Nükleer krizin ortasında gerçekleşen İran'daki saldırılarda İsrail izleri

Nükleer krizin ortasında gerçekleşen İran'daki saldırılarda İsrail izleri
TT

Nükleer krizin ortasında gerçekleşen İran'daki saldırılarda İsrail izleri

Nükleer krizin ortasında gerçekleşen İran'daki saldırılarda İsrail izleri

Tahran, bir yandan özellikle dünya güçleriyle yapılan nükleer anlaşmanın çökmesiyle Ortadoğu'daki rakibi İsrail ile gizli bir savaş yaşarken, diğer yandan insansız hava araçları (İHA) ile düzenlenen ve İsrail’in parmağı olduğundan şüphelenilen saldırıların hedefi oldu.
Son yıllarda İran'ın askeri, nükleer ve endüstriyel tesislerinin çevresinde çok sayıda patlama ve yangın meydana geldi. Patlamalar, İran'ın nükleer programı konusunda İsrail ve ABD ile yaşanan gerginliğin gölgesinde zaman zaman endişelere yol açtı.
İsrail uzun süredir, Washington ile Tahran arasındaki dolaylı müzakerelerin 2015 tarihli nükleer anlaşmanın canlandırılmasıyla sonuçlanmaması halinde İran'a karşı askeri bir operasyon başlatılması tehdidinde bulunuyor.
Batılı haber ajanslarının ‘İran'ın nükleer silah programının beyni’ olarak nitelediği Muhsin Fahrizade'nin, Tahran'a göre uydu kontrollü bir silah kullanılarak 2020 yılının Kasım ayı sonlarında öldürülmesinin ardından iki ülke arasındaki gerilimin yeni bir aşamaya girmesiyle saldırılar arttı.
İşte İsrail'in arkasında olduğundan şüphelenilen ve İran’ın çeşitli alanlarda hizmet veren tesislerini hedef alan başlıca saldırılar:
*2021 yılının nisan ayında Natanz Nükleer Tesisindeki birinci nesil santrifüjlerin bulunduğu bir bölümü hedef alan gizemli saldırı. Saldırı, tüm santrifüj cihazlarının bozulmasına ve elektrik devresinin hasar görmesine neden oldu.
Tahran, İranlı teknisyenlerden birini ‘İsrail adına çalışmakla ve tesisin yer altındaki bu bölümüne bomba yerleştirmekle’ suçladı. Natanz Nükleer Tesisi’nin toprak üstündeki bir bölümünde daha önce bir patlama olmuştu. Böylece Natanz Nükleer Tesisinde iki yıl içinde gerçekleşen ikinci saldırı oldu.
Tahran, buna misilleme olarak Natanz Nükleer Tesisi sahasında yüzde 60 oranında zenginleştirilmiş uranyum üretimine başladığını duyurdu. Bu oran, nükleer bir bomba yapmak için gereken yüzde 90 sınırına oldukça yakın.
*2021 yılının haziran ayında başkent Tahran'ın batısındaki Kerec şehrinde bulunan ve santrifüj montajı için kullanılan TESA Tesisi drone ile hedef alındı. İran, saldırıdan İsrail'i sorumlu tuttu.
İran, saldırıya misilleme olarak İsfahan'da yeni bir santrifüj üretim tesisi açıldığını duyurdu ve TESA Tesisindeki Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na ait (UAEA) güvenlik kameralarının çalışmasını durdu.
*2022 yılının şubat ayının ortalarında, İsrail’e ait 6 İHA, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) Kirmanşah eyaletinin Mahideşt bölgesinde yer alan askeri üssünü hedef aldı. Saldırı sonucunda yüzlerce İHA’dan oluşan bir filonun tamamı imha edildi. İran Yüksek Milli Güvenlik Kurulu tarafından yapılan açıklamada, askeri üsteki bir yakıt deposunun patladığı belirtildi. Daha sonra İran, İsrail ordusunun karargâhı olduğu iddiasıyla Erbil Havaalanı yakınlarındaki bir villayı 10 balistik füze ile hedef aldı.
*2022 yılının mayıs ayında, başkent Tahran'ın güneydoğusunda yer alan Parşin Askeri Tesisi bir İHA tarafından hedef alındı. ABD'li yetkililer New York Times gazetesine yaptıkları açıklamada, İran Savunma Bakanlığı tarafından İHA geliştirmek amacıyla kullanılan bir binaya bir kamikaze İHA’nın patladığını söylediler. Daha sonra olayda bir mühendisin hayatını kaybettiği açıklandı. İranlı kaynaklar, bir İHA’nın Parşin Askeri Tesisi yakınlarından havalandığını belirttiler.



Şam'a güçlü destek veriliyor, bundan sonrası Şara’ya bağlı

Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
TT

Şam'a güçlü destek veriliyor, bundan sonrası Şara’ya bağlı

Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)
Eski Suriye devlet başkanı Hafız Esed'in yüzü “özgürlük” kelimesi ve yeni Suriye bayrağı ile kapatılmış (AFP)

Jerome Drevon'un “Cihattan Politikaya” adlı kitabı, Selefi cihatçı Heyet Tahrir eş-Şam'ın (HTŞ) silahından vazgeçmeden siyasi bir harekete dönüşme yeteneği konusunda bir miktar kesinlik sunuyor. Ancak, bu günlerde gündeme getirilen ve güvenilir yanıtlar elde edilmesi uzun zaman alabilecek sorular, Ebu Muhammed el-Colani'nin geçirdiği dönüşüm süreci ile ilgili. Bu süreç, Bağdat'taki ABD güçlerinin yönettiği hapishanede mi yoksa el-Nusra Cephesi ve el-Kaide liderliğiyle kopuş sonrası dönemde mi başladı? Eski ABD Büyükelçisi Robert Ford, İdlib'de Colani ile yaptığı görüşmeler ile bu dönüşümde aktif bir rol oynadı mı? Yoksa, bu yavaş değişime İdlib Emiri ile dönemin istihbarat başkanı ve halihazırda Dışişleri Bakanı olan Hakan Fidan ve şu anda İstihbarat Başkanı ve o dönemde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanı olan Profesör İbrahim Kalın’ın yaptığı bir dizi görüşme, diyalog ve düzenleme mi katkıda bulundu?

Hangisi olursa olsun, Colani gerçek adı olan Ahmed eş-Şara’ya geri dönmek için Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ile birlikte Şam'a varana kadar bekledi. Şara'nın söylemleri dışında sahada olup bitenler ve olmaya devam edenler, Savunma Bakanlığı'na katılan Selefi cihatçı grupların liderleri ve kadroları arasındaki dönüşümün gerçekliği hakkındaki soruları gündeme getiriyor. Zira bunlardan bazıları azınlıklara karşı katliamlar yaptı, bazıları da restoranlarda, kafelerde, gece kulüplerinde ve kadınların giyimi konusunda sosyal özgürlükleri kısıtladı.  

Düşünce ve ayrıntılardan bağımsız olarak, ABD, Suudi Arabistan, Katar, BAE ve Türkiye’nin desteği, açık bir fırsata ve yaklaşan bir tehdit ile yüzleşmeye bahis oynamaktan başka bir şey değil. Amerikalılar, Araplar, Türkler ve Avrupalıların hemfikir olduğu husus, Başkan Şara'nın istediklerine ve sunabileceklerine güvenmek ve bunlar üç noktada özetlenebilir. Birincisi, İran'ı Suriye'den ve orada herhangi bir etkiye sahip olmaktan uzak tutmak, İran silahlarını Lübnan'daki Hizbullah'a kaçırmak için kullanılan Suriye koridorunu kapatmaktır. Nitekim Suriye güvenlik servisleri, İsrail'in bombalamadığı tüm sevkiyatlara el koyuyor. İkincisi, güvenliği temin etmek, geçiş adaletini sağlamak, Suriye toplumundaki çeşitliliğe açık olmak, deneyim veya yeterlilik sahibi olmayan sadık kişiler yerine nitelikli bireyleri atamaktır. Üçüncüsü, sahte bir “sosyalist ekonomi” kisvesi altındaki “çete ekonomisinden” liberal bir ekonomiye geçiş yapmak, on yıllardır Moskova ve Tahran'ı taklit edip ekonomik abluka ve yaptırımlar kâbusu içinde yaşadıktan sonra Araplara ve Batı'ya açılmaktır. Zira abluka ve yaptırımlar Suriyelilerin yüzde 90'ını yoksulluk sınırında veya altında yaşamaya mahkum etti.

Trump yönetiminin isteklerine gelince, Suriye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesidir. Yaptırımların kaldırılmasında ve destek sağlanmasında acele edilmesinin nedeniyse, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun Kongre'de yaptırımların kaldırılmasını savunurken söylediği gibi, yeni Suriye yönetiminin başarısız olmasından ve birkaç hafta içinde “kaos ve iç savaş” patlak vermesinin duyulan “korkunun gücü”dür. Ama bundan sonrası yeni Suriye yönetimine bağlı. Etkili bir yargı sistemi ve insan hakları, sosyal özgürlükler ve para transferlerinde özgürlük konusunda güçlü garantiler olmadan, 2011’den önceki durumuna dönmek için yaklaşık 500 milyar dolara ihtiyaç duyan bir ülkeye yatırım akışı olmayacak. Liberal veya neoliberal gibi rejimin türünü açıklayan yasalar olmadan, ortaklıklar ve özelleştirme için verilecek garantiler, Suriyeli, Arap ve uluslararası özel sektör lehine kamu sektöründen ne ölçüde vazgeçileceği açıklanmadan ekonomik kalkınmaya bahis oynanmayacak.

Yeni Suriye yönetiminin, İdlib'deki hükümet deneyimine benzer belirli siyasi, ekonomik ve sosyal seçeneklere sahip olduğu anlaşılıyor. Ancak bu yönetim, daha önce inanmadığı ve yönetme konusunda hiçbir deneyiminin olmadığı başka seçenekleri de takip etmek zorunda. “Ülkeyi özgürleştiren kararları verir” şeklindeki tehlikeli çerçevenin dışındaki yeteneklere ve liyakatli kişilere açılmaktan kaçış yok. Zira yurtdışından ve Suriye kamuoyundan gelen baskı altında açıklanan kararlar, etkili bir komite veya organ olmadan sadece birer başlık olmayı sürdürüyorlar. Bunlara geçiş adaleti, kayıp kişilerin aranması ve toplu mezarların ortaya çıkarılması, sahil bölgesindeki katliamlarının araştırılması, silahı yasa gibi görüp istedikleri gibi hareket eden, çoğunluğun parçası olmayan herkes öldürülmesi gereken bir “kâfir”miş gibi davranan silahlı grupların etkili bir şekilde durdurulması dahildir. Bunun anahtarı, sokaklarda barışçıl, birleştirici devrimi başlatan erkek ve kadınlara, genç erkek ve kızlara iade-i itibarda bulunmaktır. Yani devrimle övünüp son aşamasına odaklanırken, aynı zamanda devrimcilere ve “Suriye halkı birdir” sloganına iade-i itibarda bulunmaktır. Zira devrim, Suriyelilerin tutuklama, öldürülme, yıkım, nüfusun yarısının şehirlerinden, kasabalarından, köylerinden ve evlerinden yerinden edilmesi ile bedelini ödediği bir şeydir. Devrimciler, yalnızca yüz binlerce kişiden oluşan ama bir unsurunun aylık maaşı 10 doları geçmeyen bir ordunun kendisini savunmadığı ve aşamalı olarak çöken bir rejimi devirmek için son darbeyi vuranlar değildir.

Devrimden daha önemli tek şey bir devlet kurmaktır. Troçki'nin ısrarla vurguladığı kalıcı devrim, devletin kurulmasını engeller ve sürekli çatışmalara ve savaşlara giden yolu açar. Devrimin başarılı olduğu herhangi bir ülke için en tehlikeli durum, devrimin ne bir devlet ya da rejim olamayarak, ne de devrim olarak kalamayarak melez bir şeye dönüşmesidir.

Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.