İnsanlık medeniyeti sonun eşiğinde… Onu kim kurtaracak?

Dünya canlıların kitlesel olarak yok oluşu ve bilinen türlerin dörtte üçünün yeryüzünden silinmesi krizine hazırlanıyor

3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP
3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP
TT

İnsanlık medeniyeti sonun eşiğinde… Onu kim kurtaracak?

3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP
3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP

Haftalar önce BM Biyolojik Çeşitlilik Konferansı'nda ülkeler, vahşi yaşamı koruma hedefleri konusunda anlaşmaya vardı.
Gelgelelim bilim adamlarının, gezegenin 66 milyon yıl önceki dinozorlar çağından bu yana görülmedik altıncı kitlesel yok oluş sürecinden geçtiğine dair defalarca uyarmasına rağmen bu ülkelerin, dünyanın yok oluşuna karşı koyma konusunda görüş birliğine vardıkları 2010 yılından 2020 yılına kadar hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirmeksizin gelmeleri hayal kırıklığı yaratıyor.
Hayvanlar ve bitkiler olağan yok olma hızından 100 kat daha hızlı tükeniyor; bu demek oluyor ki bilinen türlerin dörtte üçü yeryüzünden kaybolacak, bu da bugün bildiğimiz insan uygarlığının sonu için tehdit unsuru.
Peki kitlesel yok oluşun belirtileri neler, hangi hayvanlar ve bitkiler yok olacak ve dünya neden bu krizi durdurmada başarısız?

Somon, kartallar ve ayılar
1970 yılında dünya nüfusu 3,5 milyar dolara ulaştı; Dünya Yaban Hayatı Fonu bu rakamı, gezegenin kaldıramayacağı bir nüfus olarak değerlendirdi. Ancak bir hafta önce, yeni yılın ilk gecesi, nüfus 8 milyara ulaştı.
Bu esnada kara hayvanları ve bitkilerinin, yaşam alanlarından yok olma oranı da artış gösteriyor ve bilim adamları yeryüzü için, dinozorlar çağının sonundan bu yana tanık olunmayan bir ölçekte altıncı bir kitlesel yok oluş krizi konusunda uyarıyordu.
Örneğin ABD'nin batı kıyısında yer alan Washington eyaletindeki Salish Denizi, dünyaya somon balığı tedarik eden mekânların başında geliyor.
Birkaç on yıl öncesine kadar yerlilere mensup ve bin yıldır "Somon Halkı" olarak bilinen Lomi kabilesi de dahil yüzlerce aile, 80'li yıllarda senelik 200 milyon dolardan fazla gelir sağlayan bu balık türüyle yaşamını sürdürüyordu.
Ancak 1991 yılıyla birlikte bir somon türünün hayatı tehlikeye girdi; bugün, doğal yaşam alanlarının tahribi, ısınma ve kirlilik nedeniyle sayıları ciddi şekilde azalmış olarak 14 somon türü mevcut.
Yetkililer artık haftada yalnızca bir gün ya da belirli saatlerde avlanma izni veriyor, bu da çoğunluğu başka mesleklere yönelen söz konusu aileler için iş tehdidi oluşturuyor.
Stanford Üniversitesi'nde Jasper Ridge Araştırma Bölgesinde biyolog olan Liz Hadley'in ifadesine göre insanlar, eyaletteki hızlı su kaybının bir sonucu olarak nehirdeki ölü somonları kendi gözleriyle görüyor.
Bu, kartal gibi somon avcısı kuşların yanı sıra balıkçıl vizon ve su samuru gibi başka hayvanların ölümü demek.
Aynı şekilde Kaliforniya eyaletinin simgesi olup bayrağında yer alan boz ayılar, sayıları azaldıkça diğer memeliler arasından hızla yok olurken 3 bin yıllık ormanların da zamanla gözden kaybolması bekleniyor. Yani ki birçok yıkıcı felaket, son derece hızlı bir şekilde gerçekleşecek.

Gezegenin ölümü
Bununla beraber Liz Hadley, CBS'te yayımlanan 60 Dakika programına yaptığı konuşmada, ABD'deki bu tehlikeyi, gezegene yönelik bir cinayet olarak niteledi ve en kötü cinayetlerin de Latin Amerika'da gerçekleştiğini dile getirdi.
Nitekim Dünya Yaban Hayatı Fonu tarafından yapılan bir araştırma da yaban yaşam bolluğunun bölgede 1970 yılından bu yana yüzde 94 azaldığına işaret ediyor.
Dünya genelinde konuşacak olursak Dünya Yaban Hayatı Fonu'nun araştırmasına göre son 50 yılda küresel yaban hayatı bolluğu yine aynı sebeple yüzde 69 oranında azaldı.
ABD'deki Stanford Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan Tony Barnowsky'nin araştırmaları da günümüzdeki yok oluş oranının, gezegen üzerinde sürdürülen yaşam tarihinin yaklaşık 4 milyar yılı boyunca olağan yok oluş oranına kıyasla 100 kat daha hızlı olduğunu doğruluyor.
Halihazırda geçirdiğimiz kitlesel yok oluş oranlarındaki zirve artış, bilinen türlerden dörtte üçünün yeryüzünden kaybolmasıyla hayatın çöktüğü 6 örnek dönemden birini temsil ediyor; bunlardan sonuncusu 66 milyon yıl önce dinozorların sonunun geldiği çağdı.
Aktivistler; iklim değişikliği, hastalık, doğal yaşam alanlarının kaybı ve kaynaklar için rekabet gibi sebeplerle kurbağalar, kuşlar ve kaplanlar gibi tehdit altındaki türleri kapsayan, insan elinin sebep olduğu altıncı bir yok oluş sürecinin ortasında bulunduğumuz konusunda yıllardır uyarılarda bulunurken, Barnowski ve meslektaşları da Nature dergisinde yayımlanan bir çalışmada yeni kitlesel yok oluşu önceki beşiyle kıyaslayıp son 66 milyonluk fosil kayıtlarına göre memelilerin yok olma oranının milyon yılda iki türden daha az olduğu sonucuna vardılar.
Buna karşılık son 500 yılda 5570 memeli türünden en az yüzde 80'inin nesli tükendi ve bu oran önceki kitlesel yok oluşta belgelenen orandan daha yüksek. Bu da yüzlerce veya binlerce sene sürecek bir kitlesel yok oluşun başlangıcında olduğumuz anlamına geliyor.
Şu an tehdit altında olan tüm memelileri de eklediğimizde resim daha da kasvetli bir hale geliyor. Barnowski'ye göre bu türlerin tamamı yüzyıl içinde yok olursa bundan 334 yıl sonra tüm memeli türlerinin yüzde 75'i yok olacak.
İki yaşamlılar (amfibiler), sürüngenler, kuşlar, bitkiler, yumuşakçalar ve diğer canlılara gelince de bugün bu türlerin yüzde 2'si tükenmiş durumda, yüzde 20 ila 50'si de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Nesli tükenme tehdidi altında olan tüm türler hesaba katılmamış haliyle bu rakamlar, yok oluş oranını yaklaşık 80 kata ulaştırıyor.

İnsan medeniyeti tehlikede
Tüm bunlarla birlikte asıl tehlike çanı, bugün bildiğimiz insan medeniyeti için çalmakta. 1968 yılında nüfus bombasının etkileri konusunda uyarıda bulunan ünlü biyolog Paul Ehrlich'in dile getirdiği üzere insan hayatı sürdürülebilir değil.
Zra gezegendeki insanların yaşam tarzını muhafaza etmek, diğer beş gezegenin kaynaklarını gerektiriyor. İnsanların büyümesini ve aşırı tüketimini karşılayacak ve şu an yok ettiğimiz biyoçeşitlilikle yaşamımızı destekleyecek kaynağın nereden geleceği belli değil.
Ehrlich şu an 90 yaşında ve korkunç kehanetlerinin gerçekleştiğini görüyor. O, 1968 yılında sera gazlarından gelen ısının, kutup buzullarını eriteceğini ve insanlığın vahşi doğayı alt edeceğini de yazmıştı.
Bugün bu, insanların gezegenin topraklarının yüzde 70'inden fazlasına yayılması ve tatlı suların yüzde 70'ini tüketmesi ile açıkça görülüyor. Şimdilerde olağandışı bir şekilde artan yok oluş oranı konusunda onu uyarmaya iten de buydu.
Prestijli Stanford Üniversitesi'nin yürüttüğü bir kazı çalışması ve aynı görüşü paylaşan başka yüzlerce bilimsel araştırma, dünya devletleri arasında bu tehlikeyle yüzleşmek ve acil çözümler bulmak için siyasi bir irade olmadığı takdirde bir felaketin geleceği konusunda hemfikir.
Son elli yıldır devam eden nüfus patlamasından bu yana insanların kaynak tüketimi üçe katladı; dünyadaki krizleri hafifleten yeşil devrime rağmen insanlık, dünyanın telafi edebileceğinin yüzde 175'ini tüketiyor.
İnsanların yarısı (4 milyar) günlük 10 doların altında yaşayıp araba, klima ve zengin gıda rejimine sahip olmayı arzuluyor ama sorun, onları besleyebilecek imkânın olmamasında yatıyor.
Bunun için Paul Erhlich ve diğer bilim adamları, biyolojik sorunlar ve çeşitlilikle yüzleşmek için siyasi bir irade ortaya konmazsa önümüzdeki birkaç on yılın, alıştığımız medeniyet tarzının sonuna sahne olacağını düşünüyor.

Biraz umut
Bununla beraber Latin Amerika gibi başka yerler biraz umut vadediyor. Neslin tükenmesi alanında dünyanın önde gelen bilim adamlarından biri olan Meksikalı ekolojist Gerardo Ceballos'un Guatemala yakınlarındaki bir bölgede 3 bin mil karelik bir alanda gerçekleştirdiği deneye dayanarak bulduğu tek çözüm, yeryüzünün hala yabani olan üçte birini kurtarmak.
Burada, çiftçilere ormandaki ağaç kesimini bırakıp onu korumaları için para ödeniyor ve bu para, orman ağaçlarını kestikleri takdirde ellerine geçebilecek parayı geçerek aylık yaklaşık bin doları buluyor; böylece kaybedilen tarım arazileri telafi ediliyor.
Ceballos, bu yaklaşımı benimsemenin birçok faydası olacağına inanıyor. 30 yıl önce jaguar hayvanının sayısının Meksika'da yok olmanın eşiğinde olduğuna, ancak söz konusu bölgede yaklaşık 600'e sıçradığına dikkat çekiyor.
Dünya genelinde böyle başka bölgelerin varlığı, belirli türlerin sayısının artışına ve Hindistan'da kaplanların, Botsvana'da fillerin geri dönüşü gibi şaşırtıcı ve inanılmaz başarılara imkân tanıyor.
Ancak bunlar, kumsaldaki kum taneleri kadar az ve zor rastlanır. Bundan dolayı büyük bir etki yaratmak için bu çabayı, iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli olabilsin diye on bin kat artırmaya ihtiyaç var.
Bu iş, dünya devletlerinin toplumun tüm siyasi, ekonomik ve sosyal mekanizmalarını, doğa olaylarının sebep olduğu beş büyük yıkım arasındaki daha geniş zaman dilimlerinden farklı olarak çok hızlı ilerleyen altıncı kitlesel çöküşü ertelemek veya durdurmak için bu sorunlara çözüm bulma doğrultusunda harekete geçirmesini gerektiriyor.

Beş büyük çöküş
Bilim adamlarının çoğu, dünya tarihindeki beş olayın, genellikle iklim değişikliklerini içeren doğal olayların sonucu olarak türlerin dörtte üçünden fazlasının yok olduğu olaylar ve kitlesel yok oluşlar olarak nitelenebileceği konusunda hemfikir.
İlk çöküş, bilim adamlarının okyanus kimyasındaki değişiklikler veya buzullar oluşurken deniz seviyelerinin düşmesine neden olan soğuk bir iklim tarafından itildiğini düşündükleri omurgasızların yaklaşık yüzde 85'ini yok etti.
Geç Devoniyen dönemindeki ikinci çöküş ise türlerin yaklaşık yüzde 70 ila 80 oranında azalmasına yol açan birçok çevresel değişiklikle ön plana çıkıyor.
Kitlesel bir yok oluş biyoçeşitlilik kaybını durdurmak ve felaketi önlemek için dünya çapında yeterli uygulamaları teşvik edebilecek mi? / Fotoğraf: AFP
The Scientist'e göre Büyük Ölüm olarak adlandırılan üçüncü çöküşte yaygın volkanik faaliyet nedeniyle bazı karasal amfibiler ve sürüngenlerin yanı sıra deniz türlerinin yüzde 95'i yok olurken Triyas-Jura dönemindeki dördüncü çöküş, timsah akrabaları da dahil olmak üzere dünyadaki türlerin yüzde 80'ini yok eden şiddetli volkanik faaliyetin neden olduğu küresel ısınmadan kaynaklandı.
Ancak 66 milyon yıl önce bir asteroidin dünyaya çarpması sonucu dinozorların yok oluşuna sahne olan Kretase dönemi en çok bilinen ve üzerinde en çok çalışılan kitlesel yok oluştur. Bazı araştırmacılar, krizin şu anda Hindistan olarak bilinen bölgede yoğun volkanik faaliyetle şiddetlendiğini düşünüyor.

Felaketi kim önler?
Buna karşın halihazırda gerçekleşen altıncı çöküş, doğal bir olayın sonucu değil, insan yapımıdır. Nitekim insan faaliyeti, toprakların kullanımının değişmesine, küresel ısınmaya, kirliliğe neden olup çöküş oranlarının yükselmesine yol açıyor.
Araştırmacılar bu yönelimlerin gıda, mahsullerin tozlaşması, karbon depolama ve diğer başka amaçlar için hayvanlar, bitkiler ve mantarlar gibi farklı türlere bağımlı yaşayan insan da dahil olmak üzere birçok tür için bir felaket olduğu konusunda görüş birliğine sahip.  
Soru şu:
Bu kitlesel yok oluş, biyoçeşitlilik kaybını durdurmak ve felaketi önlemek için dünya çapında yeterli toplumsal uygulamaları teşvik edecek mi?
Yoksa dünyanın dört bir yanında süregelen başarısızlık ve rekabetçi çatışmalar, bilimin inkâr etmediği felaketin büyüklüğünü görmezden gelerek çözümün önündeki en büyük engel olmayacak devam mı edecek?



İsrail’in demokrat kılıklı diktatörü: Binyamin Netanyahu

Nash Weerasekera/Majalla
Nash Weerasekera/Majalla
TT

İsrail’in demokrat kılıklı diktatörü: Binyamin Netanyahu

Nash Weerasekera/Majalla
Nash Weerasekera/Majalla

Ahmed Mahir

İsrail uzun yıllardır Batı basınında ve akademik araştırmalarda ‘Ortadoğu'daki tek demokrasi’ olarak tanımlanıyor. Ancak Yahudi devleti totaliter bir rejimin imgelerini taşıyor. Bu rejimin merkezinde Binyamin Netanyahu'nun ya da destekçilerinin deyimiyle ‘İsrail’in Kralı’ yer alırken etrafı ise Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir gibi terörizmden hüküm giymiş, elli yılı aşkın bir süredir devam eden askeri işgali destekleyen ve Yahudilere ırksal üstünlük tanıyan yasaların yanı sıra bazı Yahudi vatandaşların sosyal medya hesaplarında Gazze'deki savaşı kınadıkları için baskı uygulanmasını ve yabancı medya kuruluşlarının kapatılmasını öngören yasalar çıkarılmasını destekleyen aşırılık yanlılarıyla çevrili.

Netanyahu'nun İsrail'inde zekice bir diktatörlük sistemi hakim. ‘Sihirbaz’ lakabıyla da anılan ve İsrail'in en uzun süre görev yapan başbakanı olan Netanyahu, gösterilere izin vermek, serbest seçimlere katılmak, parlamentodaki muhalefet liderleriyle aynı fikirde olmamak ve mahkeme kararlarına uymak gibi demokratik yönetimin bazı süslerini kişisel çıkarları için ve alttan alta otoriter bir yönetim kurmak için kullanıyor. Böylece İsrail'in hükümet sistemi hem demokrasi hem de diktatörlüğü birleştiren melez bir sistem haline geldi. Ancak özellikle 1967 yılından bu yana devam eden yasadışı askeri işgal nedeniyle diktatörlüğün özellikleri daha baskın.

İsrail dışında ordusu başka bir halka soykırım uyguladığında bunu görmezden gelen demokratik bir siyasi sisteme rastlamıyoruz. Aslında demokratik sistemler genellikle önleyici savaşlar da dahil olmak üzere savaşlara girmekten çekinirler. Bunun yanında insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarının ortaya çıkması kaçınılmaz olduğundan halkın ezici çoğunluğu hemen bir savaş başlatmaya karşı çıkarlar. Zira bu halklar orman kanunlarıyla değil, insani değerlerle yönetilirler.

Liderin söylemini sorgulayan herkes ‘hain ve komplocu’ olarak etiketlenmeyi hak etmiş demektir.

İsraillilerin büyük çoğunluğuna göre Gazze'de kurban yok, ordu bir meşru müdafaa savaşı veriyor. Her gün ortaya çıkan çocukların öldüğü ve yaralandığı korkunç manzaraları görmüyorlar. İsrail'in ‘özgür basını’ Gazze'deki savaş suçlarını ve orada yaşananlara ilişkin uluslararası ve Filistin anlatısını görmezden geliyor. Onlar için sanki 7 Ekim'den bu yana hiçbir şey olmamış gibi. Birkaç gün önce Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı’nda Hamas ve Filistinli diğer silahlı gruplar tarafından kaçırılan dört rehineyi kurtarmak için düzenlenen operasyonda binden fazla Filistinli öldürüldü, çok sayıda Filistinli yaralandı. ‘Demokratik’ devletin basını operasyonu günler boyu ‘kahramanca gerçekleştirilmiş bir cerrahi operasyon’ olarak gösterdi. Askerlerinin cesaretini överken Filistinli sivil kayıplar hakkında tek bir kelime bile etmedi.

Savaş literatüründe toplu katliamlar, etnik ya da ‘kimlik çatışmaları’ sırasında siyasi ya da ideolojik silahlı çatışmalardan daha olasıdır. İktidardaki rejimin niteliği de toplu katliamların, etnik temizliğin ve imhanın meydana gelmesinde önemli bir faktördür. İsrail bugün açıkça Filistinlilerin öldürülmesi çağrısında bulunan, Yahudiler için tek devlet ve Gazze'nin nükleer bombayla yok edilmesini isteyen aşırılık yanlıları tarafından yönetiliyor. Netanyahu'nun siyasi söyleminde kullanılan kelime dağarcığını analiz ettiğimizde, bunun Yahudiliği siyasallaştıran ve aşırı dinci Siyonizm’e hitap eden popülist bir söylem olduğunu görüyoruz.

Demokrasi dört sac ayağı üzerine kuruldu

Demokratik ülkelerdeki siyasi rejimlerin, önleyici ya da meşru müdafaa bile olsa, savaş için halkın desteğini kazanmakta zorlanması, savaşın seçmenlere ahlaki açıdan gerekçelendirilmesinin zorluğuyla ilişkili bir durum. Demokratik ülkelerin liderleri ayrıca demokratik olmayan ülkelerin liderlerine kıyasla daha büyük kurumsal kısıtlamalarla karşı karşıya kalırlar. Basın özgürlüğü ya da diğer adıyla dördüncü kuvvet, otoriter rejimlerin aksine demokratik devletlerde savaşa karşı muhalefetin temel dayanaklarından biridir. Siyasi partiler, kamuoyu yoklamalarında ya da sosyal medyadaki duyguları analiz ederek kamuoyunun görüşlerini dikkate almadan tek taraflı askeri politikalar benimsedikleri takdirde seçmen oylarını kaybetmekten korkarlar.

Bir gazetecinin İsrail'e girmeden önce yapması gereken ilk şey ‘askeri sansürün’ getirdiği şartlarını kabul etmektir. Geçici basın kartı almak için bir form dolduran gazetecinin, ‘potansiyel olarak tartışmalı’ konulardaki makalelerini yayınlanmadan önce İsrailli makamlara göndereceğini taahhüt etmesi gerekiyor. Bunun yapılmaması halinde gazetecinin İsrail'de gazeteci olarak çalışma hakkını kaybedebileceği ve bir daha ülkeye girişlerinin yasaklanabileceği uyarısı yapılıyor. Pratikte böyle bir şey yaşanmasa da forumda bu paragrafın olması yabancı gazetecilere bir gözdağı mesajı veriyor ve onları bir tür otosansür uygulamaya zorluyor.

xzscdfv
Netanyahu'nun yanında eski Savunma Bakanı Benny Gantz'ın yer aldığı seçim dönemine ait bir afiş (Reuters)

Zeki bir diktatörün denenmiş ve test edilmiş siyasi kurallarından biri, ülkesini ziyarete gelen yabancı bir gazeteciye ülkesinin basın özgürlüğünü bastırdığı ve yaptığı haberler nedeniyle risk altında olduğu izlenimini vermemek olsa da Netanyahu, bazen zeki bir diktatörün başarı kurallarından birini yerine getirmiyor gibi görünüyor.

Demokrasi özgür seçimler, ifade ve basın özgürlüğü, gösteri özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü olmak üzere dört sac ayağı üzerine kurulurdur. Dördüncü sac ayağına bakımından İsrail'deki yasaların devletin vatandaşları arasında ayrım yaptığını ve ırk ve mezhep ayrımcılığını benimsediğini görüyoruz. İsrail, Netanyahu’nun lideri olduğu bir önceki hükümet döneminde 2018 yılında, Yahudilerin kolektif haklarının statüsünü Araplara vatandaşlık temelinde tanınan bireysel siyasi hakların üzerinde tutan Yahudi Ulus Devleti Yasası’nı yürürlüğe koydu. Böylece İsrail, 1948 yılında kurulmasından bu yana sahip olduğu liberal demokratik hedeflerinden uzaklaşmış oldu.

Demokratik ülkelerde savaşı ahlaki açıdan haklı çıkarmak zordur

‘Yargı reformlarını’, daha doğrusu İsrail Yüksek Mahkemesi'nin yetkilerini azaltmayı ve yargıyı yeniden yapılandırmayı öngören kapsamlı değişiklikleri geçirmeye çalışan Netanyahu'nun halkın duygularını siyasi amaçlarla manipüle etmeyi amaçlayan popülist söylemi, demokratik sistemlerdeki hukukun üstünlüğü ilkesiyle çelişiyor. Bu, ‘ulusun liderine’ tam ve mutlak destek talep eden bir ‘milli onur’ söylemidir ve liderin söylemlerini sorgulayan herkes ‘hain ve komplocu’ olarak etiketlenmeyi hak etmiş demektir.

Özgür seçimlere gelince demokrasiyi açıkça baltalamasına rağmen bir kişinin ya da bir partinin sandık yoluyla bir çok kez seçilmesi İsrail'in siyasi gizemlerinden biri olarak görülüyor. Alman iktisatçı ve siyaset bilimci Joseph Schumpeter (1883-1950) şöyle der: “Herkesi her zaman kandıramasanız da yeterince insanı kandırabilirsiniz ve hasar kalıcı olur.”

Netanyahu, ilk kez başbakan olduğu 1996 yılından bu yana farklı seçimlerde birçok hükümete liderlik etmeyi başardı. Siyasi kariyeri boyunca ‘büyük bir siyasi fırtına’ yarattı. Yolsuzluk skandalları, aşırı ırkçı partilerle ittifak, dinci partilere ve işgal altındaki Batı Şeria'daki yerleşim birimlerine ayrıcalıklar ve vergi muafiyetleri yağdırmak, Gazze savaşını uzatmak ve çok sayıda İsraillinin istifa etmesi ve Hamas ile savaşı sona erdirip Gazze’deki diğer rehinelerin geri alınması sağlayacak bir anlaşmaya varması yönündeki çağrılarına kulak asmamaktan oluşan bir fırtına. Son olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı, Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze'de savaş suçu işlemek ve soykırım gerçekleştirmek suçlamasıyla tutuklama emri çıkarılması için mahkemeye talepte bulunduğunu açıkladı.

Netanyahu'nun bu durumu, demokratik seçimlerle iktidara gelmiş olmasına rağmen kendisini devirmeye çalıştığını öne sürdüğü (İsrail'de zaten nesli tükenmiş olan) sol kanadın desteğiyle ‘derin devletin’ iktidarına karşı kurduğu bir komplo olarak göstermesi ise işin ironik tarafı. Netanyahu halkına kendisini bir kurban olarak gösteriyor. Destekçilerine uluslarını ve onurlarını temsil eden ‘zulüm altındaki’ liderlerine körü körüne ve eleştirilemez bir sadakat göstermeleri çağrısında bulunuyor. Eğer İsrail bu haliyle ‘Ortadoğu'daki tek demokrasi’ ise, örnek alınacak bir model olmadığı kesin.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.