Şarku’l Avsat’a röportaj veren Paul Bremer, Baas’ı dağıtma ve orduyu ayrıştırma kararlarında ‘hatalı olduklarını’ itiraf etti: 'ABD’nin, çıkarları tehdit altında olduğunda BM’nin onayını alması gerektiğini düşünmüyorum'

Kissinger yaklaşımını benimseyen diplomat, Şarku’l Avsat’a savaşın sırlarını anlattı ve Irak’ın Saddam’ın gidişiyle 20 yıl sonra daha iyi durumda olduğunu belirtti

Paul Bremer’in yanında Başkan Bush, Savunma Bakanı Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Saddam’ın iki oğlu Kusay ile Uday’ın Musul’da öldürüldüğüne dair Beyaz Saray’da açıklama yaparken (Getty Images)
Paul Bremer’in yanında Başkan Bush, Savunma Bakanı Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Saddam’ın iki oğlu Kusay ile Uday’ın Musul’da öldürüldüğüne dair Beyaz Saray’da açıklama yaparken (Getty Images)
TT

Şarku’l Avsat’a röportaj veren Paul Bremer, Baas’ı dağıtma ve orduyu ayrıştırma kararlarında ‘hatalı olduklarını’ itiraf etti: 'ABD’nin, çıkarları tehdit altında olduğunda BM’nin onayını alması gerektiğini düşünmüyorum'

Paul Bremer’in yanında Başkan Bush, Savunma Bakanı Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Saddam’ın iki oğlu Kusay ile Uday’ın Musul’da öldürüldüğüne dair Beyaz Saray’da açıklama yaparken (Getty Images)
Paul Bremer’in yanında Başkan Bush, Savunma Bakanı Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Richard Myers, Saddam’ın iki oğlu Kusay ile Uday’ın Musul’da öldürüldüğüne dair Beyaz Saray’da açıklama yaparken (Getty Images)

Büyükelçi ve ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer ile bu röportajı yapmak üzereyken ona, Irak-ABD çifte vatandaşı bir arkadaşım kulağıma fısıldayarak, “Bu sadece bir büyükelçi değil, bir başkan. Irak’ı bir yıldan fazla yönetti” dediğini belirttim.
Kissinger ekolündeki diplomat, ABD Başkanı George Bush’un Irak savaşının ardından Irak’taki Saddam Hüseyin rejimini devirmek amacıyla 19 Mart 2003 gecesi ilan ettiği Geçici Koalisyon Yönetimi’nin başkanı sıfatıyla Beyaz Saray’da Başkan Bush’la baş başa oturdu. Bush ona şu onurlu iki vazifeyi verdi: Ekonominin çarkını işletmek ve Irak’ta yeni bir yönetim yolu oluşturmak. Diplomat, eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’dan ve ABD’deki Yale ve Harvard üniversiteleri ile Fransa’daki Siyasal Araştırmalar Enstitüsü’nden mezun olduktan sonra özel sektörden öğrendiklerini de yanına alarak bu vazifeyle donanımlı bir şekilde Irak’ta gitti.  
Paul Bremer, üstünü açmaktan kaçındığı birçok sır saklıyor. 9 Nisan 2003’te Saddam rejiminin tamamen yıkılmasından sonra Irak devleti ile Baas Partisi’nin oradaki belgelerine pek değinmedi. Bana mizahi bir üslupla, 9 Mayıs 2003’te başlayıp 28 Haziran 2004’te biten görevini “başarıyla tamamladıktan” sonra ABD’li avukatlara “Irak’taki işinden elde ettiğinden daha fazlasını” ödediğini söyledi. Yayınlamam için sırlarını ifşa etmesini şaka yollu teklif etmem, Şansölye Angela Merkel döneminde ulusal güvenlik danışmanı olup şu an Münih Güvenlik Konferansı Başkanı olarak görev yapan eski BM Almanya Temsilcisi Christoph Heusgen ile komik bir anısını paylaşmak için bir fırsat doğurdu. Ben de “Bununla şöhretimiz uçacak, ama iki farklı şekilde…” dedim. Şarku’l Avsat röportajına fiili olarak başlamadan önceki bu diyaloğumuz ABD’li diplomata kahkaha attırdı.

Kendisiyle yaptığımız uzun röportajda oldukça önemli detaylar açıklayan Bremer, ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nden bu konuda yetki alamamış olmasına rağmen savaş kararının “isabetliliği” konusunda ısrarcı oldu. Saddam liderliğindeki Baas Partisi ile savaşı, Hitler liderliğindeki Alman Nazi Partisi’nin yenilgisine yol açan savaşla karşılaştıran diplomata göre ABD’nin çıkarları, uluslararası hukuktaki yükümlülüklerinden önceliklidir. Kendisini şu meşhur iki emrini vermeye sevk eden de bu olmuş: Baas Partisi’ni dağıtmak ve Irak ordusunu ayrıştırmak. Başkan Bush Jr.’ın ekibi ile “bin yıllık Sünni iktidarını bitiren” dönemin, özellikle Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve o dönemdeki yardımcısı Paul Wolfowitz gibi mimarlarının stratejisini yansıtan yüz emir verdiği görevi kapsamında “iki hata” yaptığını itiraf ediyor. Dışişleri Bakanı Colin Powell ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice’ın Celal Talabani, Mesud Barzani, Ahmed Çelebi, İyad Allavi, Abduluzeyr el-Hakim, Muhammed Bahr el-Ulum, Gazi el-Yaver, Adnan Paçacı ve “Amerikalı imajıyla” Irak’ta hala varlığını sürdüren etkili diğer Iraklı isimlerden oluşan Irak muhalefetine açılan “Washington penceresi” ile ilişkide iki farklı rol oynadığına da dikkat çekiyor.
O zamandan bugüne Irak’ta en önemli ve en etkili tek bir isim, Bremer’i ağırlamayı veya onunla görüşmeyi reddetti, o da Ayetullah Ali es-Sistani.
İşte Şarku'l Avsat'ın Bremer ile olan röportaj metni:

-Irak’taki savaşın 20’nci yıldönümü yaklaşıyorken, o döneme dair değerlendirmeleriniz nedir?
Siz de bilirsiniz, pek çok kişi 20 yıl geriye bakmaktan bahseder, ben de baktım. Vardığım ilk nokta, Başkan Bush’un Saddam Hüseyin’i devirmek üzere harekete geçmek için verdiği isabetli karar oldu. İkinci nokta da şu: Iraklıların bugün kendilerini içinde buldukları zor duruma rağmen ve meseleye göreceli bir bakış açısından bakınca bence 20 yıl sonra Irak şu an, Saddam gittiği için daha iyi bir durumda.

-Iraklılar çok ağır bedeller ödedi, keza Amerikalılar da!
Evet, bu doğru. Ancak Iraklılar için epey faydası da oldu. Artık hükümetlerini seçebiliyorlar. ABD’de biz de artık Saddam Hüseyin’in, planladığı gibi kitle imha silahları arayışına geri dönmesi durumuyla karşı karşıya kalmıyoruz. Devrilmesinin ardından ele geçirdiğimiz belgelerden biliyoruz ki o, kitle imha silahları edinme çabalarını yinelemeyi planlıyordu.
 
“Nükleer” Irak ve İran

- Bölge şimdi daha mı iyi bir durumda? Böyle mi düşünüyorsunuz?
Aslında bölge daha iyi bir durumda. Zira Saddam iktidarda kalsaydı bölge bugün, nükleer olarak silahlanmış İran’ın karşısında duran nükleer bir Irak’la yüzleşecekti. Obama yönetimi esnasında gerçekleştiği gibi, nükleer programı durdurmak için İran’la bir anlaşmamız olmayacaktı. İranlılar, nükleer programlarına devam edecekti ve bu, bölgeyi çok daha istikrarsız bir hale getirecekti. Biz de en az iki nükleer güçle karşı karşıya kalacaktık: İran ve Irak.

4 İran 2003’te Irak’ın merkezindeki Divaniye çölünde ABD güçleri (AFP)

-Sizce bu, İran’ı nükleer silah üretmeye daha fazla teşvik etmiş olamaz mı?
Ben Irak’tayken ABD istihbarat teşkilatları İran’ın kaygılanarak programını yavaşlattığı (ama durdurmadığı) sonucuna ulaştı. Obama yönetimiyle varılan anlaşmanın, İranlılar tarafından her geçen gün baltalandığını biliyoruz. Şu an orada bir sorun çıkması yönünde gerçek bir tehdidimiz var.

BM’ye “gerek yok”

-ABD savaş için BM Güvenlik Konseyi’nin onayını alamadı. Bu yüzden savaş yasadışıydı; siz de öyle mi görüyorsunuz yoksa farklı bir görüşünüz mü var?
50 yıldır dış politikanın içindeyim. Yaygın bir kanıya göre geniş uluslararası bir desteğe sahip olmak her zaman tercih edilir. Ancak ABD’nin, çıkarları tehdit altında olduğunda BM’nin onayını alması gerektiğini düşünmüyorum.

-Ruslar şu an, Bakan Colin Powell’ın kitle imha silahları ve başka şeyler olduğunu söylemek üzere BM’ye gösterdiği şeyi kullanıyor. Orada hiçbir şey yoktu. Irak’taydınız ve hiçbir şey bulamadınız. Bunun farkında mıydınız?
Hayır, farkında değildim. Burada bazı şeyler hakkında kesin olmak önemlidir. İstihbarat, Saddam’ın ciddi bir şekilde kitle imha silahları edinmeye çalıştığını ifade etti, bunun doğru olmadığı açık. Ancak şunu da unutmayalım: Saddam’ın bu silahları geliştirmek için çalıştığından emin olan sadece Amerikan istihbarat teşkilatları değildi; Fransızlar, Almanlar, Britanyalılar ve Ruslar da buna inanıyordu. Bu ülkelerin istihbarat teşkilatlarının hepsi ABD ile anlaştı. Ben de şimdi desem: Peki, bu yanlış değil miydi? 2000 seçimlerini kazanmış olsaydı Al Gore da dahil olmak üzere herhangi bir ABD Başkanı, Amerikan halkı için 3000 Amerikalının hayatına mal olan çok büyük ve şok edici o olayın yaşandığı 11 Eylül’den sonra Amerikan istihbarat değerlendirmelerine bakar ve şöyle derdi: Saddam konusunda bir şeyler yapmamız gerek. Şimdi, hiçbir şey bulamadığımızı söylemek de doğru değil. Çok yetenekli bir araştırmacı olan Charles Duelfer, Saddam’ın planlarını, personelini ve kitle imha silahları projelerini saklı tutuğunu ve bunları yeniden başlatmaya kararlı olduğunu belirtti.

-Sayın Büyükelçi, az önce epey dikkat çekici bir şey söylediniz: Amerikan çıkarları, uluslararası hukuktan üstündür…
Hayır, söylediğim şey şu: Amerika’nın çıkarları savunmak için BM’den onay almamız gerektiğine dair bir uluslararası hukuk maddesi yok.

- Öyleyse, savaşın yasal dayanağı nedir?
ABD’deki yasal dayanak, bir başkanlık kararıydı.

-Yani savaşa karar veren akıl Başkan Bush muydu? Daha önceki görüşmelerinizde bunun sadece Saddam Hüseyin’i değil, aynı zamanda Irak’ta bin yıldır devam eden Sünni iktidarı devirmek için de yapıldığından bahsetmiştiniz. Bu sadece Irak’ta değil, tüm bölgede derin yankılar bırakacaktı.
Öncelikle; başkan, kararlar alan kişidir. Bundan sonrasına gelince, Irak’tan ayrıldıktan uzun bir süre sonra şu sonuca vardım: 90’lı yıllardaki terör saldırıları ve 11 Eylül saldırılarının ardından demokrat veya cumhuriyetçi olsun fark etmez, herhangi bir ABD Başkanı, istihbaratın Bush’a sunduğu şeyi kabul ederdi. ABD Kongresi’ni hatırlarsanız, gerek Temsilciler Meclisi’nde gerek Senato’da siyasilerin çoğunluğunun ilginç bir şekilde büyük bir farkla Irak’a karşı bir saldırı başlatmayı onayladıklarını görürsünüz.  

-O zaman bu, tek bir adamın kararı değildi.
Hayır, hayır.

12 Nisan 2003’te, ABD güçlerinin işgal ettiği Bağdat’taki bir hastanede iki çocuğunu bulamayan Iraklı bir kadının arkasında duran iki deniz piyadesi (AFP)

-ABD, bunun yapılması gereken bir iş olduğu sonucuna vardı.
Aynen. Bush bu kararı alırken ülke genelinde siyasi bir görüş birliği olduğunu söylemek adil olur kanısındayım.

-Yanlışsam düzeltin… Gerçekçi politikaya inanmanız bakımından, Kissinger yaklaşımını benimsemiş bir diplomat olarak ABD’deki yeni muhafazakârlara ait bir planı nasıl uygulayabilirsiniz… Böyle bir şey nasıl olur?
Ben yeni veya eski muhafazakârların ya da herhangi bir tarafın planını uygulamadım. Ben ABD Başkanı’nın talimatıyla bir plan uyguladım. Başkan bana dedi ki: İki vazifen var: biri, ekonomi çarkını Irak halkı yararına yeniden işletmeye çalışmak, ikincisi de temsili bir yönetim yolunu benimsemek üzere Iraklılara yardımcı olmak. Bu iki emir bana Başkan’dan geldi, ben de uyguladım.

Başkan ve ben

-Bu sadece bir duyuru muydu?
Hayır, sadece bir duyuru değildi. Başkan beni, Oval Ofis’teki küçük yemek odasında baş başa öğle yemeğine davet etti. Yalnızca o ve ben vardık; görüşmeleri not alan yok, bizden başka kimse yok…

-Ama biliyorsunuz ki Başkan, “Büyük Ortadoğu Projesi” ve Irak işgaliyle bağlantılı başka meseleler hakkında çok şey söylüyordu. Ayrıca, bunun sadece Irak’ta değil, bölgede on yıllar sürecek yankıları olacağını da açıkça söyledi. 20 yıl sonra, haklılığı ispatlandı.
Evet, doğru. Başkan’ın bu kararı hafife aldığını sanmıyorum. Bence bunun yankıları olacağının farkındaydı. Ama ben de hedefini anladım; hedefi Iraklıların ülkelerini ekonomik ve siyasi olarak geri almalarına yardım etmekti.

-Saddam’ın devrilmesinden kısa bir süre sonra, işgalin ardından Irak valisi olarak atanan ABD’li General Jay Garner’ın yerini aldınız. Bu nasıl oldu? Niçin ayrılmaya karar verdi?
General Garner’a epey saygım var ve bence, çok zorlu şartlar altında oldukça iyi bir iş çıkardı. Bildiğim kadarıyla adım, bir şekilde Savunma Bakanı Rumsfeld’in önüne sürülmüş.

-Siz nasıl olduğunu bilmiyor musunuz?
Masasında benim de adım olduğunu bilmiyordum. Elinde başka kişilere ait 12 veya 14 isimden oluşan bir liste vardı. Nasıl bir seçim sürecinden geçtiğini bilmiyorum. Öyle ya da böyle, nihayetinde beni Başkan’a tavsiye etmiş.

-Irak’ta Bir Yılım adlı kitabınızda bundan bahsetmişsinizdir belki; Garner, işgalden sonraki 90 gün içinde bir seçim düzenlemek istedi. Kulağa pek gerçekçi gelmiyordu. Size gerçekçi geldi mi?
Hayır, hayır. Ülkeden ayrılmadan önce Başkan, Ulusal Güvenlik Konseyi, Başkan Yardımcısı, Savunma ve Dışişleri bakanları ile görüşmeler yaptım. Başkan’ın yanı sıra Savunma Bakanı Rumsfeld ve Dışişleri Bakanı Colin Powell dahil diğerlerinden gelen tek açık mesaj, yeterli zamanımızın olacağıydı. Bana sorulduğunda şöyle dedim: Bence de bu en az bir yıl, belki iki yıl alacak. Uzun bir zaman gerektirecek, sabırlı olmalıyız. Radyoda Garner’ı herkese, 10 gün içerisinde bir hükümet atayacağını söylerken duydum. Kitabımda şunu yazdım: “O an neredeyse otoyoldan sapıyordum.” Çok şaşırmıştım…

-Irak’a gönderilme süreciniz hızlandırıldı. Ayrılmadan önce aldığınız en iyi tavsiye neydi?
İnsanların bana verdiği en iyi tavsiye, Irak halkı için mümkün olduğunca hızlı bazı ekonomik faydalar sağlamaya çalışmam oldu. Saddam, Irak ekonomisini gerçekten yıkıp geçmişti. Tek bir örnek vereyim: Bağdat’a geldiğimde ülke genelinde sadece 300 MV elektrik üretiyorduk; sizin de bildiğiniz üzere bu miktar, küçük bir köye bile yetmez.

İspanya’dan Angola’ya

- Evet, ülke kuşatma altındaydı. En azından bunun bir gecede gerçekleşmediği söylenebilir mi?
Hayır. “Gıda karşılığında petrol” programındaki yolsuzluğu çok geçmeden öğrenmemize rağmen, ülke BM’nin uyguladığı yaptırımlardan dolayı daha önce bir şekilde zarar gördü. Saddam iktidara geldiğinde Irak’ta kişi başına düşen milli gelir İspanya’dakinden daha yüksekti. Dünya Bankası bize, 2002’de Irak’ın GSYİH’sinin Angola’nınkinden daha düşük bir seviyeye gerilediğini bildirdi. Sorunuza cevap olarak, aldığım ikinci tavsiye de mümkün olan yönetim şekli veya nasıl bir hükümet istediklerine dair geniş bir yelpazede Iraklılarla görüşme sağlamaya çalışmaktı.

-Tabii o dönemde Amerika tarafından kimlerle buluştuğunuzu belirtmiştiniz. Burada, ABD’de bulunan Iraklı muhaliflerden biriyle görüştünüz mü?
Hayır, herhangi biriyle görüştüğümü hatırlamıyorum. Belki bir ya da iki kişiyle görüşmüşümdür…

-Kenan Mekkiye’yi tanıyor musunuz? ABD’nin seçim düzenleyip demokratik bir yapı seçmek yerine Geçici Koalisyon Yönetimi oluşturmasını eleştiriyordu…
Evet, Mekkiye’ye büyük saygım var. Bir alternatif olduğuna inanan insanlar bana bundan bahsedemedi. 1975 yılından beri Irak’ta bir nüfus sayımı yapılmadı, seçim bölgeleri için bir sınır da yoktu, yasama ve yürütme erkleri arasında fiili bir ayrım da. Tam bir diktatörlük söz konusuydu. Irak’ta hızlı bir şekilde seçim yapmanın bir yolu yoktu.

-O zaman, General Garner’ın bu konuda yanıldığı söylenebilir…
Sanırım Garner, yanlış anladı. Washington’ın düşünme biçiminden haberdar edilmedi.

Baas ve Naziler

-Irak’a gidip uzun bir emir ve kararname listesi çıkardınız. Bunlardan ikisi geniş kapsamlı sonuçlar doğurdu. Biri Baas Parti’sini dağıtmak, diğeri Irak ordusunu ayrıştırmak olan bu iki karar, belirli bir plana göre mi alındı? Bunu niçin yaptınız? Bu iki karar, ülkeyi oldukça kötü bir duruma soktu.
Doğrusu, bu iki karardan herhangi birinin Irak’ı mutlak anlamda kötü bir duruma soktuğunu düşünmüyorum. Bana göre ikisi de isabetli kararlardı. Nereden geldiklerine gelince. 2002 yılı başında, yani işgalden bir buçuk yıl önce Dışişleri Bakanlığı, Arapça konuşan ve 1980 yılında ABD’nin Bağdat’taki büyükelçiliğinde çalışmış olan Amerikalı diplomat Ryan Crocker öncülüğünde Washington’da hazırlanan bir araştırmayı yayınladı. Büyükelçi Crocker, “Irak’ın Geleceği” başlıklı bir çalışmaya öncülük etti. Bir yıl süren bu çalışma boyunca kendisi ve Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı ve istihbarat teşkilatındaki çalışma arkadaşları, çoğu sürgünde olan yüzlerce, belki de binlerce Iraklıyla bir araya gelerek Irak’ın geleceğinin nasıl olması gerektiği hakkında konuştu. Çalışma şu iki neticeyi sonuç verdi: Saddam’dan sonra Irak’ta Baas Partisi’ne yer olamaz. Niçin? Çünkü Baas Partisi, halkı kontrol etmek ve korkutmak için Saddam’ın elinde siyasi bir araç olarak rol oynadı.  Arap dünyasındaki Baas partileri, sizin de iyi bildiğiniz gibi Nazi Partisi’ne benzer şekilde kuruldu. Bununla birlikte Saddam, Hitler iktidarının 3 katı kadar bir süre hüküm sürdü. Bu nedenle netice, Saddam sonrası Irak’ta Baas Partisi’ne yer olmadığı yönündeydi. Irak için yola çıkmamdan tam olarak bir gün önce Rumsfeld yönetimindeki Pentagon’da üçüncü adam olan (Politikadan Sorumlu Savunma Bakanlığı Müsteşarı) Dow Faith’ten bir emir taslağı teslim aldım. Bu, Baas Partisi’nin tasfiyesine yönelik bir belge taslağıydı ve Dışişleri Bakanlığı’nın onayladığı çalışmanın sonucuyla tamamen uyumluydu. Faith bana belgeyi vererek, “Bu emri yarın çıkarmayı düşünüyoruz” dedi. Pazar günüydü; şu cevabı verdim: “Peki, biraz bekleyin. Garner’ın Irak’taki (İmar ve İnsani Yardım Ofisi’nden) bazı çalışanlarıyla konuşmak istiyorum.” Daha sonra ABD’nin, 1945 yılında II. Dünya Savaşı sonunda Almanya’da işgal gücü olarak aldığı kararlardan hareketle oluşturulan Baas Partisi’ne ilişkin emri verdim. Nazi Partisi’ni tasfiye etmek için çok geniş bir programları vardı ve Nazi Partisi ile herhangi bir bağlantısı olan hiç kimsenin tepeden tırnağa hiçbir rol oynamasına izin verilmemişti. Buna karşılık ABD hükümetinin formüle ettiği Baas’ı tasfiye planı, parti liderlerinin yalnızca yüzde 1’ini hedef aldı.
Ancak bu noktada, kapsamı oldukça dar bir emri uygulama sorumluluğunu Iraklı siyasetçilere yüklemekle hata ettim. Çünkü sonrasında uygulama alanını genişletmeye ve öğretmenlere varana kadar mümkün olduğu kadar çok Baasçıyı işlerinden uzaklaştırmaya çalışan Iraklılar arasında farklı taraflar arasındaki bir çekişmenin aracına dönüştü. Yapmam gereken şey (…) 5 Iraklı hâkimden oluşan bir heyet seçip onlara şunu söylemekti: Baas Partisi’nin tasfiyesine siz nezaret edeceksiniz. Ama ben bu işi siyasetçilere devretmekle hata yaptım. Onların yüzlerce, hatta binlerce öğretmeni işten çıkardıklarını duyduğumda Milli Eğitim Bakanı yanıma geldi. Bu sebeple kararnameyi yenilemek zorunda kaldım. İşte bu yüzden hataydı.

-Irak ordusunu dağıtmak. Bu konuda da bir hata yaptınız…
Evet ve hayır. Size daha önce bahsettiğim “Irak’ın Geleceği” adlı çalışma, Irak’ın askerî gücünü inceledi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan modern Irak ordusu, Baasçılar ve Saddam Hüseyin iktidara gelene değil takdire şayan ve sorumlu bir rol oynadı. Ama bundan sonra Irak ordusu, Irak halkı üzerinde zorlayıcı kontrol için temel bir araç haline geldi. Özünde Iraklılar arasındaki tartışmaları içeren “Irak’ın Geleceği” çalışması, yine aynı şeyi söylüyordu: Saddam sonrası Irak’ta bu orduya yer yok. 9 Nisan 2003’te Bağdat düştüğünde Pentagon, Amerikalı generaller ve General John Abizaid, Irak’ta Irak ordusunun, silahlarıyla konuşlandırılmış tek bir taburu olmadığını söyledi. Ordu personelleri evlerine gitti. Irak ordusu, Amerikan ordusu kadar büyüktü ve yaklaşık 700 bin personelden oluşuyordu. Ordunun subay birliklerinin çekirdeği büyük oranda Sünnilerden oluşurken acemilerse çoğunlukla Şii idi. Bu ordu, 1988’de Halepçe kasabasına yönelik kitle imha silahları kullanımı da dahil olmak üzere, BM’nin 80’li yıllarda Kürtlere karşı bir imha savaşı olarak değerlendirdiği operasyona karıştı. Saddam Hüseyin, I. Körfez Savaşı’ndan sonra güneydeki Şii ayaklanmasını bastırmak için de aynı orduyu, özellikle de Cumhuriyet Muhafızları tugaylarını kullandı. Hata neredeydi, diye sorarsanız, “ayrıştırmayı” tercih etmekti, derim. Soru şuydu: Orduyu çağırmalı mıyız? Bazı Amerikalı subaylar, orduyu çağırma ihtimalinden bahsetti. Kürtler bunu duyunca, iki Kürt lider Barzani ile Talabani bana, “Irak ordusunu çağırırsanız Irak’tan ayrılırız” dedi. Bu bir iç savaşı ateşleyecekti. Ayetullah es-Sistani’nin talimatıyla kurulan koalisyonla işbirliği içinde olan Şiiler de bu söylentiyi duydu. Şeyh Abdülaziz el-Hakim bana, “O orduyu geri getirirseniz sizinle işbirliği yapmayacağız” dedi.  

Demokrasi mi yoksa bir iç savaş mı?

-Sayın Büyükelçi, siz demokratik bir Irak inşa etmek istediniz…
Doğru.

-Bunun yerine, sizin yönetiminizde ülkeyi bir iç savaşa sürüklediniz. Anlattığınız hataların ne boyutta olduğunu bilemem, ama olan bu.  
Hayır, bir iç savaş değil; olan şey El-Kaide’nin ortaya çıkışıydı. Hakikatin bu olduğunu biliyoruz, zira Zerkavi, Bin Ladin’e gönderdiği bir mektupta bunu yazmıştı. El-Kaide’nin hedefi, Şiiler ile Sünniler arasında bir savaşın fitilini ateşlemekti. Bu, çok açık. Zerkavi’nin mesajından haberdar olmanız gerekir. Ben ve Koalisyon henüz oradayken gerçekleştirdikleri korkunç saldırıların sebebini bu yolla anlattı. Önce BM konutuna karşı yapılan ve Sergio de Mello’nun ölümüne sebep olan saldırıdan sonra, 30 Ağustos 2003’te Necef’te bir camiye büyük bir saldırı düzenlendi ve bu saldırıda yüzlerce Şii öldü. Yani, El-Kaide’nin amacı bir savaş çıkarmaktı. Siz de demokrasileri yok diyorsunuz; bu doğru değil. Seçimler yaptılar ve bu, Bağdat’ın kurtarılmasından bir veya bir buçuk yıl sonra türünün ilk örneğiydi. Ocak 2005’in başlarında Iraklılar, 5 ulusal seçim ve bir anayasa referandumu olmak üzere 6 seçim düzenledi. Ayrıca, bizim ayrılışımızdan bu yana 6 kez barışçıl iktidar devrine tanık oldular. Hiçbir Arap ülkesi, böyle bir şeyi başardığını söyleyemez.

ABD’nin Irak modeli

-Rusya, BM’de bunu kullanıyor. Oraya gittiğimde şu soruyu sorduklarını görüyorum: Colin Powell’ın buraya getirdiği şeyi hatırlıyor musunuz? ABD’nin Baas Partisi’ni dağıtma planı hatırınızda mı? Biz de Nazileri dağıtıyoruz. Bunun ABD’nin dünyanın farklı noktalarındaki stratejileri veya politikaları üzerindeki etkisini nasıl görüyorsunuz?
Bu durumdaki herhangi bir başkan, ki Başkan Bush’un böyle bir durumda olduğundan emin olduğumu söyleyebilirim, karşı karşıya kaldığı herhangi bir kararı düşünmek zorundaydı. Soru, bunun ABD’nin diğer çıkarları üzerindeki etkisi çerçevesinde Saddam’la ne yapılması gerektiğiydi. Eminim Bush da bunu yaptı. Karar verdi ve bence kararı isabetliydi; Saddam’ın kendi yolunda gitmesine izin veremezdik. Bu yüzden Saddam’dan kurtulmak için Irak’ı işgal etmek gibi zor bir karar aldı ve bence başarılı da oldu. ABD politikasının Bangladeş ve Ukrayna’da olup bitenler üzerindeki etkisine gelince… bu ayrı bir konu olabilir.

-Hayır, başkanlar da dahil olmak üzere bazı Amerikalıların daha sonra Irak savaşının bir felaket olduğunu söylemesinin nedeni bu.
Pardon, bunu kim söyledi?

-Hepsi. Bu savaşın bir felaket olduğunu söyleyenleri işitmediniz mi?
Evet, ben de diyorum ki onlar yanılıyor. Size daha önce siyasi ve ekonomik olarak gerçekleştirdiğimiz başarı hakkında söylediklerimin arkasındayım.

-O zaman size göre Irak bugün daha iyi bir durumda, öyle mi?
Kesinlikle. Irak nereden bakarsanız bakın bugün daha iyi bir durumda… Arap Baharı, Tunus’ta başladı; Tunus nereye gitti? Bugünkü Tunus’a bakın…

-Hiçbir şey yok.
Ama Iraklılar, DEAŞ’ın varlığına ve yüzleştikleri onca soruna rağmen üst üste 6 kez hükümetlerini seçtiler.

-Arap Baharına karşı iyi duygular beslemiyorsunuz sanki?
Üzgünüm, ama başarılı olamadı. Irak ise bugün yolsuzluk yüzünden çok sıkıntı çekiyor. Hiç şüphe yok.

-Yeni Irak modelini Lübnan modeline örnek alarak mı ortaya koydunuz?
Hayır.

-Irak, Saddam’ın liderliğinde laik bir ülkeydi. Sizse Sünnilerin bin yıl ülkeye hükmettiğini söylüyorsunuz. Sonra Irak’ı Arap komşularından çekip alarak İran’ın kucağına attınız…
Sadece orada bulunduğum dönem hakkında emin olarak konuşabilirim. İranlılar hiçbir şekilde orada varlık göstermiyordu.

-En azından el-Hekîm ve Iraklı diğer muhalif isimler orada ikamet ediyordu.
Bazıları Suriye’de yaşıyordu, bazıları Londra’da, kimi Almanya’da kimi de Fransa’da idi. Abdülmehdi Fransa’daydı. (…) çalıştığımız bir model yok. Biz önemli olduğunu düşündüğümüz şeyi yaptık: Irak’ta kurulmakta olan yapı, temsili bir hükümetin varlığını teşvik etmeliydi. Ve anayasa oluşturma meselesinde iş yeniden Iraklılara düşüyordu, bunu fiilen başardılar da; bizim herhangi bir yönlendirmemiz olmadan federal bir sistem kurdular.

-Neden birçok yerde Irak’ı bin yıldır Sünniler yönetirken şimdi buna bir son verdiniz diye övünüyordunuz?
Doğru, bu sadece gerçeğe dair bir açıklamaydı, fazlası değil.

Suriye Baası

- Suriye Baas hükümetinin, Irak’taki koalisyon güçlerine karşı mücadelede sözde Irak direnişini desteklediği çok açıktı. Irak’taki yönetiminiz sırasında da böyleydi. Bu duruma karşı nasıl bir tutum benimsediniz? Suriye hükümetiyle konuşmaya çalıştınız mı yoksa bunu engellemek için bir şeyler mi yaptınız?
Amerikalı yetkililerle Suriyeliler arasında yapılan belirgin bir tartışmadan haberdar değil. Ama Irak’taki koalisyon güçlerinin Suriye desteğinden yana endişeli olduklarını çok iyi biliyorum. Özellikle de Suriye tarafından desteklenen ve bazen başta Libya olmak üzere Kuzey Afrika’da konuşlandırılan ve Suriye’de eğitilip sonra el-Kaim’deki sınır kapısından sızan kişilerden yana…

-Bu durum karşısında bir şeyler yapmanız gerekmez miydi?
Elimden gelen her şeyi yaptım.

-Bunda İran’ın da rolü var mıydı?
Ben orada bulunduğum süre boyunca İranlıların bu konu herhangi bir parmağı olduğuna dair bir delil yoktu.

İranlılar korktu

-Daha sonra keşfettiğimiz bile denemez, El Kaide örgütünün bazı üyelerini İran’da barındırdıkları bugünlerde haber platformlarında yayınlanır oldu.
Bu, o zamanlar sahip olduğumuz bilgiler dahilinde değildi. En önemlisi, Zerkavi’nin Ocak 2004’te araya girebildiğimiz konuşmasıydı; bu belliydi, ama o, İranlı değil Ürdünlüydü.

-Daha önce terörle mücadelede görev aldınız, bu yüzden tüm tehlikelerin tamamen farkındaydınız.
Evet, ben Reagan yönetiminde terörle mücadeleden sorumluyken İran, 1983’te Beyrut’ta Hizbullah’ın gerçekleştirdiği bombalı saldırı sebebiyle terör devleti ilan edilmişti. Yani, terör devleti olduğu konusunda en ufak bir şüphe yoktu. Yine de İran, dikkat çekmemeye çalışıyordu. Halbuki önceleri ben onlara Persler demeyi tercih ediyordum, çünkü kendilerini öyle görüyorlardı ve daima İndus Nehri’nden Akdeniz’e uzanan kadim Pers İmparatorluğu açısından düşünüyorlardı. Burası Pers İmparatorluğu ve Irak’taki boş alanın iki katını işgal edebilir… Onlara henüz Irak’ı vermiyorum, Irak hala ayakta. Ama şurası kesin ki Lübnan’a gidip bunu yaptılar, Suriye onlar için hala biraz daha zor. Bununla birlikte İran’da muhakkak sorunlar var, ancak 2003 sonbaharında Tahran’daki insanların bakış açısıyla düşünürseniz doğu sınırlarında bir Amerikan ordusu, batı sınırlarında da bir ordu vardı. 2003’te görünüşe bakılırsa istihbarat teşkilatları, basında okuduklarına göre, İran’ın aktif nükleer programını durdurduğu sonucuna vardı.  

-Afganistan’da olduğu gibi Irak’ta da durum kötüleşirken İranlıları, sınırlarındaki iki azılı düşmandan uzaklaştırdınız. Amerikalılar harika bir şey yaptı, ama yine de onlarla konuşmanız gerekiyordu… İranlılarla görüştünüz mü?
Hayır, kendisiyle konuşacağım bir İranlı yoktu.

Sistani ile ihtilaf

-Onlarla konuşmaya ihtiyaç da duymadınız?
Kendisiyle konuşmak istediğim tek İranlı Sistani idi. Ancak o bunu kabul etmedi. Sorun yok; durumu anlayışla karşıladım ve ısrar etmedim. Bunu fiili olarak talep etmedim bile. Oradayken Sistani ile çok iyi bir bağlantım vardı.

-Kim üzerinden?
Birkaç aracı. Meselenin üzerine eğildim ve 13 ay boyunca Sistani ile dolaylı yoldan 48 görüşme fırsatı buldum.

-Bu görüşmeler sözlü müydü yoksa yazılı mı?
Genellikle sözlüydü, bazen de yazılı.

-Öyleyse ondan mektuplarınız var?
Onun benden gönderilen mektupları var (Gülüyor).

-Ama sizde de ondan gönderilmiş mektuplarınız var?
Mektuplar var, ama o yazıp göndermiyordu. Bu, onun mevki ve seviyesindeki bir insan yapamayacağı bir şey. Yine de konuya bütüncül olarak bakarsam onun bu meselede faydalı ve etkin bir rol oynadığını söyleyebilirim bence. O, seçimlerin düzenlenmesinden ve hükümetlerini seçmeleri için Iraklılara fırsat verilmesinden yanaydı. Bu, onun yerleşik inancıydı ve doğal olarak benim de görevim buydu.

-Onunla aranızda gerginliğin hüküm sürdüğü dönemler de oldu, değil mi?
Doğru, Irak’ta ve genel olarak bölgedeki önemini göz önüne alarak, yapmaya çalıştığımız şeyin, kendi hükümetlerini seçebilmeleri için Iraklılarla siyasi bir süreç inşa etmek olduğunu anladığından emin olmak istedim. Sorun da burada yatıyor: Şöyle ki BM Özel Elçisi Sergio de Mello Irak’a gelişinden kısa bir süre sonra, Haziran 2003 başlarında Sistani ile görüşmeye istedi ve benden bir görüşme talep etti. İki görüşme yaptık; biri benim ofisimde, diğeri de onun ofisinde. Sonra da Sistani ile görüşmek için Necef’e gitti. Daha sonra Sistani’den aktaran birinden duyduğuma göre De Mello, Sistani’ye ABD’liler 1945’te müttefik güçlerin komutanı Douglas MacArthur aracılığıyla Japonya’da benimsediklerine benzer bir şekilde siyasi bir yapı kurmak için anayasa hazırlayacaklar demiş, bu asla doğru değil.
Bu yüzden Sistani ile görüşmelerin çoğu, benim açımdan onu görüşmelerimiz hakkında bilgilendirmeye yönelikti. Eminim ki Irak hükümetinde yapmak istediklerimize ilişkin görüşmelerimiz hakkında onu bilgilendiren başkaları da vardı. Ben de bir anayasa hazırlığına dair bir niyetimiz olmadığını ona açıklamaya çalışıyordum. Bir diğer mesele de onun hemen seçim yapılması konusundaki isteğiydi ki yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı bu mümkün değildi. BM de bunun mümkün olmadığını düşünüyordu. De Mello da bunu anladı. Bu yüzden Sistani ile görüşmelerin muhtevası aşağı yukarı, siyasi olarak başarmaya çalıştığımız şeyin, yani bizim değil Iraklıların hazırladığı bir anayasanın ve seçimlerin yapılmasına dair büyük resmi anlamasını sağlamak ve bunu başarmanın zorluğunu anlatmakla ilgiliydi. Sonunda olayı iyice anladı, Ayetullah Sistani’nin seçimleri hemen yapamayacağımızı anladığı Ocak 2004’te netleşene kadar 6-7 ay geçti. Bir anayasa gerekliydi, takip ettiğimiz sıra da buydu. Anayasa Ocak ve Şubat 2004’te hazırlandı ve ilk seçimler 2005’te yapıldı.

-Sonunda tebrikini aldınız mı?
Onun tebrikinin peşinde değildim. Her şeyden önce onu durumdan sürekli olarak haberdar etmeye çalışıyordum ve bence hedefimizin ne olduğunu anladı. Hakkında temasa geçtiğimiz başka meseleler de vardı, ama temasların temel hedefi buydu. Onun rolünün faydalı ve yardımcı olduğunu düşünüyorum.

Saddam’ın yakalanması

-Saddam yakalandığında nasıl görünüyordu ve nasıl yerin altındaydı?
Sorun şuydu ki iki oğlu Temmuz 2003’te Musul’da güçlerimize saldırdığında ve öldürüldüklerinde bunu duyurmamız gerekiyordu, ama Iraklıların bize inanıp inanmayacaklarından emin değildik. Bu yüzden ordu, Rumsfeld ve ekibi, iki cesedi görmek ve onların gerçekten Saddam’ın oğulları olup olmadığından emin olmak için bir grup patolog ve doktoru bir araya getirdi. Çünkü Cenevre Sözleşmesi’ne göre ölü askerlerin fotoğraflarının gösterilmemesi gerekiyor ki bu, Rusya’nın Ukrayna’da sürekli yaptığı bir şey. Bu doğal olarak ilginç bir şeydi, zira Irak’ta 15 saattir ortalıkta iki oğlu bizim öldürdüğümüze dair söylentiler dolaşıyordu ve kimse gerçeği bilmiyordu, ta ki otopsi yapan Iraklı adli tıp doktorları bunu doğruladı. O zaman Bağdat, Basra, Musul ve Kerkük’te kutlama ateşleri açıldı; bu temmuzda yaşandı. Aynı ikilemle Saddam meselesinde de yüzleştik. Vardığımız karar, bir grup Iraklının onu Bağdat Havalimanı’nda karşılamasına izin vermek gerektiği yönündeydi. Bu nedenle Yönetim Konseyi üyelerine, onunla görüşmek ve gelmek isteyen herhangi birine eşlik etmek için davet gönderildi. Sonunda 4 kişi vardı: Adnan Paçacı, Ahmed Çelebi, Muvaffak er-Rebii, Adil Abdülmehdi. Saddam oradaydı ve onu sesinden ve diğer tüm özelliklerinden hemen tanıdılar. Hiç şüphe yoktu. O dönemde Yönetim Konseyi Başkanı olan Paçacı’nın duyuru sırasında hazır bulunmasının önemli olduğunu hissettim. Ve böylece duyuruldu.

-Saddam’ı daha önce gördünüz mü? Onunla konuştunuz mu?
Hayır, hiçbir şey söylemedim. En ufak bir fikri yoktu, ben kapıda duruyordum.

-Öncesinde?
Hayır, onunla hiç konuşmadım.

-Ona soru sormak için merak duymadınız mı? Size yardımcı olacak birçok sırra sahipti.
(Gülüyor) Sanmıyorum. Belki ona (şaka yollu) nükleer silahların yerini sorardım (gülüyor).

-Ahmed Çelebi ve İyad Allavi ile iyi ilişkileriniz oldu mu?
Evet, o ikisiyle çok konuşuyordum. Keza Talabani, Barzani, elbette Muvaffak er-Rebii, Abdülaziz el-Hakim ve “Basra Aslanı” romanının yazarı Ziya Cubeyli ile de. Bu isimlerle çok zaman geçirdim.

“Adn Cenneti”!

-Irak’ta karşılaştığınız en garip şey nedir?
Yok, hayır. Bu soruyu cevaplamak çok zor. Garip diyemem ama en ilgi çekici şeylerden biri Irak’ın Bataklıklarını (Ahvar) gezmek ve sazdan yaptıkları evleri görmekti. Bence şu an yok. Beni üzen, Saddam’ın Ahvar Araplarına karşı yürüttüğü kampanya kapsamında suların akışını başka yöne çevirerek onların hayatını tehlikeye attığını bilmektir. Bence bölge kayboldu ve çok değişti; bu çok garipti. Bir keresinde Dicle ile Fırat nehirlerinin birleştiği yerde bir helikopterle uçarken pilot bana, “Aşağıda, iki nehrin birleştiği noktadaki palmiye ağacını görüyor musunuz? İşte burası Adn Cenneti!” dedi.

-O halde, başarılarınızla gurur duyuyorsunuz…
İyi hissediyorum.



Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
TT

Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi

Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.

Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.

HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.

Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.

İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:

*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.

Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.

FOTO: Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)
 Minni Arko Minawi, Sudan hükümeti ile beş isyancı hareket arasında imzalanan barış anlaşmasının ardından Sudan Adalet ve Eşitlik Hareketi lideri Cibril İbrahim Muhammed ile birlikte, 31 Ağustos 2020 (Reuters)

Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu ​​an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.

HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.

*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?

HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.

HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor

*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?

Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.

*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?

Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.

(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)
(Soldan sağa) HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Daklu, Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk başkent Hartum'da düzenlenen bir tören sırasında, 8 Ekim 2020 (AFP)

*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.

*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?

Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.

Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.

*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?

Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.

*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?

Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.

*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?

Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.

*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?

Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.

Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.

*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?

O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.

*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.

Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.

Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.

*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?

Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.

FOTO: Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)
Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve dönemin Başbakanı Abdullah Hamduk Hartum'da siyasi bir anlaşmanın imzalandığı törende, 21 Kasım 2021 (Sudan Cumhurbaşkanlığı)

*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?

Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.

*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?

Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.

Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.

*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?

Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.

*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?

Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.

Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.

*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?

Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.

Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.

FOTO: Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)
 Sudan Ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında başkent Hartum'da bir bölgede yükselen dumanlar, 8 Haziran 2023 (AP)

*Kim o ülkeler?

İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.

*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?

Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.

*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?

Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.

*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?

Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.

Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.

*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.

*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...

Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.

*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.

*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?

Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.

*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?

Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.

Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.

*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?

Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.

*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...

Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.

FOTO: Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) ekipleri Batı Darfur’da savaşta yaralananlara Çad'daki Adre Hastanesi’nde yardım ederken hastane önünde toplanan Sudanlı mülteciler, 16 Haziran 2023 (Reuters)

*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.

*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.

Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.

*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?

Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.

FOTO: Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)
 Batı Darfur'un yönetim şehri el-Faşir'de Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ve ona sadık isyancılar, 19 Eylül 2008 (AFP)

*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?

Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.

*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?

Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.

*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?

Evet, bu doğru.

*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.

Çok memnun oldum, teşekkür ederim.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.