Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ne istiyor?

Donetsk'in kuzeyindeki Kramatorsk şehrinde Rus bombardımanında bir okul yıkıldı (AP)
Donetsk'in kuzeyindeki Kramatorsk şehrinde Rus bombardımanında bir okul yıkıldı (AP)
TT

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ne istiyor?

Donetsk'in kuzeyindeki Kramatorsk şehrinde Rus bombardımanında bir okul yıkıldı (AP)
Donetsk'in kuzeyindeki Kramatorsk şehrinde Rus bombardımanında bir okul yıkıldı (AP)

Bazı analistler, Ukrayna savaşı nedeniyle Batı'nın başının büyük belada olduğunu söylüyor ve Batı bundan bir an önce kurtulmak istiyor. Ancak jeopolitik gerçeklik bunun tersini söylüyor çünkü Batı'nın, özellikle ABD’nin Ukrayna'ya yardım etmekten başka seçeneği yok. Putin, Ukrayna'yı hızlı bir şekilde ve tökezlemeden kontrol edebilseydi eğer dünyanın düzeni nasıl olacaktı? Eğer Rus ordusu ittifakın komuta merkezi olan Brüksel'den bir taş atımı uzaklıkta olsaydı ABD ve NATO nasıl karşılık verirdi? ABD'nin müttefik imajı nasıl olacaktı? Çin, Tayvan adasına karşı nasıl davranacaktı? Tüm bu soruların kesin cevabı şudur: ABD’nin ikinci savaştan sonra kurduğu dünya düzeninin çöküşü. Bu aynı zamanda ABD'nin meşruiyetine ve güvenilirliğine darbe vuracaktır. Dünya yıkıcı bir kaosa sürüklenecek.
Burada Ukrayna'nın rolü aşağıdaki jeopolitik denklemde görünmektedir:
Batı, Avrupa'yı ve Rusya'nın yakın çevresini tehdit etmemek için Putin'in hızla kazanmasına izin vermeyecek.
Ancak Batı, Başkan Putin'in onu nükleer silah kullanmaya zorlamak için küçük düşürücü bir yenilgiye uğramasına izin vermeyecek.
Bu büyük jeopolitik denklem içinde Ukrayna'da Rusya'ya karşı savaş yürütülüyor. Bu denklem içerisinde Ukrayna'ya verilen silahların türü izlenebilir. Bu silahlar Putin'in kazanmasını engellemeye yetiyor ama onu tamamen yenebilecek durumda değiller. Eğer Ukrayna sahnesinde denklemin kurallarıyla çelişen önemli bir şey olursa, o zaman bu kural değil, istisna olarak kabul edilir. Başkan Zelenskiy, yürüttüğü savaşın önemi kadar rolünün önemini de biliyor. Bunu iyi ve kötü arasındaki çok önemli bir savaş olarak pazarlayanlar var. Bu, Başkan Joe Biden'ın ideolojik denklemine, yani diktatörlüğe karşı demokrasiye giren bir savaştır. Başkan Zelenskiy'nin Washington'a gitmesi ve doğrudan Kongre üyelerine hitap etmesi, bir Ukrayna liderinin ulaşabileceği zirve noktadır. Kendisi bir pınar veya bir kaynağın başındadır. Ukrayna'nın kaderini belirleyip çizebileceği yerde bulunuyor.
Zelenskiy, Kırım dahil tüm Ukrayna'yı kurtarmak istiyorsa, kaçınılmaz olarak, Ukrayna'nın tamamını ve hatta Ukrayna’nın esamesinin ortadan kaldırılmasını isteyen Başkan Putin'in hedefleriyle çatışıyor. Bu bağlamda Başkan Zelenskiy'nin en büyük stratejik ikilemi şu şekilde ortaya çıkıyor: Stratejisinin başarısı doğrudan başka bir tarafın- burada ABD’nin- iradesiyle ilgilidir.
Başkan Zelenskiy'nin içinde bulunduğu ikilemden çıkması imkânsız. Başkan Biden'ın aşamayacağı ABD kırmızı çizgisine ulaşana kadar, ABD'nin kendisini destekleyen konumundan en iyi şekilde yararlanmaya çalışarak, kaçınılmaz olarak kendisi ve Ukrayna için maliyetleri düşürmeye çalışacaktır. Başka bir deyişle Başkan Zelenskiy, dünyaya ve ABD’ye karşı savaşını, ABD ve onun dünyada temsil ettiği ve ABD'nin inşa ettiği dünya düzenini korumak adına, küresel güvenlik için kârlı bir ABD yatırımı olarak göstermeye çalışıyor. Buradan, onun hareketi, davranışı ve hatta konuşması ve kullandığı kelimeler, ABD zihninde hassas bir damara çarpıyor gibi görünüyor.
Başkan Zelenskiy şimdi ne istiyor?
-Savaşına ABD desteğini ve her iki tarafın yani Cumhuriyetçilerin yanı sıra Demokratların desteğini pekiştirmek istiyor.
-Kurtuluşu tamamlamak, özellikle Harkov ve Herson şehrinin kurtarılmasından sonra Ukrayna ordusunun saldırı ivmesini kaybetmemek için gelişmiş silahlar istiyor.
-Tanklar, zırhlı araçlar ve Rus derinliğini vurabilecek füzeler dahil olmak üzere saldırı silahları istiyor. - ve bu, bir sonraki duyuruya kadar ABD'nin kırmızı çizgisidir-
-Ukrayna ordusunun özellikle güney ve kuzeydoğuda misilleme amaçlı askeri operasyonlar yürüttüğü bir dönemde, Ukrayna'nın altyapısını korumak istiyor.
Ukrayna'ya Patriot füzeleri sağlamadaki önemli ABD değişikliği ilgili olarak;
-Mükemmel bir savunmadır. Faaliyete geçmek için birkaç aylık eğitim gereklidir. 8 fırlatıcıdan oluşan bir bataryadır, her fırlatıcıda dört füze vardır (toplam 32 füze).
-Bu sistem hazır olduğunda, şu hava sistemlerinden oluşan Ukrayna savunma sistemini tamamlar:
Sovyet yapımı Buk Füze Sistemi,
S-300 Füze Sistemi,
Norveç NASAM sistemi,
Alman IRIS sistemi,
Fransız Crotale füze sistemi.
-Sistemlerin her birinin etkinliği, kapsamı vardır ve birbirini tamamlayabilir. Ancak, sistemlerin çokluğu ve birden fazla ülkeden olması koordinasyon, eğitim, bakım ve lojistiği zorlaştırmaktadır.
Öte yandan Başkan Putin, Ukrayna'dan ve Batı'dan ne istediğini biliyor. Patriot füzelerini umursamıyor çünkü birkaç nedenden dolayı denklemi değiştirmeyecekler. Çünkü Başkan Putin, geçtiğimiz Şubat ayında savaşın başlamasından bu yana şu denklemi takip ediyor: Konvansiyonel savaşı korumak için nükleer tehdit. Sarmat, Kinzhal, Zircon füzeleri gibi bugün nükleer kapasiteye sahip kıtalararası füzelerle tehdit ediyor. Nükleer mesaj, Zelenskiy'nin Beyaz Saray'ı ziyaretiyle aynı zamana denk geldi. Ancak yeni olan, bu füzelerin artık askeri birliklerin gözetiminde olması ve artık test aşamasında olmamasıdır.
*Bu makale askeri bir analist tarafından Şarku’l Avsat için kaleme alınmıştır.



Pearl Harbor'dan Aksa Tufanı’na: Felaket getiren zaferler

Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)
TT

Pearl Harbor'dan Aksa Tufanı’na: Felaket getiren zaferler

Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)
Filistinliler, Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus'ta imha edilen bir İsrail tankının üzerinde bayrak açtı (AP)

Macid Kayali

Aynı büyüklükte ve etkide tarihsel olaylar, farklı koşullara ve verilere rağmen şu ya da bu şekilde tekrarlandı. Buradaki ders, aktörün gücünü abartmasında, hesaplanmamış bir hareketinden kaynaklanan felaket niteliğindeki yansımaları ve olumsuz tepkileri öngörememesinde veya tahmin edememesinde yatmaktadır.

Bunun uluslararası düzeydeki bir örneği, Japon ordusunun Pearl Harbor'a ani saldırısı (1941/Hawaii) ve limanda bulunan Amerikan deniz filosunu yok etmesidir. Ancak bu ezici zafer, Japonya halkı için bir felakete dönüştü. Zira ABD’nin savaşa girmesi, savaşı Müttefiklerin lehine sonlandırmak için atom bombasını kullanması ve Japonya'ya teslim olmayı dayatması ile İkinci Dünya Savaşı'nın seyrini değiştirdi.

Yine 11 Eylül 2001'de el-Kaide üyeleri uçakları kaçırıp New York'taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ait İkiz Kuleleri vurarak yıkmayı başardılar. Bu durum, eylemi Amerikan emperyalizmine ve onun adaletsiz politikalarına karşı bir intikam olarak gören başta Arap dünyası olmak üzere tüm dünyada pek çok duygu uyandırdı. Ancak ABD, kendisini vuran depremi tüm dünyayı sarsan bir depreme dönüştürdü. Bu deprem Afganistan'ın ve ardından Irak'ın işgalini de kapsadı. Amerikan militarizminin güçlenmesi ile bu depremin dünyanın çehresini güvenlik açısından değiştirmesinden ise bahsetmiyoruz bile.

Felakete dönüşen zaferlerin Arap düzeyindeki örneklerine gelince, Haziran 1967 savaşından ve özellikle de Karama Muharebesi'nden (1968) sonra Ürdün’de Filistin ulusal hareketinin yükselişine tanık olduk. Bu yükseliş öyle bir noktaya vardı ki Filistinli örgütler kendilerini otorite olarak görmeye, hatta bazı kesimler “direnişin otoritesinden başka otorite yok” sloganı atmaya başladılar. Bu da Eylül 1970 olaylarının patlak vermesine yol açtı ve bunun sonucunda da Filistin ulusal hareketi bu ülkeden ihraç edildi, Filistinli mültecilerin en yoğun olduğu bölgede faaliyet göstermekten mahrum kaldı.

ABD, 11 Eylül'de kendisini vuran depremi tüm dünyayı sarsan bir depreme dönüştürdü. Bu deprem Afganistan'ın ve ardından Irak'ın işgalini de kapsadı. Amerikan militarizminin güçlenmesi ile bu depremin dünyanın çehresini güvenlik açısından değiştirmesinden ise bahsetmiyoruz bile.

Sorun şu ki, aynı şey Lübnan'da da (70'lerin ortalarından itibaren) tekrarlandı. Filistin ulusal hareketinin nüfuzu öyle büyüdü ki devlet içinde devlet haline geldi. Bu, (diğer nedenlerin yanı sıra) Lübnan iç savaşının patlak vermesine yol açtı ve böylece Suriye ordusunun Lübnan'a girişini meşrulaştırdı, kolaylaştırdı. Bunun sonucunda Lübnan Suriye rejiminin kontrolü altına girdi. Bu durum şu ana kadar devam eden tüm feci etkileri ile daha sonra Lübnan'ın Hizbullah aracılığıyla İran rejiminin kontrolü altına girmesiyle devam etti.

Böylece Lübnan ve Ürdün vakalarında, Filistin ulusal hareketinin yanı sıra bu iki ülkedeki Filistin halkı, bağlam dışı çatışmalara girerek ve güçlerini gereksiz bir şekilde tüketerek zarar gördü.

Aynı bağlamda, pek çok kişi Saddam rejiminin Kuveyt'i işgalini (1990) Irak ordusunun ve Arap milliyetçiliğinin bir “zaferi” olarak değerlendirmekte gecikmedi. Ancak bu aceleci, yüzeysel duygular, Irak için halen etkilerinden kurtulamadığı büyük bir siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlik felakete yol açtı. Buna bir de Kuveyt ve Arap-Arap ilişkilerine olumsuz yansımaları eklendi.

2006'da Hizbullah iki İsrail askerini esir aldı. İsrail buna, güney Lübnan köyleri ile Beyrut’un güney banliyösünü yerle bir eden bir savaş ile karşılık verdi. Savaş 1.200 Lübnanlının ölümüyle sonuçlandı. Öyle ki Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, böyle bir tepki ile karşılaşacağını bilseydi Hizbullah’ın bu eylemi gerçekleştirmeyeceğini vurguladı. Ancak Hizbullah, bu savaştan yararlanarak Lübnan'a hakim oldu ve Suriye devrimi patlak verdiğinde silahlarını Suriyelilere karşı kullandı.

Suriye deneyimi belki de felaket getiren zaferlerin en sert,  tehlikeli ve en yakın tarihli deneyimiydi, çünkü muhalefet, özellikle de silahlı örgütler, Suriye'nin yarısını kontrol ettiklerini ve rejimi yenilgiye uğratmanın eşiğinde olduklarını, geriye sadece harekete geçme saatini belirlemelerinin kaldığını düşünüyorlardı. Ancak bu sadece aceleciliği, siyasi saflığı ve gerçeklerden, Arap ve uluslararası verilerden kopukluğu gösteriyordu. Zira rejim kaldı ve Suriyelilerin yarısı yerinden edildi.

Filistin-İsrail çatışması düzeyinde de pek çok örnek var. 1981'de Lübnan-İsrail sınır cephesi, Fetih ile İsrail arasında, İsrail yerleşim yerlerinin sakinlerinden boşaltılmasıyla sonuçlanan bir roket savaşına sahne oldu. O zamanlar direniş liderleri yerleşim yerlerinin boşaltılmasını bir zafer olarak gördüler. Hatta o dönemde Fetih Merkez Komitesi üyesi olan (mevcut) Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas bile "Zaferden yararlanmak" başlıklı özel bir kitapta bunu kaydederek, o roket savaşında elde edilen kazanımlara dikkat çekmişti. Sonunda, birkaç ay sonra İsrail Lübnan'ı işgal etti (1982) ve güçleri ve kurumlarıyla birlikte FKÖ'nün Lübnan'daki varlığına son verdi.

Bir dizi bombalı saldırı ve intihar eyleminin gerçekleştirildiği ikinci silahlı intifada döneminde (2000-2004), ilk halk intifadasından (1987-1993) farklı olarak, İsrail, tarihindeki en ağır ve en büyük can kayıplarını yaşadı (1.060 İsrailli). Hatta bir keresinde yalnızca bir ay içinde (Mart 2002) 130 İsrailli öldü. Buna bir de güvenlik açısından kendisini dokunulmaz ve güçlü bir caydırıcı devlet olarak gören bakışı dahil olmak üzere uğradığı manevi ve ekonomik kayıplar eklendi.  Ancak İsrail, tüm bunları özümseyerek, direnişin altyapısını zayıflattığı ve Batı Şeria'nın birbiri ile bağlantısını kestiği iki savaş (Savunma Duvarı ve Sağlam Yol) başlattı.  Daha sonra yerleşim yerleri inşasını teşvik ederek, Filistinlileri izole eden Ayrım Duvarı’nı, köprüleri  ve tünelleri inşa etti. Ardından Batı Şeria ile Gazze arasındaki bölünmeyi pekiştirmek ve bu gerçeği Filistinliler için bir sorun haline getirmek için Gazze Şeridi'nden tek taraflı olarak çekildi ama ablukasını sürdürdü. Hikayenin geri kalanı ise biliniyor.

Yine Hamas, Ocak 2006'daki parlamento seçimlerini kazandıktan sonra, Haziran 2006’da Gazze sınırındaki Kerem Şalom Kapısı yakınındaki askeri bir bölgeden İsrail askeri Gilad Şalit'i esir aldı (2011'de takasla serbest bırakıldı). Bu başarılı bir eylemdi, ancak İsrail daha sonra Gazze'deki Filistinlilere misilleme saldırıları düzenleyerek 400'den fazlasını öldürdü. Dahası o tarihten itibaren Gazze Şeridi'ne uyguladığı ablukayı sıkılaştırdı.

Lübnan ve Ürdün vakalarında, Filistin ulusal hareketinin yanı sıra bu iki ülkedeki Filistin halkı, bağlam dışı çatışmalara girerek ve güçlerini gereksiz bir şekilde tüketerek zarar gördü.

Şimdi de Aksa Tufanı’nda Kassam Tugayı savaşçıları saatler süren bir operasyonla, büyük can kayıplarına yol açarak ve çok sayıda  kişiyi rehin alarak İsrail'e bir darbe indirmeyi, "yenilmez ordu" efsanesini yerle bir etmeyi başardı. Ancak İsrail bunu Filistinlilere karşı yaklaşık dokuz aydır devam eden ve Gazze'deki evlerin ve altyapının yüzde 70'ini yok eden bir imha savaşı başlatmak için bir fırsat olarak gördü. Dokuz ay içerisinde 200 binden fazla insan öldü, yaralandı, esir düştü ya da kayboldu. İsrail Gazze halkını yerinden etti, su, elektrik, yiyecek, yakıt ve ilaçtan mahrum bıraktı. Filistinlileri bir korku ve sefalet içinde yaşattı. Şimdi saldırganlığın sona ermesi, İsrail ordusunun geri çekilmesi, Gazze’nin yeniden inşası ve sakinlerinin evlerine dönmesi isteniyor ki savaştan önce de durum böyleydi. Peki ama Gazze nasıl bir yere dönüştü? Yahut ondan geriye ne kaldı? Elbette Hamas savaştan belki sadece yüzde 30 etkilendi ama Gazze'deki Filistinliler yüzde 1000 etkilendi.

Bunlar ders çıkarılması gereken deneyimlerdir. Ancak burada, temennilere, kaderci bir ruha, meleklerin desteğine ya da iki ordu olarak savaşmaya değil, aksine dış verileri ve gerçek güç dengesini hesaba katan, kademeli olarak kazanımlar elde eden, düşmanın direnişin temeli olan halkı (şu veya bu örgüt değil) yormasından kaçınıp, düşmanı yormaya çalışan sorumlu bir mücadeleye dayandığı sürece, direnişin her biçiminin meşruiyetini vurgulamalıyız. Direnişin fedakarlıklar gerektirdiğini biliyoruz, ancak Filistin halkı yok oluş veya yerinden edilme kaderi ile de karşı karşıya bırakılmamalı. Zira İsrail'in gerçek hedefi budur.

Şimdi Hamas direndi ama Gazze'deki Filistinliler ezildi. Geçmişte rejimlerin “zaferi” hayatta kalıp kalmamalarına göre deklare edilirdi ve artık buna örgütlerin de dahil olmasından korkuyoruz. Peki Gazze'nin yok olmasına, halkının perişan ve çaresiz bir halka dönüşmesine yol açan bu tür "zaferler" varken, bu durumda yenilgi nedir?

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.