Arap dünyasının durumu (4): Arap ülkelerinin ulusal güvenliği

Uluslararası toplumun ve Ortadoğu’nun güvenlik sahasında bir kaos ve değişim dönemi yaşanırken büyük güçlerin güvenlik kapsamı daraldı ve birçok şey açığa çıktı

Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)
Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)
TT

Arap dünyasının durumu (4): Arap ülkelerinin ulusal güvenliği

Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)
Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)

Nebil Fehmi
Bugünkü yazımız Arapların durumuna ilişkin kaleme aldığımız dördüncü ve son makale. Her ne kadar acil olarak değerlendirilmesi gereken uluslararası olaylardan ötürü ertelenmiş ve buna göre düzenlenmiş olsa da bu yazı dizisini Arap ulusal güvenliğine ilişkin açıklamalarla bitirmek belki de daha uygun olacaktır.
Arap ülkelerinin her birinin kendi ulusal güvenliğinin kavramlarını ve sınırlarını yöneten özel ulusal öncelikleri ve kaygıları olması gayet doğal bir durumsa da Arap ülkelerinin çoğunluğunun kavramları arasında, bölgesel düşüncelerin ulusal güvenlik kavramlarının belirginleşmesinde ve bunlarla ilgili kararların şekillenmesinde önemli bir yer ve ağırlığa sahip olması da dahil birtakım ortak özelliklerin bulunduğuna dikkat çekiliyor. Arapların büyük bir bölümü, Avrupa sömürgeciliği belasına maruz kaldıktan sonra politikalarını, kültürel birikimlerini, tarihlerini ve kimliklerini korumaya önem verdiler. Arap milliyetçiliğine yönelik görüşlerin ve duyulan heyecanın farklı olmasına rağmen buna bağlı kaldılar. Milli siyasi kimliğin korunması, Arap ülkelerinin ulusal güvenlik standartlarında özel bir yere sahiptir. Tıpkı Arap-İsrail çatışması ve özellikle uzun süredir herkesin aklını meşgul eden ortak bir mesele olan Filistin meselesinde olduğu gibi.
Göz ardı edilemeyecek bir diğer ortak nokta ise tarihi ve stratejik konumunun yanı sıra zengin enerji kaynakları Arap bölgesini Soğuk Savaş döneminde büyük güçler arasında bir rekabet sahasına dönüştürmesidir. Denizlerde seyrüsefer özgürlüğünü ve ucuz enerji kaynaklarına erişimi garanti altına alma arayışı çerçevesinde Arap bölgesine imrenilerek bakılması batıda, doğuda, kuzeyde ve güneyde bulunan Arap ülkelerinin ulusal güvenlik denklemlerine büyük uluslararası güçlerin değerlendirmelerinin ve hesaplarının dahil edilmesine neden oldu. Çoğu, güvenlik hesaplarında ve kararlarında bir süper güce bağımlı hale geldi.
Arap ülkeleri için ulusal güvenlik kavramını şekillendirmede bölgesel ve uluslararası meselelerin dahil edilmesi, Arap ülkelerinde ulusal güvenliğin doğru tanımlanmasında ve özellikle harekete geçmeyi ve ulusal askeri yeteneklerini kullanmayı gerektiren noktalarda bir dereceye kadar belirsizliğin olmasına yol açtı.  Çünkü karar yalnızca ulusal hesaplara bağlı ya da pratik bir şekilde uygulanabilir yahut sadece Arap tarafların elinde değildi.
Bazen Arap ülkeleri arasında, örneğin 1990'larda Yemen’deki durum gibi bölgesel ve ulusal kavramlar bakımından ya da Sovyetler Birliği'nin Mısır ve Suriye'nin Ekim 1973 savaşını başlatma kararı konusunda pek hoşnut olmadığı zamanlarda tanık olduğumuz gibi, Arapların arzuları ve kararları ile onları destekleyen büyük güçlerin tutumları bakımından bir çelişki ve çatışma ortaya çıkıyordu. Öte yandan Batılı ülkeler, Körfez ülkelerinin İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ihraç etmeyi durdurma kararına itiraz ettiler. Bu ülkelerin birçoğunun, Mısır ve Suriye'yi desteklediği ya da diğer konularda Körfez ülkelerine güvenlik kalkanı sağladığı biliniyor.
Arap ülkeleri, geçtiğimiz günlerde ABD'nin yaptığı gibi, ulusal güvenliklerinin temellerini ve felsefesini ayrıntılı olarak tanımlayan resmi açıklamalar yayınlamaya alışkın değiller. ABD, Çin'in Amerikan çıkarlarına yönelik tehdidine özel olarak değinen resmi bir açıklamada bulunmuştu. Her ne kadar yakın geçmişte edinilen tecrübeler, Arap ülkelerinin birçoğunun güç kullanmaktan ya da tehdit etmekten çekinmedikleri ciddi belirleyicileri ve sorunları olduğunu kanıtlamış olsa da bunların çoğu, ulusal sınırların korunması ve komşu ülkelerin iç işlerine doğrudan ya da başka bir şekilde müdahale edilmesinin önlenmesiyle ilgiliydi. Yani, ulusal güvenliğin genellikle süper güçlerle stratejik dış, bölgesel Ortadoğu ve ülkelerimizin her birinin doğrudan çıkarlarını korumakla ilişkili ulusal olmak üzere üç çevreden oluşturulmuş ve bunlardan etkilenmiştir. Elbette her bir çerçevenin etki oranının bir ülkeden diğerine farklılık gösterdiği unutulmamalı.
Öte yandan, genel olarak Arapların tarih ve güvenlik konularında devraldıkları miras, sınırlar dışında güç kullanımını geciktiren iyi huylu bir Arap kültürü yarattı. Bu iyi huylu gecikmeye İran'ın Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) adalarını işgal ettiği gibi Arap ülkelerinin topraklarının bir kısmının işgal edilmesi sırasında ya da Mısır’ın Etiyopya ile güç kullanımı yerine müzakereyi tercih ettiği, halkının temel ihtiyaçları için bir tehdit oluşturan su anlaşmazlığında olduğu gibi çeşitli sınır anlaşmazlıklarının yaşandığı dönemde tanık olduk. Burada ret değil, erteleme ifadesini kullanmamın nedeni var. Mısır, iki yıl önce Türkiye'nin Sirte’den Cufra’ya kadar Libya’da belirli noktaları ihlal etmesinin ulusal güvenlik ihlali olarak kabul edildiğini ve sonuçları olacağını açıklamıştı. Bu açıklama, temel olarak ulusal diyalogda belirli coğrafi noktaların ötesine geçen güvenlik risklerine dayanan bu kavramın mantıklı ve geleneksel bir uygulamasıydı. Hamdolsun uyarı ciddiye alındı ​​ve doğrudan bir çatışma yaşanmadı.
Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu ülkelerinin, komşu ülke Yemen’deki meşru hükümetin zarar görmesinin ulusal güvenliklerine karşı tehdit oluşturduğu düşündükleri başka bir olaya tanık olduk. Yani özellikle İran’ın desteği ve emelleri çerçevesinde, komşu ülkede meşruiyeti baltalama düşünceleriyle bölgesel güvenlik tehditlerini birleştiren bir meseleye şahitlik ettik. Bu aynı zamanda, Arap ülkelerinin ulusal vizyonlarının başlıca müttefikleri olan ABD’nin vizyonuyla ters düştüğü açık bir örnektir. Yemen meselesi, Suudi Arabistan liderliğindeki Arap koalisyonu ile güvenlik alanındaki ana müttefik ülke ABD arasında tanık olduğumuz bir çekişmeye neden oldu. Bu çekişmeye, petrol üretimindeki artışla ilgili olarak son haftalarda yeniden tanık olduk.
Eğer konu Filistin gibi kapsamlı bir bölgesel mesele değilse, güç kullanımına ilişkin Arapların daha çekimser kavramlarına ve düşüncelerine dair başka örnekler de var. Anayasası sınırlarının dışında güç kullanımını yasaklayan Cezayir'in durumunu buna örnek gösterebiliriz.
Arap ülkelerinin ulusal güvenliğinin hesapları, düşünceleri ve kültürü ne olursa olsun, uluslararası toplumun ve Ortadoğu’nun güvenlik sahasında bir kaos ve değişim dönemi yaşadığını söylersek abartmış olmayız. Büyük güçlerin güvenlik kapsamı daraldı ve birçok şey açığa çıktı. Bölgesel güvenlik dengesi Arapların çıkarları aleyhine bozuldu. Arap ülkelerinin ulusal güvenliğine yönelik tehditler artarak çeşitlendi. Bu tehditlerin bir kısmını bir noktadan diğerine hareket eden radikal akımlar, bir kısmını da uzun menzilli füzeler, uydulardan sağlanan iletişim, insansız hava araçları (İHA) ve yapay zeka uygulamalarına kadar uzanabilecek siber savaş gibi gelişmiş silahlar oluşturuyor. Bu yüzden Arap ülkelerinin geleneksel olmayan adımlarla ilgili kararlar alarak ve çalışmalar yaparak imkanlarını desteklemek için ulusal güvenlik konusuna gerekli ilgiyi göstermelerini umuyorum.
Bu adımları şöyle sıralayabiliriz:
1- Daha fazla dost edinmek, siyasi ve güvenlik alanında müttefikleri çoğaltmak
2- Güvenlik kabiliyetlerini artırma aşamasında çatışma ya da çatışmaların şiddetlenmesini önlemek için etkinliğini ya da diplomatik ve siyasi faaliyetlerini artırmak
3- Komşu ülkelerle bir güvenlik dengesi oluşturmaya özel bir önem vererek yakın gelecekteki tehlikelere hazırlık olarak yeni teknolojilere özel olarak odaklanmak, askeri ve güvenlik yeteneklerini çeşitli silah kaynaklarıyla güçlendirmek ve kendi yeteneklerini geliştirmek
4- Çoğu barışçıl ve askeri olmak üzere çift yönlü kullanım özelliğine sahip siber türevleri, uzaktan iletişim araçları, yapay zeka ve bazı ülkelerin ve akımların yasa dışı teknoloji kullanımına özel olarak odaklanarak yeni teknolojileri ülkelerine çekmek ve yerelleştirmek
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından İndependet Arabia’dan çevrilmiştir.
 



İsrail'in Filistin'e yönelik planlarına ciddi şekilde karşı çıkmak

Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
TT

İsrail'in Filistin'e yönelik planlarına ciddi şekilde karşı çıkmak

Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)

Nebil Fehmi

Geçtiğimiz günlerde büyük bir uluslararası toplantıya ilk gününde düzenlenen önemli bir genel oturumun ana konuşmacısı olarak katıldım. Diğer konuşmacı Irak ve Afganistan'da önemli bir rol oynamış, tanınmış ve önemli eski bir Amerikan askeri figürdü. Kendisi İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefine ulaşmak için sağlam askeri planlar benimsememesi karşısında duyduğu şaşkınlığı ve eleştirisini dile getirdi. Açıkça Philadelphia Koridoru dahil olmak üzere İsrail'in daha fazla bölgeyi kontrol etmesi çağrısında bulundu.

Konuşmacıyla meselenin askeri yönlerini tartışmadım, bunun yerine askeri operasyonun siyasi bir hedefe ulaşmak için bir araç olduğunu, tam tersi yani siyasi hedefin askeri operasyonun bir aracı olmadığını kendisine ilettim. Ayrıca ABD'nin Irak ve Afganistan'daki deneyiminin umulduğu gibi başarılı olmadığını da belirttim. Filistinliler arasındaki büyük can kayıplarını, İsrail hükümetinin aşırılıkçı pozisyonlarını, açıklamalarını ve askeri planlarını göz ardı ederek, Hamas'ın ortadan kaldırılmasına odaklanmasına şaşırdığımı ifade ettim. Zira bu planlar İsrail’in gerçek amacının Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, Filistinlilere baskı yapmak için onları Gazze Şeridi'nin belirli bölgelerinde toplamak, hem orada hem de Batı Şeria'da yerleşim birimlerini genişletmek dahil olmak üzere çeşitli yollarla zorla göç ettirmek olduğunu yansıtıyor.

Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı yakın zamanda ülkesinin bir Filistin devleti kurulması fikrini prensip olarak tamamen reddettiğini açıkça beyan etmekten çekinmedi. İsrailli Bakan Ben-Gvir, Gazze'deki durumun çözümünün müzakereler değil kan dökmek olduğunu deklare ederek, ABD Özel Temsilcisi Witkoff'un çabalarını eleştirdi. Fransa Cumhurbaşkanı’na Fransa Filistin devletini tanımak istiyorsa, kendi topraklarında ona bir yer ayırsın dediğinde de ne yazık ki, ABD'nin İsrail büyükelçisi onu desteklemişti.

Filistin davasının tamamen ortadan kaldırılması, aylar önce Mısır, Katar ve Amerikan çabalarıyla ulaşılan ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan İsrail'in geri çekilmesinin ardındaki gerçek ve temel hedeftir. Savaşın bu hedef yönünde devam etmesi, Başbakan Netanyahu için hükümet koalisyonu içindeki aşırı sağcı eğilimin devamını da sağlayacak güvenli limandır.

Uluslararası kamuoyunun İsrail'e karşı derin bir öfke duyduğu ve insanlık dışı politikalarını ve uygulamalarını reddettiği bir sır değil. Filistinlileri yerinden etmeye yönelik Amerikan önerisi ve İsrail'in çabaları geniş çaplı bir küresel öfke uyandırdı. Batı Şeria’da işgal altındaki Filistin topraklarında 750 bin İsrailli olduğu için iki devletli çözüm çağrısının pratiğe geçirilmesinin zor olduğuna işaret edildiği bir zamanda, iki milyon Filistinliyi topraklarından zorla göç ettirmenin mantığı, uygunluğu ve gerçekçiliği yaygın bir şekilde kınanıyor.

Tüm bunların ortasında, Filistinliler arasında açlığın yayıldığını ve derinleştiğini, Filistinli kurbanların sayısının arttığını ve çoğaldığını, İsrail'in ise buna tamamen kayıtsız kaldığını görüyoruz. Acil soru şu; uluslararası toplumun güvenlik ve emniyet için çabalayan, hakka bağlı kalan, haksızlığı reddeden devletler olarak hepimizin insanlığımızı ve güvenilirliğimizi kaybetmemize neden olan bu acı gerçekle başa çıkıp değiştirmesi için ne gerekiyor? Bu soru ısrarla soruluyor ve tekrarlanıyor, işleri ilerletecek, acıları hafifletecek, tüm halklar, bölge ve dünya için güvenlik ve istikrar sağlayacak şekilde çatışmayı çözüm ve uzlaşı yoluna sokacak önlemlere ulaşılmaya çalışılıyor. Savaşı ve dökülen kanı durduracak belirli ve somut önlemlere ulaşılmak isteniyor, zira koşullar artık sadece kınama ve suçlama ile yetinmeye olanak tanımıyor.

İki paralel süreçte net ve belirli önlemler almazsak durumun değişmeyeceğini, aksine daha da kötüleşeceğini söylemek abartı olmaz. Birincisi, Filistin halkının hayallerinin anlaşıldığını ve desteklendiğini hissetmesi için 1967 sınırlarına dayanan, işgal altındaki topraklarda bir Filistin devletinin daha geniş bir şekilde tanınması. Böylelikle İsrail arenası kibirle diretmesinin ve şiddete başvurmasının ters bir etki ve iki devletli çözüm için daha geniş bir siyasi destek yarattığını hissedebilir.

 Eşit derecede önemli, hatta daha önemli olan diğer süreç, hem kişisel hem de kurumsal olarak genel uluslararası ve insani hukuku ihlal edenlerden hesap sormak için bir dizi önlem üzerinde anlaşmaktır. Yani insanlığa karşı suçlar için cezalandırıcı önlemler uygulanmalı, lider ve kurumlar bu önlemleri almanın sorumluluğunu yüklenmeli. Buna, ateşkesi reddetmeye ve zorla göç ettirmede diretmeye, soykırım uygulamaya devam ettiği sürece İsrail’e silah ihracatını ve onunla iş birliği anlaşmalarını durdurmak da dahil. Bunun için uygun mekanizmalar sunan birçok ulusal ve uluslararası yasa bulunuyor. Buradaki amaç, İsrail toplumunun bir bütün olarak uluslararası toplum tarafından kabul edilemez ve yasak olan politikalara ve uygulamalara devam etmenin sonuçları olduğunu hissetmesini sağlamaktır. Aynı durum, Batı Şeria veya Golan Tepeleri'ni ilhak etme gibi İsrail ihlalleri için de geçerli olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz Haziran ayı içinde New York'ta iki devletli çözüm hedefini uygulama yolları ile ilgili Suudi Arabistan ve Fransa tarafından koordine edilen bir konferans düzenlenecek. Konferans için kapsamlı hazırlıklar devam ediyor ve çeşitli alanlarda uzman komiteler, hazırlıkları tamamlamak, prosedürler ve düzenlemeler üzerinde anlaşmak için toplanıyor. Bu, kendi başına, Gazze'deki suçlara ve iki devletli çözüme yönelik çabalara daha fazla siyasi ivme kazandırma fırsatı sunan iyi bir adım.

Konferansın öncesinde ve sonrasında Filistin devletinin daha fazla tanınmasına yönelik bir dizi adım atılması gerektiğine inanıyorum, çünkü çatışmanın barışçıl çözümüne destek, yalnızca ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde meşru Filistin haklarına yönelik açık bir desteğin toplanmasıyla elde edilebilir.

Konferans ayrıca, İsraillileri ihlallerinden sorumlu tutmak için bir dizi önlem ve tavsiye yayınlamalı ki eylemlerinin hesapsız kalmayacağı, uluslararası toplumun uluslararası normlara aykırı ihlaller karşısında eli kolu bağlı kalmayacağı yönünde net ve kararlı bir mesaj verilsin.

Ülkeler uygun pozisyonlar alır ve konferansta destekleyici kararlar, hesap sormaya dönük icraatlar açıklanırsa, İsrail'in Filistin davasını ortadan kaldırmaya yönelik mevcut politikalarının başarısızlıkla sonuçlanacağının, insanlık dışı güvenlik uygulamalarının kendisi için sonuçlarının kötü olacağının farkına varacağına inanıyorum. Bu görüş kanıtlanırsa, üç yıl içinde uygulanacak Mısır-Arap önerisine uygun olarak Gazze'deki durumu içeren kapsamlı bir plan önerilebilir. Buna ek olarak, beş ila sekiz yıl içinde 1967 sınırlarına dayalı bir Filistin devleti kurulması için bir yol haritası belirlenebilir. O zaman ve işgalin sona ermesi, başkalarının topraklarını işgal etmeyen devletler arasında bölgesel bir güvenlik kurumu ve sistemi kurulmasıyla İsrail ile Arap devletleri arasında normal ilişkiler kurulabileceği vurgulanabilir. Bu, anlaşmanın bölgesel ve BM Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere uluslararası olarak onaylanması, böylece hedefler konusunda önceden ve kapsamlı bir taahhütte bulunulması, ayrıntıların ve prosedürlerin müzakereye bırakılmaması anlamına geliyor

Mazlum halka destek olmadan, uluslararası ve insani hukukun bütün kurallarını ihlal eden  insanlık dışı işgalci devletten hesap sormadan, siyaset arenasını etkileme ve değiştirme fırsatı olmadığını bir kez daha vurguluyorum.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.