İnsanlık medeniyeti sonun eşiğinde… Onu kim kurtaracak?

Dünya canlıların kitlesel olarak yok oluşu ve bilinen türlerin dörtte üçünün yeryüzünden silinmesi krizine hazırlanıyor

3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP
3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP
TT

İnsanlık medeniyeti sonun eşiğinde… Onu kim kurtaracak?

3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP
3 bin yıllık ormanların zamanla yok olması bekleniyor ki bu, birçok felaketin daha hızlı gerçeklemesi demek / Fotoğraf: AFP

Haftalar önce BM Biyolojik Çeşitlilik Konferansı'nda ülkeler, vahşi yaşamı koruma hedefleri konusunda anlaşmaya vardı.
Gelgelelim bilim adamlarının, gezegenin 66 milyon yıl önceki dinozorlar çağından bu yana görülmedik altıncı kitlesel yok oluş sürecinden geçtiğine dair defalarca uyarmasına rağmen bu ülkelerin, dünyanın yok oluşuna karşı koyma konusunda görüş birliğine vardıkları 2010 yılından 2020 yılına kadar hedeflerinden hiçbirini gerçekleştirmeksizin gelmeleri hayal kırıklığı yaratıyor.
Hayvanlar ve bitkiler olağan yok olma hızından 100 kat daha hızlı tükeniyor; bu demek oluyor ki bilinen türlerin dörtte üçü yeryüzünden kaybolacak, bu da bugün bildiğimiz insan uygarlığının sonu için tehdit unsuru.
Peki kitlesel yok oluşun belirtileri neler, hangi hayvanlar ve bitkiler yok olacak ve dünya neden bu krizi durdurmada başarısız?

Somon, kartallar ve ayılar
1970 yılında dünya nüfusu 3,5 milyar dolara ulaştı; Dünya Yaban Hayatı Fonu bu rakamı, gezegenin kaldıramayacağı bir nüfus olarak değerlendirdi. Ancak bir hafta önce, yeni yılın ilk gecesi, nüfus 8 milyara ulaştı.
Bu esnada kara hayvanları ve bitkilerinin, yaşam alanlarından yok olma oranı da artış gösteriyor ve bilim adamları yeryüzü için, dinozorlar çağının sonundan bu yana tanık olunmayan bir ölçekte altıncı bir kitlesel yok oluş krizi konusunda uyarıyordu.
Örneğin ABD'nin batı kıyısında yer alan Washington eyaletindeki Salish Denizi, dünyaya somon balığı tedarik eden mekânların başında geliyor.
Birkaç on yıl öncesine kadar yerlilere mensup ve bin yıldır "Somon Halkı" olarak bilinen Lomi kabilesi de dahil yüzlerce aile, 80'li yıllarda senelik 200 milyon dolardan fazla gelir sağlayan bu balık türüyle yaşamını sürdürüyordu.
Ancak 1991 yılıyla birlikte bir somon türünün hayatı tehlikeye girdi; bugün, doğal yaşam alanlarının tahribi, ısınma ve kirlilik nedeniyle sayıları ciddi şekilde azalmış olarak 14 somon türü mevcut.
Yetkililer artık haftada yalnızca bir gün ya da belirli saatlerde avlanma izni veriyor, bu da çoğunluğu başka mesleklere yönelen söz konusu aileler için iş tehdidi oluşturuyor.
Stanford Üniversitesi'nde Jasper Ridge Araştırma Bölgesinde biyolog olan Liz Hadley'in ifadesine göre insanlar, eyaletteki hızlı su kaybının bir sonucu olarak nehirdeki ölü somonları kendi gözleriyle görüyor.
Bu, kartal gibi somon avcısı kuşların yanı sıra balıkçıl vizon ve su samuru gibi başka hayvanların ölümü demek.
Aynı şekilde Kaliforniya eyaletinin simgesi olup bayrağında yer alan boz ayılar, sayıları azaldıkça diğer memeliler arasından hızla yok olurken 3 bin yıllık ormanların da zamanla gözden kaybolması bekleniyor. Yani ki birçok yıkıcı felaket, son derece hızlı bir şekilde gerçekleşecek.

Gezegenin ölümü
Bununla beraber Liz Hadley, CBS'te yayımlanan 60 Dakika programına yaptığı konuşmada, ABD'deki bu tehlikeyi, gezegene yönelik bir cinayet olarak niteledi ve en kötü cinayetlerin de Latin Amerika'da gerçekleştiğini dile getirdi.
Nitekim Dünya Yaban Hayatı Fonu tarafından yapılan bir araştırma da yaban yaşam bolluğunun bölgede 1970 yılından bu yana yüzde 94 azaldığına işaret ediyor.
Dünya genelinde konuşacak olursak Dünya Yaban Hayatı Fonu'nun araştırmasına göre son 50 yılda küresel yaban hayatı bolluğu yine aynı sebeple yüzde 69 oranında azaldı.
ABD'deki Stanford Üniversitesi'nde biyoloji profesörü olan Tony Barnowsky'nin araştırmaları da günümüzdeki yok oluş oranının, gezegen üzerinde sürdürülen yaşam tarihinin yaklaşık 4 milyar yılı boyunca olağan yok oluş oranına kıyasla 100 kat daha hızlı olduğunu doğruluyor.
Halihazırda geçirdiğimiz kitlesel yok oluş oranlarındaki zirve artış, bilinen türlerden dörtte üçünün yeryüzünden kaybolmasıyla hayatın çöktüğü 6 örnek dönemden birini temsil ediyor; bunlardan sonuncusu 66 milyon yıl önce dinozorların sonunun geldiği çağdı.
Aktivistler; iklim değişikliği, hastalık, doğal yaşam alanlarının kaybı ve kaynaklar için rekabet gibi sebeplerle kurbağalar, kuşlar ve kaplanlar gibi tehdit altındaki türleri kapsayan, insan elinin sebep olduğu altıncı bir yok oluş sürecinin ortasında bulunduğumuz konusunda yıllardır uyarılarda bulunurken, Barnowski ve meslektaşları da Nature dergisinde yayımlanan bir çalışmada yeni kitlesel yok oluşu önceki beşiyle kıyaslayıp son 66 milyonluk fosil kayıtlarına göre memelilerin yok olma oranının milyon yılda iki türden daha az olduğu sonucuna vardılar.
Buna karşılık son 500 yılda 5570 memeli türünden en az yüzde 80'inin nesli tükendi ve bu oran önceki kitlesel yok oluşta belgelenen orandan daha yüksek. Bu da yüzlerce veya binlerce sene sürecek bir kitlesel yok oluşun başlangıcında olduğumuz anlamına geliyor.
Şu an tehdit altında olan tüm memelileri de eklediğimizde resim daha da kasvetli bir hale geliyor. Barnowski'ye göre bu türlerin tamamı yüzyıl içinde yok olursa bundan 334 yıl sonra tüm memeli türlerinin yüzde 75'i yok olacak.
İki yaşamlılar (amfibiler), sürüngenler, kuşlar, bitkiler, yumuşakçalar ve diğer canlılara gelince de bugün bu türlerin yüzde 2'si tükenmiş durumda, yüzde 20 ila 50'si de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Nesli tükenme tehdidi altında olan tüm türler hesaba katılmamış haliyle bu rakamlar, yok oluş oranını yaklaşık 80 kata ulaştırıyor.

İnsan medeniyeti tehlikede
Tüm bunlarla birlikte asıl tehlike çanı, bugün bildiğimiz insan medeniyeti için çalmakta. 1968 yılında nüfus bombasının etkileri konusunda uyarıda bulunan ünlü biyolog Paul Ehrlich'in dile getirdiği üzere insan hayatı sürdürülebilir değil.
Zra gezegendeki insanların yaşam tarzını muhafaza etmek, diğer beş gezegenin kaynaklarını gerektiriyor. İnsanların büyümesini ve aşırı tüketimini karşılayacak ve şu an yok ettiğimiz biyoçeşitlilikle yaşamımızı destekleyecek kaynağın nereden geleceği belli değil.
Ehrlich şu an 90 yaşında ve korkunç kehanetlerinin gerçekleştiğini görüyor. O, 1968 yılında sera gazlarından gelen ısının, kutup buzullarını eriteceğini ve insanlığın vahşi doğayı alt edeceğini de yazmıştı.
Bugün bu, insanların gezegenin topraklarının yüzde 70'inden fazlasına yayılması ve tatlı suların yüzde 70'ini tüketmesi ile açıkça görülüyor. Şimdilerde olağandışı bir şekilde artan yok oluş oranı konusunda onu uyarmaya iten de buydu.
Prestijli Stanford Üniversitesi'nin yürüttüğü bir kazı çalışması ve aynı görüşü paylaşan başka yüzlerce bilimsel araştırma, dünya devletleri arasında bu tehlikeyle yüzleşmek ve acil çözümler bulmak için siyasi bir irade olmadığı takdirde bir felaketin geleceği konusunda hemfikir.
Son elli yıldır devam eden nüfus patlamasından bu yana insanların kaynak tüketimi üçe katladı; dünyadaki krizleri hafifleten yeşil devrime rağmen insanlık, dünyanın telafi edebileceğinin yüzde 175'ini tüketiyor.
İnsanların yarısı (4 milyar) günlük 10 doların altında yaşayıp araba, klima ve zengin gıda rejimine sahip olmayı arzuluyor ama sorun, onları besleyebilecek imkânın olmamasında yatıyor.
Bunun için Paul Erhlich ve diğer bilim adamları, biyolojik sorunlar ve çeşitlilikle yüzleşmek için siyasi bir irade ortaya konmazsa önümüzdeki birkaç on yılın, alıştığımız medeniyet tarzının sonuna sahne olacağını düşünüyor.

Biraz umut
Bununla beraber Latin Amerika gibi başka yerler biraz umut vadediyor. Neslin tükenmesi alanında dünyanın önde gelen bilim adamlarından biri olan Meksikalı ekolojist Gerardo Ceballos'un Guatemala yakınlarındaki bir bölgede 3 bin mil karelik bir alanda gerçekleştirdiği deneye dayanarak bulduğu tek çözüm, yeryüzünün hala yabani olan üçte birini kurtarmak.
Burada, çiftçilere ormandaki ağaç kesimini bırakıp onu korumaları için para ödeniyor ve bu para, orman ağaçlarını kestikleri takdirde ellerine geçebilecek parayı geçerek aylık yaklaşık bin doları buluyor; böylece kaybedilen tarım arazileri telafi ediliyor.
Ceballos, bu yaklaşımı benimsemenin birçok faydası olacağına inanıyor. 30 yıl önce jaguar hayvanının sayısının Meksika'da yok olmanın eşiğinde olduğuna, ancak söz konusu bölgede yaklaşık 600'e sıçradığına dikkat çekiyor.
Dünya genelinde böyle başka bölgelerin varlığı, belirli türlerin sayısının artışına ve Hindistan'da kaplanların, Botsvana'da fillerin geri dönüşü gibi şaşırtıcı ve inanılmaz başarılara imkân tanıyor.
Ancak bunlar, kumsaldaki kum taneleri kadar az ve zor rastlanır. Bundan dolayı büyük bir etki yaratmak için bu çabayı, iklim değişikliğiyle mücadelede yeterli olabilsin diye on bin kat artırmaya ihtiyaç var.
Bu iş, dünya devletlerinin toplumun tüm siyasi, ekonomik ve sosyal mekanizmalarını, doğa olaylarının sebep olduğu beş büyük yıkım arasındaki daha geniş zaman dilimlerinden farklı olarak çok hızlı ilerleyen altıncı kitlesel çöküşü ertelemek veya durdurmak için bu sorunlara çözüm bulma doğrultusunda harekete geçirmesini gerektiriyor.

Beş büyük çöküş
Bilim adamlarının çoğu, dünya tarihindeki beş olayın, genellikle iklim değişikliklerini içeren doğal olayların sonucu olarak türlerin dörtte üçünden fazlasının yok olduğu olaylar ve kitlesel yok oluşlar olarak nitelenebileceği konusunda hemfikir.
İlk çöküş, bilim adamlarının okyanus kimyasındaki değişiklikler veya buzullar oluşurken deniz seviyelerinin düşmesine neden olan soğuk bir iklim tarafından itildiğini düşündükleri omurgasızların yaklaşık yüzde 85'ini yok etti.
Geç Devoniyen dönemindeki ikinci çöküş ise türlerin yaklaşık yüzde 70 ila 80 oranında azalmasına yol açan birçok çevresel değişiklikle ön plana çıkıyor.
Kitlesel bir yok oluş biyoçeşitlilik kaybını durdurmak ve felaketi önlemek için dünya çapında yeterli uygulamaları teşvik edebilecek mi? / Fotoğraf: AFP
The Scientist'e göre Büyük Ölüm olarak adlandırılan üçüncü çöküşte yaygın volkanik faaliyet nedeniyle bazı karasal amfibiler ve sürüngenlerin yanı sıra deniz türlerinin yüzde 95'i yok olurken Triyas-Jura dönemindeki dördüncü çöküş, timsah akrabaları da dahil olmak üzere dünyadaki türlerin yüzde 80'ini yok eden şiddetli volkanik faaliyetin neden olduğu küresel ısınmadan kaynaklandı.
Ancak 66 milyon yıl önce bir asteroidin dünyaya çarpması sonucu dinozorların yok oluşuna sahne olan Kretase dönemi en çok bilinen ve üzerinde en çok çalışılan kitlesel yok oluştur. Bazı araştırmacılar, krizin şu anda Hindistan olarak bilinen bölgede yoğun volkanik faaliyetle şiddetlendiğini düşünüyor.

Felaketi kim önler?
Buna karşın halihazırda gerçekleşen altıncı çöküş, doğal bir olayın sonucu değil, insan yapımıdır. Nitekim insan faaliyeti, toprakların kullanımının değişmesine, küresel ısınmaya, kirliliğe neden olup çöküş oranlarının yükselmesine yol açıyor.
Araştırmacılar bu yönelimlerin gıda, mahsullerin tozlaşması, karbon depolama ve diğer başka amaçlar için hayvanlar, bitkiler ve mantarlar gibi farklı türlere bağımlı yaşayan insan da dahil olmak üzere birçok tür için bir felaket olduğu konusunda görüş birliğine sahip.  
Soru şu:
Bu kitlesel yok oluş, biyoçeşitlilik kaybını durdurmak ve felaketi önlemek için dünya çapında yeterli toplumsal uygulamaları teşvik edecek mi?
Yoksa dünyanın dört bir yanında süregelen başarısızlık ve rekabetçi çatışmalar, bilimin inkâr etmediği felaketin büyüklüğünü görmezden gelerek çözümün önündeki en büyük engel olmayacak devam mı edecek?



Şahinler Pezeşkiyan ile Trump arasındaki flörtöz dile kulak asmıyor

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

Şahinler Pezeşkiyan ile Trump arasındaki flörtöz dile kulak asmıyor

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Hadi Torfi

Donald Trump'ın ABD Başkanı seçilmesinden itibaren, İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın hükümet ekibi üyeleri, Washington'a müzakere masasına dönüş yönünde flörtöz mesajlar gönderiyor. Trump da yönetiminin ilk günlerinde İran'a övgüler yağdırarak, Tahran'ın nükleer silaha sahip olmadan “büyük ve başarılı bir ülke” olmasını umduğunu dile getirdi.

Mesud Pezeşkiyan hükümetinden birçok yetkili, “Trump yönetiminden henüz herhangi bir mesaj almadıklarını” tekrar tekrar dile getirdi; bu da yeni yönetimle iletişim kanallarını aktifleştirme konusunda bir istek ve heyecan olduğunu gösteriyor. Zira ekonomiden sorumlu yetkililer daha önce, uluslararası yaptırımların devam etmesi halinde ülkenin ekonomik çöküşle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulunmuşlardı.

Mesud Pezeşkiyan 29 Ocak'ta gazetecilere, “Yeni ABD yönetiminden henüz herhangi bir mesaj almadık” dedi. Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi de daha sonra Pezeşkiyan'ın sözlerini tekrarlayarak, “ABD yönetiminden net bir mesaj almadık. Biz kendisine herhangi bir mesaj göndermedik, kendisinden de herhangi bir mesaj almadık, söylenenler sadece medya tahminleridir” dedi.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre  İran Cumhurbaşkanı Stratejik İşler Yardımcısı Muhammed Cevad Zarif ise İsrail hariç herkesle müzakereye inandığını belirterek, “Önce ABD’nin tutumunu bilmeliyiz" dedi.

İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, ABD merkezli NBC televizyonuna yaptığı açıklamada, Tahran'ın ABD ile “temel müzakerelere” hazır olduğunu vurgulamıştı. Cevad Zarif, Davos Forumu'ndaki temasları sırasında “Umarım Sayın Trump ikinci dönemde daha yenilikçi ve gerçekçi olur, nükleer anlaşmadan çekilmesinin bize nelere mal olduğunu bilir” ifadelerini kullanmıştı.

ABD ile bu müzakere arzusu İran içindeki “muhafazakar hareketin” de dikkatinden kaçmadı. Bu açıklamalar, ister Dini Lider’e bağlı radyo ve televizyon kurumlarında, isterse gazeteler, medya merkezleri ve hatta cami minberleri olsun pozisyonlarını ifade edebilecekleri platformlara sahip olan muhafazakar yetkililerden gelen güçlü bir muhalefet dalgasını tetikledi.

Uzmanlar Meclisi Başkanı Muhammed Ali Muvahhidi, “Aramızda ABD ve İsrail'den korkanların olduğu konusunda şüphe yok. Onlar, ABD'nin tehditlerine aldanmamalılar, zira ABD'nin güçlü olduğu doğru, ama Allah ondan daha güçlü” dedi.

Rejimin Dini Lideri’nin Eserlerini Koruma ve Yayma Ofisi üyesi Mehdi Fazaili ise “Hemşehri” gazetesine bir makale yazarak, “İran ile ABD arasındaki müzakerelerin ABD'nin yeniden konumlanmasında büyük etkisi var. Bu bütün dünyaya yapılmış büyük bir ihanettir” dedi. Tahran Milletvekili Murtaza Mahmud, “Cumhurbaşkanına müzakere tiyatrosu oynama yönünde tavsiyede bulunan kişi ya işini bilmeyen bir danışmandır ya da aramıza sızmış bir elemandır” dedi. Meşhed Milletvekili Ali Asğar Nakhaeirad ise İran Cumhurbaşkanı'nın ABD ile müzakere yürütme yetkisinin olmadığını söyledi. “Kasım Süleymani'nin katillerinden intikam almak, Dini Lider'in verdiği bir karardır ve Pezeşkiyan, yetki sınırları içinde konuşmalıdır” diye ekledi. Pezeşkiyan, NBC'ye yaptığı açıklamada, “Donald Trump'a suikast düzenlemeyi planlamıyoruz ve doğrudan müzakerelere karşı değiliz. Verdiği sözleri ve vaatleri yerine getirmeyen diğer taraftır” demişti.

ABD Başkanı Donald Trump, önceki döneminden farklı olarak İran'a yönelik tutumunda daha esnek görünüyor ve İran'ın tartışmalı nükleer programı konusunda Tahran ile bir anlaşmaya varma isteğinin altını çiziyor. Ayrıca yeni bir nükleer anlaşmanın imzalanmasının gerekliliğini vurgulayarak, “büyük ve başarılı bir İran” görmeyi umduğunu da söyledi. “ABD ve İsrail'in İran içinde kan dökmek istediği yönündeki iddialar doğru değil” dedi. İran ile savaşmadan bir anlaşmaya varılmasının gerekliliğine işaret ederek, “İran'a barışçıl bir şekilde büyüme ve gelişme fırsatı veren, değerlendirilebilecek barışçıl bir nükleer anlaşmanın imzalanmasını” tercih ettiğini söyledi. Trump bu açıklamaları, Tahran'a yönelik azami baskıyı yeniden hayata geçiren ilgili başkanlık kararnamelerini imzalamasının ardından yaptı. Keza imza sırasında bu baskıyı yeniden hayata geçirme emrini verme konusunda tereddüt ettiğini vurguladı.

İran, uluslararası yaptırımlar nedeniyle içinden çıkılması zor bir ekonomik krizle karşı karşıya bulunuyor. Bu durum, ulusal para biriminin dolar karşısında değer kaybetmesi, işsizliğin yaygınlaşması ve yüksek enflasyon oranlarıyla kendini gösteriyor. Kaldı ki Donald Trump, ABD yönetimindeki ilk ayını doldurmadan İran'da dolar yeni bir yükseliş kaydederek 91,5 bin tümene ulaşırken, İngiliz sterlininin fiyatı 111,4 bin tümeni aştı. Trump'ın ABD başkanlık seçimlerini kazandığının açıklanmasından bu yana geçen üç ayda İran piyasalarında doların fiyatı yüzde 25, altının (külçe) fiyatı ise yüzde 29 yükseldi. Bu, yaptırımlar nedeniyle zaten yalpalayan İran ekonomisi için yeni bir darbe oldu.

İran Ekonomi Bakanı Abdunnasır Hemmati, “Yaptırımlar bizim için büyük bir tehdit oluşturuyor ve bunların kaldırılması en büyük önceliğimiz olmalı” demişti. “Petrol yaptırımlarının kaldırılması bizim için her zamankinden daha önemli hale geldi” diye de hatırlatmıştı.

İran, dünya ülkeleriyle ticaret konusunda bir kriz ile karşı karşıya. İran gümrüklerinden alınan son istatistiklere göre, ülke 178 ülkeyle ticari alışverişte bulunuyor ve bu alışverişin yüzde 80'i sadece 10 ülkeyle yapılıyor. Bunlardan 7'si komşu ve Ortadoğu bölgesinden ülkeler, 2'si Asya'dan, 1'i ise Avrupa'dan.

Bu istatistiklere göre Tahran'ın en büyük ekonomik ortakları sırasıyla Çin, BAE, Türkiye, Irak, Hindistan, Pakistan, Rusya, Umman, Almanya ve Afganistan'dır. İran ekonomik sisteminin ithalata dayalı olması sonucunda, İran piyasalarında temel ve belirleyici birim olan doların değeri, çeşitli temel emtiaların fiyatlarını çok belirgin bir şekilde etkiliyor. Son üç ayda kurun benzeri görülmemiş bir hızla arttığı bir dönemde, İranlıların yüzde 80'inden fazlasının, özellikle de kamu ve özel kurum ve kuruluşlarda çalışanların ve memurların geliri değişmedi ve maaşlarında kayda değer bir artış yaşanmadı.

Son günlerde, ulusal para biriminde yaşanan sert dalgalanmalar sonucu oluşan kayıplar sebebiyle çok sayıda esnaf, atölye ve iş yeri sahibi ekonomik faaliyetlerini durdurdu. Mesud Pezeşkiyan hükümeti ekonomiyi canlandırma konusunda pek çok zorlukla yüzleşirken, ülke içindeki “muhafazakarlar”dan ABD ve müttefiklerine karşı sert tavır alma yönünde çağrılar geliyor. Ayrıca ABD ile müzakerelere karşı çıkıyorlar ki bu da krizin daha da tırmanacağının göstergesi. Seçim öncesi halka verdiği ve çoğunluğu ekonomik olan vaatleri yerine getiremezse istifa edeceğini söyleyen reformist Cumhurbaşkanı’na gelince, çökmekte olan bir ekonomi, yaptırımların kaldırılması konusunda hiçbir istek göstermeyen, ayrıca yaşanan zorlukların kendi kendine yeterlilik ve yerel ekonominin canlandırılması için bir fırsat olduğunu savunan bir hareketle karşı karşıya bulunuyor. Sahadaki istatistikler ve sonuçları ise radikal muhafazakarların iddialarından çok uzak görünüyor.