve uzlaşıya her zaman açığız. Diyaloga ulusal çıkarlar, vatandaşların hakları ve ülkenin birliğinin korunması açısından bakıyoruz.

-Rusya, Türkiye'nin askeri operasyon tehditlerinin ardından Kamışlı Havalimanı'ndaki konumunu takviyelerle güçlendirdi. Bu takviyeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce takviyeler sizi desteklemek için mi yoksa tam tersi için miydi? Yahut Washington'ı taciz etmek için mi yapıldı?
Aslına Rusya ile tansiyonu düşürme çabaları ve Türkiye ile imzalanan mutabakatların uygulanması konusunda koordinasyonu sürdürüyoruz. Rusya, bu adımı lojistik meseleler çerçevesinde atmış olabilir. Sahada gerçek bir değişiklik göremedik.

-Şam daha önce SDG'nin dağıtılmasını ve üyelerinin düzenli orduya katılmasını şart koşuyordu. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir?
Bunu pratikte ele alacak olursak bilindiği üzere SDG, terörle mücadele ve ülkenin kuzeydoğusundaki topraklarının savunması alanlarında çok yoğun bir şekilde çalışıyor. SDG üyelerinin belirli bir özgünlüğü var. Söz konusu bölgeler içinde faaliyet gösterirler. Meşruiyetlerini de Kürtler, Araplar ve Süryaniler gibi toplumsal çevreden alıyorlar. Ayrıca terörle mücadelenin bir sonucu olarak kurumsal ve ortak çalışma alanlarında deneyimler edindiler.
SDG üyelerini bu ya da şu şekilde dağıtmak askeri olarak mümkün değil. Bu güçler, şu an konuşlu oldukları Suriye’nin kuzeydoğusu da dahil olmak üzere Suriye topraklarını savunmak için aralıksız saha görevleri gerçekleştiriyorlar. Ayrıca farklı bir örgütsel yapıya da sahipler. Bu güçleri ve mahremiyetlerini korumamız ve desteklememiz halkımızın ve topraklarımızın çıkarına.

-Özerk Yönetim’in geleceği ne olacak? Şam'ın âdem-i merkeziyet önerisiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Maalesef âdem-i merkeziyet fikri, ülkede akl-ı selim bir sesin olmaması yüzünden çarpıtıldı. Şam, Dera, Suveyda, İdlib, Lazkiye ve Kamışlı sorunlarının mevcut krizi üreten bürokratik merkezle çözülemeyeceğini düşünüyoruz. Şam'da, Türkiye ile iş birliği yapan gruplara karşı yürütülen savaşta bir miktar ilerleme kaydedildiğine ve bununda merkezi modelin doğruluğuna işaret ettiğine dair bir yanılgı var. Gerçeklikten uzak olan bu yanılgı, gelecekte yeni bir krizin sinyalini veriyor. Burada Suriye rejiminin, çökme riskiyle karşı karşıya kaldığında fiili olarak âdem-i merkeziyete göre hareket ettiğini hatırlatmakta fayda var.
Âdem-i merkeziyeti siyasi çözümün giriş noktalarından biri olarak görüyoruz. Vatandaşların geleceklerini ve yaşam tarzlarını belirleme iradesini güçlendiren âdem-i merkeziyet, onlarca yıldır ötekileştiren bölgelerin kalkınma umutlarını yeşertir. Âdem-i merkeziyet, ulusal uyumu da artırır. Şu an Suriye'deki herkes, ülkede olayların patlak vermesinin ardından merkezi rejimi eleştiriyor. Buna Şam rejimi de dahil. Zorlukların üstesinden gelebilmek için ülkenin tüm bölgelerine sorumluluklar, görevler ve haklar dağıtılmalı. Anayasamız, vatandaşlarımızın ve oluşumlarımızın hakları ve ulusal ve ekonomik güvenliğimiz ile genel ilkeler üzerinde fikir birliği merkezi olmalı. Âdem-i merkeziyet, bu ilkelerin yerel olarak uygulamasını sağlar. Vatandaşların ve oluşumların anavatana bağlılığı yerel kapsamına dayanıyor. Bu yüzden vatandaşların hakları için ödün verilmesi, mükemmel bir siyasi ve ahlaki eylemdir.

-Sizce Ukrayna’daki savaş, Fırat'ın doğusundaki denklemleri ve Türkiye ile Rusya'nın rolünü nasıl etkiledi?
Angajman kurallarıyla ilgili denklemler aynı kalsa da enflasyon oranı, gıda güvenliği, enerji ve emtia fiyatlarında artış üzerinde etkileri oldu. Türkiye’nin Ukrayna dosyasında artan nüfuzunu yakından takip ediyoruz. Maalesef Ankara bu rolü kendi çıkarcı gündemi ve Suriye'nin kuzeydoğusundaki bölgelerimize yönelik savaş politikalarını güçlendirmek için kullanıyor. Suriye meselesiyle ilgilenen uluslararası taraflarla yaptığımız görüşmelerde, Türkiye'nin projelerini bölgemizde hayata geçirmek için söz konusu rolden yararlanmaması gerektiğini konuşuyoruz. Biz de bu konuda kendi tedbirlerimizi alıyoruz.

-ABD Başkanı Joe Biden'ın seçilmesinden sonra ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı daha istikrarlı hale geldi. Washington'ın uzun bir süre Suriye’de kalacağını düşünüyor musunuz?
Mantıken ne ABD’nin ne de Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı sonsuza kadar sürebilir. Halen siyasi bir çözüme varılamadı. Bu yüzden onları müzakere edilmiş bir siyasi çözümün garantörü olmaya ve topraklarımızdaki dış müdahaleye ve işgallere son verilmesi için baskı yapmaya çağırmalıyız.
Bir de terör sorunu var, çünkü terörle tek başına yerel imkanlarla mücadele edilemez. Bu yüzden DMUK ile iş birliği yapılması gerekiyor. Aynı şey Rusya'nın askeri varlığı için de geçerli. Sonuç olarak, siyasi bir çözüm için ciddi girişimlerde bulunulmalı.

-Özerk Yönetim, Fırat'ın doğusuna yatırım yapılmasının önünü açan bir karar yayınladı. Bu çerçevede herhangi bir proje başlatıldı mı?
Mevcut zorlukları göz önüne alarak, gelir kaynaklarını ve ekonomiyi çeşitlendirme politikasını benimsemeyi hedefliyoruz.  İhtiyaçlarımızı karşılamak için yatırımları teşvik ediyoruz. Bu tür projeleri pratikte başlatmaya çalışıyoruz.

-ABD Savunma Bakanlığı’na fon kullanım yetkisi verilmesine ve ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusunu yaptırımlardan muaf tutması hakkında neler söyleyeceksiniz?
Bölge, terör ve sonuçları nedeniyle büyük hasar gördü. Bu tür muafiyetlere olumlu bakıyoruz. Bölge sakinlerinin yaşam standardını yükseltmeyi, iş olanaklarını güvence altına almayı ve özellikle altyapı, elektrik, su ve tarım alanlarında projeler geliştirmeyi hedefliyoruz.



Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
TT

Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Gazze’deki insani durumun ‘felaket’ olduğunu söyleyerek, Riyad ile Viyana arasındaki ilişkiler stratejisini ve Ortadoğu bölgesindeki mevcut gerilimleri kontrol altına almak için birlikte çalışma stratejisine dikkati çekti. Tel Aviv’in Filistinlilere uyguladığı çifte standartların haksız olduğunu belirten Schallenberg, Batı Şeria’daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı.

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İsrailli yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum” diyerek, aynı zamanda 7 Ekim’de yaşanan olayın sonuçlarından da Hamas’ı sorumlu tuttu.

Ülkesinin UNRWA’ya sağladığı fonun askıya alınmasıyla ilgili olarak Schallenberg, yöneltilen suçlamalara ilişkin bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetinin fonları geri çekmediğini, bunun yerine ajansa fon sağlamayı geçici olarak durdurduğunu belirterek, Avusturya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladığını açıkladı.

İkili ilişkiler düzeyinde ise Schallenberg, “Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır. Ekonomik açıdan iddialı Suudi 2030 Vizyonu, Avusturya kurumları ve şirketlerine, özellikle yenilenebilir enerjiye, ilgi çekici fırsatlar sunmaktadır. Avusturya’yı 2023 yılında 200 bine yakın Suudi turist ziyaret etti. Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasındaki çalışmalarına yeniden başlandı” dedi.

Öte yandan Schallenberg, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını pervasız ve rastgele olarak nitelendirirken, bunların uluslararası hukuku ihlal ettiğini, bölgesel güvenliğe zarar verdiğini ve küresel ticaretin yüzde 15’ini tehdit ettiğini belirtti. Ayrıca ticari gemilerin Ümit Burnu’na yönlendirilmesinin, gıda, ilaç ve enerji fiyatlarında küresel olarak artışa yol açtığını vurguladı.

ABD eski Başkanı Donald Trump’ın NATO’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak ise Schallenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarını frenlemek için Washington’un güçlü ortaklara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Alexander Schallenberg ayrıca, “Şu anda Rusya ve Ukrayna arasında yapıcı bir diyalogdan çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi kilit aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ukrayna’yı insani alanda destekledik, ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle asla askeri teçhizat açısından destek vermedik” açıklamasında bulundu.

İşte Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;

-İsrail’in Gazze, Refah ve Han Yunus’a yönelik saldırıları konusunda Avusturya’nın tutumu nedir?

*Gazze’deki her geçen gün daha da kötüleşen felaket niteliğindeki insani durumdan derin endişe duyuyorum. Orada tanık olduğumuz muazzam insani acılar kimseyi bu konuya donuk bırakamaz. Filistinli sivil nüfusa yardım etmek ve onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız zorunludur. Bu, İsrail için de geçerli. İsrail’in, Hamas’ın barbar terörüne karşı uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk uyarınca kendisini savunma hakkını kabul ederken, sivillerin korunmasının da güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. İsrail, daha fazlasını yapmalı ve ordu, askeri ve sivil hedefler arasında net bir ayrım yapmalıdır. Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden sürülmesi çağrısının çözüm olmadığı açıktır. Acilen ihtiyacımız olan şey, güney üzerinden Gazze’ye daha fazla yardım (yiyecek, su ve tıbbi bakım) ulaştırmak için insani bir ateşkestir.

dsfvdf
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

Planlanan kara saldırısına gelince, İsrail açısından Refah’ta Hamas’a ve sivillerin arkasına saklanan teröristlere karşı önlem alınması gerektiğini anlıyorum. Dünyanın hiçbir ülkesi 7 Ekim’de yaşananları kabul etmeyecektir. Ancak sivil halkı Gazze’nin güneyine kaçmak zorunda bırakıp, ardından güneyin saldırı bölgesi ilan edilmesi benim anlayabileceğim bir mantık değil. İsrail hükümeti, güney Gazze’deki sivil nüfusu nasıl korumayı planladığı konusunda inandırıcı bir planı masaya koymalı. Bölge ziyaretimde bu planın savunuculuğunu yapacağım.

Aynı zamanda sivil halkın acılarına çifte standart uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. İnsanların çektiği acıların hiyerarşisi yoktur. Yaklaşık beş aydır Gazze’de hala 130’dan fazla rehinenin tutulduğunu unutmamalıyız; aralarında Avusturyalı iki çocuk babası da var. Hamas bir terör örgütüdür ve amacı İsrail’de ve Gazze’de yıkım, korku, acı ve sefalet yaymaktır. Masum Filistinlilerle, erkeklerle, kadınlarla ve çocuklarla yaptıkları ticaret de dahil olmak üzere onların ticareti ölümdür.

-Bazı gözlemciler, Avusturya’nın UNRWA’ya yaptığı yardımın durdurulmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olmadığına inanıyor. Ajansı finanse etmeye ne zaman devam edeceksiniz?

*Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıda UNRWA çalışanlarının parmağı olduğuna ilişkin iddialar son derece kaygı verici. Başta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmak üzere UNRWA ve Birleşmiş Milletler adına tam şeffaflık çağrısında bulunuyoruz. Bu bizim için çok üzücü, çünkü biz Avusturya vatandaşlarının BM ile özel bir ilişkisi var. BM’nin genel merkezlerinden birine Viyana’da ev sahipliği yapıyoruz. Ancak bu suçlamalarla ilgili bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yapılması gerekiyor. Tüm iddialar incelenene ve ortaya çıkan sonuçlar netlik kazanana kadar Avusturya, uluslararası ortaklarla koordineli olarak UNRWA’ya yapılan tüm ek ödemeleri askıya aldı. Bir kez daha açıklığa kavuşturmak gerekirse, parayı geri çekmedik, bunun yerine ödemeyi şimdilik durdurduk ve soruşturmanın sonuçlarını bekliyoruz. Ne olursa olsun Avusturya, diğer uluslararası yardım kuruluşları, Dünya Gıda Programı ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu aracılığıyla Gazze’deki sivil nüfusu desteklemeye devam ediyor. Avusturya, insanların çektiği acıları hafifletmek amacıyla 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladı.

-İsrailli yerleşimcilerin Filistin’de uyguladığı şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

* Batı Şeria’daki yerleşimler uluslararası hukuka aykırı. İsrailli yerleşimcilerin uyguladığı şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aslında aşırıcı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum ve bunu başından beri de söyledim.

-İsrail’in bölgede yarattığı gerilim, savaşın kapsamını ne kadar genişletebilir?

*Savaşı kimin çıkardığını unutmamak gerekiyor. Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırı, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerden bağımsız olarak suçu yalnızca İsrail’e atmıyor, meseleleri aşırı basite indirgemek anlamına geliyor. Gerçekten de diğer bölgesel aktörler, Hamas saldırısını kendi siyasi gündemlerini sürdürmek için bir fırsat olarak kullandılar. Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları bu pervasız davranışın bir örneğidir. Bölge, gerilimin daha da artmasına tahammül edemez. Geçtiğimiz haftalarda iki kez görüştüğüm Suudi Dışişleri Bakanı Prens Bin Farhan da dahil olmak üzere Arap ortaklarla yaptığım ikili görüşmelerde, bu kısır döngüye son verme yönündeki ortak hedefimizin net olmasını büyük takdirle karşılıyorum.

swevfedv
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

-Kızıldeniz’de seyrüseferi güvence altına almak için ABD liderliğindeki koalisyon hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Husilerin Kızıldeniz’deki sivil kargo gemilerine yönelik pervasız ve ayrım gözetmeyen saldırıları uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bölgesel güvenliği baltalıyor ve küresel ticareti ve tedarik yollarını tehdit ediyor. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki güvensizliğin küresel ekonomi ve refah üzerinde büyük etkisi var. Çoğu çatışmanın sadece bölgesel olmadığını görebiliyoruz ve bu belki de yirmi birinci yüzyılın özel bir özelliğidir. Tıpkı Rusya’nın saldırgan savaşının küresel yansımaları olduğu gibi Orta Doğu’daki çatışmanın da etkileri var. Husi saldırıları nedeniyle ticari gemiler, Ümit Burnu’na yönlendirilmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyeti yüksektir ve dünya genelinde gıda, ilaç ve enerji fiyatlarının daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

ABD liderliğindeki Refah Muhafızı operasyonu, Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uluslararası çabaların omurgasını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa Birliği (AB), bölgedeki deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla hızla ASPIDES operasyonunu başlattı. Avusturya, küresel ticarette güvenliği desteklemek amacıyla ticari gemileri denizdeki saldırılardan korumayı amaçlayan bu deniz varlığına katılacak.

-Suudi Arabistan- Avusturya ilişkilerinin geleceği nedir? En önemli işbirliği alanları nelerdir? İki ülke arasında üzerinde çalışılan bir işbirliği projesi var mı?

*Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır ve iki ülke arasında özellikle siyasi ve ekonomik alanlardaki yakın ilişkileri takdir ediyorum. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda üst düzey ikili ziyaret gerçekleşti. Ekonomik açıdan bakıldığında iddialı Suudi 2030 Vizyonu, özellikle yenilenebilir enerji söz konusu olduğunda Avusturyalı işletmelere ve şirketlere ilginç fırsatlar sunuyor. Avusturya uzun yıllara dayanan deneyime sahip ve bu alanda iyi durumda olan birçok şirkete sahipken, iki ülke arasındaki temaslar da yoğunlaşıyor. 2023 yılında yaklaşık 200 bin Suudi turist, Avusturya’yı ziyaret etti. Avusturya’nın Riyad Büyükelçiliği de Krallık’taki Suudi ve Avrupalı ​​ortaklarla çok çeşitli kültürel projeler uygulayarak ikili kültürel alışverişi geliştirmek için çalışıyor. Bu vesileyle, Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasında çalışmalarına yeniden başlandı.

-Körfez- Avrupa Bakanlar Konseyi toplantıları ne gibi sonuçlar doğurdu? Şu anda ortak bir proje yürütülüyor mu?

*Bu düzenli bakanlar düzeyindeki toplantılar, AB ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik işbirliğini güçlendirmeyi, koordine etmeyi ve genişletmeyi amaçlıyor. Ortaklığımız ticaret, enerji ve yeşil geçiş gibi karşılıklı çıkarları ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Geçen yılki toplantı, Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla aynı zamana denk gelen 7 Ekim’den hemen sonra Maskat’ta yapılmıştı. Bu koşullar altında olağanüstü bir toplantıydı. Ancak bu, Körfez ülkeleri ve Avrupa’nın hem İsrailliler hem de Filistinliler için iki devletli çözümü yeniden canlandırma konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Hepimiz istikrarlı ve müreffeh bir Orta Doğu istiyoruz. Bu, aynı zamanda Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden normalleşmeyi de içeriyor elbette.

-Donald Trump’ın, NATO’nun AB ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*NATO’nun diğer tarafıyla ilgili açıklamaların özellikle seçim öncesi abartılmaması gerekiyor. Özellikle seçim öncesi dönemde ABD gibi küresel bir oyuncunun bile güçlü ortaklara ihtiyacı var ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı göz önüne alındığında, birbirimize yakın durmamız her zamankinden daha önemli. Avusturya bu transatlantik ortaklığı güçlendirmeye tamamen kararlıdır. Biz NATO’da müttefik değiliz. Ancak demokratik değerler ve ortak çıkarlar çerçevesinde birleştiğimiz ABD ile yakın ilişkilerimize değer veriyoruz.

-Rusya karşısında Ukrayna’ya silahlı maddi desteğinize rağmen Rusya ile diyalog kapısının açık tutulmasını talep ediyorsunuz. Bunun sırrı nedir?

*Savaşlar nadiren savaş alanında, çoğunlukla da müzakere masasında biter. Bu amaçla, iletişim kanallarını sürdürmek için BM ve hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın bağlı olduğu Viyana merkezli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi diyalog platformlarına ihtiyacımız var. Bu en iyi haliyle klasik çoğulculuktur. Kendi dış politikamızın ‘yankı odalarına’ girme eğiliminin hayatlarımıza yönelik bir tehdit olduğuna inanıyorum. Elbette şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yapıcı bir diyalog yürütmekten çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi büyük aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bir şey çok açık: Ukrayna müzakereleri Ukrayna olmadan yürütülemez. Rusya’nın egemen bir ülkeyi, neo-emperyalist güdüsüyle, bu ülkenin var olma hakkına sahip olmadığına inanarak işgal ettiğini unutamayız. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü yasadışı ve haksız saldırı savaşında uluslararası hukuku ve insancıl hukuku bariz bir şekilde ihlal etmesi karşısında Avusturya, siyasi açıdan tarafsız kalamaz ve kalmayacaktır. Ukrayna’yı ilk günden itibaren insani alanda güçlü bir şekilde destekledik. Ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle hiçbir zaman askeri teçhizat konusunda desteklemedik.

-Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının Avusturya’nın güvenliği ve ekonomisi üzerindeki etkisi nedir?

*Size bir örnek vereyim: Ukrayna’nın Lviv şehri Viyana’ya Avusturya’nın batı kesiminden daha yakın. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlangıcından bu yana, yerinden edilmiş 107 bin Ukraynalı Avusturya’da kayıt altına alındı. Yaklaşık 70 bin kişi şu anda Avusturya’da ikamet ediyor ve 40 binden fazla kişi destek alıyor. Gördüğünüz gibi bu savaş sadece Avusturya’yı değil tüm Avrupa’yı etkiledi. Ancak bu bir Avrupa savaşı değil. Ancak etkileri küresel ölçeğe ulaştı. Küresel gıda fiyatlarını veya enerji güvenliğini düşünün. Rusya’nın yakın çevremiz olan Batı Balkanlar’da yarattığı istikrarsızlığa da tanık oluyoruz. Bu da endişeyle takip ettiğimiz bir diğer gelişme.

-Bazı tarafsız Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*Her ülkenin kendi tarihi ve kendi coğrafi konumu vardır. Rusya’nın doğrudan tehdidine ve Ukrayna’ya yönelik askeri saldırganlığına yanıt olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararına saygı duyuyoruz. Ancak Avusturya’nın durumu farklı. Askeri tarafsızlık ve Avrupa dayanışması güvenlik politikamızın ayırt edici özellikleridir ve biz buna çok değer veriyoruz. En önemlisi, hiçbir zaman siyasi ve ideolojik olarak tarafsız olmadık. Uluslararası hukuk kırmızı çizgimiz olmaya devam ediyor. BM Tüzüğü saldırıya uğradığında asla sessiz kalmayacağız. AB’nin onursal üyesi ve NATO’nun uzun vadeli ortağı olarak, kriz yönetimi görevlerinde kuvvetler ve polisle birlikte çalışmak da dahil olmak üzere, Avrupa ve ötesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

-Avusturya’nın Sudan krizi konusundaki tutumu nedir?

*Şu anda sorunlu alanlara inanılmaz derecede odaklanıyoruz. Ancak Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Sahel’de olup bitenlerin ortasında, çok endişe verici diğer gelişmeleri de unutmamalıyız. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma, Sudan’ı sivil halk için insani bir kabusa sürükledi. Her iki tarafı da saldırıları derhal durdurmaya, müzakere masasına dönmeye ve sivil yönetime sorunsuz ve hızlı bir geçişin önünü açmaya çağırıyoruz. Ancak aynı zamanda, ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin faillerinden, hangi savaşan gruba mensup olduklarına bakılmaksızın hesap sorulmalıdır.