Şarku’l Avsat’a konuşan SDG lideri Mazlum Abdi, ABD'nin Türkiye’nin olası askeri operasyonunu engellediğini Suriye'deki Rus güçlerin komutanı General Alexander Chaiko'nun Ankara ile arabuluculuk yapmak için kendisini ziyaret ettiğini iddia etti

Mazlum Abdi: Siyasi çözüm için gerekli koşullar oluşmadan Şam'a gitmeyeceğim

Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)
Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)
TT

Şarku’l Avsat’a konuşan SDG lideri Mazlum Abdi, ABD'nin Türkiye’nin olası askeri operasyonunu engellediğini Suriye'deki Rus güçlerin komutanı General Alexander Chaiko'nun Ankara ile arabuluculuk yapmak için kendisini ziyaret ettiğini iddia etti

Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)
Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, ABD eski Başkanı Donald Trump yönetiminin, 2019 yılı sonlarında Türkiye'nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik askeri operasyonuna karşı durmayarak SDG'li müttefiklerine ‘ihanet ettiğini’ söyledi. Abdi, ABD yönetiminin henüz Türkiye'nin olası kara harekâtına yeşil ışık yakmadığına dikkat çekti.
SDG’nin başka bir ihanete uğramaktan endişe edip etmediğine dair bir soruyu Abdi, her zaman endişeli olduklarını söyledi. Abdi, “Ancak yeni ABD yönetiminin vaatlerini ve taahhütlerini yerine getireceğini ve Türkiye'nin herhangi bir operasyon yapmasına izin vermeyeceğini umuyoruz” dedi. Türk savaş uçaklarının Deyrizor bölgesine girerek 80 kilometre derinlikteki el-Hol Kampını hedef aldığını söyleyen Abdi, “Suriye’nin tüm hava sahası açıktı ve ABD, açıklamada bulunmaktan başka bir şey yapmadı” şeklinde konuştu.

Mazlum Abdi (Şarku’l Avsat)
Kendisini Fırat'ın doğusundaki karargahında ziyaret eden Suriye’deki Rus güçlerin komutanı General Alexander Chaiko ile yaptığı görüşmenin içeriğinden ve General Chaiko’nun Ankara ile aradaki arabulucu rolünden bahseden Abdi, “Rusya'nın şu an Türkiye ile aramızda tarafsız bir konumda olduğunu, 2019 Soçi Anlaşması'nı uygulamaya ve oluşan ihlalleri gidermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Türkiye ve gerçekleştirdiği ihlallerle ilgili birçok gözlemimiz var” ifadelerini kullandı.
SDG’nin Suriye ordusuna dahil edilmesine yönelik iddialara Abdi şu yanıtı verdi:
“SDG, genel olarak Suriye ordusunun savunma sisteminin bir parçası olmakla birlikte bizim bazı şartlarımız ve detaylarımız bulunuyor. On yıldır savaşan 100 binden fazla unsurumuz var. Anayasal ve yasal bir çözüme ihtiyaç duyuyorlar. SDG'nin ordu içinde özel bir rolü olmalı.”
Şam'a (müzakereler için) heyetler gönderdiklerini söyleyen Abdi, “Şam'a siyasi bir çözüm için gerekli koşullar oluştuğunda gitmek istiyorum” diye konuştu.
İşte SDG lideri Mazlum Abdi’nin pazartesi akşamı Zoom uygulaması üzerinden verdiği röportajın tam metni:

-SDG, DEAŞ terör örgütüyle mücadelede ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon güçleri ile iş birliğinin sona erdiğini resmen duyurdu. Aynı tarihlerde Uluslararası Koalisyon güçlerinin ve ABD’lilerin SDG ile iş birliği içinde temas noktalarında bir grup devriye düzenlediğini gördük. Bu konu hakkında ne söyleyeceksiniz?
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için devriye görevi gerçekleştiren güçlerin, Türkiye’nin aralıksız bombardımanlarının ve operasyonlarının durdurulmasını sağladığını belirtmiştik. Durum bundan ibaretti ve özellikle hava saldırıları düzenlenen dönemlerde devriye görevleri azaltıldı ve imkan oldukça devriyeler gerçekleştirildi. Şu an ortak çalışmalar yeniden başlamış durumda. Güvenlik durumuyla ilgili olarak bir ara verildi ve bu durum biraz düzeldiği için ortak iş birliği kaldığı yerden devam etti.

-O halde SDG ile Uluslararası Koalisyon arasındaki gerek DEAŞ ile mücadele, gerek devriyeler açısından iş birliği eski haline döndü. Yani tam olarak, ayın 20'sinden önceki durumuna.
Evet, ayın 20'sinden önceki haline geri döndü.

-Son günlerde Türkiye’nin yoğun hava saldırılarının azaldığı gözlemlendi. Sizce bunun sebebi nedir? Gerçekten ABD’nin Ankara üzerindeki baskısının bir sonucu mu?
ABD’nin Ankara üzerindeki baskısının bir ölçüde etkili olduğunu ve Ankara üzerindeki uluslararası baskının da zamanla arttığını düşünüyorum. Ankara gerek Rusya gerek ABD ile yaptığı mutabakatları ihlal etti. Bu büyük bir baskıyla sonuçlanarak hava saldırılarının azalmasına neden oldu. Bombardımanların azalmasındaki ikinci faktör de açık konuşmak gerekirse bizim askeri güçler olarak iyi hazırlanmış olmamız. Örneğin Kobani (Ayn el-Arab), Menbiç ve Tel Rıfat F-16 savaş uçaklarının ağır bombardımanlarına ve binlerce topçu atışına maruz kaldı. Fakat SDG, herhangi bir kayıp vermedi. Türkiye, Haseke ilindeki altyapı düzeyinde bile istediği sonucu alamadı.

-ABD’nin Türkiye'ye 10 gün boyunca operasyon düzenlemesine ‘izin verildiğine’ dair dile getirilmeyen bir yeşil ışık yaktığını düşünenler var. Bu yüzden gaz ve petrol sahalarını ve bu sahaların yakınlarındaki ABD’nin kullandığı askeri üsleri hedef aldığına tanık olduk. ABD’nin Türkiye’ye yeşil ışık yakmış olma ihtimali hakkında bir bilginiz var mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Karadaki aktif güçler arasında bir yeşil ışık ya da koordinasyon olduğunu söyleyemeyiz. Ancak Uluslararası Koalisyon güçlerine yönelik bir eleştirimiz var. Eğer taahhütlerini iyi yerine getirselerdi bu boyutta bir bombardıman gerçekleşmezdi. ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) da belirttiği gibi Türkiye'nin Amerikan askerlerini tehlikeye atmasından ötürü bombardımanlara karşı tutumları zayıftı.

-Türk savaş uçakları gerçekten Suriye hava sahasına girdi mi? Neredeyse Deyrizor'a kadar girdiğini söyleyenler var. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Deyrizor bölgesine girdiler. Sınırlardan 70 kilometre derinlikte bulunan Mekmen beldesi, 80 kilometre derinlikte bulunan el-Hol Kampını hedef aldılar. Suriye’nin tüm hava sahası açıktı.

-ABD onları durdurmak için hiçbir şey yapmadı mı?
Basın açıklamaları dışında hiçbir şey yapmadı.

-ABD ve Batı, Kürtlere 100 yılda 7 kez ihanet etti. ABD’nin bir kez daha ihanet etmesinden ya da Washington'ın DEAŞ’a karşı mücadelede büyük fedakarlıklar yaptıktan ve örgüte karşı savaşta kayıplar yaşadıktan sonra Kürtleri terk edeceğinden endişe ediyor musunuz?  ABD tarafından ihanete uğrama korkusu ya da endişesi var mı?
Önceki operasyon 2019 yılında gerçekleşti. O dönem Trump yönetimi ile Türkiye arasında bir koordinasyon vardı ve operasyon da bu koordinasyona dayanılarak yapıldı. Biz bunun ihanet olduğunu söyledik. Biden yönetiminin, bölgeye karadan askeri olarak giriş yapılmasına ve yıkıma izin vermeyeceğini belirttiler. Açıkçası, 2019 yılından beri, Türkiye'nin yeni bir kara askeri operasyonu yapmaması için ABD yönetiminden azami ölçüde baskı söz konusuydu ve buna izin verilmedi.
Biz her zaman endişeliyiz. Fakat mevcut ABD yönetiminin Türkiye ile daha önce yaptığı mutabakatlardaki taahhütleri yerine getirmesini, üzerine düşeni yapmasını ve Türkiye'nin herhangi bir askeri operasyon gerçekleştirmesine izin vermemesini umuyoruz.

-Birkaç gün önce bu bombardımanların ve Türkiye geriliminin Biden yönetimi için bir sınav olduğunu söylediniz. Sınavın sonucunu aldıktan sonra rahatladınız mı? ABD’nin ihanet etmediğinden emin misin?
Şimdiye kadar ABD’lilerin ve tüm Amerikan kurumlarının Türkiye ile doğrudan iletişim halinde olduklarını gördük. Türklerin, özellikle de (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan'ın bir sonraki seçimlerde iktidarda kalmak için herhangi bir operasyon yapamayacaklarını anlamaları için ABD’lilerden Türkiye üzerindeki baskıya devam etmelerini istediğimizi söyleyebiliriz.

-Sana ‘ihanet’ kelimesini söyletmeye çalışıyorum. İhanete uğrama endişesi taşıyor musunuz?
Açık konuşmak gerekirse henüz bir ihanet söz konusu olmadı. Endişeliyiz ve açıkçası ABD’nin tutumunun yeterli olmadığını düşünüyoruz, ama bu konuyu zamana bırakacağız.

-Bildiğiniz üzere 2019 yılında Rusya, Türkiye ve ABD arasında bazı mutabakatlar yapıldı. Türkiye, SDG'nin sınırlardan 30 ila 32 kilometre kadar derine çekilme taahhüdünü yerine getirmediğini söylüyor. SDG'nin taahhütlerini yerine getirmediği doğru mu, yoksa başka bir tablo mu var?
Herkes anlaşmalara harfiyen uyduğumuzu biliyor. 2019 yılından bugüne Rus garantörler var ve mutabakatlardan sorumlular. ABD ile Türkiye arasında da bir mutabakat var.

-Peki, pratikte taahhütlerinizi yerine getirmek konusunda ne yaptınız?
Öncelikle, Türklerin başlıca argümanı Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olduğuydu. Buna karşın SDG olarak şimdiye kadar bazı istisnai durumlar dışında bu bölgelerden Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden hiçbir eylemde bulunmağımızı söyledik. Özellikle bu bölgelerden Türkiye'ye karşı doğrudan askeri bir faaliyet olmadı.

-Türkiye, YPG’nin ve ağır silahların söz konusu bölgeden geri çekilmesini istemişti değil mi?
YPG, bu bölgede konuşlu değil. Şu an resmi olarak sınırda konuşlu olan güçler Suriye ordusu güçleridir ve tüm sınırlarda konuşlular.

-Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmediğinizi söylediniz, ancak Türkiye, İstanbul (İstiklal Caddesi) saldırısının SDG ve YPG ile bağlantılı bazı kişiler tarafından gerçekleştirildiğini ve kanıtlarının olduğunu söylüyor. Buna karşın ABD, İngiltere ve Avrupa ülkeleri ellerinde bu yönde bir delil olmadığını belirttiler. Türkiye de elindeki olduğunu söylediği bu kanıtı sunmadı. Türkiye’nin SDG'nin İstanbul saldırısı ile bağlantısına dair kanıtı size sunuldu mu?
Türklerin kimseyle iş birliği yapmaması ve ABD’ye bilgi vermemesi temel sorun. Edinilen bilgiler, iş birliği yapmadıklarını söylüyor. Basın aracılığıyla bilgi veriyorlar ve dünyanın bu bilgilere inanmasını istiyorlar. Biz de olayı terör saldırısı olarak kabul ettiğimizi ve saldırı hiçbir ilgimizin olmadığını beyan ettik.
Size yeni bilgiler vereyim. Türkiye tarafından resmi olarak değil ama basın aracılığıyla verilen bilgilere güveniyoruz. Bugün Türkiye’nin verdiği tüm bilgilerle ilgili soruşturmanın ilk bölümünü bitirdik. ABD tarafı dahil olmak üzere tüm ilgililere teslim ettik. Yine Türkler tarafından bazı bilgiler verildi ve tahkikat çok kısa sürede gerçekleşti. Saldırıyı gerçekleştiren kızın saldırıdan kısa bir süre önce ağabeyi, amcası ve diğer bazı aile üyelerinin yaşadığı Afrin'e defalarca kez gittiğini tespit ettik.

-Bugün Afrin'den Türkiye’ye ait bir noktaya bomba atıldı mı?
Bu konuda bilgim yok.

-Rusya ile görüşmeler ne olacak? Bazı haberlerde Türkiye’nin çok fazla bilgi sızdırdığını ve Suriye’deki Rus güçleri komutanının Kamışlı'ya geldiğini okuduk. Bunun dışında, Türkiye’nin gerginliği tırmandıran adımlarından sonra Rusya size tam olarak ne teklif etti?
Önce şu bilgiyi bir düzeltelim. Suriye’deki Rus güçleri komutanının Kamışlı Havaalanı’na geldiğini söylüyorlar. Oysa bizi ziyaret etmek için üslerimize geliyorlar.

-Sizi ziyaret etmek için ABD’nin kontrol noktalarından geçiyorlar mı?
Üssümüze geliyorlar ve bizi ziyaret ediyorlardı. Rus güçleri komutanı bize geldi. Rus güçleri komutanı General Alexander Chaiko ile görüşmelerimizi kısa bir süre önce tamamladık. Türkiye, Rusya'yı bizi 2019 tarihli Soçi Anlaşması'nın şartlarına uymaya zorlamamakla suçlarken Rusya, Türkiye’nin mutabakat şartlarına uymasını sağlamaya çalışıyor. Rusya'nın şu an Türkiye ile aramızda tarafsız bir konumda olduğunu, mutabakatın uygulanmasını sağlamaya ve ihlalleri sona erdirmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Türkiye’ye ve ihlallerine ilişkin birçok gözlemimiz var.
Örneğin sınırlardan 30 kilometre derinlikten bahsediyorlar. Son dönemde 70-80 kilometre derinliğe kadar girdiler, altyapı inşa ettiler. (Bu derinlikte) askeri güçleri ve sivilleri var. Bunların tamamı ihlaldir.  Türkiye'yi taahhütlerine uymaya zorlayarak üzerlerine düşeni yapmalarını istiyoruz. Elbette Türkiye'nin de bizimle ilgili olarak ulusal güvenliğini tehdit ettiğimiz şeklindeki bir gözlem de dahil olmak üzere bir takım gözlemleri var.
Tepki olarak bireysel ihlaller olsa bile taahhütlerimize uyarız. 2019’da yapılan anlaşmalara uyacağız. Resmi olarak sınırda olmadığımız halde 30 kilometre derinliğe çekilmemizi istiyorlar. Bölgede İç Güvenlik Güçleri (Asayiş) var ama onlar anlaşmanın dışında kalıyorlar.  Asayiş güçleri, geri çekilme kapsamında olmadığı için her yerde olacaklar. İnsanlar evlerini koruyorlar. Topluluk koruma güçleri sivil güçlerdir.  SDG güçleri de anlaşmalara bağlıdır.
Rusya tarafıyla görüşmelerimiz genel olarak, anlaşmalara uymalarını istediğimiz ihlallerin incelenmesini amaçlıyor. Türkiye'nin de bizimle ilgili bir takım gözlemleri var.

-Rusya'nın, Suriye rejimi güçlerinin yerlerine konuşlandırılması karşılığında SDG güçlerinin Kobani ve Menbiç'ten çekilmesini teklif ettiği söyleniyor. Bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?
Size şu bilgiyi vereceğim; esasen bu bölgelerde bulunan rejim güçlerinin sayısı bizim güçlerimizin sayısından  (yaklaşık iki katı kadar) fazla. Rejim güçleri Kobani, Menbiç ve Tel Rıfat'ta konuşlular. Rejim, bu söz konusu bölgelerde yeterli mevcudiyete sahip. Şu an Kobani ve Menbiç'e bir saldırı olsa bu bizden ziyade rejimin sorunu olacaktır. Rejim güçleri sınırda konuşlu ve hedef alınacak olanlar onlar. Böyle bir durumda rejimin ya savaşmama kararı alıp söz konusu bölgeleri Türk ordusuna bırakıp geri çekilmesi ya da savaşması gerekecek. Rejim güçleri, tankları, topları ve ağır silahlarıyla bölgede konuşlu haldeler. Onların söz konusu bölgelerdeki mevcudiyetini  bizim mevcudiyetimizle karşılaştırdığımızda, onların temel güçler olduğu anlaşılıyor. Şu an bizim güçlerimizin geri çekilmesine ve rejim güçlerinin girmesine gerek yok, çünkü onlar zaten oradalar. Eğer Asayiş güçlerinden ya da mevcut sivil kurumlardan ve Özerk Yönetim’in kurumlarından bahsetmek istiyorlarsa, kendilerini koruyan insanlarımız var ve bu başka bir mesele. Geri çekilmeyeceğiz.

-Suriye’deki Rus güçleri komutanıyla görüşme Rumaylan üssünde mi yoksa bakanın çiftliğinde mi gerçekleşti?
Bu soruya cevap hakkımı saklı tutuyorum.

-İran'ın milis güçlerini Halep kırsalına kaydırdığı ve sahada kendisini ortak olarak öne sürdüğü doğru mu?
İranlılar şu an Halep kırsalında Tel Rıfat ve eş-Şehba ile Nebil ve ez-Zehra bölgelerinde konuşlular. Fırat'ın doğusu ve el-Cezire bölgesinde ise resmi olarak olmasa da rejim güçleriyle birlikte bulunuyorlar.

-Şam ile görüşmeler ne durumda? 2019 yılında Suriye Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Tümgeneral Ali Memlük ile aranızda bir muhtıra ya da bir belge imzaladığınızı ve ardından belirli alanlarda konuşlanmak için bir anlaşma yapıldığını biliyoruz. Bu anlaşma tam olarak uygulandı mı?
Gerek rejimle gerekse Türkiye ve diğer ülkelerle mutabakat yapan Rusya ile varılan anlaşmaların tam olarak uygulandığını düşünüyoruz. Anlaşmaya tam olarak uyulduğuna inanıyoruz. Çünkü rejime bağlı resmi kurumların bölgelerimizde yeniden faaliyete geçmesini kabul etmedik. Sadece sınır muhafızları ve sınırlardaki düzen konusunda anlaştık ve bu anlaşmaya bağlı kaldık. Suriye ordusunun sınıra konuşlanmasına yardım ettik. Hatta sınır muhafızları ile ilgili dosya dahi kapandı. Diğer kurumlarla ilgili olarak bir anlaşma yapılması gerekiyor. Son dönemde rejimle ulusal egemenlik, sınırlar, bayrak ve ulusal semboller konusunda hemfikir olduğumuz noktalar oldu. Genel olarak Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve bu çerçevede müzakereler ya da diyaloglar yapılması gibi kilit noktalarda aynı görüşü paylaşıyoruz. Temel konularda fikir birliğine sahibiz. Ancak eğitim gibi diğer idari konularda anlaşamadık.

-Kürtçe, SDG'nin geleceği ve Özerk Yönetim konusunda fikir ayrılığı var mı?
Genel olarak mesela SDG’nin Suriye ordusunun savunma sisteminin bir parçası olmasına karşı değiliz, ancak bir takım şartlarımız ve bunda detaylarımız söz konusu. On yıldır savaşan 100 binden fazla unsurumuz var. Anayasal ve yasal bir çözüme ihtiyaç duyuyorlar. SDG'nin ordu içinde özel bir rolü olmalı. Genel konular üzerinde anlaşmaya varılsa da ayrıntılarda sorunlar yaşanıyor. Bu da sorunların çözümünün zaman almasına neden oluyor.

-Şam, daha fazla petrol göndermenizi talep ediyor gibi görünüyor. Halep'teki Şeyh Maksud Mahallesi’ne bol bol yakıt gönderiyorsunuz, ama rejimin kontrolündeki bölgeler büyük bir yakıt ve enerji krizi yaşıyor.
Sizi şöyle bilgilendireyim. Türkiye, Tel Rıfat ve Şeyh Maksud Mahallesi’ni tehdit ediyor. Suriye rejimi, Türkiye’nin günlük tehditleriyle bağlantılı olarak bu bölgelere şiddetli bir abluka uyguluyor. Kelimenin tam anlamıyla bir kuşatma söz konusu. Türkiye’nin tehditlerine başlamasından bu yana rejim söz konusu bölgelere mazot, un ve gıda geçişine izin vermiyor. Oradaki insanlar açlık ve soğukla mücadele ediyor. Elektrik enerjisi jeneratörlerden sağlandığı için elektrikleri yok, fırınlar çalışmıyor. Bu kabul edilemez ve biz bunu bir iyi niyet göstergesi olarak görmüyoruz. Bu böyle devam ederse, karşılık vermek zorunda kalacağız.

-Türkiye’nin petrol ve doğalgaz altyapısına yönelik bombardımanın verdiği hasarın boyutu nedir?
Hava saldırısı, bu alanda faaliyet gösteren kurumları çalışamaz hale getirmeyi amaçlıyordu. Doğrudan hedef alınan yerli gaz üreten tek kurum ve birçok rafineri hizmet dışı kaldı.  Hedef alınan noktaların yüzde 50'den fazlası hasar gördü. Halen onarım ve yeniden inşa çalışmaları yapılıyor.

-Bilindiği üzere Temmuz ayında Tümgeneral Memluk ve Türkiye Milli İstihbarat (MİT) Başkanı Hakan Fidan Moskova'da bir araya geldiler. Suriye’nin Keseb köyünde rejimin ve Türkiye’nin güvenlik yetkilileri arasında bir görüşme daha gerçekleşti. Suriye ve Türkiye arasında güvenlik iş birliği konusunda endişeli misiniz? Ankara ile Şam arasında, özellikle SDG ile nasıl mücadele edileceği konusunda bir güvenlik koordinasyonu olduğunu düşünüyor musunuz?
Net olalım. Öncelikle genel olarak Suriye devletinin ve Şam'ın Suriye topraklarının Türkiye tarafından daha fazla müdahaleye karşı olduğunu biliyoruz. Bu da genel olarak vatansever bir tutumdur. Fakat, evet endişeliyiz. Türkiye, tehditlerini hayata geçirdiğinde önceliğimiz işgale karşı direnmek ve işgal girişimine birlikte karşı durmak olmalı. Vatanseverlik olarak görmediğimiz nokta bu. Türkiye, en nihayetinde ister Kobani (Ayn el-Arab), ister Menbiç, ister Tel Rıfat, ister diğer bölgeler olsun, Suriye topraklarının bir bölümünü ele geçirmeye çalışıyor. Şam'ın bu konuda zayıf bir tutumu olduğunu düşünüyoruz. Suriye rejimi, Türkiye’nin müdahalesine karşı birlikte durmak yerine bundan yararlanmaya çalışıyor. Menbiç, Deyrizor, Rakka ve diğer bölgeler gibi gelecekte üzerinde konuşabileceğimiz bölgelere baskı yapmak için bu durumdan yararlanmak istiyor. Bu gündeme getirmek istediğim bir konu, çünkü bu kesinlikle vatansever bir duruş değil. Genel olarak birçok görüşme yapıldığını biliyoruz, bunu inkar etmiyorlar. Bazı toplantılar yapılıyor. Bazen Türkiye'nin belirli hedefleri vurmak için kendileriyle koordinasyon içinde olmalarını istediğini, ancak buna karşı çıktıklarını duyuyoruz.  Bu bölgelerde aleyhimize bir güvenlik anlaşması ya da koordinasyon olmaması için bunun doğru olmasını umuyoruz. Bize aktarılanlara ve basında yer alan haberlere göre Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, Türkiye seçimleri sonrasına kadar Erdoğan ile görüşmeyi reddediyor. Biz bu tutumu doğru buluyoruz. Bu, Suriye sorununun çözülmesine yardımcı olacak bir tutum. Çünkü Erdoğan, seçimlerde başarılı olmakla ve özellikle Kürt hareketini tasfiye etmekle ilgileniyor. Devlet Başkanı Esed'in bu son tutumu, yani Erdoğan'la Türkiye’deki seçimlerin sonrasına kadar görüşmeyi reddetmesi, mantıklı bir hareket.

-Bildiğim kadarıyla siz de Şam'a gitmeyi reddediyorsunuz. Neden?  Müzakere için Şam’a gitmenizi sağlayacak şartlar neler?
Şam'a heyetler gönderiyoruz. Gerekli koşullar oluştuğunda Şam'a gitmek istiyorum. Şam'a gitmemin mevcut krize barışçıl bir çözüme ulaşmaya yardımcı olmasını amaçlıyorum. Mevcut krize siyasi bir çözüm bulunabilmesi için şartlar olgunlaşana kadar bir takım ziyaretler ve hazırlıklar yapılması gerekiyor.



Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.